- 403 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
Merhamet
Değerli Dostlar; sizlerle “merhamet” konusunu paylaşalım istedim.
Konunun ilham kaynağı İbn-i Haldun’un “Merhamet, masum olduğu için her kalbe misafir olmaz." Sözüdür.
Merhamet, sözlükte “acıma duygusu” olarak geçmektedir.
Merhamet duygusu her insanın yaratılıştan sahip olduğu bir yeti olmakla birlikte eğitimle birlikte geliştirilmesinin sağlanması gerekmektedir. Bu eğitim sürecinde, hayatın ilk yılları ve özellikle aile içindeki sevgi dolu ve kucaklayıcı bir iletişim büyük öneme sahiptir.
Dünyada yaşayan ve nimetlerinden faydalanan canlılardan insanlar olarak merhamet duygusunu yaşamaya ve yaşatmaya en çok ihtiyaç duyduğumuz bir zaman dilimi içerisinde bulunmaktayız.
İnsanı insan yapan en önemli haslet hiç kuşkusuz merhamettir. Çünkü bir insanı güzelleştiren en önemli özelliktir. İnsan, doğası gereği hiç ölmeyecekmiş gibi yaşıyor.
Aklına ölüm fikrini hiç getirmiyor. Modern çağ dediğimiz bu yüzyılda ise insanın etrafı teknoloji ile kuşatılmış durumdadır.
Teknolojinin bizlere sunduğu nimetler müthiş elbette ancak olumsuz yönleri de bir o kadar fazla. İnsanın ruhunu en çok tahrip eden ne yazık ki teknolojidir. Dört bir yanı bu denli kuşatılan insanın ilk kopacağı yer gerçekliktir.
Gerçeklikten kopan insanın algısı kendisiyle sınırlı kalır. Acılara duyarsızlaşır. Başkalarının başına gelen olumsuz durumları başkalarının problemi olarak görmeye başlar. Kendisinin başına o olayların geleceğini hiç düşünmez. Ancak insan böyledir işte başına gelmediği zaman gerçekliğin farkına varmaz. Merhamet insanın gerçekliğini korumasının en güçlü yanlarından biridir.
“Merhamet, insanın kendine olan öz saygısıdır.”
Merhamet insanın olmazsa olmazıdır. Kalbi ile bağını koparan insan tehlikeli zararlı ve sinsi bir varlığa dönüşür. O insandan herkese ve her canlıya zarar gelir. Böyle insanları gördükçe insani hasletlere daha sıkı sarılmalı ve zorda olan insanlara elimizden geldiğince yardımcı olmalıyız. Bir insan bir yerde zor durumdaysa onun ihtiyacını imkanımız dahilinde karşılayabilmeliyiz. Her insan kendi imkanı dâhilinde, hayatına zorda olan insanlara yardım etme amacını eklese inanın bu dünya daha yaşanabilir bir yer halini alır.
Merhametsizliği onarmak elbette kolay değildir. Yalnız imkansız da değildir.
MERHAMETİ ŞAHANE
“Bir akşamdı. Mâbeynde nöbetçi olarak ben kalmıştım. Gelen mektup, telgraf, rapor ve tezkerelerin listesini tertiplemiştim. Tam huzura çıkmak üzere iken bir telgraf geldi. İstanbul Laleli Postanesi memurlarından birinin Hünkâr’a çektiği bir telgraftı bu…
Biçare memur, telgrafında; karısının o gece doğum yapacağını ve doğumun da tehlikeli olacağına dair doktorların kendisini ikaz ettiğini, fakat elinde hiçbir imkân bulunmadığını, bu sebeple merhamet-i şahaneye sığındığını bildiriyordu.
Ben de bunu pek kayda değer görmeyerek zât-ı şahaneye vereceğim listenin içerisine almadım. Ancak huzurda Padişah, âdeti üzere her şeyi ayrı ayrı gözden geçirdikten sonra ilâve etti:
«–Başka bir şey var mı?»
«–Kayda değer bir şey yok efendim!” dediysem de Sultan, ısrarla sualini tekrarladı ve;
«–Sen kayda değer saymadığını da söyle!» dedi.
Bunun üzerine malûm telgraftan bahsettim. Arza değmeyeceğini düşünerek listeye almadığımı bildirdim. Hüzünlenerek talimat verdi:
«–Hemen getiriniz!»
Şaşkın bir vaziyette telgrafı getirdim. Sultan, orada yazılanları dikkatle okudu. Ardından düşündüğümün tam aksine hemen saray doktorunu çağırtarak bana döndü;
«–Derhâl beraberce Lâleli’ye gidiniz ve doğum yapacak olan kadıncağıza gerekli müdahaleyi yaptırınız!» diye ferman buyurdu.
Sultan’ın bu emri üzerine saray doktoru ile o memurun evine gittik. Vazifemizi yerine getirip hastaneden döndüğümüzde ise, vakit sabaha yaklaşmıştı. Saraya girince, kapının sesinden bizi fark eden Sultan, perdeyi araladı ve eliyle; «Gelin!» diye işaret etti. Odasının ışıkları yanıyordu. Demek ki, sabaha kadar ibadet ve dua ile meşgul olmuştu.
Hemen huzuruna girdik. Neticeyi sordu. Olduğu gibi anlattım:
«–Sultanım, doğum bir hayli müşkül oldu. Ancak mütehassıs doktorların gayretleri ile hasta kurtuldu elhamdülillâh. Bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Adını da «Abdülhamid» koydular. Sabaha kadar gözyaşları içinde zât-ı âlînizin ömür ve devletlerine dua ettiler.» dedim.
Bizi ayakta dinleyen milletin merhametli babası olan Hünkâr, bu durum üzerine rahatlayarak derinden bir; «Elhamdülillâh!» dedi. Sonra paravananın arkasına geçerek iki rekât şükür namazı kıldı.”
YORUMLAR
Merhamet sözcüğünü sevmem. Çünkü içinde, gizliden bir “tepeden bakma” vardır. Güçlü olanın; güçsüze, ferahta olanın; darda olana “acıma” duygusu!
Ben, bu bahsettiğiniz (ve gerekliliği konusunda sizinle hemfikir olduğum) özelliği merhamet olarak değil “iyilik” olarak nitelendirmeyi tercih ederim hep.
Saygıyla...