- 460 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beðeni
DÝANA’NIN GÖZYAÞLARI
DÝANA’NIN GÖZYAÞLARI
Büyük Menderes’in bir çok kývrým yaptýðý bu vadide kurulmuþ olan Laguna yerleþim yeri büyük metropollerden deðildi. Doðal bir kent olarak boz bulanýk akan nehrin her iki kýyýsýna yapýþmýþtý. Bu küçük þehir büyük surlarla korunmuyordu. Büyük Maiandros Nehrinin kývrýmlarýndan dolayý bu þehir geniþ bir araziye yayýlmýþtý. Köprüler olmasa mahalleler arasýnda ulaþým dolaþarak yapýldýðýndan çok zaman alýrdý. Nekropol tam þehrin merkezinin karþýsýnda bulunan Çökelez Daðý’na doðru uzanan vadide bulunuyordu. Daha önceki Lagunalý zenginler ve önde gelenler kendilerini Maiandros Nehri’nin kýyýsýndaki dik yamaçlara oyulmuþ oyuklarda ya da inlerde bulunan kaya mezarlarýna gömdürüyorlardý. Laguna’da en az dört türlü mezar ve ölü gömme kültü olduðu bu kalan mezarlardan izlenebiliyordu.
Lahit türü mezarlarýn olduðu nekropol agora ve küçük Dionysos tapýnaðý karþýsýnda bulunuyordu. Tapýnaðýn Beþparmak Daðlarý’na bakan tarafýnda ve Büyük Menderes Nehri’nin Öte yakasýnda bulunan ak topraklý tepelerde ise þehrin yoksul ve tarýmla uðraþan halký oturuyordu. Bunlar genellikle buðday ekerler, nehir kýyýsýnda bahçecilik yaparlar, nefis kokulu üzüm yetiþtirirlerdi. Bu üzümlerden yapýlan þaraplarýn imalet haneleri ise Dionysos tapýnaðýnýn altýndan geçen yolun kýyýsýndaki sýkýþýk vaziyetteki imalathanelerde yapýlýyordu.
Lykhas, bu küçük kentin filozofuydu. Gençliðinde Lidya, Frigya, Estrüks ve Ýyonya’nýn bir çok kentini gezip dolaþmýþtý. Oralardaki bilgin ve düþünürlerden dersler almýþtý. Amfitiyatrolarda trajedileri, monolog ve diologlarý izleyip, büyük ustalardan öðütler almýþtý. Laodikya’nýn heykel atelyelerinde büyük yontucularý zevkle izlemiþti. Hierapolis’te tedaviye gelen zenginleri ve onlara hizmet eden güzel köle kýzlarý, sýcak su göletlerinde görmüþtü. Haftanýn dördüncü gününde olan pazarýnda Ýyonya’nýn, Likya’nýn, eski Frigya’dan gelen tüccarlarla konuþmuþtu. Gezginlerin, uzaklardan gelen tüccarlarýn Med ülkesinde bir þeyler olduðundan bahsediyorlardý. Asurlularýn, Kommeneslerin ülkelerini Medlerin iþgal edip, güzel atlar ülkesi olan Kappodokya’ya yerleþmiþlerdi. Bu tehlikenin yavaþ yavaþ Küçük Asya’nýn Batýsýna doðru geliyordu.
Üç ay önce Küçük Tiyatro’da þehrin ileri gelenlerle akýl sahipleri orada toplanmýþlardý. Lykhas’ta bu toplantýya katýlmýþtý. Þehrin kralý herkesin fikrini dinleyip, katiplerine not aldýrýyordu. Kahinler gökyüzündeki ay ve yýldýzlara bakarak; Laguna’nýn geleceði hakkýnda bir þeyler söylüyorlardý. Savunma ve koruma amaçlý çok küçük bir birlikleri vardý. Laguna küçük bir yerleþim yeriydi. Nüfusu az olmasýna raðmen geniþ bir alana yerleþmiþ olduðundan, þehrin etrafýný surlarla çevirmek çok zordu. Komþu Mosuna, Tripolis, Hierapolis, Laodika ve Colossae gibi surlarla çevrilmesi için çok büyük paraya ve köleye ihtiyaç vardý. Dionysos tapýnaðýndan bir yaþlý rahip, bu tehlikeden korunmak için saðlam surlarý olan komþu þehirlere göç edilmesini teklif etti. Orada bulunanlarýn bu teklifi daha akýllýca buldular. Bunun için bu komþu kentlere heyetler gönderip, Med tehlikesi geçinceye kadar kaç aileyi alabileceklerini öðrenmelerini kararlaþtýrdýlar.
Bu toplantýdan üç ay sonra dolunayýn gökyüzünde gümüþ bir tepsi gibi parladýðý bir gecede Likhas, ak topraklý tepe üzerindeki yoksul evinin önüne oturmuþ, aþaðýdaki selvi, ceviz, ayva, çýnar aðaçlarýnýn arasýnda bir yýlan gibi kývrýlarak akan Büyük Maiandros’un sesini dinliyordu. Þehirde müthiþ bir sessizlik vardý. Yan komþularý keçi çobaný Pylades ve aileside evlerinin önünde oturuyorlardý. Bir ara Pylades, kýzý Diana’dan flütünü getirmesini istedi. Annesi Myrrha ile Diana, asmalarýn altýna otururken, çok içli bir ezgiyi gayet yavaþça dolunayýn ýþýklarýna kattýlar. Myrrha’nýn yanýk sesi Maiandros’un þýrýltýsýna karýþtý. Bu ezgiler Likhas’a, geçen sene ölmüþ olan vefalý hanýmý Arethusa’yý hatýrlatmýþtý. Komþusunun kýzý Diana, güzel hanýmýnýn gençliðine benziyordu. Nekropol tarafýnda oturan demirci Eumolpos’un oðlu Niobe’ye Diana’nýn ilgi duyduðunu biliyordu. Onlarý bir kaç kez Ýç Yaka’da buluþtuklarýný görmüþtü.
Niobe neredeyse her gün bu yoksullar semtinin yollarýný arþýnlýyordu. Keçi çobaný Pylades, Çökelez Daðlarý’na doðru keçilerini otlatmaya gidince, Mirrha ile kýzý Diana’da Killik tarafýndaki baðlarýna giderlerdi. Oradaki bahçelerinde yetiþtirdikleri kavun karpuzu eve getirirlerdi. Komþularý Kyknos Amca, onlarýn yetiþtirdiði ürünleri götürüp Agora’daki yerinde satardý. Üç beþ kuruþ kârdan payýný alýrdý. Hele Maiandros kýyýsýndaki bahçelerinde sebze ve meyveleri nefis ve mis kokulu oluyordu. Niobe Öte Yaka’daki bahçelerinde çalýþan Diana ile bir konuþma imkâný ararken, bu arzusuna ulaþtý. Annesi çýnar aðacýnýn altýnda yemek hazýrlarken köþedeki karadut aðacýnýn altýnda Niobe ile Diana konuþuyorlardý. Niobe anlatýyor, Diana dinliyordu. Kalýn kaþlarý altýndaki iri gözleri ay ýþýðýnda bir baþka parlayan güzel Diana’nýn yüreði pýr pýr atýyordu. Onun da Niobe’ye gönlü vardý.
Laguna adeta dört ayrý mahalleye ayrýlmýþ durumdaydý. Nekropol’e yakýn olan mahalle daha ziyade orta gelirlilerin ve küçük memurlarýn mahallesiydi. Bir ara Diana, Niobe’nin mahallesine giderek yaþýný baþýný almýþ demircinin dükkânýný uzaktan izlemiþti. Kyknos usta, alnýndan terlerini silerek çýraklarýna emirler veriyordu. Uzaktan sert bir insana benziyordu. Kesinlikle Niobe, Dianalarýn mahallesine gelip yerleþmezdi. Temiz giyinen Niobe, düzenli spor yapýp, tiyatroda çalýþtýðý için geleceði güven vericiydi. Belki ileride kralýn yakýnlarýndan veya þehir yüksek idarecilerinden olabilirdi. Böyle birinin eþi olmak Diana’yý derin derin düþündürüyordu.
Diana flütünü çaldýkça Myrrha güzel ve içli ezgileri seslendirdikçe; Lykhas, Laguna’yý yerle bir edecek Med tehlikesini ufuktan yaklaþmakta olduðunu hissediyordu. Bu güzel ezgilerin tadýný buruk bir þekilde alýyordu. Bir çok masum çocuk, genç, bayan, yaþlý ve askerler adýna üzülüyordu. Surlarý olmayan bu þehir bu tür tehlikeye açýktý. Gökyüzündeki dolunay, Lykhas’ýn önsezisinden çok etkilenmiþ ve üzülmüþtü. Aðýrlaþan elemli duygularýndan dolayý Çökelez Daðlarý’nýn ardýna doðru çekilerek gözden uzaklaþýyordu. Keçi Çobaný Plades’in gözkapaklarýna deðirmentaþý asýlmýþ gibi oldu. Asmalarýn altýndaki seki üzerindeki mindere uzandý. Yavaþtan yavaþtan horlama sesleri geldikçe Myrrha, artýk þarký söylemeyi kesti. “Uyumaya gidiyorum!” diyerek evin içerisine girdi. Diana’da Niobe’nin sevdiði bir þarkýyý hafiften flütle seslendirdi. Çökelez’in zirvesinin ardýna doðru inmekte olan dolunay, bir damla gözyaþý dökerek; Diana’nýn kavuþmasý için dua ederek, gökyüzünden ayrýldý. Likhas’ta dolunayýn bu gözyaþýný gördü ve o da hüzünlendi. Yaþlý kalbi hicran derdine artýk dayanamýyordu. Evinin penceresi önüne serdiði mindere kývrýldý. Mutlu bir rüyâ alemine dalýp gitti.
Kuþluk vaktine doðru, komþusu Plades’in kalýn sesi ile uyandý. Güneþte son gölgeleri eritip, onun üzerine doðru geliyordu. Elinde bir kase ile Plades;
“Size taze keçi sütü getirdim!” diye gülümseyen gözlerle ona doðru geliyordu. Ardýndan da Diana, bahçelerinde yetiþtirdikleri sebze ve meyvelerle dolu bir sepet getiriyordu. Hem de gülerek;
“Lykhas amca, gülleriniz açtý mý?” diye soruyordu.
Lykhas’ýn hanýmý gülleri çok severdi. Hanýmýyla birlikte evlerinin önündeki küçük bahçelerinde güller yetiþtirmiþlerdi. Lykhas, Ýyonya’dan, Likya’dan, hatta Sparta’dan bile gül fidanlarý getirerek; hanýmýnýn evlat sevgisini bu þekilde tamamlamaya çalýþmýþtý. Hassas kadýn, her güle bir genç kýz ve delikanlý ismi veriyordu. Hele bahar baþlangýçýnda çok uzak yerlerden gelen bülbüller, Maiandros’un semfonisine; bu güllerle ilgili þarkýlarýyla eþlik ediyorlardý. Bazý yaz gecelerinde komþularý Myrrha gelirdi ve Likhas’ýn hanýmý lir çaldýkça ona hisli þarkýlar söylerdi. Likhas, dün gece böyle bir aný içindeki buruk bir acý ile yaþamýþtý. Onun mahmurluðu ile gözlerini oðuþtururken, Diana;
“Sizin güllerinizi çok beðeniyorum. Özellikle þu pembe gülü” dedi.
Likhas, ayaða kalktý. Köþedeki büyük küpte bulunan sudan bir tas alarak yüzünü yýkadý. Beyaz bir el beziyle yüzünü kuruladý. Diana pembe gülün yanýndaydý. Onun yanýna yorgun adýmlarla yürüyordu. Gözünün önünde gönlündeki eþinin hayali vardý. Titreyen parmaklarýyla gülün yapraklarýný okþadý. Lidya’nýn bu güzel kýzýnýn yanýna yaklaþtý. Yaklaþan Med tehlikesinden habersiz olan Diana’nýn güzel gözlerine baktý. Ýçi burkuldu. Sýkýntýsýnýn bu þirin kýza geçmemesi için, onun sevdiði gülü iþaret ederek:
“Çok mu sevdin bu gülü?” diye sordu.
Diana baþýný sallayarak:
“Evet!” dedi gözlerinin içi gülerek.
Bu gülün fidanýn Sparta’da yaþlý bir kadýndan alýrken; satýcý, ona:
“Efendi, sakýn ola, bu fidanýn goncasý açarsa, dalýndan koparmayýnýz!”
“Neden?” diye soran Likhas’a, yaþlý satýcý kadýn:
“Açan gülü dalýndan kopardýðýnýzda baþýnýza, sevdiklerinize, ya da evinize bir bela gelebilir!” der demez, satýcýdan fidaný almamak için elini çekti.
“Korkma Efendi, bu bir söylentidir. Ya olur ya da olmaz! Onu ben bilmem. Bir güzel yönü de sevdiðinizi size daha yaklaþtýrýr ve sevginizi artýrýr” der demez Likhas, hiç düþünmeden gül fidanýný satýn aldý. Dönüþünde mütevazi evlerinin bahçesinde uygun bir yer bulup oraya dikti. Gerçekten satýcý kadýnýn dediði gibi, eþinin ona karþý sevgisi ak köpüklü dalgalar gibi kabarmýþtý. O güzel yýllarý gözlerinin önünden geçirdi. O güzel günlerin hatýralarýyla neþelendi. Aklýndan kötü þeyleri silerek gülü dalýndan koparýp Diana’ya verdi. O anda içinde bir boþluk hissetti. Artýk ok yaydan çýkmýþtý. Geriye dönüþ mümkün deðildi.
Aradan bir hafta geçmiþti. Likhas ve komþusu keçi çobaný Plades ve ailesi büyük bir gürültü ile uyandýlar. Mahallerlerinin tam karþýsýna düþen ve nekropolün olduðu mahalleden kaskara dumanlara, kadýn, kýz, çocuk, erkek baðýrtýlarý karýþýp gökyüzüne doðru yükseliyordu. Likhas, ak sakallarýný gün görmüþ parmaklarýyla tarayýp, komþularýnýn yanýna titreyen adýmlarla yaklaþýyordu. Keçi çobaný Plades:
“Beri Yaka’da yangýn var her halde” diye fýsýldadý. Bu sözleri tam duyamayan Diana:
“Ne dedin baba?” diye sordu. Plades, kýzýn yüzüne bakarak:
Nekropol tarafýnda yangýn var galiba!” titreyen sözüyle cümlesini tekrarladý.
Likhas ile Plades kendi aralarýnda yangýn hakkýnda konuþurlarken, bahçeden dýþarýya birinin yýldýrým hýzýyla uzaklaþtýðýný nice sonra farkettiler. Etraflarýna bakýndýlar. Yanlarýnda üzgün bir þekilde duran Myrrha’dan baþka kimse yoktu. Plades paniðe kapýldý. Yaþlý Likhas ile beraber Öte Yaka köprüsüne doðru gittiler. Belki Diana, sevgilisi Niobe’nin yangýn çýkan mahallesine gidip, onlara yardým etmek istemiþtir diye düþündüler. Köprünün baþýna geldikleri zaman; büyük bir karýþýklýkla karþýlaþtýlar. Korkudan tir tir titreyen bu kalabalýk köprüyü geçmek için zorluyordu. Lykhas, tanýdýðý birinin kolundan kenara çekerek:
“Hayýrdýr? Yangýn mý var?” der demez, o adam:
“Frigyalý haydutlar saldýrdý. Evleri, dükkanlarý önce yaðmaladýlar, sonrada yaktýlar. Kadýn, kýz ve gençleri esir alýp bu tarafa doðru geliyorlar. Canýný seven Miryakefalon’a doðru kaçsýn!” dedikten sonra Lykhas’ýn yanýndan uzaklaþtý. Plades duyduklarý karþýsýnda þaþýrdý ve Diana için daha çok korkmaya baþladý. “Deli kýz, sevdiði uðruna yangýnýn içine koþtu!” diye hayýflandý. Dakika dakika gelen kalabalýk bir sel gibi çoðalýyordu. Toplumsal bir korkuya kapýlmýþ olan kalabalýk can havliyle Baklan Ovasý’na doðru kaçýyorlardý. Korkudan aklý selimini yitiren bu sel yaþlý Likhas ile Plades’i de içine alýp, ovaya doðru sürüklüyordu.
Harhur Boðazý’na yakýn bir yerde duraklayan Lagunalýlar, oradaki küçük yerleþim yerinde üi gün kaldýlar. Arkalarýndan Frigyalý haydutlar gelmemiþti. Laguna’dan bir haber alamadýlar. Gelenler arasýndan önde gelen bir kaç kiþi ve bir rahip, toplantý yaptýlar. Likhas, daha Harhur Boðazý’na gelmeden aldýðý yaralardan dolayý ölmüþtü. Tozlu ovadaki bir çukura gömüp, üstüne killi toprakla örttüler. Zavallý Likhas’ýn bir mezarý dahi yoktu. Bir kaç kiþi gidip Laguna’ya bakmak için gittiler. Ýki gün sonra gidenler geri geldiler. Verdikleri haberler korkunçtu. Millerce uzaktan Laguna’dan çýkan dumanlar hâlâ gökyüzüne yükseliyordu. Kalabalýk ne yapacaðýný bilemiyordu. Büyük bir bölüme Likya’ya gitmeye karar verdi. Plades buraya geldikten beþ gün sonra karýsý Myrrha’yý buldu. Halikarnasos’a gitmek için karar verdiler. Laodika tarafýna doðru gittiler.
Bazý Lagunalýlar, iki ay sonra geri döndüler. Laguna harap olmuþtu. Kayýplar çok büyüktü. Koca Laguna boþalmýþtý. On kiþiden dokuzu ya öldürülmüþtü, ya da esir edilip yanlarýnda götürülmüþtü. Artýk onlarýn bir çoðu esir pazarlarýnda satýlacaktý. Bu esirlerin kimisi karýn topluðuna ama nice eziyetler altýnda yaþayacaklardý. Likhas’ýn evi ile kendi evleri yangýndan nasibini almamýþtý ama her taraf talan edilmiþti. Beri Yaka’daki mahalle hâlâ yanýk kokuyordu. Plades ile karýsý Myrrha dönmemek üzere Laguna’dan uzaklaþmýþtý. Medlerin korkusundan korkan Lagunalýlar, Frigyalý haydutlarýn talanýyla çil yavrusu gibi daðýlmýþtý.
Gün geldi Çökelez Daðý’nýn baþýný ak çarþaf gibi karlar kapladý. Gün geldi Beþparmak Daðlarýndan doðan güneþ Çökelez’deki karlarý eritti. Badem çiçeklerinin altýnda yemyeþil çayýrlarla örtüldü. Papatyalar bir deniz dalgasý gibi esen yellerle baþlarýný sallýyordu. Gelincikler yollarýn kenarýnda yeþile karþý göz alýyordu. Böylece aradan onbeþ yýl geçti. Plades’ten, Myrrha’dan kimse bir habercik alamamýþtý. Likhas’ýn evi artýk harap bir haldeydi. Bahçesi ise viran bir vaziyet almýþtý. Kimse bir çukura gömülmüþ bilge Likhas’ýn akibetini merak etmiyordu. Medler Kappadokya ile Ýkonyum taraflarýna yaklaþýyorlardý. Geçen ay Ýkonyum’dan gelen beþ aileden birisi Likyas’ýn evine yerleþtirildi. Pladeslerin evleri ise duruyordu. Sarmaþýklar evin her tarafýný sarmýþtý.
Dedekaya’daki o kocaman kayanýn dibinde oturan genç kadýn ile adam, çocuklarýna Laguna’nýn iki yakasýný iþaret ederek anlatýyorlardý. Niobe saçlarýna düþen aklara raðmen, sesini yavaþlatarak:
“Helena, þu tarafta bizim mahallemiz vardý. Birazdan o tarafa gideceðiz. Babamýn dükkanýnýn yerini, eðer duruyorsa evimizi göstereceðim. Þu karþý tarafta da sevgili annenizin evleri vardý. Ýsterseniz önce o tarafa gidelim çocuklar” dedi.
Çevrik’ten dolanarak Dianalarýn mahallesine gittiler. Buralarda harap bir haldeydi. Bu baskýndan sonra bu kadar zaman geçmesine raðmen; Laguna belini doðrultamamýþtý. Diana evlerinin durumunu görünce çok üzüldü. Her nereye dokunsa eline gelen þeyler büyük bir ýzdýrapla dökülüyordu. Örümcekler pencereleri ipek gibi ipleriyle kat kat að þeklinde sarmýþtýlar. Evin içine korkarak girdiler. Hiç bir eþya yoktu. Duvarlarýn sývalarýndan eser kalmamýþtý. Yabani hayvanlar, fareler, böcekler evin içini kendi usüllerine göre parsellemiþlerdi. Bazý kýþ geceleri babasý Plades’in oturduðu köþeyi gördü. Annesi Myrrha, þu köþeye oturup, flütünü üflerken o içli þarkýlarýný söylerdi. Bunlarý düþünürken bahçeden sesler geldi. Likhas’ýn evine yerleþenlerden birisi;
“Nereden geliyorsunu? Yenisiniz her halde” dediler. Diana gözleri yaþlý bir þekilde onlarýn yanýna gitti. Birbirlerinin hikayelerini dinlediler. Ýkonyum tarafýndan gelenler de burada göçmendiler. Göçmenliðin ne olduðunu Diana ile Niobe çok iyi biliyorlardý. Buralý olduklarýný söylediler. Bir ara Diana, Likhas’ýn bahçesine þöyle bir göz gezdirdi. Bahçenin köþesinde tomurcuk halinde çiçeklenmiþ bir gül aðaçý vardý. Hemen Diana, o gül aðacýnýn yanýna gitti. Bir kaç defa kuruma tehlikesi geçiren bu gül, Likhas’ýn Sparta’dan alýp geldiði fidandý. En son hatýrladýðý þey Likhas’ýn, Diana’ya dalýndan koparýp verdiði gül fidaný bu yaþlý gül aðacýydý. Diana’nýn yanýna gelen Ýkonyumlu genç kadýn, bu yaþlý gül aðacýný nasýl bakýp canlandýrdýðýný anlattý. Sevgi ile onu tekrar dirilttiðini söyledi. Diana güzel gözlerini bu genç kadýna sevgiyle dikerek:
“Sakýn ha! Bu güller açtýðý zaman dalýndan koparmayýn” deyip, gülün yapraklarýný okþadý. Güneþ de yavaþ yavaþ baþlarýnýn üzerlerine geliyordu. Daha sonra Diana, Niobe, Helene ve Pydas, Beri Yaka’ya doðru gitmek için Arýbölen’i geçip Çevrik’e geldiler. Diana tekrar eski evlerinin olduðu tarafa baktý ve sanki elinde gül varmýþ gibi kokladý.
Halil GÜLEL
Düsseldorf / 20.05.2014
YORUMLAR
Henüz yorum yapýlmamýþ.