- 601 Okunma
- 5 Yorum
- 4 Beğeni
Ayaz ve ateşi
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Ayaz, uzun zamandır kendini kaybetmiş, sadece nefes almak için yaşıyordu.
Her sabah uyandığında sakalını sıvazlar, zihnini yoklar "yine bensizliğe uyandım yahu" der, kayıp şehir Atlantis’i arar gibi, KENDİNİ aramak için yatağından kalkardı.
Günlerce yürümekten iki ayağı su toplamıştı. İkisine de bakarak " benim derdim çekilir mi yahu, gidin işinize" diyerek kahkaha attı.
Gün ağarırken "kendimle konuşmadığım ne kaldı ki" dedi ve yüzünü dışarı uzatarak "hey gün, sen mi hoş geldin, yoksa ben mi göreceğiz bakalım" dedi.
Çay demlemek için eski sandalından kalan tahta parçalarını yakmak istedi, kibritini aradı, bulamadı. Kendisine saydırmaya başladı: "Yahu çürük bir sandalın ateşi bile dem tuttururken, sen kibriti bulamıyorsun Ayaz, kendini nasıl bulacaksın?" dedi yine bir kahkaha attı.
Ayaz en çok kendine gülerdi.
Bilmezliğine,
Aymazlığına,
Demsizliğine gülerdi.
Kibriti bulmak için içeriye girdiğinde, duvarda içeriye yansıyan ışığa gözü takıldı, ateş gibi parlıyordu. Ona bakıp gülerek, yine kendisiyle konuşmaya başladı.
"Yahu ateş, ben seni dışarıda yakmaya çalışırken, sen içeride cayır cayır yanıyormuşsun" dedi.
Dedi demesine de, sonra da içi sızlayarak yatağının kenarına çömeldi. O gülen yüzü birden asıldı.
Sakalını sıvazlayarak tahta zeminle konuşmaya başladı.
"Zaten her insanın ateşi kendi içinde değil midir? İnsanoğluyuz işte, için için yanarız da kimsenin haberi olmaz. Kendi ateşimize bakmaya bile korkarız aynen benim korktuğum gibi. Oysa sana bakarak değil, o ateşe bakarak konuşmam gerekiyordu ama öyle kavurdu ki beni, ne sen sor, ne ben söyleyeyim. Artık ona bakmaktan bile çekinirim."
Yavaşça yatağın kenarından kalkıp tekrar kapının önüne çıktı. Demleyeceği çayı görünce "hay Allah görüyor musun insanın içindeki ateş, nasıl da unutturuyor çayı demlemeyi" dedi.
Ellerini beline koyup denizdeki en uzak noktaya doğru dalıp gitti. Kendi ateşini hatırlamak, çayın demlemeyi unutturmuştu ama Ayaz’a kendi demini hatırlatmıştı.
Belli ki çok uzun bir gün olacaktı. İlk defa kendini bu kadar net görmeye cesaret etmişti.
Dedi ki:
"Eh be Ayaz!
Kaç yıldır kendini SENSİZ bırakmaya mahkum ettin. Kaçacak bir delik bulacakmış gibi onca yolu koştun koştun da, kendini şimdi bir saniyede kendi dibinde buldun.."
" Ah Ayaz ah, demek ki hiçbir mesafe yeterince uzak değil. Eşin Sahra sana ne derdi: Çöl bile bereketini verir, sen yeter ki kendini aramak için yürü.
Ayaz, Sahra’yı kaybettikten sonra kendini aramayı bıraktı. Sahra’nın sözüne ihanetin en büyüğünü yaptı.
Kendi ihanetine öylesine kızmıştı ki, elinin tersiyle gözyaşlarını silip "bağışla" diyerek denize doğru bağırdı.
O an bir martı süzülerek tam önüne indi.
Gülümseyen Ayaz, martının bir kanadının siyah olduğunu görünce " Ah be Sahra sen böylesin işte, seni düşündükçe güzellik seriliyor önüme."
Ayaz tek kanadı siyah olan martının önünde eğildi ve ona dedi ki:
"Her şey ne kadar uçsuz bucaksız görünüyor öyle değil mi martı? Sana da sanki süzüldüğün gökyüzü, konduğun yeryüzü, hiç bitmeyecekmiş gibi geliyor mu?
"Ah be martı, bana öyle geliyor ve bu beni kahrediyor."
"Düşünsene her gün uyanıp uyanıp günü bitirmeyi beklemek, yürüyüp yürüyüp yolun sonuna gelemediğini görmek, bitmiyor yahu, bitmiyor."
Martı birden Ayaz’a arkasını döndü.
Ayaz, "ne yani, yönünü değiştir mi diyorsun bana?" dedi.
Ayaz ayağa kalkıp Martıyı dikkatle seyretti. Martı hızla gökyüzüne yükseldi, bir tur attı, suya doğru yöneldi ve suyun üzerine oturup yüzünü Ayaz’a çevirdi.
Ayaz’ı bir gülme tuttu ve dedi ki: "Yahu deniz, ben ve martıyı toplasak senin bir zerren etmeyiz. Bakma sorgu sualime, benim derdim kendimle eğlenmek ama görüyorum ki sen de benimle eğlenmeyi, pek bir seviyorsun. Baksana şu hale. Bunca güce ve derinliğe rağmen ikimizi de hem kıyında, hem üzerinde tutuyorsun. Hele şu bastı bacak martıya da bak, pek bir güven duymuş ki sana, bağdaşını kurmuş göğsünün tam ortasına.
Sonrasında derin bir sessizlik oldu Ayaz gözlerini ufka dikerek içine seslendi.
"Of be Ayaz, ben bir türlü anlamadım ki seni. Deli misin, yoksa divane mi? Şu denize laf atarken bile kimsenin yüreğine bağdaş kurup da güvenle oturamadığın aklına geliyor. Şu minicik martı bile nereye aitse orayı biliyor, gidip bağdaşını oraya kuruyor. Sen ise kaçıp duruyorsun.
Bildiğini sanıp kaç,
Bilmediğini sanıp kaç,
Bildiğinden kaç,
Bilmediğinden kaç."
Ayaz sakalını sıvazlayıp martıya seslendi.
"Sağ ol dostum. Bu gün de kaçtığım ateşe beni sen yaklaştırdın. Harlansın bakalım ateşim ve bana doğru yaklaşsın.
Her an’ı fark ederek yaşamak artık Ayaz’ın en büyük ızdırabı haline gelmişti. Gözleri doldu ve hava kararırken gövdesini yıkık dökük kulübesine sürükleyerek attı.
İçerisi buz gibi soğuktu. Fırtınada bile üşümeyen Ayaz, bu keskin soğuğa anlam veremedi.
Ellerini sürterek "buzhane misali soğuğunla beni neden kesiyorsun ki" diyerek kömür doldurduğu tenekeyi cayır cayır yaktı. Kendini öyle güçsüz hissediyordu ki yatağın ucuna çöküverdi.
Tenekenin içinden çıkan siyah duman ile konuşmaya başladı.
"Kim bilir, belki de benim tek dostum sensin. Bir ateşine bakıyorum bir de sana. Ateşinle bana kendimi hatırlatırken, siyah dumanınla nefesimi kesiyorsun. Of Ayaz of, hayatın boyunca her şeye esip gürledin de, bir tek kendi ayazınla kendi dumanını söndüremedin." dedi
Siyah duman Ayaz’ı son derin uykusuna doğru çekmişti.
Gün ağarırken kulübenin içindeki dumandan, ateşten ve kordan eser kalmamıştı.
Ayaz’ın sıkı sıkıya kapattığı avucunun içinde çay demlemek için aradığı minik kibrit kutusunu bulmuşlardı.
Ayaz’ın kolundaki bir dövmede ise şu yazıyordu:
Nereye gidersem gideyim, bizzat ateşimi kendim götüreceğim.
Serpil Çavuşoğlu
Tarih : 21/12/2020
Edebiyatdefteri seçki kurulu ve değerli okuyucularına teveccühünden dolayı teşekkür ederim.