- 463 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
Şiir, Dergi, Şehir ve Modernizm Üzerine Bir Söyleşi
Şiir, Dergi, Şehir ve Modernizm Üzerine Bir Söyleşi
(Eyüp Akdağ - İlkay Coşkun / 13 Aralık 2014)
11 Aralık 2014 tarihinde 21:00 ile 23:00 arasında Radyo Hilal’de yayınlanan şiir programında şiiri ve şehri konuştuk. Benim için garip bir duyguydu ve birazda heyecan verici bir tecrübe oldu bu. Sivas’ta yayın yapan bir radyo var, ismi de Hilal FM. Her perşembe gece saat dokuz ile on bir arasında yayınlanan bir şiir programı var. Programın hazırlayıcı İlkay Coşkun. Evet, programın bu haftaki konuğu bizlerdik. Nun Edebiyat’ın "bûtimar’ı ve karanfil’i"... Dergimizin yani ailemizin diğer üyeleri de yayına telefon bağlantısı ile ortak oldu. Nun Ailesi olarak çok güzel bir hatıra bıraktık geleceğe. Geriye dönüp baktığımızda tebessümle hatırlayacağımız bir gece oldu.
Programı dinleme imkanı bulamayanlar için hazırladım bu yazıyı.
1. Şiirle ve edebiyatla tanışıklığınız ne zaman ve nasıl başladı?
12 yaşımda. Henüz 6. Sınıfta idim. Türkçe öğretmenimizin bir ev ödevi vermesiyle başladı hikâyem. Sınıfımızı gruplara ayırmış, her gruba edebi bir şahsiyetin hayatını araştırma görevi vermişti. Benim içinde bulunduğum gruba ise Faruk Nafiz Çamlıbel’in hayatı rastladı. Günümüzde ki gibi bilgiye hemen erişilmiyordu o dönemler. İnternet dediğimiz mesele evlere daha sokulamamıştı. Biz de şairin hayatını araştırmak için Sivas meydanındaki kütüphane binasına gittik. Durumu kütüphane görevlisine izah etmeye çalıştık. Ödev yapacağız. Yardımcı olur musunuz dedik? İri gözlüklü yaşlıca bir adamdı. Elindeki gazeteyi okumayı bırakıp gözlüğünün üzerinden bizleri baktı. Bizlere lazım olan kitabı göstererek, gürültü çıkarmadan ödevinizi yapın dedi. Ödevimizi yapmıştık. Lakin kitapta ilgimi çeken şeyler vardı. Sayfanın birinde Han Duvarları yazıyordu. Okumaya başladım. Gariptir, büyük bir keyif alıyordum o şiiri okurken. Her fırsat bulmam da kütüphaneye gidip o şiiri okudum. Derken farkında olmadan ezberlemeye başlamıştım. Bu şiiri bilinçli bir şekilde okumuyordum. Şiirle tanışmış sayılmazdım henüz. Gerçek manada edebiyat ile tanışmam lise yıllarıma denk gelir. Üzerimde büyük emekleri olan Erhan Paşazade ve Fatih Polat hocalarımın yönlendirmesiyle Necip Fazıl Kısakürek ile tanıştım. Kaldırımlar şairi. Abdullah isimli bir arkadaşım vardı. Onunla şiir denemeleri yapardık. Bazen çocukça bazen ciddi olduğunu düşündüğümüz şiirler yazmaya çalışırdık.
2. Şiir ve Sivas sizde neleri çağrıştırıyor? Şiir, edebiyat ve edebiyat dergileri ile uğraşınızda ozanlar şehrinin ne tür katkısı oldu?
İnsanoğlunun tabii yaşamına baktığımızda belli dönemlerde muayyen davranışlar gösterir. Mesela bir bebek ihtiyacı olan bir şeyi istediği zaman ağlayarak kendisini ifade etmeye çalışır. Yahut bebeklikten çocukluk dönemine geçişte agulama evresini yaşar, kendisini bu şekilde ifade etmeye çalışır. Şiir hususuna gelecek olursam, bana göre şiir insanın kalbini ifade etme arzusunun bir ürünüdür. Görüneni mısralarla kuşatıp görünmeye talip olma işi. Yaşanmaya değer hayatı aramanın bir neticesi. Sivas, âşıklık ve ozanlık kültürü ile şöhretli müstesna bir ilimiz. Tarih boyunca büyük uygarlıklara, devletlere ev sahipliği yapmış olan Sivas’ta insanın kalbini karıncalandıran, insana bir istikamet veren atmosfer var. Bu atmosferin oluşmasında Sivas’ın tarihi ve kültürel dokusunun payı olduğu gibi, Sivas’ın insanı da pay sahiplerinden birisi… İnsanı gören bir şehir burası… Ben şükrediyorum ki, Sivas bir metropol değil. Bugün büyük şehirlerle kıyas ettiğimde Sivas’ta yaşıyor olmanın kıymetini daha iyi anlıyorum. Kalabalık yerler, korna sesleri şiirin ruhuna kezzap dökmekte.
3. Şiirin, edebiyatın yaşamınızdaki anlamı nedir?
Şiirin yaşamımdaki anlamı biraz farklı… İnsanoğlu sadece nefes alıp vermek, bu dünyada bir şeyleri tecrübe edip daha sonra elveda demek için bu âleme gelmemiştir. Hal böyleyken, insan bu dünyada bir şeyi aramaya ve aradığı şeyi bulmaya memurdur. Beni bu arayışa çıkaran şey, yaşanmaya değer hayatı bulmak oldu. Kalbim çözülmesi icap eden bir düğümdü. Bu düğümü çözmek lazımdı aradığım şeyi bulabilmek için. O düğümü çözecek olan şey şiirdi.
4. Nun Edebiyat Dergisinin serüveninden bahseder misiniz? Kimlerle yola çıktınız? Kaç sayı çıktı şu ana kadar? Nun Edebiyat Dergisi kapandı mı?
Nun Edebiyat Dergisi bizim ilk göz ağrımız. Bizim birbirimizi bulduğumuz yer. Aslına bakarsanız, benim için bir edebiyat dergisi olmaktan ziyade bir çeşme başıydı Nun Edebiyat Dergisi. Biraz nefes alabileceğimiz, ruhumuzu yoran yüksek binaların arasından, otomobil kornalarından, yüksek sesli anlamsız müziklerden sıyrılıp kendimizi dinlediğimiz, dinlendiğimiz bir çeşme başıydı Nun Edebiyat. Üç yıl önce başladı Nun Edebiyat’ın hikayesi. Ubeydullah Öz, Enes Karademir, Mücahit Yıldız derginin doğum aşamasında bulunan dostlarımızdı. Alim Yıldız ve Hüseyin Kaya hocalarımızın da büyük destekleri ile yürümeye başladık bu yolu. Ubeydullah Öz, dergimizin imtiyaz sahibiydi. Dergimizin kapak fotoğraflarını çeken Sümeyye Yöner, dergimizin diğer illere postalanma işlemi ile ilgilenen Şeyda Tarhan ve dergimizin çok kıymetli editörü Neslihan Ermahiş. Daha sonra kadromuza dahil olan ve yazıların redaktesini yapan Mete Almalı. Şu ana kadar 14 sayı çıktı dergimiz. Öğrenci harçlıklarımızı biriktirip matbaa masraflarını karşılıyorduk. Neslihan Abla ve Ubeydullah kardeşim, el emeği göz nuruyla kitap ayraçları tasarlayıp satışını yaptık, dergimizin bütçesini rahatlatabilmek adına. Bütün bu zorluklara rağmen, derginin çıkan sayısını matbaadan teslim aldığımızda her şeyi unutuyorduk. Nun Edebiyat Dergisi bizim için bir okul vazifesi de gördü aynı zamanda. Dergimizin bir amacı daha vardı, edebiyatı insanlara sevdirebilmek. Biraz gülümsetebilmek gönülleri… Sonra Nun Edebiyat okulundan mezun olduk. Dergimiz vesilesiyle çok güzel dostluklar edindik. Dediğim gibi Nun Edebiyat, vazifesini tamamlamıştı.
5. Nun Edebiyat Dergisinde kimler yazdı? Yayınlanan şiir ve nesirler deki kriterleriniz nelerdi?
Nun Edebiyat Dergisine gönderilen eserleri ilk karşılayan Neslihan ablaydı. Bunun için bu sorunun cevabını ben verirsem eksik kalır.
6. Radyo Enfa’dan bahseder misiniz? Enfa Dergisinin dışa dönük yüzümü olacak radyo?
Radyo Enfa’yı geçtiğimiz ay içinde kurma kararı aldık. Bu kararı almamızdaki temel sebep; Sivas’ta bulunan dostlarımızla, arkadaşlarımızla, okurlarımızla rahat bir şekilde iletişim kurabiliyor, çay soframızda bir araya gelerek hemhal olabiliyorduk. Fakat Sivas dışında da dostlarımız ve okurlarımız vardı. Biz onlarla da sohbet makamında bulunmak arzusundaydık. Radyo Enfa buna vesile oldu.
7. Teknolojinin gelişimindeki modern yaşamın, şiiri nereye taşıyacağını umuyorsunuz?
Varlık Dergisi’nin Kasım 2009 sayısına kapak konusu olan soru. Daha başka edebiyat dergilerinde de muhakkak irdelenmiştir bu mesele. Bugün Avrupa ve Amerika coğrafyasına baktığımız zaman cevap aranan bir numaralı soru şudur: Makineye ne ile tahakküm edeceğiz, makineyi nasıl hâkimiyetimiz altına alacağız. Bu sorunun cevabını Sezai Karakoç şu iki mısra ile veriyor: “İnsanlar havada uçtu ama yerde öldüler / Bunu bana öğretmediniz” . Bizim kavramakta, idrak etmekte zorlandığımız temel meselelerden birisi şudur: Bolluk ve Bereket. Bu iki kavramı birbirinden ayırt edemiyoruz. Teknolojinin bu kadar gelişmediği dönemlere baktığımızda hiçbir şey bol değildi. Her şey zorlukla kazanılır, bazı şeyler büyük emekler neticesinde elde edilirdi. Ama bereketliydi her şey. Bolluk yoktu ama bereket vardı. Edebiyattan başlayıp hayatın her alanına nüfuz eden bir rahmet ve bereket… Bu bereket neticesinde şiirimiz ruhunu muhafaza edebildi. Necip Fazıl’dan Sezai Karakoç’a, Nazım Hikmet’ten Turgut Uyar’a kadar bütün büyük şairlerimiz, modernizmin işgaline uğramamış dönemin şahsiyetleridir.
Sonra insanlık makine dediğimiz alete farklı özellikler ekledi. Makineyi akıllılaştırma yolunu tuttuk. Her şeyden çokça vardı artık. Teknolojide müthiş bir atılım söz konusuydu. Bilgisayarlar, cep telefonları, otomobiller, yüksek binalar… Üretim hızlıydı. Baş döndürücüydü bu hız. Sonra bize tüketmeyi öğrettiler. Onlar şunu söyledi bize: bunu biz senin hayatını kolaylaştırmak için ürettik, hadi kullan. Önüne geçilemez bir tüketim çılgınlığı başladı. Her şey boldu ama bereketi yitirmiştik. Yetinemiyorduk elimizdekiyle ve hep daha fazlasını istiyorduk. Samimiyetimizi, temel insani değerlerimizi ve nihayetinde ruhumuzu yitirmeye başladık. Ruhumuzu yitirince şiiri de yitirdik. Modernizm şiiri öldürdü. Bu insanoğlunun bir imtihanıydı.
8. Şiir kendini tekrarlamayı ve durağanlığı asla bağışlamaz. Şiir hep yeni olmak zorunda mıdır?
Benim penceremde bu bahse şöyle bakıyorum. Sohbetimizin başında da vurguladığım gibi şiir mütemadiyen sürecek olan bir arayışın neticesidir, ürünüdür. Şiirin temel unsurlarından birisi olan bu arayış hep canlı ve yeni olmak zorundadır. Varlık sürekli değişim halindedir. Madem ki verdiğimiz nefese yetişemiyoruz, verdiğimiz nefesi yakalayamadığımız için tekrar nefes alıyoruz. Şiir içinde aynı şeyleri düşünüyorum ben.
(‘Şiire yaşlı bir şair gibi başlamak; onu genç bir şair gibi sürdürmek gerekir.’)
Şiirin karşısında herkes çocuk mu olmalıdır?
Şiirin karşısında herkes çocuk mu olmalıdır? Bu sorunun cevabına Sezai Karakoç’un şu mısraıyla cevap vermek istiyorum. “İnsanı çözersin, çözersin, çözersin; çocuk çıkar.”
9. Hayatınızda şiir olmasaydı, sizce ne değişirdi?
Hayatımda şiir olmasaydı, dünyayı daha net anlardım. Şiir, beni bu dünyadan uzaklaştırdı. Dünyayı anlamak gibi bir kaygım olurdu, eğer şiir hayatımda olmasaydı. 24 saatlik zaman diliminde yaşardım hayatımı. Elbette yine nefes alıp vermeye devam ederdim. Ama kalbimin ritmini petrol fiyatlarındaki yükselip alçalmalar belirlerdi. Hayatımda şiir olmasaydı, doların değer kazanması veya değer kaybetmesi beni heyecanlandırırdı.
10. Şiir dergilerinin şaire ve şiire katkısı konusunda ne düşünüyorsunuz?
Şiir dergileri, şairleri birbirinden haberdar ediyor. Bu yönü ile büyük bir katkısı var şiirimize. Aslına bakarsanız şiir dergileri şairler için bir vitrindir de. Kendisini gösterebileceği, şiirini kanıtlayabileceği ve eserini eleştirmenlere ulaştırabileceği bir mecradır. Bu yönü ile şiir dergileri Türk şiirini canlı tutmakla birlikte, şairleri birbirine bağlayan bir köprüdür de.
11. Güzel şiir, popüler şiir, kalıcı şiir nedir sizce? Olması gereken hangisidir? Siz hangisini tercih edersiniz?
Bu konudaki düşüncem, şiiri belli sınıflara ayırmak, şiiri kategorize etmek yanlış olacaktır. Güzel şiirden bahsediyoruz. Kime göre ve neye göre güzel? Bu göreceli bir kavramdır. Güzel şiir veya kötü şiir yoktur bana. Okuduğumuz şey ya şiirdir ya da şiir değildir. Popüler şiir, meselesi de pek çok şairin yakındığı konulardan birisi. Mesela 90’ların popüler şarkısı dediğimiz zaman, o şarkı 90’lı yıllarda kalmış manası çıkar. Popüler olan her ne varsa bir müddet sonra siliniyor, unutuluyor. Bugün kitapçı vitrinlerini süsleyen ve adına şiir kitabı dedikleri bazı kitaplar yüzbinlerce baskı yapıyor. Yetişen nesil şiir ile tanışamadığı gibi şiir sanatını alelade hislerle ortaya çıkan bir ürün olarak görüyor. Tekerleme dahi sayılamayacak harf yığınlarının müthiş ilgi gördüğü bir dönemi yaşıyoruz. Fakat birkaç yıl içinde yok olup gidiyor. Yüzlerce yıl önce kaleme alınan eserler bugüne kadar nasıl ulaşıyor ve hala itibarını koruyor. Divan Edebiyatımızı örnek göstermek istiyoruz. Tek bir mısrası kütüphanelik çapta manayı ihtiva eden şiir örneklerini görüyoruz. Baki’den Şeyh Galib’e kadar. Bu yönüyle şiir dediğimiz şey kalıcıdır. Aradan geçen yüzlerce yıl şiirin kıymetinden bir şey götürmez. Onu daha da değerli kılar.
12. Hayatın her alanında matematiğin varlığını hissediyoruz. Şiirin matematiği var mıdır? Sizce olmalı mıdır?
Matematik dediğimiz bilim dalı beraberinde mantık isimli bir bilim dalı ile doğmuştur. Hayatın her safhasında matematiğin varlığını görebiliyoruz. O halde hayatın her safhasında bir mantık yani bir neden-sonuç ilişkisi var. Bu tabii bir süreçtir. Şiir ile matematik bana göre birbirini tamamlayan iki sahadır. Bugün dünya ile güneş arasında kaç ışık yılı mesafe var, matematik sayesinde biliyoruz. Fakat matematiğin de açıklayamadığı şeyler vardır. Bilmem kaç ışık yılı uzaktan gelen güneş ışınları dünyamıza kadar ulaşıyor. Toprağa değiyor, ardından yağmuru da beraberinde getiriyor. Bir tohumun ağaç olup, meyve vermesini yahut bir başağın yüzünü güneşe dönmesini matematik açıklayamaz. Bu şairin işidir. Sezai Karakoç’un şu mısraları meselemizi özetleyecektir. Yağmurlardan sonra büyürmüş başak,
Meyvalar sabırla olgunlaşırmış.
Bir gün gözlerimin ta içine bak:
Anlarsın ölüler niçin yaşarmış,
Yağmurlardan sonra büyürmüş başak.
13. Şiirin mimarisi, yapı olarak sağlamlığı mıdır? Bir şiiri sağlam kılan özellikler nelerdir?
Şiirin yapısı, şiirdeki anlam ve ses kaynaşmalarından olur. Bir şair ses kaynaşmalarını kullanarak şiirine musiki katar. Bu yönüyle şiirin mimarisi yapı olarak sağlamlığıdır. Peki bir şiiri sağlam kılan özellikler nelerdir? Şiiri sağlam kılan temel özellik şiirde anlatılmak istenen şeyi ifade etme gücü. Daha sonra dili yormayacak bir akıcılıkta olması. Daha önce kullanılmayan bir imgeye ev sahipliği yapması… Gereksiz kelime oyunları kullanarak teşbihe ve benzetmeye boğmak şiiri düşürür. Bazen ağaç, ağaç diyerek ifade etmek gerekir.
14. Buradan yola çıkarak her şairin bir poetikası olmalı mıdır?
Her şairin şiir sanatına dair düşünceleri vardır mutlaka. Fakat bu düşüncelerini kitaplık çapta bir eser vererek “benim şiir sanatına dair düşüncelerim bu kitaptadır” demek zorunda değil. Bir poetikaya sahip olmayan çok değerli şairlerimiz de vardır. Şair, biraz da çözümlenmek ister. Şairin her zaman saklı tuttuğu bir takım hisleri, düşünceleri vardır. Bu hisleri, düşünceleri poetikasına bakarak değil de, şiirini okuyarak anlayabiliriz.
www.e-aktug.com/2014/12/siir-dergi-sehir-ve-modernizm.html
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.