- 210 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HER ŞEY Aaaa-NORMAL-1
Anormal durumların normal; normal olanların anormal karşılanması üzerine hiç düşündünüz mü? Günlük hayatımızda karşılaştığımız hatta bizatihi yaptıklarımızın ne kadarını doğru değerlendiriyoruz. Bir olay veya olgunun normal ve anormal olma durumu, onu algılama biçimimizle alakalı değil midir?
Bu durumda algımızı oluşturan görsel, işitsel, duyuşsal ve zihinsel gelişimimizle birlikte yetiştiğimiz sosyo-ekonomik çevrenin de katkısıyla ölçütlerimizi belirliyoruz. Bu çerçevede doğru-yanlış, iyi-kötü, güzel-çirkin, yalan-gerçek gibi daha nice somut ve soyut odaklı değerlendirmeler yapıyoruz. Tartışma ve uzlaşma kültürünün temelini de bunlar oluşturmaktadır.
Bir çelişkiler yumağı oluşması adına bir araştırma yapılsa bu konuda ülkemizde ciltler dolusu kitaplar yayınlanır. Günlük yaşamda karşılaştığımız birçok davranış ve uygulamanın anormal olduğu halde nasıl da normalleştiğine şahit oluruz. Benzine, mazota, temel gıdalara hemen her gün zam yapılması normaldir. Hemen herkesin sokağa çöp, izmarit atabilmesi de normaldir. Her araçta okkalı bir sopa bulundurmak da anormal değil. Düğünlerde, asker uğurlamalarında korna çalıp yol kesmek ve de havaya silah sıkmak da yadırganmıyor.
Daha bitmedi tabii ki… Çocuk yaşta kızların satılması, evlendirilmesi ve imamların nikâhıyla tasdiklenmesi de normaldir. Hele kaba ve küfürlü konuşmayanı yadırgayan bir anlayışın yaygın olması bile normal. Havamızın, suyumuzun, toprağımızın ranta kurban edilmesi de etkilemiyor bizi. Siyasilerin iki dudağı arasında özgür yaşadığını düşünmek de normal. Her an herkesin terörist ilan edilebilme potansiyelinin olduğunu bilmek de normal geliyor artık.
Yaşadığımız bu durumun alışılagelmiş boyutlarının dışında görülmesini anayasamız bağlamından hareketle de söylemek mümkündür. Hemen her şeyin üstünde olarak değerlendirilen hukuk devleti ilkesini dahi ayakaltına almaktan geri durmadığımız aşikârdır. Verilen kararların ilgili kesimlerin çıkarları doğrultusunda verilip verilmediğine göre normal ve anormal karşılanmaktadır.
Ülkemiz hukuk sisteminde belirgin bir kriterin oluşmaması “Burası Türkiye arkadaş, bizi AHİM kesmez.” kabadayılığından anlaşılmaktadır. Bazı durumlarda kendi içimizdeki alt mahkemelerde benzer külhanbeyliğini kendi üst mercii olan AYM’ye yapma kudretini gösterebiliyor. Böylece anormal olan şeyler ülkemizde normal kabul edilmeye başlanıyor.
İçtihat denilen gayrı resmi bazı uygulamaların kanunlarımızın önüne geçtiği haller yok değildir. Bu durumların günlük hayatımızda hangi noktalara ulaştığını tahmin edebilirsiniz. Sıradan bir memurun, işçinin, köylünün, esnafın hemen hemen her kesimden insanın kendi iş ve işlemlerinde oluşturup da uyguladığı içtihatlar vardır. Kimi adına racon, kimi töre, kimi de din adını takmıştır. Hukuku kendine uydurma çabası neticesinde anormallerin normal; normaller anormal olma adımları atılmıştır.
Birçok bölgenin, birçok kurumun, derneğin vakfın, şirketin, grubun; Burada işler böyle yürüyor; eski köye yeni adet getirmeyin; buranın ağası da paşası da biziz, rüzgârı eser. Bu tutumu yakıştırmadığımız en temel kurum ise maalesef üniversitelerimizdir. Bilimin, bilginin zirvesidir yani en tepe noktadır. Ülkenin beynidir. Uzuvların koordinasyon merkezidir.
Çürümenin nereden başladığı ve nerelere kadar uzadığının en önemli göstergesidir üniversiteler. Bilim dışı her uygulamayı reddeder. Mantıksal ve matematiksel hesaplamasını yapmakla yükümlüdür. Varlığının temelini ilke ve prensipler oluşturmaktadır. Bu kurumların personel ve akademisyen ilanlarındaki liyakat kriterleri alkışı hak ediyor. YÖK’ün yaklaşımını, rektör atama sisteminin demokratik yapısını da unutmayalım. Bilimin ışığında 21. yüzyıldaki üniversitelerimizin hareket ettiği ilke ve prensiplerinin ulaştığı vizyonu anlatmaya kelimeler kifayetsiz kalmaktadır. Bu da normalimiz olmuştur artık.
Gelenekçilik anlayışıyla hareket etme alışkanlığını, kutsal bir yapıya sarıp sarmalayarak çeşitli davranışlar geliştirmeyi başarmışızdır. Bunu da mantık dışı dahi olsa normal kabul etme kolaycılığı ve alışkanlığını; çıkarcılığımızla perçinleyip yaygınlaştırmayı başarabildik. Bu tutumumuzun halkımız tarafından da benimsendiğini görmek sevindiricidir.
İlk zamanlar anormal kabul edilen tutum ve davranışların mantığa büründürme çabasıyla süsleyerek toplumuzun en alt tabakasından en üst tabakasına kadar normal algılanması sağlanmıştır. Bunun en sık karşılaşıldığı alan ise siyaset alanıdır. Siyasetin içinde olmaması gereken ne kadar ahlak dışı, etik dışı, yasa dışı, insanlık dışı iş, işlem ve içtihat varsa kabul edilebilir noktasına ulaşmıştır. Bu da hayatımızın normali haline gelmiştir.
Hangi çağda olduğumuzun, çağın gereğinin ne olduğu ve neler yapılması gerektiği kimsenin merkeze aldığı bir tutum değildir. Sosyal, siyasal ve ekonomik ve hukuki ilişkiler ağının örümceğin ördüğü mükemmel ağlar kadar düzenli ve nitelikli değildir. O kadar karmaşık bir yapılanma geliştirilmiştir ki çözülmesi imkânsız hale gelmiştir. Aynı olayda hem haklı hem de haksız olabileceğin bir durum yaratılmıştır.
Sorumluluktan, kurtulmanın formülü de belirlenmiştir. Hiçbirimiz masum değiliz, çerçevesine sığınırız. Bu dil, sorumluluk yükünü herkesin üzerine serpmekten başka bir şey değildir oysa. Evet, hesap sormadığımız sürece masum değiliz, diyebilmeliyiz.
Hayatımızın merkezinde olan gelenekselleşmiş, bir bakıma kemikleşmiş nice uygulamanın kanunlara hatta anayasaya rağmen hatalı ve yanlış olarak bilimsel düzeyde de sonuçlanmış, mantığa aykırı olsa da devam etme, ettirme ısrarını anlamak samimiyetsizlik değil midir? Yüce, ulu, ermiş bilgelerimizin yaşadıkları ve öğretileri çözüm yolları, dünyaya algılama biçimleri ve uygulamaları şimdiye kadar yolumuzu ne kadar aydınlattı. Bizler bu sulardan ne kadar içtik.
Yaşadığımız gerçekler samimiyetle yoğrulduğunda acıtır. Gel gelelim hakikat yolculuğuna çıkmaktan sakınan bunları araştırmamak, öğrenmemek için çırpınıp duran, bunun acısını hissetmeme adına uzak kalan nice bilinçli, saygın entelektüel yönümüze. Bana dokunmayan yılan bin yaşasın, desturu en yakınımızdaki büyüklerimizden annemiz, babamız, dedemiz, nenemiz ve daha nicelerinin yaşam sevincine mal olmadığını mı sanıyorsun? Hele bin yıllardır kız çocuklarımızın doğumundan ölümüne kadar bir kamyon safsata salatası ile yoğrulmuş beyinler tarafından nasıl kullanıldığını, anlatılmaz acılar çektirildiğini, yaşam hakkı tanınmadığını, söz söyleyemediği kutsal atfedilen normlar tarafından nasıl da normalleştirildiğini anlamak o kadar mı zordu. Zorbalık kolay lokmadır, çabuk çiğnersin. Düşünmek kadar yormaz insanı.
Çalıyor ama yapıyor, anlayışıyla yapılan sohbetleri dinlemedik mi yıllardır. Rüşveti, adam kayırmayı, yandaşlığı, adiliği normal veya kabul edilebilir olarak görmedik mi yıllardır. İlkesizlik iliklerimize kadar işlenmiştir artık. Bulaşıcıdır. Aşısı da yoktur. Burası Türkiye arkadaşım, sözünün ardında saklıdır tüm ahlaksızlıklar. Bana daha fazla soru sorma işte, demenin en duru halidir. Burada selamından bile yerin, yurdun belirlenir. Bazen doğduğun yer, esmerliğin, konuştuğun dil, inancın bile linçe uğramana hatta yakılmana yeterli gelir.
MESUT AKÇA
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.