- 348 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HASRET İLE ARAMIZA GERÇEKLER GİRDİ
Yaşam denen yalan, ölüm denen gerçeğe bırakırken yerini Güneş tam tepede beyninizi kavururken bir çeşme başında su damlacıkları elinize değmeden son nefesi verebilmektir gerçek olan…
Birkaç gün öncesinde bir inanın fani dünyayla olan ilişkisinin bozulduğunu ve ansızın gerçek âleme gittiğini haber vermek için telefonumu aramıştı, oysa çok yakın zamanda onun da bu fani âlemin stresini bıkıp gideceğini bir başkasının haber vereceğini hiç ummasak ta ansızın geliyor sana o ayrılış saatinin içinde yer alanların isim listesi…
Hayat dedikleri böyle bir şey göz açıp kapayıncaya kadar sahip olduğunu sandıklarını kaçırabiliyorsun elinden ve ardından bağıracak mecalinde kalmıyor bazen… Yaşadığın günleri sayabilir misin diye bir soruyla karşılaşsan, yaşamadığın günlerin ve gelecekte sahip olmak istediklerinin hayallerini anlatırsın belki, âmâ yaşadığın günleri ne bileyim geldi geçti diye kısa yoldan tarife çalışırsın… Oysa o tarifin kısa oluşu bir tesadüf değil, hayallerin de ondan daha kısa olacağını bilmen için önüne çıkan bir imkân ve ışık olduğunu hiç düşünmek istemezsin…
Eskilerin masalları olarak bakarız bizden öncekilere, âmâ bizlerin de sonrakilerin masalı olacağımızı hiç düşünmek istemeyiz. Biz kendimizi, yaşamın ortasında orta sütun gibi görür ve sonrakilerin de eşyalarını o sütuna asmasını beklerken, bir de bakmışız ki o sütun çökmüş ev yıkılmış o evi kaldırmak için insanlar toplanmış, topraklar taşınarak evin yeri yeniden başka evler için hazır duruma getirilmekte. İşte yaşam dediğimiz yalan böyle bir an iken, biz hep anları sınırsız zamanlar gibi görür istediğimiz gibi kullanma hakkına sahip olduğumuzu düşünürüz. Biz düşünürken, bizi var edenin düşüncesinin ne olduğunu bilmediğimiz için hep hesaplarımızda yanılarak isteklerimizi yarım bırakarak ölümlü gerçeğe bilet alırız.
Bu kadar az zaman için çok sandığımız ömrü heba etmeyi de, doğrusunu söylemek gerekirse bir anlam veremeyiz. Ancak oyunlarımız başımızı döndürdüğü için onu düşünecek kadar açık basirete sahip olamayız. Böyle gelir böyle gider her gidenden sonra gelen nöbeti devralır diye kendimiz çalar kendimiz dinlerken, bir de bakmışız bizim yerimize başkaları çalıp söylüyor, ancak bizim ne çalınıp söylendiğinden haberimiz olmaz. Yalanlı yaşamdan gerçek ölüme böyle bir koro eşliğinde geçiş yaparız ama nasıl bir hüzün acı ve hasret bıraktığımızı bizler de anlamayız… Arkadan konuşulanlara şahit olabilsek sanıyorum burada yaşarken onlara şahit olacak sözlerin söylenmesini bir yaşam olarak ortaya çıkarırız.
Günlerden Salı, öğlenin sıcağının gökyüzünden yere konakladığı bir öğle sonrası vakti, cezaevinde yatarken ölüme gülümseyen bir insanın acı hatırasına dayanamayan bir garibanın gönül sesi içten vicdanına direktifler verir, sen bu mezarın başında olman ve kendi elinle onun mezarını onarman gerekir diye… Ferman dinlemeyen gönlün vicdanı biraz olsun ben de bu toplumda bir fert olduğum için benimde bir payım olabilir endişesiyle, gerçek hayata giden bu insanın yolculuğunu yalnız bırakmaz. Her kavşak noktasında bir iş yapar ancak dirençten düşen vücudu ve beynine dokunan güneş yavaş yavaş onu mezarın başından bu subaşına taşır. Suyun aktığı çeşmeye gelir gelmesine de suya hasret kalan Hüseyin gibi su dokunmadan dudağına suyun altında son nefes vermek nasip olur ona…
Suyun başına koşanlar bu da burada gitmiş demeye kalmaz acı haber erken yayılır rüzgârın etkisiyle, dört bir yana dağılar güneş ışınlarının etrafa saçılması gibi… Hayat dediğin ne ki bir bakarsın ansızın karşına çıkan bir acı seni rahatlatır belki vicdanen, ancak onun yüreğine koyduğu acı seni senden alıp, yüreğinin kaldıramayacağı acıları koyarak içine yüreğini taşıyamaz hale getirip seni yaşamdan koparabiliyor… Dünyalık sevinçlerin, bazen acıları karnında taşıyarak kuluçkaya yatabiliyor, öyle zamanlarda, ardından sadece hasret acı ve hüzün bırakarak gidiyorsun… Hasretin kucağında acıları büyüterek hüzne yatak eyledik her geçen günü, âmâ yine de dalıp gidiyoruz adını bilmediğimiz hayaller okyanusuna…
Son günlerin hayatıma mührünü bastığı iki acının gerçekleşme şekli, yerini acılardan alıp hasrete ayrılığa özleme bırakarak uzaklaşması oldu. Olmaz olsun böyle dünya diyenlerin çığlıkları altında tefekkürden yoksun çığlıkların göğü delebilme desibeline baktığımda öyle bir güce sahip değilken acaba neden bu kadar basınç var üstümüzde diye kendimle savaştığım anlar çok oldu. Acıların coğrafyası olarak kendi yürek coğrafyasındaki haritanın koordinatlarından habersiz yaşamların böylesi gidenler arakasından attığı çığlıklar bir kazanım mı yoksa insanın kendisiyle olan savaşını unutarak kendisine bir rahatlama şekli keşfetmiş olması olabilir mi diye, çok sorgulamalarım oluyor.
Demek ki, insan kendinden kaçarken başkasının ayrılış hüznüyle kendisine bir yol bulmaya çalışıyor da olabilir. Bizler görünmeyen yaşamın görünen yalan boyutunda yer aldığımızdan, yalanın marifetleriyle avunup ona alışmışken, görünmeyen gerçeğin, güzelliklerine yabancı olmamız kadar doğal bir durum olamaz. Geceye alışkınız çünkü yatıp kalkıp gündüze varıyoruz ve arkasından tekrar geceye kavuşuyoruz ve bu döngü her gün tekrarlanıyor. Ancak burası yalan olduğundan bu yalan dünyanın küçük dönüşümü, belli bir günden sonra ancak gerçekleşecek olan gerçekle karşılaştırıldığında insan havsalasının üstesinden gelemeyeceği kadar gerçeklerle dolu olduğu için orayı teğet geçerek yaşamayı tercih ediyoruz. Bu süreç bizlere, hayata olağanüstü dönüşümleri getirmekten çok uzak olduğu için, yalan dünyada elimizden gidenlere veya aramıza hasret girenlere bakarak kendimize acı bir ortamı reva görebiliyoruz. Bunların hepsini yaşam karmaşasının yalanlarından bir yalan olarak görüp, ölümlü gerçeğe biraz yakın olabilsek, hem buradaki yalan olan yaşamlarımız gerçeklik kazanacak ve buranın önemi anlaşılarak, değeri yüksek olan bir gerçeğe gitmeden oraya hazırlıklı olmuş oluruz.
İşte böylesi bir yalanlı yaşamın kolları arasından uzaklaşıp avuçlardan kayıp giden bir şahsın hayatından kısa kesitler benim hayatıma önemli noktalar bıraktığı için, o duygularımı sizlerle de paylaşmak istedim. Zamana yenilmeyen ama zamanla her şeye yenilgiden zevk almaya başlayan, anlamsız hayatlarımızı anlamlı yaşamın değirmeninde öğütmeye biraz olsun yakın olan dostlarla bu hayatları irdelemenin gerekli olduğunu düşünerek sizleri ölümlü gerçekle, yalanlı yaşam arasında bir köprüde buluşmaya davet ediyorum…
Zamansız gelen bir sevda gibi başımıza yuva kuran ölümü yuvadan uçup gitmemesi için, yaşamla aynı yerde buluşmaya çağıralım ve her ikisi ile aynı anlaşmada bir birlikte imza atalım ki, biriyle sözleşme yapmış gibi sadece onun isteklerini dikkate alarak diğer tarafa borçlu kalmayalım…
Ey insan! Sen vardın, âmâ şimdi sen yoksun… Ey insan! Peki, nedir senin anlaşılmayan ve altından kalkamadığın bu çilen… Çileler bahçesinden bir damla suya hasret kaldı benim ustam, son nefesinde bile nasip olmadı ona bir damla su, peki ben senin neyine güvenerek sana dayanayım ki… Sen varsan o gelmeyecek, gelince senin elin ayağın birbirine girecek ve hakikati görmez olacaksın…
Hakikati görenlerden olmak ve ayrılanların ardından ağıtlar yakmadan hakikate erişenlerden olmayı göze alabilirsek, sanıyorum yaşamdaki yalanlar, ölümdeki gerçeğin önüne geçemeyecek...
Her dosta selam muhabbet ve saygılarımla…
Bahadır Hataylı(Erol KEKEÇ)/19.06.2022/23.42
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.