- 607 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
KAN DUVARLARI
KAN DUVARLARI
...
Gün vurmaz oldu artık,
Cumhuriyetle yaş duvarlarıma.
Acımayın! Çizin yüzümü,
Atın! Bir taş da siz duvarlarıma.
Vurun! Sessiz, kimsesiz duvarlarıma.
Artık kimseye yok sözüm,
Bu dediklerimi, ya vasiyet sayın,
Ya da son sözüm.
Ne beklerim vefa,
Ne de acıma bu defa.
Artık dilediğinizi yazın,
Karalı duvarlarıma.
Son verin acılarıma!
Ya bir kibrit çakıp, yakın!
Yahut temelimden yıkın.
Bağlamayın gözlerimi, sakın!
Aldırmayın ağlamalarına,
Korkmayın! İçlerine bakın.
Titremesin eliniz,
Tetiğe basın!
Acımayın! Haydi! Bir kurşun sıkın,
Yaşamaktan bıkkın, yaralı duvarlarıma.
Ya yaşatın, can verin,
Ya da! Can evimden vurun!
Sıçrasın kan duvarlarıma!..
Yazıma, şu an da yıkılmaya yüz tutan, virane hale gelmiş, kendimin de kısa bir dönem eğitim ve öğretim gördüğüm, Cumhuriyetle yaş, Düvertepe Merkez İlkokulu (Düvertepe Merkez İlk Mektebi) için yazdığım şiirden, bir bölümle başlamak istedim.
1926 yılı ile birlikte, Cumhuriyetin ilk ilim irfan ışıklarını yayan tarihi okulumuz, şu an ki içler acısı durumu ile köylümüzün yürek yarasıdır.
Okulumuza 1982 yılında eğitim ve öğretim yapılması sakıncalıdır raporu verilerek, eğitim ve öğretime son verilmiş ve o günden bu güne de kendi kaderine terk edilmiş haldedir.
Okulumuz, ne yazık ki zamanın acımasızlığı ve kendi haline terk edilmişliğin, en somut örneklerinden.
Zamanın, her şeyin ilacı olduğu söylenir. Tedavi olmasa da yaralar, zamanla kabuk bağlar. Küllenir acılar. Alışır insan acılara fakat bunun tam tersine, zaman, en acımasız cellattır da. Her şeyden güçlü olduğunu, göstermek ister gibi, yaratılan, yapılan ne varsa, içine alır, eritir, kaybeder ve katleder zaman.
Yapılar için daha da acıklıdır bu durum. Zamanın acımasız değirmenine, insanoğlunun da su taşımasıyla, zamanın çarkı, yapıları, binaları öğütüp, un ufak eder. Un ufak olan binayla birlikte, binanın ruhu da terk eder yapıyı. Yanan ormanla, ormanın ruhu, kuruyan nehirle, nehrin ruhu, yanan, yıkılan binayla da binanın ruhu kaybolur.
Yeni yapılan bir binaya girdiğinizde, sadece beton yığını, soğuk, buz gibi duvarlar karşılar sizi. Sizin için yeni olmasından başka, pek bir anlam ifade etmez. Yılları devirmiş, kadim binalar için durum farklıdır.
Binayı yaşatan, insanın nefesidir aslında. Damarda dolaşan kan gibi, bina içinde, gezen, dolaşan, yaşayan insan, binayı canlı tutar. İnsan nefesinin değmediği, el sürmediği bina, yıpranır, yaşlanır. Zamanın acımasızlığına direnemez, erir, kaybolur gider.
İnsanların, binalar içinde ki yaşanmışlıkları; hasretleri, güzel günleri, acıları, hüzünleri, sevilenlerin kaybı, yalnızlıkları, terk edilmişlikleri, binanın karakterini şekillendirip, ruh halini belirler. Acıların yoğun yaşandığı mekanlarda, hüznü ve karamsarlığı, esrarengiz olayların yaşandığı mekanlarda ise ürperti hissedersiniz.
Binanın ruhu, insanın ruh halini de etkiler. Bazı binalar vardır, görkemiyle esir alır bizi. Adımımızı kapıdan içeri attığınızda, saygıya zorlar. Kendimize çeki düzen veririz. Kimi binalar, sevimli gelir ve neşelendirir. Kimi binalarda, insanda rahatlık, ferahlık duygusu uyandırır veya daha değişik ruh haline girmenize yol açar. Kimi binalar, küçümser bizi, kimi binaları da biz, kimi binalara dost oluruz, kimi binalara düşman nazarıyla bakarız. İnsan ve mekan arasında, duygu alış verişi, böylece sürer gider.
Yanan, yıkılan bir binayla birlikte, binaların ve eşyaların ruhu da yanar ve kül olur gider. İnsanların, belki de farkında olmadan, ağlayıp, sızladıkları, dövündükleri, budur aslında. Eşya, bina, maddi yönden, bir şekilde telafi edilebilir lakin yanan fotoğraflarla, yıllardan bu yana kullanılan eşyalarla birlikte, çocukluğunuz, yaşanmışlıklarınız, gençliğiniz, geçmişiniz, velhasıl yaşadığınız bir ömür yanar. Çöken çatıyla, yaşanan bir ömrün de çatısı çöker. İnsanın dünyası, başına yıkılır. Umutlar kaybolur. Hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır artık. Güzel günlerin özlemi, insanın burnunun direğini sızlatır lakin o güzel günler gelmeyecektir. Beyhudedir beklemeler.
Maalesef, Köyümüzün tarihi İlköğretim Okulu için de, bu içler acısı durum geçerli. En son iki yıl önce gitmiştim, tarihi okulumuza.
Yaşlanmış, yıpranmış, duvarlarının eli yüzü çizilmiş, sıvası dökülmüş, geniş ve uzun saçaklı çatısı çökmüştü. Ama o haliyle bile görkemliydi. Bütün şefkatiyle, karşıladı, kanlı göz yaşlarını saklayarak, bağrına bastı beni. Titreyen sesini kontrol etmeye çalışarak, usulca kulağıma eğilip, “Hoş geldin evlat! Nerelerdesin hayırsız ? Özlettin kendini” dedi. Kabahatli küçük çocuklar gibi masumca büktüm boynumu, cevap veremedim. Kelimeler boğazımda düğümlendi. Utangaç ve ürkek bir çocuğun, babasına sığındığı gibi sokuldum usulca. Sessizce sarıldım, soğuk duvarlarına.
Yaşlı ve heybetli ihtiyarlar olur ya! Zamanında, kimseye minnet etmeden bir hayat sürmüş, sağlığında, herkesin yardımına koşmuş, derdine derman olmuş, görkemli bir hayat sürmüş, artık yaşlanmış, eli işe güce yetmez olmuştur. Bir köşe de ilgi bekler fakat onurundan belli edemez. Eski yaşanmışlıkları, elini kolunu bağlar. Kimseden bir şey isteyemezler. Suskun, boynu bükük, göz yaşartacak bir masumluk ve tevekkülle dururlar öyle. Bu durum, sizin de içinizi acıtır da onun için bir şey yapamamak, içinizi yakar ya. Okulumuzun son hali de böyleydi, ilgisizlikten bunalmış, dizlerinde kalan son dermanla, ayakta durmaya çalışan, geniş omuzlu, onuruna düşkün, heybetli ihtiyarlar gibiydi.
Tarihi okulumuz sayesinde, çok zor şartlar altında da olsa, kimimiz okuyarak, devlet kurumlarında çalışabilmeyi başardı. Kimimiz de kendine, başka yollar çizdi, hayat denilen ödünç zamanda. Belki de okuyanlardan, daha da başarılı oldular, Tabi başarının kıstası da nedir, kime ve neye göredir, o da başka bir konu ya. Her neyse…
Konuşup, yazılacak, o kadar çok şey var ki! Anlatmak istediğim, bu değil aslında, o yüzden, sadede geleyim.
Tarihi okulumuz, bir çoğumuzu, meslek sahibi yaptı, okuttu memlekete millete faydalı insanlar etti. Memur amir olamasak bile, Türkiye Cumhuriyeti’nin bir vatandaşı olarak, Türklük ve Yurttaşlık bilincini idrak ettik.
Her sabah, gün ağarırken;
Türküm, doğruyum, çalışkanım,
İlkem: küçüklerimi korumak, büyüklerimi saymak, yurdumu, milletimi özümden çok sevmektir.
Ülküm: yükselmek, ileri gitmektir.
Ey Büyük Atatürk!
Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime ant içerim.
Varlığım Türk varlığına armağan olsun.
“NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE” diyerek, gırtlağımız yırtılırcasına ant içtik.
“Andımıza ne kadar sadık kaldık, tartışılır” fakat tartışılmaz olan, okulun bizim üzerimizde hakkıdır.
Ne yazık ki aynı ahde vefayı, biz okulumuza gösteremedik…
Affet bizleri...
22/05/2019 Muhitin KOÇ
YORUMLAR
Duygu yüklü bir vefa yazısı idi. Evet binalar geçmişimizin ruhu acı tatlı anılar. Çok güzeldi.
Kaleminize sağlık
Saygılarımla.
Malkoçoğlu
Yazıma değer kattınız.
Sağ olun, var olun.
Sonsuz saygılarımla, Kıymetli Kalem...
Sağlıcakla kalın...