DEMİR TAVINDA
DEMİR TAVINDA…
Sırtını dağlara dayamış, küçük bir düzlüğe sığmaya çalışan kasabanın önünde Karadeniz, bütün hırçınlığı ile ‘’su basmış bir ova’’ gibi duruyordu. Daracık sokakları, birbirine bakan pencereler, balkonlar kasabada yaşayan insanları rahatsız etmiyordu ki, yeni yapılan binalar da tıpkı eskileri gibiydi…
Denizden yükseldikçe yeşilin bütün tonlarını görmek mümkündü. Kasabada iki lise, iki de ilköğretim okulu vardı. Bu okullarda çoğu il dışından gelen öğretmenler görev yapıyordu. Herkes kendi bölgesinden taşıdığı güzel şeylerin burada da yaşama geçmesini arzu ediyordu. Halk oyunları, tiyatro, spor bunlardan bazılarıydı.
Uzaktan bakıldığı zaman, bir ayağı Avrupa’da olmasına rağmen kasaba halkı genellikle muhafazakar bir görüntü sergiliyordu. Zorunlu alışverişlerin dışında sokakta eşiyle gezen kasabalı görmek mümkün değil gibiydi…
Kasaba halkının büyük bir kısmı yurt dışına çalışmaya gitmişti. Kendi gittikleri yetmezmiş gibi memlekette kıyıda köşede kim varsa onları da yanlarına alma çabası içindeydiler. Okuldaki öğretmenlerin; ‘’zeki çocukların daha ileri derecedeki okullarda okumaları halinde yurt dışına gitmelerine gerek kalmadan kendi ülkelerinde de gönül rahatlığı ile bir yaşam sürdürebilecekleri’’ yolundaki telkinleri neredeyse karşılık bulmuyor gibiydi. ‘’Kızı Avrupa’daki bir oğlanla, oğlanı da yine oradaki bir kızla evlendiririz olur biter. Okuyup da ne yapacak?’’ derken öğretmeni küçümser bir tavır takınmaktan da kaçınmazlardı çoğunlukla…
Zaman ilerledikçe yurt dışındaki bu evliliklerden mutsuz olanların çoğalması, intiharlar, kavgalı ayrılıklar çoğalmaya başladı. Daha önceleri çocuğunun geleceğini Avrupa’da görenlerin umudu da yavaş yavaş kırılmaya başladığında bu sefer de ‘’yeni öğretmen yetiştirme’’ sisteminde yetişen öğretmenler çoğunlukla işi akışına bırakma eğilimindeydiler...
Daha önceki öğretmenlerden; ‘’Çocuğunuzu iyi okullarda okutun’’ telkinlerinin yerini; ‘’Okuyup da ne olacak! Biz okuduk da ne oldu? Üç kuruşluk maaşa talim ediyoruz! Fırsatım olsa, bir dakika durmam, giderim…’’ feryatları yükselmeye başlayınca eski eğitimciler çıra ile aranır olmuştu. Her şeye rağmen yine böyle düşünen öğretmenler azınlıkta kalmaya başlasa da az çok vardı, ama onların çoğu da artık ya emekli olmaya başlamışlardı ya da çocuklarının eğitimleri için büyük şehirlere tayin istemişlerdi…
Zamanında öğretmenleri dinleyip çocuklarını yüksek öğretime gönderenler de yok değildi. Üniversiteli anne, baba olmak onlara farklı bir ayrıcalık yaratmaya başlamıştı. Bu güzel örnekler etrafı elbette ki olumlu etkilese de demirin tavı kaçmıştı bir kere…
Salih KOÇ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.