- 2510 Okunma
- 25 Yorum
- 25 Beğeni
PATİKA IV
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Günü, saati gelince sen ne dilersen dile, insanın yaşaması gereken alın yazısı kendiliğinden ortaya çıkar.
Helikopterimiz, inişinde olduğu gibi yine aynı daireleri çize çize Köylük Sırtı’na, daha da yukarıya, çok daha yukarıya Kaçkar Dağlarının doruklarının üstüne yükseldi. Yukarıdan ayağımızın altına serilen Kaçkar Dağlarının muhteşem görüntüsü eşliğinde 3500-4000 metre yükseklikte hayatımın ilklerini yaşıyordum.
Hatta, doğduğumdan bugüne kadar yaşamış olduklarım şerit halinde önümdeydi. Dağların asi Ümmühan’ı hayat yolunda emeksiz hiçbir şeye sahip olamadı. Kazandığı her çakıl taşını, tırnaklarını kazıya kazıya alın terinin hakkıyla elde etti. Hiçbir kişiyi de mesleğinde yükselmek için basamak olarak kullanmadı. Hatalar insanlar içindir, doğruya ’’doğru’’ yanlışa ’’yanlış’’ dedi. Esirgemedi sözünü ne de dostluğunu. En çok korktuğu, sadakatsiz ve aldatan insan tipleriydi ki, onları çevresinden mümkün mertebe uzaklaştırdı.
Cebindeki her kuruşunu ailesinde okuyan öğrencilere destek olarak harcadı. Bugüne kadar maddi, manevi sahip olduğu tek şey sevgi oldu.
Ermenice "Haçlı taş" anlamındaki "Haçkar" Kaçkar Dağlarının üstünde aşağıya doğru kıvrıla kıvrıla akan gür fırtına deresinin bembeyaz tel gibi inceldiğini, yemyeşil vadilerinse tuale sığacak kadar küçüldüğünü görüyordum. Gökyüzü, büyüklüğünden hiçbir şey kaybetmiyordu aksine yukarıya doğru çıktıkça yeryüzüne aynı incelikle, nezaketle bakarak asilliğini gözler önüne seriyordu...
Ah, insanoğlu maddi olarak yukarıya doğru mevki edindikçe kendini dev aynasında neden görüyordu. Fakir ve imkânı olmayan insanların ellerini tutmak yerine neden ’’hep bana, hep bana’’ diyordu. Sekiz kardeş aynı anda okula giderken yarım kalan eğitimimi tamamlayabilmek için yaşadığım zorluklar üzerine yemin verdim. Her ne yaşarsam yaşayayım, önüme ne gelirse gelsin, kötülüğü metanetle bertaraf ederek, maddi-manevi varlığımı sevinçlerimi ailemle ve sevdiklerimle bölüşmeye ant içtim...
Kanatlanıp adeta uçuyordum o an. Bir taraftan da fotoğrafların sergilendiği galeriye giriyordum. "Hayır, hayır bu daha büyük ötekinden hatta kocaman" dediğim sahil hattının hemen arkasındaki film setindeydim. Avatar, Titanic, Karayip Korsanları, Yüzüklerin Efendisi, Bir Zamanlar Amerika, Aşk Hikayesi, Cesur ve Güzel, Güzel ve Çirkin, Yeşil Yolda hepsinin başrol oyuncusuydum... Oradan başka bir sahneye geçiyordum. Şeker Kız Candy, Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler, Cinderella, Heidi oluyordum.
’’Romantik’’ kelimesi tam karşımda beni gördüğünde neşeyle el sallıyordu ’’Hoş geldin benden daha duygusal Dağların Kızı Ümmühan. ’’
Gunn ablamın kulağıma taktığı kulaklıktan buğulu konuşmalarını duyuyorum, eşine
-Aşkım... Burası Alp Dağlarından çok daha güzel.
Burası Alp Dağlarından çok daha güzel...
Burası Alp Dağlarından çok daha güzel...
Alp Dağları, senin adını dünya tanıyor, varsın tanısınlar. Kaçkarlar’ım, sen benim gizemli aşkımsın, şöhretini hiç kimsenin bilmesine gerek yok. Sen bana ait, ben sana aitim. Ruhun ve ruhum berrak tertemiz, saf ve masum. Sen, beni hiç yanıltmadın, sadakatsiz olmadın, yalan söylemedin, dürüst oldun, aldatmadın. "Ellerimi sıkı sıkı tut bırakma" dedin, ihanet edenlere inat ne sen, ne de ben birbirimize ihanet etmedik. Bu eller sana ait bir başkasına asla ait olmayacak.
Gelinliğim ömrümün sonuna kadar senin doruklarında, lacivert kayalara tutunan bembeyaz kar taneciklerin içinde saklı kalacak.
Helikopter, denize doğru alçaldıkça, akşam güneşinin turuncu rengi yavaştan kendini gösteriyordu. Filmlerin son sahneleri hep kızıldır. Adımı sesleniyorlardı. Sesler duygusallık kokmuyordu ki. Duymak istemiyordum. Yeniden transa geçmek en iyisi mi, uyanmak istemiyordum. Bu an çabuk bitmemeli büyü bozulmamalıydı. Ablam sırt çantamı uzatıyor ellerime,
-Ümmühan, hadi inelim helikopterden.
Kendime gelerek etrafıma baktım. Rize’nin Ardeşen ilçesinde sahilde bir lokantanın yaptırdığı derme çatma piste çoktan inmiştik bile.
Elimde tuttuğum sırt çantamı karıştırıyor, evirip çeviriyordum. Kimliğim, uçak biletlerim ve cüzdanımın olduğu küçük çantam yoktu. Yok işte, bulamıyorum. Ablam telaşlı halimi görünce, yanımızdakilerin duymayacağı şekilde ne olduğunu sordu. Anlattım durumumu.
-Ümmühan, koltuğun üstünden eşyaların tamamını aldım, küçük çantanı göremedim yoktu.
O sabah Gunn ablam kahvaltıyı hazırlarken küçük çantamı yanıma alarak, yayladaki nenelerime, dedelerime, yengemlere, amcamlara, kolu komşuya selam vere vere her kapıya uğrayıp, dualarını aldıktan sonra eve dönmeden önce mahallede olan çocuklarla birlikte baraka şeklinde yapılan küçük bakkala gitmiştim. Yaşayamadıklarımı vardı, görüp alamadıklarım. Bir zamanlar bakkalın önünde durup bisküvilere, çekirdeklere, akide şekerlerine hevesle bakarak iç geçirdiğim günler. Çocuklar, bugün onlara sahip olmalıydı benim gibi iç geçirmemeliydiler. Sabiha Gökçen Havalimanından evime ulaşacağım kadar taksi paramı ayırarak geri kalan tüm paramla çocukların canları ne istiyorsa fazla fazla alıp dağıtarak, mutlulukla evime dönmüştüm. Çantamı diğer koltuğun üzerine bıraktığımı hatırladım birden.
Akşama iki saat var yoktu. Hava kararmadan ablam ve patronum çay bahçesinde (sahildeki kafeteryanın adı) bekleyen arkadaşlarıyla (iş adamları) birlikte helikopterle Erzurum’a gitmeleri gerekiyordu.
İkimiz kara kara düşünüyorduk ne yapabiliriz diye. Yollar kapalı helikopterle gitsek karanlığa kalacaktık.
’’Kul sıkışmayınca, Hızır yetişmezmiş’’
Zahide, patronumun yaylaya helikopterle gelip, bizi alacağını öğrendiğinde, dayımın oğlu Fahrettin’i arayarak helikopterin ineceğini Ardeşen’den beni alarak Rize- Pazar’daki evimize, oradan da gece yarısı Trabzon Havalimanına götürmesi için, gidiş programı çoktan ayarlamıştı.
Fahrettin’i karşımda gördüğüm an dünyalar benim olmuştu. Fahrettin’in,
-Gözünüz aydın siz uçarak gelirken, selden zarar gören yollarda ulaşıma açıldı.
Ablama döndüm hemen.
- Geceye kalmadan yola çıkın, ben Fahrettin’le birlikte gerisin geri yaylaya çıkarak, çantamı alırım dedim.
Tereddüt etse de onu ikna ederek ’’Allaha emanet olun, güle güle gidin, güle güle dönün’’ diyerek sarıldık birbirimize.
Fahrettin’le birlikte yeniden yaylaya doğru yola koyulduk, mola vermediğimiz sürece üç buçuk dört saatte orada olurduk. Çantamı alır almaz, dönüşe geçer, ucu ucuna Trabzon havalimanına yetişirdik...
Kardeşim Müjdat da yayladaydı zaten. Annem dağ yollarının tehlikeli olduğunu bildiği için gece yolculuğuna izin vermezdi. Yarın yola çıkaracağını tahmin ederek dönüşte onu da yanımıza almak için plan yaptık.
Hava iyiden iyiye kararmaya başlamıştı, aracımız yayla yollarına uygun olmadığından yokuşlarda ve rampalarda zorlanıyordu. Çat köyünü üç km geçtikten sonra tam Döner Göl’de çığın geldiği zorlu bölgede aracımız su kanatmasın mı? “Eyvah” dedim, “eyvah hiç kimsenin geçmeyeceği bu saatte ıssız mı ıssız yerde kapana kısıldık.” Bir yandan aracın soğumasını bekliyor bir yandan da kara kara düşünüyordum. “Araç burada su kaynattıysa mümkünü yok, o dağlara doğru daha çıkamaz.”
Eteklerimden havalanan binlerce gelincik çiçeğiyle birlikte birkaç saat önce bütün filmlerin başrol oyuncusuydum. Şimdi eteklerim sönmüş ve ben öylece kalakalmıştım.
Ve, sanki her şey aslına, çocukluğuma geri götürüyordu beni.
Uzaktan, çok uzaklardan bir aracın farlarını, ağır ağır gelen araba seslerini duyuyordum. Heyecanla ve sıkıntılı bir şekilde beklemeye başladık. Fahrettin’le birlikte yolun ortasında durup inek taşıyan kamyonu durdurduk. Şoföre nereye doğru gittiğini sorduk, yaylamızdan daha yukarıdaki Başyayla’ya doğru gittiğini söyledi. Kamyonun içinde şoförün yanındaki koltukta iki tane yaşlı teyze oturuyordu. Kamyonun kasasının baş tarafının bir köşesinde ise, ineklerin yanında da 45-50 yaşlarında bir adam vardı. Kimlerden olduğumuzu sordular. Kale yaylasından Azizoğullarının kızı olduğumu, durumumu anlatarak araçlarına beni de almasını rica ettim şoförden. Kasanın içinde, ineklerin yanında olan adam lafa karıştı
-Görüyorsun aracın içinde yer yok bacım.
-Amca, ineklerin yanında kasanın diğer baş tarafında sizinle birlikte yolculuk yapabilirim.
Adam kıyafetimin şıklığına, narin bedenime, nasırdan arınmış akça pakça ellerime baktı, dudak büktü.
-Olmaz bacım inekler seni ezerler.
-Amcam ezmezler, sen merak etme, ben onların başlarını okşar sever ara sıra konuşurum.
Fahrettin’i geri bırakarak, zor şer ikna edip ayağımda beyaz, renkli spor ayakkabılarımla kamyon kasanına tırmanarak ineklerin yanına atladım. Araç asfalt yolda değildi. Sivri, keskin taşların üzerinde ilerlerken, tekerlek hopladıkça ineklerin ağırlığı üstüme doğru yıkılıyordu. İneklerden gelecek darbelerden korunmak için, iyice kamyonun kasanına yapışıyordum. Ayaklarım, ve bütün bedenim sayısız darbelere maruz kalıyordu.
Annem, göç zamanı geldiğinde ineklerimizi yıkar paklar tertemiz yapardı. (Sadece göç zamanı değil, babama ahırlarımızın içine çift musluk yaptırarak her sabah çocukları yıkar gibi hayvanlarını yıkardı.) Üstelik de yine yaylaya göçerken kamyon kasasının içini talaşlarla, yöre diliyle ’’çaça’’ dediğimiz kuru gazelle doldurur hayvanlarının ayaklarının kaymasını önleyerek, onların eziyet çekmelerini istemezdi. Kendisi de asla şoförün yanında asla oturmazdı. Kasanın içinde hayvanlarının yanında yerini alır, ’’Tirindaz’ım, Ufuk’um, Kınalı’m, Alaca’m’’ diye konuşa konuşa dört saatlik yolu altı saate çıkarak "üç kuruş fazla vereyim hayvanlarım eziyet çekmesin, yavaş yavaş gidelim aman oğul" diyerek şoföre de yola çıkmadan önce tembih üstüne tembih ederdi. Kamyon kasasının diğer ucunda da genellikle ben olurdum. Ayağımda çizmelerim, naylon pantolonum darbelerden korunacağım kalın özel dikilmiş ot yastığım olurdu.
’’Bu zorlu hayattan kurtuldum’’ dediğimin üstünden kaç yıl geçmişti. Aha, ben yine kamyon kasasının içindeydim ve hayvanlarla yolculuk ediyordum.
Annemin, göç zamanında ’’hayvanlarım temiz yolculuğa çıksın’’ diye yaptığı gibi inekler yıkanmamış, kamyon kasasına hayvanların ayaklarının kaymasını önleyecek hiç bir önlem de alınmamıştı. Hayvanlar kamyonun tekerleği yoldaki sivri taşların üzerine çıkıp her hoplamasında bir o yana, bir bu yana kayıyorlar, resmen işkence çekiyorlardı. O yetmezmiş gibi çile içerisindeki hayvanlarda sürekli çiş, kaka yapıyordu.
Ah, helikopterle yaptığım yolculuğumda parfüm kokarken şimdi ben, ahır ve sidik kokuyordum.
Kur’an’da 43 yerde geçen gaybla ilgili ayetler aklıma geldi:
’’Şüphesiz, son saatin/kıyametin bilgisi Allah katındadır.
Yağmuru O yağdırır.
Rahimlerde ne var O bilir.
Kimse yarın ne kazanacağını bilemez.
Hiç kimse nerede öleceğini de bilemez.
Şüphesiz Allah, her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır’’
Yollar açılmıştı, fakat, elektrik direkleri onarılmamıştı. Evimizde yanan gazyağı lambasını gördüğümde derin bir nefes aldım. Yol boyu sohbet ettiğim Başyaylalı Amca, konağın kızı olduğumu öğrenmişti. Mahallemize geldiğimizde, kamyonun üstünden şoföre seslenerek aracı durdurmasını söyledi. Kamyon kasanından toprağa doğru atladığımda her yerim tutulmuş, zorla yürüyordum. Sanki kamyona binmemiş, aksine üstümden geçmiş gibi harap, kırık döküktüm. Biliyordum morlukların tüm vücudumu sardığını.
Eve ulaşmanın verdiği rahatlamayla, güven içerisinde yaşadığımız yaylamızda, bir zamanlar evimizin kilitlenmeyen kapısının kolunu çevirip, içeriye doğru girdim. Mutfakta annemin sırtı bana dönük, pencereden dışarıya karanlığa bakıyordu. Müjdat’a sus işareti yaptım. Babam, yatsı namazı için abdest almaya gitmişti.
-Annecim ben geldim.
Annemse sesim hayaldir diye hiç tepki vermedi. İkinci kez,
-Annecim ben geldim, sonra da ekledim.
- Telaşlanma, çantamı burada unuttum, geriye döndüm.
Annem, ikinci kez duyduğu sesime, pencereden yüzünü bana doğru çevirdi. Gazyağı lambasının loş ışında gözünden akıttığı yaşlarını gizlemeye çalışarak birbirimize sımsıkı sarıldık.
-Kızım, aceleden helikoptere bindiğin için ilk defa sana doya doya sarılamadım. Güle güle diyemediğimin üzüntüsünü yaşıyordum gün boyu.
Birden geri çekilerek,
-Püffffff, Ümmühan çok kötü ahır kokuyorsun. Ne oldu?
Sobanın üstünde kaynayan büyük kazandaki suyu kaptığım gibi banyoya götürdüm. Aceleden banyomu yapıp dolabımda duran eski kıyafetlerimden birini giydim. Annem o ara yerde hemen bakır tavada muhlama yaptı. Onu yiyip bir taraftan annemle babamla konuşarak, bu kez gönlüme göre sarılarak ve dualarını alarak, Müjdat’la birlikte ıssız yerde, vahşi hayvanların olduğu bölgede ’’arabanın içinden sakın dışarı çıkma’’ diye tembihlediğim, bizi bekleyen dayımın oğluna ulaşıp, onun aracı önde bizim aracımız arkada takip ederek Rize- Pazar’daki evimize uğramadan Trabzon havalimanına doğru yola koyulduk.
Kader, canında can, teninde ten.
Kaderin kucağında sen, onunla ayrılmaz bir parçasın...
Patronum, unuttuğum çanta olayından, ablamla gizli konuşurken her şeyin farkındaydı. Başarmak için müdahale değil, teşvik olmalıydı diyerek susarak beklediğini, beni odaya çağırdığında anladım.
Geziden sonra ofise döndüğünde odasının duvarından indirdiği yazıyı okumaya başladı. Okuyup bitirdikten sonra bana uzatıp, ’’bir kopyasını al ve duvarına sen de as’’ dedi.
-
Lao Tzu’nun o meşhur, atı kaybolan yaşlı adam ve köylülerin hikâyesi.
Atı Kaybolan Yaşlı Adam ve Köylüler.
Köyün birinde yaşlı bir adam yaşarmış. Çok fakirmiş, fakat öyle dillere destan bir beyaz atı varmış ki bu adamın, kral bile onu kıskanırmış. Birçok defa kral bu at için ihtiyara nerdeyse hazinesinin tamamını teklif etmiş ama adam satmaya yanaşmamış.
“Bu at, bir at değil benim için. Bir dost. İnsan dostunu satar mı?” dermiş hep.
Bir sabah at ortadan kaybolur
Derken köyde bir sabah kalkmışlar ki, at yok.
Köylü, ihtiyarın başına toplanmış.
“Seni ihtiyar bunak. Bu atı sana bırakmayacakları, çalacakları belliydi. Bu fakirlikte böyle değerli bir şeyi nasıl koruyabilirsin? Krala satsaydın, istediğin kadar paran olurdu ve ömrünün sonuna kadar beyler gibi yaşardın. Şimdi ne paran var, ne de atın” demişler.
İhtiyar “Bir karara varmak için acele etmeyin” demiş. Sadece ‘At kayıp’ deyin. Çünkü gerçek bu. Ondan ötesi sizin yargınız ve sizin yorumunuz. Atımın kaybolması, bir talihsizlik mi, yoksa bir şans mı, bunu henüz bilmiyoruz. Çünkü bu olay henüz bir başlangıç. Arkasının nasıl geleceğini kimse bilemez.”
Köylüler ihtiyar bunağa kahkahalarla gülmüşler.
At bir gece ansızın döner
Ama aradan çok gün geçmeden, at bir gece ansızın dönmüş. Meğer çalınmamış, kendi başına dağlara gitmiş. Dönerken de, vadideki bir düzine yabani atı peşine takıp getirmiş.
Köylüler, ihtiyar adamın etrafına toplanıp özür dilemişler.
“Babalık” demişler, “Sen haklı çıktın. Atının kaybolması bir talihsizlik değilmiş, şimdi bir sürü atın oldu; adeta başına devlet kuşu kondu.”
“Karar vermek için gene acele ediyorsunuz” demiş ihtiyar. Sadece atın geri döndüğünü söyleyin ama yargılamayın! Bilinen gerçek sadece bu. Ondan ötesinin ne getireceğini henüz bilmiyoruz. Bu daha başlangıç, tüm bildiğimiz yaşamın yalnızca bir kesiti. Yaşam bir kitap gibidir. Bir kitabın ilk cümlesinin ilk kelimesini okur okumaz o kitabı nasıl anlayabilir, tamamı hakkında yargıya varıp fikir yürütebilirsiniz?”
Köylüler bu defa ihtiyarla açıktan dalga geçmemişler ama içlerinden “Bu herif sahiden gerzek” diye geçirmişler.
İhtiyarın oğlu attan düşer
Bir hafta geçmeden, vahşi atları terbiye etmeye çalışan ihtiyarın tek oğlu attan düşmüş ve ayağını kırmış. Evin geçimini temin eden oğul şimdi uzun zaman yatağa hapsolmuş.
Köylüler gene gelmişler ihtiyara.
“Bir kez daha haklı çıktın” demişler. “Bu atlar yüzünden tek oğlun bacağını uzun süre kullanamayacak. Oysa sana bakacak başkası da yok. Şimdi eskisinden daha fakir, daha zavallı olacaksın” demişler.
İhtiyar “Siz yargılama hastalığına tutulmuşsunuz, hep erken karar veriyorsunuz” diye cevap vermiş. “O kadar acele etmeyin. Oğlum bacağını kırdı. Gerçek bu. Ötesi sizin yargınız ve yorumunuz. Ama acaba ne kadar doğru! Hayat böyle küçük parçalar halinde gelir ve ondan sonra neler olacağı size asla bildirilmez. Fakat siz her şey yaşanmış gibi sonuç çıkarıyorsunuz!”
Gençleri askere alırlar
Derken birkaç hafta sonra, düşmanlar kat kat büyük bir ordu ile ülkeye saldırmış. Kral son bir ümitle eli silah tutan bütün gençleri askere çağırmış. Köye gelen görevliler, ihtiyarın kırık bacaklı oğlu dışında bütün gençleri askere almışlar. Köyü matem sarmış. Çünkü savaşın kazanılmasına imkân yokmuş, giden gençlerin ya öleceğini ya esir düşüp köle diye satılacağını herkes biliyormuş.
Köylüler, gene ihtiyara gelmişler.
“Gene haklı olduğun kanıtlandı” demişler. “Oğlunun bacağı kırık, ama hiç değilse yanında. Oysa bizimkiler belki asla köye dönemeyecekler. Oğlunun bacağının kırılması, talihsizlik değil, şansmış meğer.”
“Siz erken karar vermekten kurtulamıyorsunuz. Daima yargılıyor ve sonuç çıkarıyorsunuz” demiş, ihtiyar.
“Oysa ne olacağını kimse bilemez. Bilinen bir tek gerçek var. Benim oğlum yanımda, sizinkiler askerde. Ama bunların hangisinin talih, hangisinin şanssızlık olduğunu Allah bilir.”
-
Dünde yaşadıklarımız, yarınların bilinmezinden gelmiyor muydu?
Ümmühan YILDIZ
YORUMLAR
Dolu dolu yaşadığın o üç günde seninle heyecanlandık, seninle mutlu olduk Teyzeciğim. Biliyorum ki seninle yola çıkan yorulmaz, aç kalmaz. Gezdiğin yerlere ve yanındakilerine de mutluluğunu ve enerjini saçarsın.
Ne kadar büyürsem büyüyeyim Rahmetli Anneannem hep dualarımda olacak.
Seni seviyorum Teyzeciğim.❤🌼
Ümmühan Yıldız
Hazırlan gidelim uzaklara bir yerlere🌷🌺🥰❤️🐞
Her şerde bir hayır var demek ki.
Ben en çok da şunu düşündüm. Her şey bir yana rahmetli annenizle vedalaşamadığınızın sonrasında Allah fırsat verip, yolları açıp, sizi tekrar ona gönderip bu kez baş başa geçen bir saatte olsa gözü yaşlı annenizi mutlu ettiniz, siz de zamanı durdurdunuz bilmeden.
Hiç bir şeyin istediğimiz gibi gitmediği, bizim planımızla yürümediği bu dünyada gönlünüzce, umduklarınızla, sevdiklerinizle hep güzel yaşayın e mi Ümmühan Hanım.
Bize güzel bir anı okuttuğunuz için teşekkürler tebrikler sevgiler.
Ümmühan Yıldız
Çok güzel dua. Âmin
İnsan özüne yuva olursa her acıyı göğüsler.
Umutlarımız hep yeşersin.
Sevgilerimle güzel GulRa___
Ümmühan Yıldız
Teşekkür ederim,
sevgilerimle selamlar.
Tebrikler
Marslı Kadın tarafından 11.9.2022 11:05:02 zamanında düzenlenmiştir.
Ümmühan Yıldız
Selamlar sevgiler.
Ümmühan Yıldız
Saygılarımla sevgilerimle selamlar
"Dağların asi Ümmühan’ı hayat yolunda emeksiz hiçbir şeye sahip olamadı."
Ümmühan Hanım Kardeşim bilir ki; mutluluğun büyüklüğü elde ederken verilen emekle doğru orantılıdır.
Yetenek, büyük emek ürünü, düşündürücü bazen üzücü anılarınızı, paylaşımlarınızı okurken takdir ve gıpta etmemek mümkün değil.
İlave olarak tebrik ve teşekkür ediyorum Ümmühan Hanım Kardeşim.
Her şey gönlünüzce olsun.
Selam ve saygılar...
Ümmühan Yıldız
Abim çok teşekkür ederim,
Saygımda çok çok güzel yerdesin.
Sevgili Ümmühan o kadar güzel güzel olduğu kadar içinde kendimi bulup oraları seninle gezdiğim unutulmaz güzelliği yazan arkadaşımı kutluyorum, günün güzel öyküsü güzelliği...
Sevgilerimle yüreği güzel arkadaşım.
Ümmühan Yıldız
Sımsıcak sevgilerimi gönderiyorum
Aygün Deniz
Sevgimle Ümmühancığım.
Yıllarca görmediğim diyarları bana tekrar hatırlattınız.
Tekraren gitmek nasip olur inşaallah.
Kaleminize yakışıyor Hocam .
Şiirde ki maharetiniz cümlelere yansımış .
Okuyanın merakını cezb ediyor.
Lütfen devam edin
Bu tip yazılara edebiyat dünyasının ihtiyacı var.
Gayret kuldan ,takdir Allah'tan.
Yeni serüvenleriniz bekliyoruz.
Allah'a emanet olun.
Selam ve saygılarımla
Ümmühan Yıldız
Böyle hissettiğim için yazımla ilgili motive edici yorumunuzu okumak olağan üstü güzel.
Yaz sezonunda çalıştığım iş yerimde, iş hacmim iki katı yoğunluğuna çıkıyor. Üstüne yeni projeler eklenince deftere zaman ayırmam imkansızlaşıyor
Dışarıdan da olsa şiirlerinizi takip ettiğimi bilmenizi istiyorum.
Saygılarımla sevgilerimle selamlar…
Rize de inleyen kavalın sesi
Kaçkar dağlarından alır nefesi
Yaylalarda kemençenin öfkesi
Karadeniz deki telleri gel gör
----İbrahim Kurt ---cennetten bir çalışma gibidir sizi ve çalışmanızı bir daha kutluyorum
Ümmühan Yıldız
Saygılarımla sevgiyle selamlar.
Her şerde bir hayırda vardır hani derler ya;))
tamamını yaşamış gördüm
e böyle olunca da böyle olunuyor hani
Başarı merdivenlerinin tikeni basamakları eğer olmasa idi, dedem de tırmanırdı demi ama;)) kutlarım sizi ve kaleminizi
tebrikler
saygılarımla
Ümmühan Yıldız
Her yeni güne umutla bakalım
Saygılarımla sevgiyle selamlar.
Çok güzel bir yazı ve muhteşem anlatım
finali çok güzeldi tebrik ederim.
kalemine yüreğine sağlık Ümmühan ablam
Ümmühan Yıldız
Ümmühan ablanda seni seviyor…
Sağ olll.
Her sabah öyle hevesle işe koyuluyorsun ki dışarıdan baktığımızda bu enerjiyi nereden bulduğunu merak etmiyoruz değil. Her iş ortamında benim gibi yaşlı dedelerin sana benzeyen arkadaşları olmalı. Büyük harflerle konuşan, adaletsizlikte sükûneti olmayan anaç yapılı sesimizin duyulması için var gücünle emek harcayan senin gibi kardeşlerimiz olmalı.
Zamanın önünde herkesten farklı annenin kopyasısın, ben şahidim.
Abin
Ümmühan Yıldız
Vd. koşuşturmasından ofise döndüğümde çabuk aşağı kata gel çayın yanında menemen var, dinlenerek nefes almamı sağladın.
Abim seni kocaman seviyorum...
Aklıma inatçı, sevimli Heidi geldi.
Neyleyim.
😊
deniz_tayanç tarafından 7.6.2022 06:49:22 zamanında düzenlenmiştir.
Ümmühan Yıldız
Sağ olun
İşte paylaşım!
Hanımefendi bu ne emek!
Adeta bahar gibi, zengin, rengarenk.
Durumdan duruma uğruyor insan.
Dumura uğramıyor hiç bir şey..
Emeğinize sağlık .
Once Upon a Time in America, 1984
Benim de favorimdi...
Çok saygımla.
Ümmühan Yıldız
Hep söylüyorum söylemeye devam edeceğim, orumlarınız benim için değerlidir.
Duyguları olduğu için O eski filimler günümüzde hala severek izleniyor. Ortak noktada buluşmak ta güzeldi.
Saygılarımla sevgiyle selamlar
Yazılarınızı keyifle okumaya çalışıyorumelimden geldiğince ..
Kaleminize sağlık
Tebrik ederim
Sevgiler
Ümmühan Yıldız
Okumanız bile benim için çok değerli, bilin istedim.
Sevgilerimle selamlar
Çinli düşünüre nazire bizden bir hikâye...
Hayvanların dilini öğrenmek isteyen adam Musa'dan dua etmesini ister. HZ. Musa kaldıramazsın dese de adam: Hiç değilse Horoz ve Köpeğin dilini öğret der. Musa dua eder. Ve duası kabul olur. horoz önce eşeğin, sonraki gün atın, daha sonraki günün kölenin öleceğini söyler. Ve sahipleri de bunları duyunca hemen satar. en son köpek sitem eder ve horoz der ki. Yarın sahibimiz ölecek merak etme der. Hayvanların dilini öğrenmek isteyen sahip aç gözlülüğün cezasını canıyla öder.
Mümkün olduğu kadar kısaltmaya çalıştım, bilinen bir hikaye ana fikirler çıkar üzerine olunca insan aldatırken aldanmakta, bildiğini sanırken yanılmakta...
''Şüphesiz Allah, her şeyi bilen, her şeyden haberdar olandır’’ Vesselam...
İnsan insan olunca; yaşadığı eksiklikleri yaşatmamak için elinden gelenin en iyisini yapmak için nasıl da çaba sarf etmekte. Bu da hikayenizden bize düşen paye...
Küçük bir roman okudum sanki kaleminizden. Hani yazdınız romanınızı hemşerim bizde imrenerek okuduk. Karadeniz yurdun çimentosu, insanı ise temel taşıdır. Muhlama güzeldi değil mi bu arada:)) Ahhh anne yüreği, yaşarttı gözlerimi o anda; rahmet olsun ruhuna...
Yüreğine sağlık, tebriklerimle sürçü lisan ettiysek affola
Ümmühan Yıldız
Muhlama güzeldi annemin elinin kokusu vardı.
Yayladan yengemler tereyağı göndermişti hafta sonu arkadaşlarımı kahvaltıya davet ettim. Zeytin peynir nakavt. Sadece muhlamayı yediler
Eşinize dünya güzeli kızınıza selam ve sevgilerimi gönderiyorum.
halil_
Ve aleyküm selam. Kızim da seni cok merak ediyor... Esimde insallah bir gun tanişıriz diyor. İsteyim su an yazim hayalari affola. Selamlar saygilar kerdesim. Allah yatdimcin olsun...
En büyük kazanım ve servet sevgidir , kimde varsa kim kazanmış ise dünyanın en zengin servetine sahip demektir kutlarım çalışmanızı saygılar toprağımın kadını
Ümmühan Yıldız
Toprağım güne seçilen, seçilmeyen tüm yazılarda harmanın en başında insanları motive edecek kalitedesiniz.
Sağ olun
Saygılarımla sevgiyle selamlar.
Şahane ötesi Ümmühan… final hele, hele final…
Tevekkül zor olan ama hissedildiğinde de yaşantıda kişinin arkasında önünde negatiflik bırakmayan …
👏👏👏
Sevgilerimle her daim
Ümmühan Yıldız
Varlığını seviyorum.
Sıcacık sevgilerimle selamlar
Muhteşem!..Gezisiyle,hayat dersleriyle,dejavu olgusuyla,doğal güzelliklerle ve hayatın gerçekleri ile örülü muhteşem bir yazı..Patika dörtte buluşmanın sevinciyle ziyafetten memnun kaldığım için teşekkür ediyorum.Anılarım gözümün önüne geldi patikada ilerlerken..Edebiyat defterinde sizi tanıdıkça yazılarınızda, şiirlerinizde ve zaman zaman yorumlarınızda ve yorumlara verdiğiniz cevaplarınız da ne kadar çok ortak yönlerimizin olduğunun farkına vardım.O kadar memnunum ki sizi tanıdığıma..Güzel Ülkemizin bitimsiz güzelliklerinde yeniden yemyeşil çiçekli patikalarında buluşmak dileği ile..Sağlıcakla..Saygıyla..
Ümmühan Yıldız
‘‘Muhteşem’’ kelimesi konuşsaydı eğer dönüp sana derdi ki benim defterdeki eşlikçim sensin
Kardeşlerime duyduğum sevgi dadında sevgilerimi gönderiyorum.
Bu bölüm dördünün içinde en beğendiğim bölüm oldu. Çünkü;
Yazar hem doğduğu/büyüdüğü yerleri anlatırken aynı zamanda kendinden de kesitler sunuyor.
Helikopter gökyüzünde: bakıyorsunuz yazarın hayata bakışını, yükselişini, tırnaklarıyla kazıya kazıya bulunduğu yere gelişini anlatıyor. Çoçukluğunda alamadığı şey'leri çocuklara alıyor parasının tamamını harcayarak.
Ama...
Ben yine annede kaldım. Yanılmıyorsam geçen bölümdü. İki elinin arasına alıp yüzünüze baktığı bölüm.
Ve...
Yine benzer sahne. Ağlayarak hasretlenmeni, doya doya sarılamaması...
Şairlik olunca yürekte ne yazsa muhakkak sosunda şiirsellik oluyor.
Yine yeniden şiirce yazı. Keyif alarak okudum.
Tebrik ve saygılarımla şair yazarım
ersinbaşeğmez
Güne yakışmış.
Çok sevindim diyor olric okuduğum yazının güne gelmesine
Tekrar tebrik ve saygılarımla şairim
Ümmühan Yıldız
Güneş her sabah kendi hikayesini yer yüzüne anlatmak için doğuyor... Bazen yeryüzüyle arasına karabulutlar, yağmurlar, karlar boranlar girse de o doğmaktan, yeryüzüyle buluşma hayalinden asla vazgeçmiyor…
Olric* söyle
Defterimizde Asafça’sını yazılarıyla, şiirleriyle her konuda demleyen Ersin Başeğmez yazarımız var. İşte o’nun dili, bilindik kelimelerden çok farklı, doğası icabı samimi, dürüst, sözünü esirgemeyen sevdi mi sevdiğini gizlemeyen asil bir yanı var...
Tüm anneler güzeldir, sevgi doludur
Tüm sevgi dolu annelerin evlatları da güzeldir. Sizin gibi.
İçtenliğinize içtenlikle teşekkürlerimi iletiyorum
Sağ olun.
Muhteşem bir anlatım.
Yüreklerimizi ihya ettiniz.
Var olun kıymetli gönül dostum.
İyi ki de varsınız
En içten selam sevgi ve iyi dileklerimle
Ümmühan Yıldız
Yazma aşkınıza hayranlıkla seyrederek
Vazgeçmeyen savaşçı ama naif yüreğinizin heyecanını…
Sevgilerimle selamlar
Ümmühan Yıldız
Çok teşekkür ederim
Saygılarımla.
Yaşam yaşamadan öğrenilmiyor bazı dersler için ne söylenirse söylensin ki bu çocuklarımda da deneyimlediğim illaki yaşanması gerekiyor. Benim çocukluğum köyde geçmedi ama köyü iyi bilirim. Eskiden herkes aynıydı. Her istediğimizi alamasak da ne kadar mutlu çocuklardık. Gerçi ben hiç değişmedim. Siz de anlattıklarınızdan anladığım kadarıyla öylesiniz. Bunu kalabalık ailede yaşamaya bağlıyorum. Bizlere azla yetinmeyi öğretmişlerdi tabii kendileri de örnek olarak. Anne kokusu bambaşka tabi..Şu an hayatta olmasalar da.. Patikada yürümek zordur ama zorluklar bizi olgunlaştırır büyütür. O yüzden ''Patika'' özel bir kitap başlığı olmuş.
Yüreğiniz üşümesin hep güzelliklerle kalsın
Tebrikler sevgilerimle
Ümmühan Yıldız
Ben de önümdeki yolları kırmadan, dökmeden, incitmeden yürümeye çalışıyorum. İnsan olmanın güzelliğini fark ederek.
Asıl zenginliğimizin aynı duygudan birleşiyor.
Azla yetinmeyi bilmek bunu şimdilerde anneler-babalar çocuklarına öğretmeyi bilmiyor.
Büyük kardeş okurken kitaplarını korurdu, yırtmazdı, karalamazdı seneye küçük kardeşime kalacak diye.
İncecik duygulu ve çok içtensiniz…
Kocaman güzellikte sevgilerimle selamlarımı gönderiyorum
Çok güzel bir yazı gerçekten ders verici..
Atı kaybolan adam ve köylülerin hikâyesi benimde kulağıma hep küpedir.
O yüzden de önyargılı insan sevmiyorum hep bekleyip görmek taraftarıyım biz millet olarak her şey ve herkes hakkında çabuk karar veririz. Sonucu beklemeyiz.
Emeğinize sağlık Ümmühancım
Güzel yazıyorsunuz
Sevgilerimle
Dilek pınarı tarafından 6.6.2022 19:09:16 zamanında düzenlenmiştir.
Ümmühan Yıldız
Önyargı ise apayrı, hele de insan birebir karşısındakini tanımayıp hakkında karar verme gücünü kendinde bulmamalı. Düşünmeli sabretmeli tahammül ederek beklemeli; ben de sizin gibi düşünüyorum
Gününüz güzel geçsin dileğiyle,
Sevgiyle selamlar.