- 648 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
"Yolların ve kültürlerin Kesiştiği şehir " Merzifon
"COĞRAFİ KONUMU"
Amasya İli’ne bağlı ve merkez ilçeden sonra en büyük yerleşim yeri olan Merzifon, Karadeniz Bölgesi’nin orta bölümünde
ve Kuzey Anadolu Dağları’nın alçalarak güneydeki İç Anadolu’ya geçit verdiği kesimde yer almaktadır.
İç Anadolu ve Samsun’a 18 km. doğusundaki Hacı bayram İstasyonu’ndan demiryolu ile; Merzifon Havaalanı’ndan istanbul’a havayolu ile; Samsun-Ankara, Samsun-İstanbul karayollarının kesişme noktası olması özelliğinden dolayı ise tüm yurda
karayolu ile bağlantılıdır.
Ovayı çevreleyen dağlardan, Akdağ 2062m. Taşan Dağı
1900m. İnegöl Dağı 1864m yüksekliktedir. Merzifon’un denizden
yüksekliği de (rakım) 740 m.dir.
Şehrin doğusunda Suluova, güneyinde Çorum’a bağlı Mecitözü İlçesi, batısında Gümüşhacıköy, kuzeyinde Samsun’a bağlı
Vezirköprü ve kuzey doğusunda Havza İlçeleri bulunmaktadır.
İlçenin kuzeyi ve batısı dağlık olup orta ve doğu kesimleri ovalıktır. Amasya’nın yakınında Yeşilırmak’a katılan Tersakan Çayı’nın
suladığı Merzifon Ovası yörenin başlıca tarım alanıdır.
70 köyü olan ilçenin, 2014 yılı rakamları ile merkez nüfusu
54.425, köy nüfusu 15.512, toplam nüfusu ise 69.937 kişidir.
Karadeniz ve İç Anadolu Bölgeleri’nin ikliminden etkilenen
şehirde yazları kurak ve yağışsız, kış ve baharları yağışlı geçer.
İlçe ekonomisinde tarım ürünleri önemli bir yer tutar. Buğday,
şekerpancarı, soğan, arpa, ayçiçeği, mercimek, bağ ve bahçe
ürünleri başta olmak üzere kiraz, elma gibi meyveler yetiştirilir.
Son yıllarda ciddi derecede gelişme gösteren Organize
Sanayi Bölgesi şehre bir sanayi kenti görünümü kazandırmıştır. Devlet Planlama Teşkilatı 2012 verilerine göre gelişmişlik
endeksi sıralamasında Amasya’da 1. Türkiye’de 151. sırada yer
alan ilçe 2014 yılı itibarı ile 165 milyon dolar ihracat kapasitesine
ulaşmıştır.
İlçenin önemli merkezlere uzaklığı: Amasya: 47 km, Ankara: 310 km, Samsun: 110 km, İstanbul: 625 km, Çorum: 60
km, İzmir: 872 km.
"MERZİFON’UN
ADI NEREDEN GELMEKTEDİR"
Merzifon’un ismi ile ilgili iki ayrı söylence vardır. Bunlardan birine göre; M.Ö.700’lü yıllarda Merzifon’un 4 km doğusunda, bugün Marınca diye anılan köyün bulunduğu yerde,
bölge valisi Barsevinç kendi ismini taşıyan bir kasaba inşa
ettirmiştir. Bu kasabanın ismi zamanla değişerek Marsevinç,
Mersuvan ve sonra da Merzifon olmuştur. Ancak bu söylentinin tarihi bir dayanağı yoktur.
Diğer söylentiye göre de; M.Ö.222’de bölge valisi V.
Mithridates, bugünkü Merzifon’un yerinde, Merzpond isimli bir kale yaptırmıştır. Bu isim zamanla Merzban, Merzifon
şeklinde değişmiştir. "Merz" kelimesi Farsça’da "sınır", mahal,
sükûn”, "fon" kelimesi de Pont’un Arapçalaştırılmış şeklidir.
Buna dayanarak Merzifon’un ‘Pond Karargâhı’ anlamına gelen bir sözcükten türediği iddiası da şüpheyle karşılanmaktadır. Tarihi Kalkolitik çağa kadar uzanan yörede bulunan
Merzifon’un çekirdeğini Hititler döneminde askerî ve ticarî
amaçlarla yapılan, bir sınır karakolu niteliğine sahip küçük bir
kalenin oluşturduğu belirtilir. Hititler bu kaleyi ticaret yolunun
güvenliği ve Kaşka saldırılarına karşı bir önlem olarak sınır
karakolu niteliğinde inşa etmişlerdir. Günümüzde Merzifon’a
bağlı Oymaağaç Köyü’nün de tarihte önemli bir Hitit yerleşim merkezi olduğu bilinmektedir.
Kesin olan bir şey var ki, Romalı kumandan Pompeius’un M.Ö. 64’te Pont Kralı III. Mitridates’i yendiği sırada
Fazemonid/ Phazamonitis adlı bir yerleşme yeri mevcuttu.
Pompeius burayı şehir olarak ilan etmiş ve Neapolitis adını
vermiş, zamanla Phazemon Neapolis şeklinde anılmıştır. Milattan sonra V. yüzyılda Bizanslı Stefan şehri Phamidzon (Famizon) olarak kaydetmiştir. Ayrıca Phamadzon, Phameidzon
şeklinde de geçen bu ad önce Fazemon’a, ardından Mazifon,
Marsovan, Mersivan’a dönüşmüş. Selçuklu kaynaklarında
“Bazimûn”, Fars kaynaklarında “Merzuban” ve Osmanlı döneminin belgelerinde “Merzifon” imlasıyla yazılmıştır.
"ANTİK ÇAĞDA MERZİFON"
Merzifon bölgesindeki ilk yerleşmelerin M.Ö
5500’e kadar indiği bilinmektedir. Buluntular Kalkolotik ve Tunç Çağı yerleşimlerine işaret etmektedir.
Merzifon yöresinde yapılan arkeolojik araştırmalar çok sayıda höyük ve yerleşim alanının olduğunu göstermiştir. Bu höyüklerden elde edilen
buluntulara göre Merzifon bölgesindeki ilk yerleşimin 7000 yıl öncesine kadar indiği anlaşılmaktadır.
Bunlardan Ortaova Köyü Onhoroz höyüğü, Büyük
Küllük, Küçük Küllük höyükleri ve Hayrettin Köyü höyüklerindeki buluntular Kalkolitik ve Tunç Çağı yerleşimlerine işaret etmektedir.
Karadeniz sahiline ve Orta Anadolu’ya giden
yollar Merzifon’da kesişmektedir. Bu nedenle coğrafyacı ve tarihçi Strabon bu bölgeyi “Bin Köy” olarak
tanımlamıştır. Strabon’un “Bin Köy” olarak belirttiği
bölgede yapılan arkeolojik araştırmalarda yüzlerce
höyük ve yerleşim yerinin varlığı saptanmıştır. Son
yıllarda bölgede yapılan yüzey araştırmaları ışığında bulunan arkeolojik yerleşmelerin bazıları şunlardır: Oymaağaç, Karatepe, Büyük Küllük, Küçük
Küllük, Onhoroz, Alacapınar, Dericik, Aliağa Pınarı,
Civek Tepe, Elma Tepesi, Körceviz,Kızkayası, Akaya,
Küçük Tepe.
Hititlerin başkenti Hattuşaş’a sınır olması nedeni ile de yörenin önemli bir merkez ve ticaret yeri
olduğu görülmektedir.
Bu dönemde (M.Ö.1700 - 700) bölgeden iki
adet tabii yol geçmektedir. Bunlar; 1-Çorum – Merzifon – Havza – Kavak – Samsun yolu; 2-Çorum
- Oy-maağaç – Merzifon – Havza – Vezirköprü
yollardır. Günümüzdeki yollar da bu antik yolları izlemektedir.
Hititlerin yıkılışından sonra, MÖ. III. yüzyılda
Frigler, Hitit kentleri üzerine yerleşmiş, onları onararak kullanmışlardır. M.Ö 650 yılında Lidyalılar,
Frigler’i yenince Amasya bölgesi Lidya hâkimiyetine
girdiyse de bu çok uzun süreli olmadı. M.Ö 600’lerde Anadolu’ya Kafkaslardan gelen Kimmer ve İskitler ‘de Frig egemenliğinin sona ermesinde önemli
bir rol oynamışlardır. Bu dönemde Merzifon ve Gümüşhacıköy civarında çok kısa süreli İskit hâkimiyeti
yaşanmıştır. Bu döneme ait buluntular Gümüşhacıköy/İmirler köyündeki bir mezardan çıkarılmış olup,
Amasya müzesinde sergilenmektedir.
Amasyalı coğrafyacı Strabon, Samsun-Amasya toprakları arasında Phazemon denilen bölgenin merkezini teşkil eden bir köy olduğunu ifade
eder. Strabon Roma komutanlarından Pompei’nin,
Mitridat’a karşı açtığı savaşta Pont zaferini kazandıktan sonra bu bölgede yaptığı gezide (M.Ö 64)
Fazemon denilen latif ve engebeli bir ovadan geçtiğini ve bu ovanın merkezi olan Phazemonitid köyüne uğradığını söyler ki, buranın Merzifon olması
kuvvetli ihtimaldir.
Strabon’un bin köy olarak belirttiği Merzifon
ovasında yapılan arkeolojik araştırmalarda yüzlerce höyük ve yerleşim yeri saptanmıştır. 1897, 1994,
95-96-99 ve 2000 yıllarında bölgede ekibiyle
çalışmalar yapan Prof. Dr. Mehmet Özsait tespit
ettiği höyük ve yerleşim yerlerinde büyük tahribatlar
olduğunu belirterek; bölgenin en erken maddi
kültür belgelerini veren yerleşmelerin çok zaman
kaybetmeden sistematik olarak kazılmasının bölge
kültür tarihinin aydınlatılmasına önemli ölçüde
katkıda bulunacağını ifade etmektedir.
27 yıl Merzifon’da yaşayan Amerikan Koleji Müdürü Georgie White’de hatıralarında “Kolej
alanında ve etrafında bir arkeolojik bilgi hazinesi
yatıyordu. Etrafta her yönde birkaç millik at binimi
mesafede tamamen veya kısmen yıkılmış kaleler
vardı. Bir keresinde bir köyden geçerken muhteşem
bir Hitit aslanı, Roma yol taşları, Bizans-Grek- Hristiyan mezar taşları bulmuştuk. Eski şehir ve kalelerin etrafında, eski kümbetlerde saklı tapınaklarda
benzeri yerlerde bol bulunan boyalı çanak çömleği
toplayıp karşılaştırmayı adet haline getirdik” diyerek Merzifon’un arkeolojik zenginliğini anlatmaktadır. Hatta Amerikan Koleji bünyesinde yedi bin parça esere sahip olan bir tabiat ve arkeoloji müzesi
kurulmuştur.
MÖ. VI.-IV. yüzyıllarda yörede Pers hâkimiyeti
yaşanmıştır. M.Ö 585’te Pers-Lidya savaşı sonunda yapılan antlaşmayla Amasya ile birlikte Merzifon’da Perslerin eline geçti ise de Merzifon’un tam
olarak Pers İmparatorluğunun hâkimiyeti altına
girmesi M.Ö 533 yılına rastlar. Persler yönetimleri
altına aldıkları bölgeleri satraplıklara ayırdıkları için
Amasya 19. satraplığın merkezi olmuş ve Pont Satraplığı olarak adlandırılmıştır. Bu durum İskender’in
MÖ.333 yılında yaptığı İssos Savaşı ile son bulmuştur. Daha sonra burada kurulan Pont Devletinin
başkenti Amasya olduğundan dolayı Merzifon da,
askeri savunma ve ticaret yolunun güvenliği açısından önem kazanmıştır.
Yaklaşık 200 Yıllık Pont dönemi, M.Ö. 47’de
Roma Generali Sezar ile Pont Kralı II.Pharnakes
arasında, antik Zile ile Amasya arasındaki Bacul Köyü’nde yapılan savaşta Pontluların yenilmesi
üzerine hakimiyetleri azalmış ve bunu Roma egemenliği izlemiştir.
Roma döneminde, Pompeius ve Lukullus savaşları esnasında Pont şehirleri büyük zarar görmüştür. Anadolu’ya MS. 131 yılında gelen İmparator
Hadrianus, Amasya şehri ve çevresinin harap halini
görmüş ve kentlerin onarılmasını istemiştir. Bunun
sonucu olarak da yöre Antik Çağ’da yenilenmiş ve
iskân edilmiştir. Ayrıca bölgedeki eski mabetlerin
onarımı yapılmış ve onlara yenileri eklenmiştir.
Neapolis’te (bugünkü Karşıyaka Köyü) Zeus Stratios
adına bir mabet yapılmıştır. Bu mabedin sütun başlıkları ve
sunak yazıtı Amasya Müzesi bahçesinde teşhir edilmektedir. Merzifon’a bağlı olan Aktarla (Nureni) Köyü de önemli bir
Roma yerleşmesi olup 1994 Yılında Amasya Müze Müdürlüğü’nce yapılan arkeolojik kazıda MS. III. yüzyıla ait akroterli,
bezemeli bir lahit çıkarılmış ve halen müzede teşhir edilmektedir.
Roma İmparatorluğu’nun 395’te Doğu ve Batı olmak
üzere ikiye ayrılmasından sonra, Merzifon ve civarı Doğu
Roma İmparatorluğu (Bizans) sınırları içerisinde kalmıştır. Bizans İmparatorluğu döneminde de eski yerleşmeler aynen
devam etmiş, Merzifon şehri de bu dönemde bir kültür ve
ticaret merkezi olarak önemini korumaya devam etmiştir.
Bizans döneminde Amasya ve Merzifon bir süre Hunların uğrak yeri olmuştur. Hunlar 395–396 yıllarında Kafkasya’dan Bizans topraklarına girerek İç Anadolu Bölgesi’ni,
Ankara’ya kadar olan yerleri baskı altında tuttular. Ancak bu
durum Anadolu’nun Türkleşmesine herhangi bir katkı sağlamadı.
VIII. yüzyılın başlarında Merzifon ve civarı Arap akınlarına uğramışsa da, Arap egemenliği çok kısa sürmüştür.
Bu dönemde Bulak Kalesi, yol güvenliğini sağlamak amacıyla kullanılmıştır. Bizanslılar yöreyi yeniden ele geçirmişlerdir.
Arap akınları sırasında Merzifon halkının İslamiyet’i kabul ettiğine dair rivayetler vardır.
"MERZİFON’UN
TÜRK HÂKİMİYETİNE GİRİŞİ"
Büyük Selçuklu Sultanı Alparslan’ın komutanlarından
Artuk Bey’in Orta Anadolu’yu ele geçirerek Yeşilırmak ve
Kızılırmak dolaylarında Türk hâkimiyetini kurması ile Merzifon da Selçuklu hâkimiyetine girmiş oldu. Fakat Alparslan’ın
1072’de ölmesi üzerine Artuk Bey’in merkeze geri çağrılmasından istifade eden Bizanslılar Merzifon ve çevresini tekrar
hâkimiyetleri altına aldılar.
Alparslan’ın ölümünden sonra yerine geçen oğlu Sultan
Melikşah Anadolu’nun fethi için komutanlarından Danişmentoğlu Gümüştekin Ahmet Gazi’yi görevlendirmişti. Ahmet
Gazi Anadolu’ya gelerek önce Sivas ve çevresini ele geçirerek Danişmetoğulları beyliğini kurdu. Bu dönemde Merzifon
da Danişmentlilerin hâkimiyetine girdi.
XI. yüzyılda bölge ile birlikte Merzifon’u da Türk hâkimiyetine sokan Gümüştekin Ahmet Gazi bölgeyi Türkleştirmek için Horasan ve Orta Asya’dan göç eden Türkmenleri
bu bölgeye yerleştirdi.
Danişmentli Beyler on binlerce kalifiye işgücünü aileleriyle birlikte kendi bölgeleri olan Amasya ve Merzifon
dolaylarına yerleştirmişlerdir. Hatta getirdikleri bu kalifiye
elemanlara köyler, evler, tarım araçları ve tohumluk dağıtarak birkaç yıllık süreler için vergiden muaf tutmuşlardır. Bu
durum Merzifon’daki ticari hayatı doğrudan etkilemiş ve
çok ciddi bir ekonomik ilerlemeye yol açmıştır. Danişmentoğullarından Sihamüddevle lakaplı Hüseyin Gazi uzun süre
Merzifon’un yakınlarındaki bir bölgede ikamet etti. Hüseyin
Gazi’nin kaldığı yer Sihamüddevle Köyü/Mahallesi olarak
anılır ve Osmanlı dönemine ait tahrir kayıtlarında Samadola,
1642 tarihli avârız defterinde Sehmüddevle şeklinde geçer.
Bu köy günümüzde şehrin bir mahallesini oluşturur. Samadolu Köyü/Mahallesi olarak adlandırılan bu mahallenin adı
yakın zamanlarda Buğdaylı olarak değiştirilmiştir.
MERZİFON’UN
TÜRK HÂKİMİYETİNE GİRİŞİ
16
17
Haçlı Seferleri’nin başlamasıyla Anadolu’ya
giren Haçlı ordularının bir bölümü I. Haçlı Seferi esnasında Merzifon’a kadar ilerlemişti. O dönemde
Merzifon hâkimi olan Ahmet Gazi’nin oğlu İsmail,
Anadolu Selçuklu Sultanı I. Kılıçarslan ile işbirliği yaparak bugünkü Suluova (Yedikır) civarında yapılan
savaşta Haçlı ordusuna ağır bir darbe vurdu. (5
Ağustos 1101)
Danişmentliler döneminde şehirdeki Bizans
eserlerinin bir kısmının cami ve medreseye dönüştürüldüğü bilinmektedir.
XII. yüzyılda II. Kılıç Arslan Danişmentliler Beyliğini ortadan kaldırınca Merzifon da Türkiye Selçuklularının hâkimiyetine girdi.
Türkiye Selçukluları döneminde Merzifon canlı
bir kültür ve ticaret merkezi olmaya devam etti. Bu
dönemde yapılan eserlerden ne yazık ki günümüze
kadar ulaşan olmamıştır.
1243 yılında Türkiye Selçuklu Sultanı II. Gıyaseddin Keyhüsrev, Kösedağ Savaşı’nda Moğollara
yenilince Anadolu her alanda İlhanlıların kontrolüne
girmişti. Bu dönemde, Merzifon ve havalisine yönetici olarak, Moğol kökenli valiler tayin edilmiştir. İlhanlı Hükümdarı Ebu Sait Bahadırhan bu bölgenin idaresini, Moğol Beyi Emir Çobanoğlu Demirtaş’a
vermiştir. Günümüzde Merzifon’un köyleri arasında yer alan Alıcık, ismini Moğol beylerinden Alıcık Noyan’dan almaktadır. Anadolu Selçukluları Moğol Dönemi’nin meşhur veziri Muiniddin Pervane Süleyman tarafından
1264-65 yıllarında Merzifon’a Ulu Camii adı verilen bir eser kazandırılmış olup ne yazık ki bu cami 1904
yılında çıkan bir yangında yok olmuştur. İlhanlı Hükümdarı Ebû Sait Bahadır Han’ın ölümünden sonra doğan otorite boşluğu ile başlayan iç mücadeleler sonrasında bölgeyle birlikte Merzifon da Eratna Devleti’nin hâkimiyeti altına girmiştir.
Eratna Beyi Şadgeldi Paşa Amasya ve Merzifon civarını da idaresi altına almış, daha sonra şehir
Şadgeldi Paşa’nın oğlu Emir Ahmet, Candaroğlu Kötürüm Bayezid ve Kadı Burhaneddin arasındaki
savaşlarda kimi zaman yağmalanmış ve sürekli el değiştirmiştir.
1353–1398 tarihleri arasında Merzifon ve Havza Türkmen Beylerinden Taşanoğullarının hâkimiyetinde kalmıştır. Taşanoğulları Daniş-mentlilerlebirlikte Anadolu’ya gelen bir Türkmen boyudur.
1393 yılında Yıldırım Bâyezid’in Kadı Burhanettin’i yenip Amasya’yı ele geçirmesiyle birlikte, Taşanoğulları Hasan ve Ali Bey Osmanlı hâkimiyetini kabul etmişlerdir.
Fetret Devri’nden sonra Çelebi Mehmet dönemi Merzifon için önemli bir atılım devresi olmuştur.
Günümüzde de Merzifon’un en güzide eserlerinden
sayılan Sultaniye Medresesi, Çelebi Mehmet tarafından yaptırılmış ve Merzifon’un bir kültür merkezi
olma özelliği artarak devam etmiştir. Yine bu dönemde Çelebi Mehmet’in annesi adına Devlet Hatun zaviyesi tesis edilmiştir. Bu yüzden kaynaklarda Merzifonluların Çelebi Mehmet’i ve annesini çok
sevdikleri ve hayırla yâd ettikleri ifade edilmektedir.
II. Murat döneminde de Merzifon’a eserler kazandırılmış ve bölgedeki önemi artarak devam etmiştir. Medrese önü Camii bu dönem eserlerindendir.
Fatih Sultan Mehmet Han adına da Merzifon’a
bir hamam inşa edilmiştir. Günümüzde faaliyetini
sürdüren bu hamam Çifte Hamam olarak bilinir.
1515 tarihini taşıyan bir tahrir defterine göre
Merzifon’da 28 Müslüman, 4 gayrimüslim olmak
üzere 32 mahallenin mevcut olması, yine aynı yüzyıla ait bir başka kaynakta mahalle sayısının 37’e
çıkması, o döneme göre şehirleşmenin yüksek bir
seviyede olduğunu göstermektedir. Merzifon’da
şehirleşmenin yüksek oluşu, ticaret yolları üzerinde
olmasından kaynaklandığı gibi, bağcılık, boza üretimi ve dokumacılığa bağlı olarak kurulan sanayi tesislerinden de kaynaklanmaktadır.
XVI. yüzyıl başlarında Merzifon’a bağlı sadece sekiz köy bulunuyordu. XVII. Yüzyılda Amasya’nın kuzey bölgesine düşen Argoma nahiyesinin bazı köylerinin ayrı bir nahiye teşkiliyle Merzifonâbad adıyla yeni bir kaza merkezi teşkil edilmiştir. Bulak Köyü merkezi etrafında şekillenen bu Merzifonâbad kazası 1880’de ortadan kaldırılmıştır. Köylerinin bir kısmı Merzifon’a, bir kısmı da Gümüş’e bağlanmıştır.
Erzurum’dan İstanbul’a dönerken Merzifon’a uğramış olan Evliya Çelebi(1647) ise biraz abartılı da olsa mahalle sayısını 44, ev sayısını 4000 ve dükkân sayısını da 600 olarak belirtir. Evliya Çelebi Merzifon’da pamuklu dokuma ve boya sanayinin çok ilerlemiş olduğunu, özellikle kırmızı ve mavi bez dokuyan üç bine yakın dokuma tezgâhının bulunduğunu da ifade eder. Dokumacılık sektörü Osmanlı döneminde olduğu gibi, Cumhuriyetin ilk yıllarında
da Merzifon’un ekonomik zenginliğine kaynaklık etmiştir.
Görüldüğü gibi Merzifon, tarih boyunca ticari ve kültürel açıdan önemli bir merkez olmuştur. Kara
Mustafa Paşa’nın yaptırdığı eserlerle de çok daha ileri derecede bir ilerleme sağlanmış ve Anadolu’nun sayılı şehirlerinden birisi haline dönüşmüştür. Kara Mustafa Paşa’nın vakıf eserleri, şehri yeni ve
farklı bir dengeye kavuşturmuştur. Merzifon’un eski dönem dokusu içinde yer alan
ve şehre hâkim olan elemanı, Medreseönü Camii ve Taceddin Paşa Camii iken daha sonraki dönemde bu rolü Paşa Camii yüklenmiştir. Paşa Cami’nin çevresinde külliyeyi meydana getirmek maksadıyla inşa edilen Bedesten ve Taşhan arasında birbiri üzerine sıkışarak organik bir bütün oluşturan dar
sokak aralarında ortaya çıkan çarşılar şehrin, ticari ve sosyal merkezi konumuna gelmiştir. Bu durum
Cumhuriyet Dönemi’ne kadar sürmüştür. Tarih boyunca önemli bir ticaret ve kültür merkezi olma özelliğini, Kara Mustafa Paşa döneminde (17 yy.) yapılan atılımla zirveye ulaştıran ve bir
kaza merkezi olmasına rağmen Anadolu’daki birçok eyalet merkezi ile boy ölçüşebilecek duruma gelen
Merzifon sonraki yüzyıllarda da bu özelliğini sürdürebilmiştir.
Merzifon’un ulaşım bakımından sahip olduğu üstünlükler ve genel nüfus içerisinde hiç de azımsanamayacak kadar bir yer edinen gayrimüslim nüfus, misyonerlerin de ilgisini çekmiş olacak ki, XIX.
Yüzyılın ortalarından itibaren Merzifon’da misyonerler tarafından kurulmuş olan birçok kurum ortaya çıkmıştır.
Amerikalı ve Fransız misyonerler açtıkları eğitim ve sağlık kurumlarıyla Merzifon’un sosyal ve kültürel hayatında önemli etkiler meydana getirmişlerdir. Anadolu’da ilk baskı makinesinin, ilk traktörün
ve telgrafın, ilk kalorifer tesisatı, ilk asansör sistemi
gibi teknolojik yeniliklerin misyonerler tarafından Merzifon’a getirilmesi elbette Merzifon’daki kültürel
ve ekonomik hayatın canlanmasında önemli katkılar sağlamıştır. Bu durum bir yandan Merzifon’da teknik ve
kültürel anlamda ilerlemeye katkı sağladığı gibi azınlıklar üzerinde de ayrılıkçı hareketlerin gelişmesine sebep olmuştur. Bunun sonucunda 1892–93 yıllarında I. Merzifon Ermeni Ayaklanması, 1895 yılında da II. Ermeni Ayaklanması çıkmıştır.
Yine Amerikan misyonerlerinin çalışmaları sonucunda Merzifon’un Rum tebaası arasında Pontuculuk fikirleri yaygınlaşmıştır. Ticaret merkezlerinin kesişme noktasında bulunan Merzifon kültürler arası etkileşiminde yaşandığı merkez olmuştur. Amerikan Koleji 1865 yılında
kurulmuş, bunu 1900 yılında kurulan Fransız Mektebi izlemiştir. Üç faal kütüphanenin hizmet vermesi, İttihat ve Terakki Kulübü’nün etkinlikleri (başta Büyük Mektep diye de anılan İstiklal İdadi Mektebi), Numune Rüştiyesi ve Ermeni İdadisinin varlığı o zamanlar Merzifon’da dört gazete çıkmasında etkili
olmuştur. XX. yüzyılın başlarında Merzifon 35.000 civarındaki nüfusu, üç halk kütüphanesi, Amerikan Koleji, Fransız Koleji, Müslüman ve gayrimüslimlere ait eğitim kurumlarıyla ciddi bir kültür merkezi görünümündeydi. Bu kültürel zenginlik Cumhuriyet döneminde de sürmüştür
Ekonomik açıdan da sahip olduğu dokuma tezgâhları ve boyama tesisleri sayesinde tekstil
sektörünün ülke çapındaki önemli merkezlerinden
birisi durumundaydı. Ermeni isyanları sonrasında ortaya çıkan istikrarsızlık, I. Dünya Savaşının getirdiği maddi manevi
yıkımla birleşince, bütün Osmanlı ülkesinde olduğu
gibi Merzifon’da da ekonomik ve kültürel açıdan çok olumsuz sonuçlar meydana geldi. Ancak bu olumsuzluklar, tarih boyunca elde edilmiş olan ekonomik ve kültürel kazanımlar sayesinde atlatılmıştır.
Merzifon Cumhuriyet Dönemi’nde de gelişmesini sürdürmüştür. İç kesimleri Karadeniz’e, İstanbul
ve Ankara’ya bağlayan yolların kavşağında yer alması önemini arttırmış, verimli ovanın tarım ürünlerinin pazaryeri olması yanında, küçük imalat sanayi de gelişmiştir.1930 yılında Merzifon’a eğitimci olarak gelen
şair, yazar Vehbi Cem Aşkun, bir eserinde, Sivas’ta
elektrik ve sinema olmadığı o dönemde, Merzifon’da elektrik ve iki adet sinema olduğunu belirtmektedir. Yine 1935, 1945, 1950 ve 1955 yıllarında yapılan sayım sonuçlarına göre nüfusunun bağlı olduğu ilin merkezini geçmesi, 1930’lı yılların sonunda Merzifon’da 8 adet eğitim uçağının bulunuyor
olması, şehrin Anadolu’daki konumunu belirtmesi açısından önemli bir gösterge sayılabilir. Ancak
1960’lardan sonra aynı gelişme hızını gösterememiştir. Nüfus, sermaye ve şehirleşme açısından bir
gerileme dahi yaşandığı söylenebilir.
1987 yılında Organize Sanayi Bölgesi girişiminin başlatılması yeni bir atılım dönemi sayılabilir.
Kısa sürede sahip olunan coğrafi avantajların da
etkisiyle Organize Sanayi Bölgesi gelişerek Merzifon, bölgesinde önemli bir konuma ulaşmıştır.
*Darkot Besim, İslam Ansiklopedisi,VII,
*Erer Sermet Merzifon’un Monoğrafyası, İst. 1980
*Merzifon Guide 2000, İzmir 2000
*Taşan Aziz, Dünden Bugüne Merzifon, İst. 1979,
*Özsait Mehmet, 1999-2000 Yılı Amasya-Merzifon Yüzey Araştırması T.C
Kültür Bakanlığı 19. Araştırma Sonuçları Ayrı basım Ank 2002
*George E. White, Bir Amerikan Misyonerinin Merzifon Amerikan Koleji
Hatıraları, Tercüme Cem Tarık Yüksel, İst. 1995
*Taşan Berin, Kırk Yıldır Aldatılan İlçe, Bedesten Kültür ve Sanat Edebiyat
Dergisi sayı 13 Merzifon 2002
* Selim Pullu M.Ö Birinci Bin yılda Orta Karadeniz Bölgesi ile Batı Anadolu
Frig Merkezleri Arasındaki Ticari İlişkiler- Geçmişten Günümüze Merzifon)
*Tek Parti Dönemi Merzifon’da Siyasi Ve Sosyo-Kültürel Yaşam (Yrd. Doç.
Dr. Serap Taşdemir)
*Türkler-Editörler- Hasan Celal Güzel, Prof. Dr. Kemal Çiçek,Prof. Dr. Salim
Koca- Yeni Türkiye Araştırma ve Yayın Merkezi
*TDV. İslam Ansiklopedisi-Merzifon maddesi
*Alan Gülbadi- Amerikan Board’ın Merzifon’daki Faaliyetleri ve Anadolu
Koleji-TTK Yayını 2008
*Bogos Piranyan- Aşçının Kitabı Aras Yayıncılık 2008
*Vehbi Cem Aşkun- Kurtulan Merzifon -Balıkesir-
*Reyhan Dergisi Sayı 1 2008
*Merzifon Gezi Rehberi- Reyhander Yayınları Merzifon 2008
*İslam Ansiklopedisi MEB- muhtelif maddeler
*Tuzcu Ali- Merzifon’da Ermeni Ayaklanmaları, Belleten. C.LVII, S.220,
Türk Tarih Kurumu, Ankara, Aralık 1993,
*Polat İlknur, Osmanlı İmparatorluğu’nda Açılan Amerikan Okulları Üzerine
Bir İnceleme, Belleten, C. LU, s.203, Ağustos 1988, Türk Tarih Kurumu
Yayınları,
*Tuzcu Ali -İlkçağlardan Günümüze Seyahatnamelerde Amasya -Amasya
Belediyesi Yayınları
*Türkler-Editörler- Hasan Celal Güzel, Prof. Dr. Kemal Çiçek, Prof. Dr. Salim
Koca- Yeni Türkiye Araştırma ve Yayın Merkezi
*TDV. İslam Ansiklopedisi-Merzifon maddesi
*Tuğlacı Pars, Osmanlı Şehirleri, İst. 1985.
LAHANACILAR
BAMYACILAR
Yıldırım Bayezid 1402 yılında Ankara Savaşı’nda Timur karşısında ağır bir yenilgi alıp esir düşünce oğulları arasında on bir yıl sürecek taht kavgaları
yüzünden Osmanlı Devleti’nde Fetret Devri adı verilen bir karışıklık dönemi yaşanır.
Bu dönemde Çelebi Mehmet Amasya’yı kendisine merkez olarak seçmiştir. Merzifon’a karşı da
büyük ilgisi olan Çelebi Mehmet bilindiği gibi bu
şehre Sultaniye Medresesi ve annesi Devlet Hatun
adına bir zaviye yaptırmıştır. Ayrıca bazı kaynaklarda Çelebi Mehmet’in yazlık bir saray yaptırarak
yazları Merzifon’da kaldığı ifade edilmektedir.
Çelebi Mehmet bu dönemde hem eğlence
hem de savaşa hazırlık için cündi adı verilen Amasyalı askerleri ile Merzifon ve Gümüş’ten seçtiği askerleri arasında Yedikır bölgesinde cirit oyunları oynatırmış. Amasya’nın bamyası çok meşhur olduğu
için Amasyalı cündilere "Haydi Bre Bamyacılar!"
diye tezahürat yapar, Merzifon’un ise halk arasında
kelem diye tabir edilen beyaz lahanası meşhur olduğu için, Merzifonlu cündileri ise "Haydi bre Lahanacılar!" diye gayrete getirirmiş.
Bu adet sonraki yıllarda saraya taşınarak gelenek haline gelmiştir. Lahanacılar ve Bamyacılar saray bahçesinde bazen de halka açık meydanlarda cirit dışında güreş, okçuluk, mızrak, top ve labut atma ve maket kaleleri kuşatma gibi yarışlar da yaparlardı. İstanbul’un fethinden sonra Lahanacılar ve Bamyacılar itibarlı birer takım olarak varlıklarını ve mücadelelerini devam ettirdiler. Padişahlar da zaman zaman bu müsabakalara iştirak ederdi. Çoğunlukla sarayda yapılan karşılaşmalar, özel günlerde halk huzurunda da yapılır ve "Lahanaya
kuvvet bamyaya lezzet!" tezahüratları yankılanırdı. Lahanacılar, yeşil pantolon, yeşil gömlek, yeşil bayrak; Bamyacılar ise kırmızı pantolon, kırmızı gömlek, kırmızı bayrak taşırlardı. Cirit oyunları
yaklaşık 20-21 kişiyle olurdu. Enderun’da bulunan Lahanacılar’ın, Bamyacılar’ın yarışmaları hem kalite olarak üst düzeyde hem de biraz daha profesyonelce olmaktaydı. Çünkü onlar o yarışmalarda
kendilerini gösterdiği ölçüde daha üst makamlara çıkabilirlerdi. Padişahlar da bazen bu iki takımdan birinin
fanatiği olurlardı. Topkapı Sarayı’nın Bab-ı Hümayun Kapısı’ndan sağa inen yol üzerinde, biri bamya
diğeri ise lahana motifleriyle süslü iki dikili taş göze çarpıyor. Padişah III. Selim, 1790’da sporculardan
birinin 434 adımdan tüfekle bir yumurtayı vurması üzerine anıtı diktirdi, üzerine de bir lahana figürü
koydurdu. Bamya Anıtı’nı ise II. Mahmut, Bamyacılar Ocağı’nın anısına 1811’te yaptırdı. Anıt yapıldığında üstünde bir bamya figürü vardı, fakat şu an
mevcut değildir.
MERZİFON’UN
TARİHİ DOKUSU
Tarihin birçok dönemine şahitlik eden Merzifon’da ihmal,
ilgisizlik, kültür ve sanat eserlerine sahip çıkması gereken kurum ve kuruluşların duyarsızlığı gibi sebeplere, 1921 yılındaki büyük yangın ve 1943 depremi gibi doğal afetler de eklenince, günümüze pek az eser ulaşabilmiştir.
Günümüz Merzifon’unda Hitit, Frig, Pers, Roma ve hatta Selçuklu dönemine ait eser bulmak mümkün değildir. Ayakta kalabilen eserlerin tamamı Osmanlı dönemine ait eserlerdir.
Her ne kadar şu anda yıkılmış vaziyette olan Eski Hamam’ın Roma, Sultaniye Medresesi’nin Selçuklu dönemlerinden kalan eserler olduğu değişik kaynaklarda ifade ediliyorsa da; bu eserler sonraki yüzyıllarda adeta yeniden inşa
edilmiş ve orijinal hallerinden hemen hemen hiçbir iz kalmamıştır.
MERZİFON’DA
SULAR VE ÇEŞMELER
İnsan yaşamındaki vazgeçilemez önemi ile su, günümüzde olduğu gibi tarih boyunca da en kıymetli ihtiyaç maddesi olmuştur. İnsanoğlu binlerce yıl öncesinden itibaren tatlı
su kaynaklarını bir kanal ile şehirlerine akıtmayı, bentler inşa
ederek suyu depo etmeyi, tepelerin yamaçlarına galeriler
açarak yeraltı sularını kaynak suları haline getirmeyi başarmış ve şehirlere getirilen sular toprak künkler ile oluşturulan
şebeke sistemleri ile çeşme, hamam ve sarnıç gibi yapı elemanlarına akıtılmıştır.
Tarih boyunca önemli bir yerleşim merkezi olma özelliğine sahip olan Merzifon’da da yoğun savaşlara sahne olan
bütün şehirlerde olduğu gibi ilk ve orta çağlarda korunma
amacı ile kaleler oluşturulmuştur. Kale içinde kalan insanların
en önemli ihtiyaçlarından olan su meselesi değişik arayışlara sebep olmuştur. Bizans döneminde Merzifon’un su ihtiyacı
büyük oranda sarnıçlarla karşılanmış, şehir dışından getirilen
isale hatları ile de su meselesi çözülmeye çalışılmıştır. Değişik
rivayetlerde Bizans döneminde Merzifon Kalesi’nden aşağıya inen gizli yollarla Çukur Çeşme’nin bulunduğu bölgelere
inildiği ve su ihtiyacının buradan karşılanabildiği ifade edilmektedir. Ancak Merzifon’un Türkler tarafından fethinden
sonra durgun yağmur suyunun temizliği konusunda şüphe
duyan inançlar sebebiyle sarnıçlara hiç ilgi gösterilmemiş,
bunun yerine isale hatları tamir edilmeye başlanmış ve çok
sayıda yeni su tesisleri yapılmıştır gerekse bunun için yapılan vakfın tarihi hakkında
herhangi bir bilgimiz bulunmamaktadır. 1835 yılında bu vakfın mütevellisi Es-Seyid Mehmet Naim Bin
Ahmed Nasuh adında bir zattır.
Çayır Mahallesi Çeşmesi: 1733 yılına ait bir kayıtta bu çeşme için yapılan vakıf mütevelliliğinin kaç
akçeye yapılacağından bahsedilmektedir.
Hacı Hasan Çeşmesi: El-Hac Hasan’ın yaptırdığı anlaşılan çeşmenin tamir ve imarı için yapılan vakfın mütevelliliğini Mart 1734 tarihinde yarım
akçe karşılığında Mehmet adında bir zatın yaptığı
anlaşılmaktadır.
Paşa Suyu: Merzifon’daki en önemli su tesislerinin Kara Mustafa Paşa tarafından yapıldığı ve
Paşa suyu olarak anıldığı bilinmektedir. 1675 tarihli Vakfiye ve Ferman kaydına göre, Kara Mustafa Paşa Vakfı içinde yer alan hamam, cami, han
ve on dört mahallede inşa edilen çeşmelerin suyu Taşan Dağı’ndan şehre döşenen künklerle getirilmiş ve adı geçen binalar ve çeşmelere taksim edilmiştir. Ancak 1849 tarihindeki belgeye göre, Merzifon’da hayrata (cami, mektep, hamamlara) ve evlere verilen Sultan Mehmet Suyu’nun yetmediği,
Ermenilerin Paşa Deresi’ndeki büyük bahçelere su
havuzu yaparak zaten yetmeyen suyun bahçelerde kullanılması ve müdahaleleri yasaklanmaktadır.
Bu belgeden Kara Mustafa Paşa’nın Çelebi Sultan
Mehmet’in Taşan Dağı’ndan getirdiği suyu rehabilite ederek daha fazla suyun getirilmesine sebep
olduğu düşünülebilir. Yine 1868 yılına ait bir padişah fermanına göre, tarım amaçlı kullanılan mevcut suyun yetmemesi sebebiyle Taşan Dağı’ndaki
suyun getirilmesi çalışması yapılmıştır. Sürekli artan
XI. yüzyılda bölge ile birlikte Merzifon’u da Türk
hâkimiyetine sokan Danişmentliler bölgeyi Türkleştirmek için Horasan ve Orta Asya’dan göç eden
Türkmenleri bu bölgeye yerleştirmiş, hatta getirdikleri bu kalifiye elemanlara köyler, evler, tarım araçları ve tohumluk dağıtarak birkaç yıllık süreler için
vergiden muaf tutmuşlardır. Dolayısıyla bu insanlar
için içme ve sulama maksatlı su tesisleri yapmayı
ihmal etmemişlerdir.
Osmanlılar devrinde de başta camiler, hamamlar, kışlalar ve bazı devlet adamlarının evleri
olmak üzere çeşitli yapılara da su getirilmiş olmakla
beraber suyun halka sunulmasında ana unsur çeşmeler olmuştur.
Genellikle yerleşim yerlerinin dışından künklerle getirilen su, şehir veya köylerde herkesin faydalanabileceği yerlere yapılan çeşmeler vasıtası ile dağıtılmaktaydı. Değişik arşiv belgeleri ışığında tespit
edilen Merzifon çeşmeleri şunlardır:
Kuzu Pınarı Çeşmesi: Vakıf sahibinin kim olduğunu bilmediğimiz bu çeşme ile ilgili Vakıf kayıtlarında 1813 yılına dair bilgiler bulabiliyoruz. Buna göre vakfın mütevellisi Hasan adındaki şahıs 1813 yılında ölünce yerine oğlu Feyzullah geçmiştir. Bu çeşme için 1853 yılında Bacağızâde Hüseyin Ağa vakfından tamir ve imarı için bir pay ayrılmıştır.
Değirmen Deresi Çeşmesi: Taşan dağından gelen suyu, yapılan çeşmelere aktarmak için kurulan vakıf 19. yüzyılda da hizmet vermeye devam etmiştir. Vakıf kayıtlarında on iki adet çeşmenin varlığından bahsedilmekte olup, bu çeşmeler için Hoca Duran Vakfının değirmen hâsılatından harcama
yapıldığı anlaşılmaktadır. Ancak gerek çeşmenin nüfus ve zirai ve ticari faaliyetlerin artışı su kaynaklarının yetersizliğini ortaya koymuş olmalı ki, değişik zamanlarda Taşan Dağı’ndan yeni su getirme çalışmaları yapılmaktadır.
Haziran 1898’de Tuggovios A. Thorodie ile Lermidos D. Perdarius tarafından verilen bir dilekçeden anlaşıldığına göre Taşan Dağı 2 km. delinerek Bakırçay’ın Merzifon Ovası’na akıtılması imtiyazının
özel bir şirket tarafından istenmiş. Yapılan yazışmalar sonucunda 1899 tarihinde verilen cevaba göre
bu istek uygun görülmemiştir.
Su tesislerinin ana yapı elemanları olan bentler, kemerler, galeriler, maksemler ve su terazileri
gibi unsurlar genellikle devlet bütçesi ile inşa edilmiş olmakla beraber çeşme ve sebiller ise çoğunlukla birer hayır eseri olarak şahıslar tarafından
inşa edilmiştir.
Cumhuriyet döneminde de Merzifon’un su ihtiyacını karşılamaya yönelik çalışmalar devam etmiştir. Özellikle Merzifon Belediyesi tarafından yapılan
çalışmalarla Taşan Dağı’ndan getirilen su miktarı
sürekli arttırılmıştır.
Ne yazık ki büyük çoğunluğu kitabeli olan ve Merzifon’a ayrı bir güzellik katan Merzifon Çeşmeleri büyük oranda kaybolmuş olup, kalan çeşmeler için Merzifon Belediyesi tarafından restorasyon çalışmaları başlatılması planlanmaktadır.
*Çerkez Murat-Merzifon’da Türk İslam Eserleri Yayınlanmamış Doktora Tezi
*Merzifon Gezi Rehberi- Reyhander Yayınları Merzifon 2008
*İslam Ansiklopedisi MEB-muhtelif maddeler
*Ayverdi Hakkı Ekrem Osmanlı Mîmârîsinde Çelebi ve II. Sultan Murat
Devri II (İstanbul, 1972)
*Eken Galip, XIX. yy.da Merzifon Vakıflarına Dair. Sempozyum Ank.
*Adalı Tuna; Merzifon’da Sular ve Çeşmeler, Reyhan Dergisi, Sayı: 1 Merzi
-
fon 2008
63
Merzifon şehir dokusu içerisinde dağınık vaziyette birçok
tarihi ev bulunmaktadır. Özellikle Yokuşbaşı Semti’nde günümüze ulaşmış tarihi ev sayısı bir hayli fazladır. Osmanlı sivil
mimarisinin güzel örneklerinden sayılabilecek Merzifon evlerini Müslümanlara ait olanlar, gayri Müslimlere ait olanlar ve
Misyonerlerden kalan evler olmak üzere üç kısımda inceleyebiliriz. Gayrimüslim evlerini diğerlerinden ayıran en önemli
özellik balkonlu olmalarıdır. Müslüman evleri ise balkon yerine cumba ve pencere kafeslikleriyle kendilerini gösterirler.
Amerikan misyonerlerinin oturdukları evler Kolej binalarının
güneyinde yer alan evlerdir. Günümüze birkaç tanesi ulaşabilmiştir. Bunlardan bir tanesi de Merzifon Belediyesi tarafından restore edilerek Kültür Evi adıyla kullanılmaktadır.
Tarihi Merzifon evlerinde genellikle zemin kat taş veya
kerpiç bir duvarla sokağa kapalıdır, üst kat ağır taşıyıcı duvarlar veya ahşap direkler üzerine oturur. Üst katlar ahşap
çatkılıdır. Orta kat, varsa, alçak tavanlı yarım veya tam kattır. Üst kat devirler içinde giderek çok pencereli ve çıkmalarla hareketli bir görünüm kazanmıştır. Pencerelerde iki yana
kanat açılan çerçeveler yapılmıştır. Son dönem evlerinde ise
Batı mimarîsinin etkisi ile düşey sürme pencereler görülmeye başlar. Pencereler genellikle standart ölçülerdedir. Bu
ölçülerin standart olması ortak bir ritim yaratarak tek eve
olduğu kadar, sokağa ve kente de bütünlük sağlamıştır. Tavan geometrik bölünmüş ve bazen boyayla bezenmiştir. Çatı
daima dört yana eğimlidir. Bu özellik Türk evinin en önemli
ayırıcı niteliğidir.
Diğer tarihî Türk evlerinde olduğu gibi Merzifon evlerinde
de plan, odaların bir sofa çevresine dizilmesiyle oluşur. Oda,
biçimi, büyüklüğü, nitelikleri pek az değişken bir yaşama birimidir. Odalar arası alan diyebileceğimiz sofa ise, her özelliğiyle değişkendir. Bu yüzden ev tipini sofa belirler.
"MERZİFON
EVLERİ"
Tarihî Merzifon evleri de, dış sofalı, iç sofalı ve
orta sofalı tiplerdir.
Dış Sofalı Evler: Türk evinde eski ve çok güzel
örnekleri olan bir tiptir, çeşitlemeleri çoktur, simetri
az görülür. Sofa bir ya da üç cephesi duvarsız olarak
dış dünyaya açıktır. Bu durumuyla Türk’ün tabiat ile
iç içe olan hayatının yerleşik düzene çok iyi bir yansımasıdır. Sofa iyi havalarda ve özellikle yazın yoğun
bir yaşama ve üretim alanıdır. Çoğunlukla sofanın
iki dar ucu yan duvarların uzantısı ile kapanmıştır.
Eyvanlar, iki oda arasında kalan korunmuş mekânlardır. Çok sonraları ise sofa direkliği camekânla
kapatılmıştır. En zengin örnekler köşklü, eyvanlı tiplerde karşımıza çıkar. Köşe sofalı tip yakın zamana
kadar sofası dışa kapalı olarak yapılagelmiştir. Bu
tip 19. yüzyıla kadar devam etmiştir.
İç ve Orta Sofalı Tipler: 18. yüzyıldan itibaren
belirginleşmiş, ancak 19. yüzyılda yaygınlaşmıştır.
Kentlerin kalabalıklaşması, arsanın küçülmesi ve
değer kazanması daha içe dönük ve sıkışık planlamaları gerektirmiştir. Daha rahat yaşama biçiminin
arzulanması, tozdan, soğuktan kaçılması, sofa alanını da her zaman kullanma ihtiyacı, bu tipin tercih
edilmesinin sosyal nedenleri arasındadır. Bu derli
toplu plan, daha çok sayıda odaya yer veriyor, yan
yana gelen odalar sayesinde duvarlar azalıyor ve
ekonomi sağlanıyordu. Bir başka görüşe göre ise
orta sofalı plan tipi, Orta Asya’dan beri kullanılan
bir tip olup Anadolu Türk mimarisinde daha çok
medrese, cami, köşk gibi yapı türlerinde uygulanmışken 18. yüzyıldan itibaren önce büyük kentlerde yönetici evlerinde sonra da çevresinde tekrar
uygulama alanı bulmuş bir ev tipidir. İç sofalı tipte
bir yönde, orta sofalı tipte ise genellikle birbirine dik
iki yönde simetri görülür. Tarihi Merzifon evlerinde
ana yapım malzemesi ahşap, yapım yöntemi olarak
da ahşap çatkı seçilmiştir. Bu yöntem bir geleneğin
devamı olduğu kadar, ormanlık bitki örtüsüne uygun olduğu gibi, bölgenin deprem alanı olması dolayısıyla da yararlıdır. Yığma ahşap yönteme göre
daha az ahşap malzeme istediğinden ahşabı az
yöreler için de uygundur. Dolgu malzemesi yörede
üretimi yapılan kerpiç ve tuğladır. Ayrıca bu yöntem
çabuk kurulmaya elverişli olduğundan devamlı hareket ve yayılım halinde olan bir toplumun ihtiyaçlarına kolay ve hızlı cevap vermekteydi. Yine aynı
nedenle ahşap yapı detayları basit olup karmaşık
geçme de-tayları yerine kolay geçmeler ve çivili birleşimler tercih edilmiştir. Bu yapım tekniği aynı zamanda, yangınlar sonucu bir anda yok olan mahallelerin, kısa sürede yapılmasını da kolaylaştırıyordu.
Ahşap yapım tekniğinde, ayrıca toplumun hayata
bakış açısının da rolü vardır. İnsan hayatı geçicidir.
O zaman evinin de geçici olması normaldir, dünya
malına tamah etmek yersizdir. Toplum yapıları ve
dini yapıların ise kalıcı olması gerekir, onun için kâgir
yapılıyordu. Böylece eskidikçe yenilenen evler zamanın sanatına uyum sağladığı kadar ailenin yeni
ihtiyaçlarını da karşılıyordu. Ahşap çatkı inşaat, dış
ortama daha çok açılmaya imkân veriyor böylece
açık sofalar yapılmasına, daha çok pencere açılmasına, çıkmalar ve geniş saçaklara da olanak sağlıyordu. Böyle bir ev, iklim denetimi sağlıyor, rutubetli
ortamda iyi nefes alıyor, nemin yoğuşmasına izin
vermiyor, oda içleri fazla nemli olmuyordu.
Eski Merzifon evlerinde ahşap, alçı ve madeni
bezemeler daha çok tavan, şerbetlik, yüklük, pencere kafeslikleri ve kapı tokmaklarında görülmektedir. Tarihî Merzifon evleri ne yazık ki büyük oranda
terkedilmişliğe ve bakımsızlığa mahkûm edilmiş durumdadır. Bir iki örnek dışında ciddi restorasyon geçirmiş olanı yoktur. Sonradan tamir görmüş olanların da büyük çoğunluğu tarihi özelliklerinin önemli
bir bölümünü kaybetmişlerdir. Yakın zaman içerisinde tespit edilmiş olan bazı evlerin Merzifon Belediyesi ve Kültür Bakanlığı desteğiyle restore edilmiş
olması sevindirici bir gelişmedir.
*Doğanbaş Muzaffer “Amasya Evleri”, Arkitekt sayı: 447 (1997)
*Eldem S.H. “Türk Evi Osmanlı Dönemi” Cilt:3 Türkiye Anıt Çevre Değerlerini Koruma Vakfı İst. 1987
*Günay R. Türk Ev Geleneği ve Safranbolu Evleri Yeme Yayınları İst. 1997
*Merzifon Gezi Rehberi Reyhander Yayınları Merzifon 2008
66
67
GÜNÜMÜZE
ULAŞAMAYAN ESERLER
bir cami yaptırdığı bilinmektedir. Ancak cami 1904
yılında çıkan yangında tamamen yanmış, 1906 yılında yeniden inşa edilmek istenmişse de mümkün
olmamış ve arsası 1927–28 yıllarındaki vakıf arazi satışı furyasında satılarak şahıs eline geçmiştir.
Sonradan Belediye tarafından istimlak edilmiştir.
Devlet Hatun Vakfı
1419 yılında Çelebi Sultan Mehmet’in annesi
Devlet Hatun tarafından bir cami ile bir zaviye için
yapılmıştır. Çelebi Sultan Mehmet’in annesi Devlet
Hatun’un Merzifon’da bir camisi, imareti ve zaviyesi bulunduğunu Hüsameddin Efendi (1. C. ,sayfa
42.s.) de bildirir. Hâlbuki bunun sade zaviye olduğu,
vakfiyesinden anlaşılıyor. Uzun bir mukaddimeden
sonra lakapları ile takdim edilen Devlet Hatun’un bu
vakfiyesi Çelebi Sultan Mehmet’in vefatından sonra
tanzim edilmiştir. Çelebi, zahir-i belde de, yani kale
ve eski şehir haricindeki medrese yanında, annesi
namına bir zaviyenin inşasını emredip annesinden
şer’mûcibince tevârüs ettiklerini vakfediyor. Bu zaviye bir sofa ve düzayak iki (beyt) den ibarettir.
Merzifon Kalesi
Merzifon’un antik iç kalesi, şehrin ortasında
yer alan tek tepe üzerindedir. Dış kale ise, tepenin
eteklerinde olup bugün herhangi bir izi kalmamıştır.
Aslında Çelebi Sultan Mehmet devrinden itibaren
şehir, dış kale surlarının dışına taşınmıştır.
Evliya Çelebi, Seyahatname’sinde Merzifon Kalesi’nin özelliklerini şöyle anlatır:
“Danişmendîlerin binasıdır. Hâlâ Sivas eyaletinde, Amasya Sancağı hâkinde kerpiç bir Kal’ayı rânadır. İçinde asla evleri yoktur. Mühimmat ve levazım için muhafızları vardır.”
Ulu Camii
Merzifon, Türkler tarafından fethedildiği zaman, ilk Ulu Cami’nin nerede bulunduğunu bilmiyoruz. Ancak Halil Edhem Eldem’in Tarihi Osmani
Encümeni Mecmuası’nın 43. sayısında yayınladığı
“Merzifon’da Pervane Muîniddin Süleyman Namına bir Kitabe” konulu kısa yazısında belirttiğine göre
1264-65 tarihinde Pervane Süleyman’ın bugün ki
Yokuşbaşı semtinde Eski Hamam’ın üst kısmında
Deve HanıTacettin İbrahim Cami’nin doğusunda bulunan
kesme taştan inşa edilmiş Deve Hanı 1949 yılında
harabe halinde iken, 1970’li yıllarda Belediye tarafından istimlâk edilerek Taceddin Cami’nin etrafı
açılmak amacıyla yıkılmış ve sebze hali yapılmıştır.
Muallimhaneler
İlkokul seviyesindeki öğretimin yapıldığı bu okulların sayısını Evliya Çelebi yetmiş civarında diye belirtmiş olmasına rağmen kaynaklarda sekiz tanesi
ancak tespit edilebilmiştir.
Dürrîzade Medresesi
Eser, Şeyhülislâm Merzifonlu Dürrî Mehmet
Efendi tarafından H.1145/M.1732 yılında yaptırılmakla birlikte, oğlu Şeyhülislâm Mustafa Efendi’nin
vakıflarını tanzim etmesi üzerine Dürrîzâde Medresesi adıyla da anılmıştır, kaynaklardan anlaşıldığı
üzere medrese 1930’lu yıllarda tamamen harap bir
vaziyettedir. Yeri bilinmemekle beraber Harmanlar
Mahallesi’nde olabileceği belirtilmektedir.
Kapan Han
Çelebi Sultan Mehmet Vakfından olan hanın
yeri bilinmemektedir. Merzifon’da Çelebi vakfından bir Kapan Hanı olduğu Kızlar Ağası Hacı Beşir
Ağa’nın 1152 H.(1739M.)’de mütevelliye gönderdiği
bir mektuptan anlaşılmaktadır. Bu hanla beraber,
hamam ve boyahanenin tamiri için 2196 kuruş keşif
konmuştur. Bu han şimdi mevcut değildir.
Ahmet Ağazade Hacı Hasan Ağa Medresesi
1798 yılında Ahmed Ağazade Hacıhasan Ağa
ile diğer hayır sahipleri tarafından yaptırılmış olup
yeri hakkında bilgi yoktur.
*Çerkez Murat- Merzifon’da Türk İslam Eserleri Yayınlanmamış Doktora Tezi
*Merzifon Gezi Rehberi- Reyhander Yayınları Merzifon 2008
*İslam Ansiklopedisi MEB- muhtelif maddeler
*Ayverdi Hakkı Ekrem Osmanlı Mîmârîsinde Çelebi ve II. Sultan Murat Devri
II (İstanbul, 1972)
*Türkiye’de Vakıf Abideler ve Eski Eserler, Ank. 1983,
*Bayram Sadi, T.İş Bankası Kültür ve Sanat Dergisi sayı 5 Mart 1990
*Yeşil Abdulbaki, Merzifon K.M.P. Külliyesi, K.M.P. Sempozyumu, Ank. 2001
*Aksel Malik, Sanat ve Folklor İst. 1971,
*Çerkez Murat, Merzifon Taş Han, Sempozyum Ank. 2001, s.432
*Tunçel Mehmet, Merzifon Bedesteni, Sempozyum Ank. 2001 s. 387
*Eken Galip, XIX. yy.da Merzifon Vakıflarına Dair. Sempozyum Ank.
*Arşivden Bugüne, Bedesten Dergisi sayı 16 Merzifon 2004
*Taşan Aziz, Dünden Bugüne Merzifon, İst. 1979,
69
70
TAŞKIŞLA
1893/1895 yıllarında Ermenilerin Merzifon’da çıkardıkları isyanlar sonucu, şehrin değişik mahallelerinde dağınık halde bulunan Nizamiye Taburu’nu bir araya toplamak
amacıyla yaptırılmıştır. Taşkışla inşaatı Merzifon, Havza, Lâdik ilçelerinden toplanan yardımlarla bitirilir. Yapımı esnasında pek çok zorluklarla karşılaşılır. Kışlanın inşası 1897 yılında Binbaşı Dursun Bey’in olağanüstü gayretleriyle tamamlanarak Nizamiye Taburu dağınıklıktan kurtarılır. Binbaşı Dursun Bey işi baştan sıkı tutar. Mesai haricinde de usta ve erlerin başına nöbetçi dikerek çalıştırır. Bina yapılıp taban tahtalarının çakılmasına sıra geldiğinde işlerin daha da ilerlemesi için eli keser tutan erlere de keser verilerek ustaların yanında görevlendirilir. Lakin çalışan üç kişiye bir keser düşer. Böyle bir günde kışladaki faaliyetleri görmeye gelen şair Hilmi Dede, durumu bir beyitle şöyle ifade
ederek Taşkışla’nın hangi zorluklarla yapıldığını gözler önüne serer: Hatlimefkûl maariften eser yok. Marangoz çok ellerinde keser yok Halk arasında “Topçu Taşkışlası” olarak bilinir.
Ne yazık ki bu olağanüstü eserin büyük bölümü yıkılarak yerine subay gazinosu yapılmıştır. Sadece giriş kapısı günümüze ulaşmıştır.
MERZİFON MUTFAĞI
Merzifon tarih boyunca farklı kültürlerin harmanlandığı bir barış şehridir. Yüzyıllar boyunca farklı milletler, farklı
inançlar bu şehirde bir arada yaşamış ve tabiri caizse ortak
ve üstün bir kültür meydana getirmişlerdir. Merzifon mutfağında da bu etkileşimin izlerini görmek mümkündür. Zengin
ve gelişmiş, hatta gelişmeye devam eden bir mutfak kültürüne şöyle bir bakış bile yüzyılların birikimine dair izler sunuyor bizlere.
Merzifon’da sevilerek yenilen yemekleri ana başlıklar
halinde toplamak belki bugün için çok fazla anlam ifade etmeyebilir. Birkaç kaynak taraması ve annelerimizin anlatılarını yan yana getirmek şüphesiz Merzifon mutfağını anlatmaktan çok uzaktır.
Merzifon pidesi ve Merzifon köftesi bile başlı başına
araştırılmaya ve geliştirilerek bir marka haline getirilmeye
layık durumda iken, zengin Merzifon mutfağı hakkında yapılmış bir tane bile akademik çalışmanın olmaması üzüntü vericidir. Sağda solda veya anılarda gizli kalmış kırıntıları kaleme
alarak, hiç olmazsa Merzifon Mutfağı’na ilgi uyandırmaktan
başkaca elimizden bir şey gelmiyor.
Eserinden faydalandığımız, 100 yıl önce yaşamış, Amerikan Koleji aşçısı Piranyan’a, Merzifon Kültür Tarihi açısından
eşsiz bir eser olan "Üç Nesil Bir Devir" adlı romanından birebir alıntılar için sevgili İlhan Önal Hanım’a ve Amasya Valiliği
yayınlarından “Amasya Mutfağı” adlı eserden aldığımız tarifler için editör Harun Yörgüç’e şükranlarımızı sunuyor
"KEŞKEK"
Merzifon mutfağının en önemli yemeği hiç şüphe yok ki, Keşkek’tir. Keşkek
Anadolu’nun birçok yerinde bilinen ve sevilen bir yemek olmasına karşılık Merzifon
keşkeği birçok farklı özellikler taşır. Merzifonlular keşkeği çok severler. Özellikle bayram
sabahları keşkek kahvaltı masalarının baş yiyeceğidir. Bayram namazından çıkan erkekler
doğruca fırınlara gider. Bir gece önceden hazırlanıp fırınlara götürülen çömlekler alınır
ve evin yolu tutulur. Merzifon keşkeği özel yarma ile yapılır. Geçmiş yıllarda yarma için
ekinler soku taşında dövülerek kabuklarından ayrılırdı. Keşkek kabuklarından ayrılmış
buğdayla yapılır. Bol et, nohut, tuz, su ile özel çömleklerde, ekmeğin arkasından fırına
sürülür. Sabaha kadar fırında kendi kendine pişen keşkek çömçe ile bir güzel ezilir ve
üzerine tereyağına atılmış karadut kurusu gezdirilir. Sabah namazından sonra yenilen
bu yemekle güne başlanır. Bir bakıma bu yemek ekinin eve girdiğinin, bolluğun simgesidir.
Ekin tarladan kalkıp eve girdiğinde ekinin savrulup dövüldü mü her evde bu yemek yenir.
Sonbaharda hatır sorana “Keşkeği yedik” cevabı verilirse, bu, yoğun şekilde kış
hazırlığına başlandı demektir. Bu deyimin içinde, işlerin yoğunluğunu anlatmanın
yanında övünme payı da aramak gereklidir. Zenginliği anlatır.
Keşkek; Türk Patent Enstitüsü tarafından 555 sayılı Coğrafi İşaretlerin Korunması
Hakkındaki Kanun Hükmünde Kararname’nin 12. Maddesi gereğince 2014 yılında
Merzifon Belediyesi’nin talebi üzerine “Merzifon Keşkeği” Coğrafi işaretiyle tescil
edilmiştir.
TOPALAK AŞ ÇORBASI
Yapılışı;
Un yumurta tuz ve su ilavesiyle özlü katı bir hamur yapılır.
Dinlendirilerek altına ve üstüne un serpilir ve oklavayla açılır.
Üzerine un serpilerek hamur oklavaya sarılır. Oklavanın boyu
istikametinde ikiye yarılır. Böylece bütün katlar kesilmiş olur.
Daha sonra hamur aynı paralelde boyuna yarım santim
şeritler halinde kesilir. Tekrar enine yarım santim kalınlığında
kesilir. Hamurun fazla unu elekte elenir. Mercimek yıkanır ve
altı su bardağı suyla haşlanır haşlandıktan sonra hamur ilave
edilir. Hamur piştikten sonra özelenmiş yoğurt alıştırılarak
çorbaya eklenir. Bir tavada nane tereyağda kızdırılarak
üzerine dökülüp servis yapılır.
Hamur için malzemeler;
• 1 Su Bardağı Un
• 1 Yumurta
• 1 Çay Kaşığı Tuz
• Alabildiği Kadar Su
Ayrıca:
• 1 Su Bardağı Yeşil Mercimek
• 2 Su Bardağı Süzme Yoğurt
ÇATAL ÇORBA
Yapılışı;
Önce mercimekler yumuşamaya başlayınca
yarma ilave edilerek haşlanır. Bir tencerede
yağ, soğan, kıyma kavrulur, mercimek ve
yarmaya katılır suyu ilave edilip 5 dakika
kaynattıktan sonra ocaktan indirilir. Üzerine
tereyağında kızdırılmış nane ve pul biber
dökülür. Servis yapılır.
Malzemeler;
• 1.5 Çay Bardağı Yeşil Mercimek
• 2 Çay Bardağı Yarma
• 7 Su Bardağı Su
• 1 Baş Orta Boy Soğan
• 100 g. Kıyma
• 2 Yemek Kaşığı Tereyağı
• Tuz, Pul Biber ve Nane
SIKMA
TARHANA ÇORBASI
Yapılışı;
Tarhanalar ve nohut bol suyla
akşamdan ıslatılır. Suyu süzülerek
tarhanalar elle sıkılarak ezilir.
Nohutlarla birlikte çorba kazanında
bol suyla devamlı karıştırarak nohutlar
yumuşamasına kadar ve koyulaşana
kadar pişirilir. Tuzu atılır. Üzerine
tereyağında kızdırılmış nane gezdirilir.
Malzemeler;
• 6 Adet Sıkma Tarhana (bütün yarmalı)
• 1 Su Bardağı Nohut
• 1 Yemek Kaşığı Nane
• 2 Yemek Kaşığı Tereyağı ve Tuz
HERSE (Herisa)
Yapılışı;
Keşkeğe benzeyen ancak günümüzde pek
fazla yapılmayan bir başka Merzifon yemeği de
Herse’dir. Tavuk veya hindi kesildikten sonra tüylerini yolmak için kaynar suya batırılır. İnce tüyleri de mum alevinde veya yalazda tütsülenir. Karnı
boşaltılıp iyice yıkanır. Bir tavuğa yaklaşık yarım kilo
veya bir hindiye yaklaşık bir kilo yarma koyulur. Akşamdan sıcak fırına veya üzerini sararak mangala
koyup sabaha dek pişmeye bırakılır. Sabahleyin şayet çok katı olursa biraz kaynar su ilave edilir, en az
yarım saat, tüm malzeme, et ve kemik eriyip bir öz
halinde yekpare bir görüntü alana kadar, tokmakla
uzunca bir süre dövülür. Kemikleri dikkatlice çıkarılır.
Ortasında bir çukur açılır, içine kızgın tereyağı doldurulur. Herse başka etlerle de yapılabilir. Keşkek ve
herse yaparken kemikli et kullanılacaksa kemiklere
dikkat etmek gereklidir. Çünkü kemikler zararlı olabilir. Kemikler sadece oynak yerlerinden, mafsallardan ayrılmalıdır.
• 500 g. Yarma
• 500 g. Tavuk (Hindi) Göğsü
• 4 Su Bardağı Tavuk Suyu
• 3 Yemek Kaşığı Tereyağ
• 1 Yemek Kaşığı Salça
• 1 Tatlı Kaşığı Tuz
SAC ÜSTÜ
Yapılışı;
Merzifon’un katmeri, çok daha emek isteyen ve
yapılması zor bir hamur işidir. Üzerine yağ ve kavrulup dövülmüş haşhaş döşenen baklava hamuru
inceliğindeki yapraklar, kuşak kuşak kesilir. Bu kuşaklar bir bir üstüne sarılarak yine yumak yapılır. Bu
yumak da incecik açılıp, bonbeli sacın üstünde pişirilir. Pişirilen bu incecik açmalar tekrar tereyağıyla
yağlanır.
Malzemeler;
• 500 L. Sıvıyağ
• 500 g. Haşhaş
Hamuru İçin;
• 2,5 kg. Un
• 2 Yemek Kaşığı Kuru Maya
• 5 Su Bardağı Su
• 500 g. Haşhaş
• 1 Yemek Kaşığı Tuz
z
HAŞHAŞLI ÇÖREK
Yapılışı;
Merzifon’un mayalı çöreği de pek sevilir. Önce
çörek hamuru açılır. (sacüstü çöreğe göre hamuru
biraz daha cıvık olmalıdır) Daha sonra üzerine kavrulup dövülmüş haşhaş ve cevizin yayılması, yaprak
hamurun iki parmak enliğinde kesilerek üst üste dizilmesi ve sonra çamaşır sıkar gibi hamurun burulmasıyla çörek dilimleri oluşur.
Malzemeler;
• 500 L. Sıvıyağ
• 500 g. Haşhaş
Hamuru İçin;
• 2,5 kg. Un
• 2 Yemek Kaşığı Kuru Maya
• 6 Su Bardağı Su
• 500 g. Haşhaş
• 1 Yemek Kaşığı Tuz
TOPUZ KEBAP
Topuz, bozdoğan, gürz olarak da bilinen demirden ve dikenli savaş aletini kim olarak kimlerin
icat ettiği bilinmese de Selçuklular’da ve Osmanlılar’da özellikle karşı karşıya gelindiğinde zırhları delmek, düşmanı sersemletmek ve yıkmak amaçlı bir
silah olarak kullanılmıştır.
Tarihi silahımız olan Topuz’u Türk ve Osmanlı
Mutfağı için dünyada eşi benzeri olmayan bir yemek haline getirdik. Topuz’u ateşte ısıtarak yağlayıp, isteğe özel; dana bonfile, antrikot, kuzu pirzola,
piliç but ve piliç göğsünden oluşan etleri (az pişmiş
orta pişmiş, ortanın üzeri pişmiş, tam pişmiş) topuzun üzerine koyarak misafirlerimize sunuyoruz.
Sonrasında ise misafirlerimiz tabaklarında kesmiş
olduğu etleri, çatalları ile kızgın topuza dokundurarak 45 dakika istedikleri ölçüde pişirir, 3 saate kadarda tabaklarında soğuyan etleri kızgın topuzun
üzerine takarak ısıtabilirler. Topuz Kebap’la beraber
bol baharatlı geleneksel iç pilavı, közde pişirilmiş
domates ve biber, ballı kaymaklı hardallı sos, hafif
acılı domates sos, kemik iliğinde yapılmış ateş ve
duman kokan kahverengi soslar ile misafirlere sunulmaktadır.
MERZİFONLU
KARA MUSTAFA PAŞA
Kara Mustafa Paşa Merzifon’un doğusunda Narince (Marınca) Köyü’nde 1634 tarihinde doğmuştur. IV. Murat’ın Bağdat Seferi’nde şehit olan sipahilerinden Oruç Bey’in
oğludur. Annesi ise Abide Hatun’dur. Mustafa Paşa, Oruç Bey 1639’da şehit olduğunda
henüz 4 yaşındaydı. O sırada Sancakbeyi payesinde olan Köprülü Mehmet Bey Oruç
Bey’le olan yakın arkadaşlığına binaen 4 yaşındaki Mustafa’yı Köprü’ye yanına alarak 3
oğluyla beraber büyüttü. 1642’de Köprülü Ailesi ile beraber İstanbul’a geldi ve böylece
Köprülü Ailesinin çocukları ile beraber eğitimine İstanbul’da devam etti. Köprülü Mehmet Paşa Sadaret Makamı’na geldiğinde 22 yaşındaydı ve medrese tahsilinin en son
safhasını Köprülü Ailesinden Fazıl Ahmet ile beraber tamamlamışlardı. Ayrıca Köprülü
Mehmet Paşa Sadaret Makamı’na gelmeden 2 yıl önce Kara Mustafa’yı kızı Saliha Hatun ile evlendirmişti. Kara Mustafa Paşa, ilk önce Köprülü Mehmet Paşa’nın dairesinde
yetiştirilmiş onun silahtarı olmuştur. Köprülü Mehmet Paşa Sadaret’e geldiği zaman
Kara Mustafa Paşa’yı telhiscilik (Sadaret’ten padişaha yazılacak şeylerin özetini çıkaran görevli) görevine getirmiştir. Sonrasında sırasıyla 1658’de mirahur, 1660’da Silistre
Mir-i Miran (Beylerbeyi) olmuştur. 1661’de Vezirlik Payesi ile Diyarbakır Valisi olmuştur.
Fazıl Ahmet Paşa Vezir-i Azam olur olmaz eniştesi Kara Mustafa Paşa’yı 1661’de Kaptan Paşa’lığa tayin etmiştir. Vezir-i Azam Fazıl Ahmet Paşa Avusturya seferine Serdar-ı
Ekrem tayin edilince, Kara Mustafa Paşa’nın Kaptan-ı Deryalık üzerinde kalmak üzere
1663’te Rikab-ı Hümayun Kaymakamlığına tayin edildi. Fazıl Ahmet Paşa ile 1676 yılında vefatına kadar beraber görev yapmış, sonrasında Mührü Hümayun Kara Mustafa
Paşa’ya verilmiştir. Böylece 1676’da Sadaret Makamı’na atanarak sadrazam olmuştur.
Kara Mustafa Paşa’nın Sadaret’inin ilk önemli meseleleri Lehler ve Ruslar’la ilgili
Kazak meselesidir. Kazak idaresinde Cehrin Kalesi’ni Kazaklar Ruslara verince Kara
Mustafa Paşa Lehlerle anlaşma yoluna giderek Cehrin üzerine 1678’de sefer düzenlemiş
sonuçta zafer elde edilmiştir. Rus Kuvvetler Özi Sahilleri’ne kadar takip edilmiştir.
1679’da Ruslar’ın tekrar Özi üzerinden Osmanlı topraklarına saldırmalarına
müteakip Osmanlı ordusu harekete geçmiş ise de 1680’de Ruslar Kırım Hanı’na
müracaat ederek Özi Nehri’ni sınır kabul ederek barış talebinde bulunduklarından Kara
Mustafa Paşa Edirne’de kalmıştır.
TARİHÇİLERİN GÖZÜYLE
KARA MUSTAFA PAŞA
Raşit Tarihi: “Ulusun yönetilmesini, din işlerini ve bunların inceliklerini iyi bilen, doğru yolda, çabalı, cömert, ağırbaşlı, yasaların uygulanışında Aristo gibi davranan biri idi.”
Hadiketül-Vezüra: “Dekaik-i ümur-u alema vakıf, akil, reşid, gayyur,
fehim, kerim ve vakur bir vezir-i sahipşuur idi. Ancak tevhir-i male meyl
ile meşhur idi. Rahmetullahi Teala.” (Din işlerinin inceliklerini iyi bilen, akıllı,
doğru yoldan ayrılmayan, çabalı, anlayışlı, cömert, ağırbaşlı, bilinçli bir
vezir idi. Ancak; dünya malına düşkünlüğü ile ünlü idi. Allah Rahmet Eylesin.) “
Netaicul Vukuat: “Maktulün (K.M.Paşa) uğradığı başarısızlık, yanlışlık hoş görülür cinsten değilse de güçlü, yararlılıkları görülmüş, onurlu bir
kişi olduğundan yerinde bırakılması gerekirdi. Tarih yazarları giderilmesi
olanaksız bir kayıp olduğu görüşünde birleşmektedir.”
Kamus-ul Alam: “H. 1095’de her şeyin başı ve önü olan devlet fermanı ile (savaşta) kötü önlemler aldığı için suçlanan kusurlu bulunan
(K.M.Paşa) akıllı, ileri görüşlü, onurlu, cömert bir insandı. Mal toplamaya
düşkündü. Öldüğünde elli yaşlarında idi.“
Hadikat-ül Cevami: “ Müşarünileyh dekaik-i umür-ü aleme vakıf,
akil, gayyur, kerim ve sahip-i şuur bir vezir olup lakin vakar-ı ve tevfir-i
male rağbeti ziyade idi. Şerefli, sıhrıyete dahi nail olmuştur. Rahmetullah-ü aleyh.”
Sicil-i Osmani: “Kara Mustafa Paşa savaş konusunda uzman idi.
Sadrazamlık günleri gaza ve harb ile geçmiştir. Viyana’ya kadar dayanmış, ancak alması günlük bir olay durumuna gelmişken Polonyalı ve
Almanyalıların yardıma gelmesiyle sonuçsuz kalmıştır. Bu nedenle çok
üzülmüş ve kaygılanmıştır. Zeki, önlem almayı bilen, ağırbaşlı birisi idi. “
"ATATÜRK VE
KARA MUSTAFA PAŞA"
Yıl 1933, Mustafa Kemal Atatürk, Ankara Konservatuvarını gezmektedir. Bir sınıfa girer, ders tarihtir, konu da Merzifonlu Kara Mustafa
Paşa’nın 2. Viyana Kuşatmasında aldığı yenilgidir. Öğretmen Merzifonlu
ile ilgili olumsuz sözler kullanmaktadır. Paşanın bozguna uğradığından ve
Osmanlıların bundan sonra gerilemeye, toprak yitirmeye başladığından
söz etmektedir.
Mustafa Kemal, öğretmenin bu sözlerine sinirlenerek: “Öğretmen
Bey, Öğretmen Bey! 173.000 kişilik bir orduyu İstanbul’dan alıp Avrupa’nın göbeği olan Viyana önlerine götürmek her komutanın yapabileceği bir iş değildir. Bu büyük tarih olayını, o büyük adam gerçekleştirmiştir. Viyana’yı bir de dünyaca ünlü Padişah, Kanuni Sultan Süleyman
kuşatabilmiştir. Merzifonlu onun derecesinde büyük bir adamdır. Siz nasıl
olurda böyle bir başkomutanı kötülersiniz?
Gençler! Merzifonlu değerli bir komutandır. Bunu böyle biliniz. Bu
şekilde yenilenler, yenik sayılmazlar.” demiştir.
HAVACILIK TARİHİNDE
MERZİFON’UN YERİ
Türklerin havacılıkla ilgilenmeleri de çok eski devirlerden
başlar. Tarih boyunca El-Gevheri, Hezarfen Ahmet Çelebi ve
Lâgarı Hasan gibi kişiler gerek yapma kanatlarla, gerekse
roketlerin ataları sayabileceğimiz araçlarla uçma denemelerinde bulundular.
Osmanlı Devleti’nin son dönemlerinde havacılığın önemi anlaşıldığı için bu konuda ciddi çalışmalar yapılmış ve Batılı Devletler’den geri kalmamak için Hava Kuvvetleri kurulmuştur.
Osmanlı Ordusu, I.Dünya Savaşı’nda uçak ve balonlarla Çanakkale, Kafkas, Filistin ve Irak cephelerinde yer aldı.
Uçaklar saldırı, keşif ve gözetlemede, balonlar ise yalnızca
keşif ve gözetlemede kullanıldı.
Kurtuluş Savaşı’nda, I.Dünya Savaşı’ndaki cephelerden
gelen farklı uçak parçaları birleştirildi. Bu dönemde uçak
parça ve malzemelerinin bulunmasında sıkıntılar söz konusuydu. Uçakların kaplama bezlerini dış etkilerden koruyacak
ve profil direncini azaltmak için germeyi sağlayacak selülozik
esaslı emayit/astar boyasını bulmak mümkün değildi. Bunun yerine kimyager ve malzeme uzmanları patates,paça
suyu ve yumurta akını karıştırıp elde ettikleri sıvıyı gerdirme
amaçlı kullandılar. Yapılan uçaklar bomba, keşif ve av görevlerinde kullanıldı.
Atatürk’ün emriyle 16 Şubat 1925 tarihinde “Türkiye
Tayyare Cemiyeti” kurulur. Daha sonraları isim “Türk Hava
Kurumu” (THK) olarak değiştirilecektir. Gayesi planörcülük,
motorlu tayyarecilik, paraşütçülük ve modelcilik dallarında
kamplar eğitim tesisleri yarışma vb. faaliyetler düzenlemektir.
1928 yılında ise “Tayyare Makine Mektebi” açıldı.
Merzifon tarih boyunca ulaşım imkânları bakımından sahip olduğu ayrıcalıkların da etkisiyle birçok konuda bölgesinde ilklere sahip olmuş. Daha
birçok il merkezinde gazete yokken Merzifon’da gazete çıkması, elektrik, telgraf ve sinema gibi teknolojik gelişmelerin çok kısa sürede Merzifon’a gelmesi
bu ilklerden yalnızca bir kaçıdır.
Havacılık faaliyetleri açısından da Merzifon
olağanüstü bir durum sergiler. Türkiye’de gerçek
anlamda havacılık faaliyetlerinin 1911 yılında başladığı, Tayyarecilik Okulu’nun ilk mezunlarının 1913 yılında verdiği, düşünülürse 1935 yılında Merzifon’da
Merzifon Hava Atış Okulu adında bir eğitim birliği
olmasının ne anlama geldiği daha kolay anlaşılır. 9
Simolik uçağından oluşan Merzifon Hava Atış Okulu
adındaki bu birlik şimdiki Hava Hastanesi civarındaki bir düzlüğü hava meydanı olarak kullanıyordu.
O tarihlerde Balkan ve Doğu Avrupa ülkeleriyle olan
yakın ilişkiler ve işbirliği neticesi Çekoslovakya’dan
16 adet Letov S-16T “Smolik” satın alınmış. 8’lik
partiler halinde gelen uçakların ilk partisi 17 Mart
1929’da ikinci partisi ise 1930 ortalarında gelmiştir.
Başlangıçta bu uçaklar Eskişehir’de bulunan “Tatbikat Bölüğü”ne verilmiştir. Son derece başarılı bulunan bu uçaklardan 10 adedi bilahare hava keşif
görevleri için 24. Bölük’e nakledilmiştir. Bu başarılı
eğitim ve keşif uçaklarının 9 tanesi 1935 ile 1940
yılları arasında Merzifon’da görev yapıyordu. 1940’
da Westland Lysander’ların gelişi ile Simolik uçakları emekliye ayrılmışlardır. 1940 senesinde Merzifon’daki Smolik uçaklarının yerine Lysender’ler
gelince Meydan bugünkü yerine taşınmış ve 103.
Keşif Grubu kurulmuştur. Simolik uçaklar ise Eskişehir’deki 1. Alayın Tatbikat Taburu emrine girmiştir.
1 Haziran 1937 tarihinde Kütahya’da kurulan 4.
Tayyare Alayı beton pist inşası nedeniyle 26 Temmuz 1942 tarihinde Merzifon’a gelmiş. 4. Tayyare
Alayın 2. Taburu 53. ve 58. Bölüklerden (Hawk ve
Moran), 7. Taburu 21. ve 41. Bölüklerden (PZL) oluşuyordu. Bu arada 1940 senesinde Merzifon Hava
Üssü’ne konuşlanan Lysander’ler 1943 senesinde Adana’ya gönderilmişler. Hawk, Moran ve PZL
uçakları ise 1943 yılında Hurrıcan uçakları ile modernize edilmiştir. Hawker Hurricane’ler 2.Dünya
Savaşı’nın en tanınmış uçaklarından biridir. Britanya Savaşı’nda Spitfire’larla birlikte İngiltere’nin
savunmasını üstlenmişlerdir. 6 Kasım 1935’te ilk
uçuşunu yapmış iki yıl sonra da RAF’da hizmete
girmeye başlamıştır.
1939 yılından itibaren Hurricane’ler Türk
Hava Kuvvetleri’nde de görev yapmaya başlamış,
1947’ye kadar görevde kalmışlardır. Bu zaman zarfında değişik modellerden toplam 164 adet Hurricane görev yapmıştır. 1942 yılında Kütahya’dan
Merzifon’a gelmiş olan 4. Tayyare Alayı 2. Dünya
Savaşı sırasında Ankara ve Kırıkkale’nin hava savunması için görevlendirilmiş, bu maksatla Mayıs
1944’te Esenboğa’ya giden bir tabur Kırıkkale’nin,
Etimesgut’a giden diğer bir tabur ise Ankara’nın
hava savunmasını üstlenmişlerdir. Her iki tabur da
Kasım 1944 yılında Merzifon’a geri dönmüşlerdir.
1947 tarihinde Hurrican’lar, Spitfire’lar ile modernize edilmiştir. İngiliz Vickers Supermarine firmasının yapımı “Spitfire”lar İngiltere’nin savunmasında
görev almış, belki de 2. Dünya Savaşı’nın en meşhur
av uçağıdır. Türkiye’ye değişik zamanlarda değişik
modelleri gelmiştir. İlk parti Hawker “Hurricane”lerle birlikte sipariş edilmiştir.
15 adet sipariş edilen Mk.1 modelinden yalnız 3
adedi savaş nedeniyle teslim edilebilmiştir. Birincisi
Polonya siparişi olan bir Mk.1a’dır ve Eylül 1938’de
gelmiştir. Diğer iki adedi ise 1940 yılında gelmiştir.
Aynı yıl Eskişehir’de 4. Hava Üssüne bağlı 141 ve
142. filolardan müteşekkil 44. grup komutanlığı kurulmuştur. Bu arada F-86E uçaklarıyla modernize
olan 44. Grup Komutanlığı, 142. Filo Komutanlığı
ile beraber 11 Eylül 1956 tarihinde Merzifon’a geri
intikal etmiş, Merzifon’da 143. Filo Komutanlığı kurulmuştur. 1956 yılında Merzifon’a gelen F-86E
uçakları Amerikan North American Aviation firması
yapımı olup, F-15’lerin doğuşuna kadar USAF tarafından kullanılmış ilk ve tek hava üstünlük savaşçı,
hava muharebe uçağıdır. Üstün performansıyla
kendini Kore Savaşları’nda, kendileri gibi üstün yeteneklere sahip MiG-15’ler karşısında ispatlamıştır.
1948 Temmuz’unda ise USAF uçak kodlaması değiştirilmiş, takip karşılığı olan “P” yerine avcı karşılığı
olan “F” kullanılmaya başlanmıştır. Böylece uçağın
yeni tanımı F-86A olmuştur. Bunu takip eden üretim modeli gündüzleri görev yapabilen F-86E olmuştur.
Eskişehir’deki 4. Hava Üs Komutanlığı ise 141.
Filo Komutanlığı ile birlikte Eylül 1960 yılında Mürted’e yerleşerek 4. Hava Üs Komutanlığı burada
tekrar kurulmuştur.
Merzifon’daki 142 ve 143. Filo Komutanlıklarından müteşekkil 44. Grup Komutanlığı 14 Kasım 1961
tarihinde 5. Hava Üs Komutanlığı adını almıştır.
1967 yılında 141. Filo, 1968 yılında da 143. Filo
F5 uçakları ile modernize edilmiştir. F-5 düşük maliyet, kolay bakım ve büyük esnekliği birleştiren bir
süpersonik savaş uçağıdır. 2000’den fazla F5, müttefik ülkelerin kullanımı için USAF tarafından sipariş edilmiştir. USAF Northrop T-38 eğitim uçağına
benzeyen F5’ler cephelerdeki ham pistlerden harekat kabiliyetine sahip değişik kara destek ve hava
önleme görevlerini yapabiliyorlardı.
28 Mart 1972 tarihinde 142 ve 143 olan Filonumaraları 151 ve 152 olarak değiştirilmiştir. 1974
yılındaki Kıbrıs olayları sebebiyle her iki filoda Barış
Harekâtı’na katılmıştır.
152. Filo 16 Temmuz’da Yenişehir’e, 18 Temmuz’da ½ esasına göre Antalya’ya giderek fiilen Barış Harekâtı’na katılmıştır. 151. Filo Komutanlığı ise 17
Haziran 1974’te 8 adet F-5 uçağı ile Çiğli ve Akhisar Meydanları’na giderek harekâta iştirak etmiştir. Bu
sebeple 5. Ana Jet Üs Komutanlığı, Genelkurmay
Başkanlığı tarafından 15 Kasım 1983 tarihinde Silahlı Kuvvetler Üstün Cesaret ve Feragat Madalyası
(Altın) ile taltif edilmiştir. 15 Haziran 1981’de 2. Ana
Jet Üs Komutanlığı’ndan mezun olarak F-5 birliklerine atanan pilot teğmenlerin H/H’lık eğitimlerini
yapmak amacıyla Şafak Kıt’a Komutanlığı kurulmuş,
15 Haziran 1987’de adı 153. Filo Komutanlığı olarak
değişen Şafak Kıta Komutanlığı 1988 yılının Kasım
ayında 133. Filo Komutanlığı adıyla 3. Ana Jet Üs
Komutanlığına intikal ederek kuruluştan çıkarılmıştır. Irak’ın Kuveyt’i işgali ile başlayan Körfez krizinde
151. Filo Komutanlığı 6 Aralık 1990 tarihinde tam filo
olarak Batman meydanına gitmiş, 5. Ana Jet Üs
Komutanı kriz sonuna kadar Batman Ana Jet Üs
Komutanı olarak vazife yapmıştır. 153 Filo Komutanlığı 1991’de ½ filoyla Muş Meydanına, ½ filoyla
Batman Meydanına gitmiş burada görev yapmıştır.
F-16 modernizasyon projesi kapsamında 152.
Jet Filo Komutanlığı F-16 uçakları modernize edilmiş, 2 Mayıs 1997 tarihinde yapılan Devlet Töreni
ile uçuşlarına başlamıştır. 2 Mayıs 1997 tarihinde
açılan 152. Filo Komutanlığı’nın ismi daha sonra 151.
Filo Komutanlığı olarak değiştirilmiş olup, modernizasyonu tamamlanan ikinci filo 19 Ekim 1999 tarihinde yapılan törenle 152. Filo Komutanlığı olarak
açılmıştır. Böylece iki filo birlikte görevlerini başarıyla sürdürmüşlerdir.
1911 yılında kurulan Türk Hava Kuvvetleri kendini ardı ardına yaşanacak olan savaşların içinde bulur. Balkan Savaşları ile başlayan bu süreç, 1. Dünya
Savaşı ve Kurtuluş Savaşı ile devam eder.
"TÜRK HAVA KUVVETLERİ
AKROBASİ TARİHİ VE MERZİFON"
Türk Havacıları 1. Dünya Savaşı’nda Galiçya’dan Yemen’e ve oradan da Kafkasya’ya kadar
uzanan geniş alanda önemli görevler üstlenirken;
M.Kemal Atatürk önderliğinde başlayan ve zaferle
sonuçlanan Kurtuluş Savaşı’nda da önemli başarılara imza atar. Türk Hava Kuvvetleri’nde akrobasi tarihi de kuruluşundan çok kısa bir süre sonra;
1914’te başlar. Plt.Tğm. Fazıl Bey’in, 5 Mart 1914’te
400m irtifada viril yapmayı başarması ardından diğer pilotlar da çeşitli akrobasi hareketleri denerler.
Akrobasi konusunda dünya havacılık tarihinde kısa
zamanda yerini alan Türk Hava Kuvvetleri, bünyesindeki ilk resmi
akrobasi çalışmaları 1926 yılında Hava Harp Okulu (Uçuş Okulu)
bünyesinde başlar. Uçuş öğretmeni Plt.Tğm. Enver Akoğlu başkanlığında oluşturulan, aralarında Plt. Tğm. Tekin Arıburun’un da
bulunduğu bu grup son derece başarılı çalışmalar gerçekleştirir. Türkiye’nin NATO üyesi olduğu 1952 yılından sonra Türk Hava
Kuvvetleri’ndeki modernizasyon çalışmaları daha da hızlanır ve
kısa sürede pervaneli uçakların yerini jet uçakları almaya başlar. 1950’li yıllar jet uçaklarının teçhiz edilmeye başladığı yıllardır.
Bu tarihlerde kurulan 191. 192. ve 193. filolar Türkiye’nin ilk jet filolarıdır. Türk Hava Kuvvetleri’nde tim halinde yapılan akrobasi
gösterileri bu yıllarda başlar. Bu çerçevede Merzifon 5. Ana Jet
Üs Komutanlığı’nda da özel akrobasi timleri oluşturulmuştur. Türk
Hava Kuvvetleri akrobasi timlerinin dördüncüsü ve altıncısı Merzifon’da kurulmuştur.
4.Akrotim: Yarasalar adını taşıyan bu akrotim 1964 yılında
Merzifon 5. Ana Jet Üs Komutanlığı’nda kurulmuştur. Uçak tipi
F-86 E Sabre olan ve uçaklarının siyah-beyaz renklerle özel bir
motifle boyandığı bu akrotim, 2 yıl süreyle faaliyet göstermiş, 5’li,
9’lu ve 12’li akrobasi gösterileri yapmıştır.
6. Akrotim: 1971 Malazgirt Zaferi’nin dokuz-yüzüncü yıl dönümü kutlamalarında uçuş gösterileri yapmak amacıyla 1971
yılında Merzifon 5. Ana Jet Üs Komutanlığı’nda kurulmuştur. Sadece bu tören için oluşturulan akrotimin uçak tipi F-5A (Freedom
Fighter)’dır.
MİLLİ MÜCADELE
YILLARINDA MERZİFON
Milli Mücadele yıllarında Anadolu’nun her bölgesinde
olduğu gibi Merzifon’da da Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti
kurulmuştur. Mustafa Kemal Atatürk Havza’da iken yakın
arkadaşı Dr. İbrahim Tali Bey’i Merzifon’a göndermiştir.
İbrahim Tali Bey Merzifon’da başta Rıza Siryeli olmak üzere
Merzifon’un ileri gelen vatanseverleriyle ile görüşmeler
yapmış, bu görüşmeler sonucunda Merzifon’dan Müftü
Vehbi Efendi, 15. Topçu Alay Komutanı Pire Mehmet Bey,
Binbaşı Ahmet Süreyya Bey ve Merzifon Belediye Başkanı
Hacı Ömer Efendi Havza’ya giderek Mustafa Kemal ile
görüşmüşlerdir. Bu görüşmelerin sonucunda Müftü Vehbi
Efendi’nin başkanlığında Belediye Başkanı Ömer, Avukat
Sadık Bey, Ganizade Hacı Hafız, Belediye Doktoru Hakkı
Bey ve Siryeli Rıza tarafından "Merzifon Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti" kurulmuştur.
Merzifon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti, Milli Mücadele
yıllarında gerek işgal kuvvetlerine, gerekse Rum çetelerine
karşı propaganda ve silahlı mücadele gerçekleştirerek, bir
yandan Merzifon halkının asayişini temin ederken diğer
yandan işgal günlerinde halkın ümidini canlı tutacak psikolojik
destek sağlamıştır.
MERZİFON MÜDAFAA-İ HUKUK
CEMİYETİ’NİN KURULUŞ
"MERZİFON’UN
İŞGALİ VE KURTULUŞU"
I. Dünya Savaşı sonunda Osmanlı Devleti ile
İtilaf Devletleri arasında imzalanan Mondros Ateşkes Antlaşması’nın 7. maddesi uya-rınca Samsun’u
işgal eden İngilizler, 15 Mart 1919 günü Merzifon’u
da işgal etmişlerdir. İngiliz askerleri Merzifon’un girişinde (şimdiki Bahçecik Köyü Köp-rüsü üzerinde)
Rum ve Ermeniler tarafından alkışlarla karşılanmışlardır.
Bir bölükten oluşan İngiliz işgal birliği Amerikan Kolejine ait binalardan birisine ve Kız Mektebi
olarak inşa edilmiş ancak inşaatı henüz bitirilemediği için faaliyete geçmemiş olan, şimdiki Merzifon
Belediyesi Hizmet Binasına yerleşmiştir.
İngiliz işgal kuvveti ilk iş olarak hapisteki suçlu
Rumları serbest bırakmış, daha sonra Müslüman
olduklarını ilan eden Ermenilerin eski isimlerini almaları ve dinlerine geri dönmeleri için Nüfus Müdürlüğü’nde çalışmalar yapmıştır. İngiliz İşgal Kuvvetleri Komutanı tarafından Müslüman erkeklerle
evlenen Ermeni kızların ayrılmaları için dahi özel ilgi
gösterilmiştir.
Bütün bu faaliyetler Müslüman ahali üzerinde
ciddi sıkıntılar meydana getirmiş, Hükümet Konağı
önündeki Türk Bayrağı’nın indirilerek yerine İngiliz
Bayrağı çekilmesi ise bardağı taşıran son damla
olmuştur. Protesto gösterileri başlamış. Galeyana
gelen Merzifon İdâdisi (Lise) öğrencileri ile İngiliz
askerleri arasında meydana gelen kargaşa ortamı
Okul Müdürü Sabri Abdülhalim Bey’in öğrencileri
olay yerinden zorla götürmesi ile güçlükle önlenebilmiştir.
Bütün bu gelişmeler üzerine 15. Topçu Alay
Komutanı Mehmet Bey (Pire Mehmet), halkın ileri gelenlerini bir araya toplayarak, "Silahlarınızı
hazırlayın. Üç saate kadar bayrağı indirmezlerse hakaretle o bayrağı aşağı alalım." diyerek halkı örgütlemiş ve İngiliz subayı ile görüşmeye gitmiştir.
Görüşme sonucunda İngilizlerin Türk Bayrağı’nı yeniden çekmeleri üzerine ortalık sakinleşmiştir.
Merzifon’da İngilizlerle ciddi çatışmaların
meydana gelmemiş olmasında ileri gelen kişilerin sağduyulu davranmalarının yanı sıra bir başka
etken daha vardı. Merzifon’a ilk gelen İngiliz askeri
birliği Hintli Müslümanlardan oluşuyordu. Dolayısıyla bu Müslüman askerler kısa sürede Merzifon
halkı ile samimi ilişkiler kurmuştu. Hatta vefat eden
bir Hintli askerin cenaze törenine Merzifon halkı da
ilgi göstermişti. Bu ilişkilerin işgal açısından olumsuz
sonuçlar doğuracağını düşünen İngilizler bir süre
sonra bu Müslüman askerleri Senegalli Hristiyan
askerlerle değiştirmişlerdir.
İşgalciler, özellikle Ermeni Tehcirini bahane
ederek yöneticilere baskı yapmaya çalışmış, bu
baskılar sebebiyle dönemin Kaymakamı, Jandarma Komutanı ile birlikte pek çok ittihatçı ileri gelen
yönetici de çevre köylere gizlenmişlerdir. İngilizler
tehcirle ilgili çalışmaları yürütmek üzere Ermeni ve
Rum kökenli kişilerden oluşan bir heyet kurmuşlardır. Halkın gözünü korkutmak amacıyla Belediye
Başkanı Hasanzade Hüseyin Bey ve İttihatçılardan
birçok kişiyi tutuklamışlardır. Bu sıkıntılı ortamda
Havza’ya gelen Mustafa Kemal ile görüşmeye giden Merzifon eşrafından Zeki Bey, durumu kendisine anlatmış, bunun üzerine tahkik heyetine Mustafa
Kemal bir telgraf çekerek, heyetin çalışmaları durdurmaması halinde gerekirse güç kullanmak zorunda kalacağını ifade etmiştir. Bu telgraf üzerine
Belediye Başkanı’nın serbest bırakılması Merzifon
halkının yeniden cesaretlenmesine ve İttihatçıların
tekrar harekete geçmelerine sebep olmuştur.
Havza’da Mustafa Kemal ile görüşen heyet,
Merzifon Müftüsü Vehbi Efendi, Alay Komutanı
Pire Mehmet Bey, Belediye Reisi Hacı Ömer Efendi’den oluşuyordu. Bu görüşmeden sonra Mustafa
Kemal’in yakın çalışma arkadaşlarından Dr. İbrahim Tali Bey Merzifon’a gelmiş ve yaptığı temaslar
sonucunda Merzifon’daki "Milli Mücadele Teşkilatı"
tam anlamıyla kurulmuştu. Merzifon Müdafaa-i
Hukuk Cemiyeti gerek işgal sırasında gerekse işgal
sonrasında çok faydalı işler yapmış, özellikle bölgede faaliyet gösteren Rum çetelerine karşı ciddi mücadele vermişti.
İşgal günlerinde İngiliz çemberi altında bulunan 10. Piyade Alayı’nın Kışlasından kaçırılarak halka gizlice dağıtılan silahlarla birlikte bin civarında
silaha sahip olunmuş ve her an çatışmaya hazır
hale gelinmişti. 9 Haziran 1919’da İzmir’in Yunanlılar tarafından işgalini protesto etmek için yapılan
miting, Merzifonluların İngiliz işgaline bakışını da
ortaya koyması açısından önemlidir. Bu arada İngiliz askerleri ile halk arasında zaman zaman küçük
çaplı çatışmalar meydana gelmiş, hatta 12 Haziran
1919 günü İngiliz işgal komutanının aracı taşlanmıştır. Bu olaylar üzerine Samsun’a gönderilen raporlarında Merzifon’da Türklerin sonuna kadar
çarpışmaya hazır ve kararlı oldukları belirtilerek, işgalin sona erdirilmesi yönünde görüşler ağırlık kazanmıştır.
Neticede işgali sona erdirme kararı alan İngilizlerin bu tavrı Merzifon’daki Amerikan misyonerleri
ve azınlıklar arasında müthiş bir şaşkınlık ve korkuya
yol açmıştır. Kolej Müdürü Georgie E. White acilen
İstanbul’a özel olarak gönderilmiş ve işgalin sona
erdirilmesi kararı bir süreliğine ertelenmiştir. Ancak
bu erteleme uzun süreli olmamış, Eylül ayında İngilizler işgali sonlandırmak mecburiyetinde kalmışlardır.
İngiliz işgalinin sona ereceği haberini alan Ermeni ve Rumlar öfkeli bir şekilde İngilizlerin üzerine
yürümüş fakat yapılacak herhangi bir şey kalmadığını anladıklarından büyük oranda İngilizlerle beraber Merzifon’u terk ederek 28 Eylül günü Samsun’a
doğru harekete geçmişlerdir. Aynı zamanda Amerikan misyonerleri de İngilizlerle beraber Merzifon’u
terk etmişlerdir.
Sonuç olarak Merzifon’da 15 Mart 1919 günü
başlayan İngiliz işgali Merzifon Müdafaa-i Hukuk
Cemiyeti’nin çalışmaları neticesinde 28 Eylül 1919
günü sona ermiştir..
MERZİFON ASAYİŞ
KONGRESİ
Merkezi Samsun’da bulunan Canik Sancağı
ve sahilin iç kısmındaki Pontus çetelerinin saldırıları
devam ederken, işgal tehlikesi de yaşayan bölgede, vatanseverler arasında bir takım savunma ve
güvenlik tedbirlerinin görüşülmesi için 27 Haziran,
3 Temmuz 1920 tarihleri arasında Merzifon’da bir
kongre toplanması kararlaştırılmıştır.
Merzifon Kongresi olarak bilinen bu kongreye
Gümüşhacıköy, Köprü, Ladik ve Merzifon delegeleri
katılarak şu kararları almışlardır:
a)Kongreye katılan ilçeler, bölgelerinde atlı ve
yaya olarak “Kuvve-i Muhafaza”lar kuracaklardı.
Bunların görevi asayişi ilgilendiren konularda jandarmaya yardımcı olmak ve verilecek diğer vatanî
görevleri yerine getirmekti. Merzifon için 20 süvari,
4 piyade, Ladik, Havza, Gümüşhacıköy ilçeleri için
20’şer süvari, 20’şer piyade, Köprü ilçesi için 20
süvari, 30 piyade mevcutlu kuvvetlerin kurulması
kararlaştırılmıştı. Bu kuvvetlerin sevk ve yönetimi
bölgelerin takdirine bırakılmıştı.
b)Ayrıca her ilçe büyüklüğüne ve bölgenin özelliğine göre kısımlara ayrılarak, her kısma Müdafaa-i
Milliye Cemiyeti tarafından emir ve kumandaya yetenekli bir memur tayin edilecekti.
Yine her bölgenin sözü geçen kişilerinden meydana gelecek bir heyet kontrol, yol gösterme ve yürütme işleriyle yükümlü olacaktı. Bu heyetler bölgelerinde genel silah ve cephaneyi, silah kullanmaya
muktedir kişileri tespit ederek, Kuvve-i Umumiye’nin
talim ve irşadına çalışacaktı.
"MERZİFON EŞEĞİ"
Ankara’nın keçisi, Van’ın kedisi, Denizli’nin horozu gibi milli
bir gurur abidesi olup tescillenmemişse de Merzifon eşeği
uluslararası bir üne sahiptir. Dünya’da Mısır eşeği ve Kıbrıs
eşeği ile birlikte anılır. Edebiyat ve mizahın konusu olmuş,
roman ve hikâyelerde kullanıldığı gibi, sinemada da kullanılmış
bir objedir Merzifon eşeği.
Hititler döneminden bu yana Merzifon’da eşek özellikle
taşımacılık sektörünün önemli aktörlerinden birisi olmuştur.
Osmanlı Devleti’ne ait tahrir defterlerinde kayıtlı hayvanlar
arasında ciddi bir yekûn tutar Merzifon eşeği. Her dönemde
önemini korumuştur. Aslında Merzifon’da tarihin her
döneminde eşeğin özel bir öneme haiz olması şaşırtıcı değildir.
Zira bilindiği gibi İstanbul ve Ankara’dan gelip Karadeniz’e
ve Kafkaslara uzanan yollar Merzifon’da kesişir. Yine tarihi
İpek Yolu Merzifon’dan geçer. Ayrıca şu anda kullanılmayan
Taşan Dağı üzerinden Vezirköprü, Sinop, Kırım yolu gibi yollar
Merzifon’u tarih boyunca stratejik açıdan önemli bir merkez
haline getirmiştir.
Bu stratejik üstünlük, Çelebi Sultan Mehmet ve daha
sonra Kara Mustafa Paşa’nın yaptığı eserlerle çok daha önemli
hale gelmiş ve Merzifon uluslararası ticaret merkezlerinden
birisi haline dönüşmüştür.
Tacirler deve kervanlarıyla getirdikleri kıymetli malları
Merzifon Bedesteni’nde ihale yoluyla yerel firmalara
devrederlerdi. Günümüzde distribütör olarak adlandırılan
bu dağıtıcı firmalar da deve kervanlarının getirdikleri emtiayı
eşek katarlarıyla bölgeye dağıtırlardı. Eşek katarları o kadar
önemliydi ki, neredeyse zenginliğin ölçütlerinden birisi olarak
algılanırdı. Bu yüzden eşek stratejik öneme sahip bir taşıma
aracı olarak görülür, yetiştirilmesi ve bakımı için mecburen bir
altyapı oluşturulurdu.
Merzifon Eşeği Merzifon Bağlarının daracık yollarında
meşhur Merzifon Üzümü başta olmak üzere bağ ve
bahçe ürünleri taşıma işinde Merzifon halkının en
önemli yardımcısı olmuştur.
Merzifon merkezli dağıtım şebekesi Samsun,
Sinop, Osmancık, Tosya, Kargı, Çorum, Tokat,
Amasya, Kavak, Ladik gibi geniş bir bölgeyi kapsayan
bu bölgedeki ticari hayatı kontrol altında tutan bir
yapıya sahipti. Bu geniş alan içinde dağıtım yapan
eşek katarları eşek sayısının ve kalitesinin sürekli
olarak artmasını da sağlıyordu.
Yük taşımacılığında eşek kullanılmasının birçok
sebebi vardır. Eşek iyi bir kılavuzdur: Gittiği bir yolu
hiç unutmaz ve o yoldan şaşmaz. Bu nedenle deve
veya katır kervanlarının önüne daha önce bu yoldan
gitmiş bir eşeği kılavuz olarak koyarlar. Yüzde 7
eğimin üstüne çıkmaz, sağlam yolu her zaman
bulur. Yük katarlarında kullanılan Merzifon eşekleri
de yüzyıllar boyunca bu görevi yerin getirmişlerdir.
Motorlu taşıtlar yaygınlaşıncaya kadar bu durum
böyle devam etmiştir. Cumhuriyetin ilk yıllarında bile
Anadolu’da hatırı sayılır oranda deve varken zaman
içinde bu develer nasıl ortadan kalktıysa eşekler
de aynı akıbeti paylaşmaktan kurtulamamışlar ve
önemlerini kaybetmişlerdir.
Bugün Çorum ve Samsun gibi iki büyük şehrin
arasında sıkışıp kalmış olan Merzifon her şeye
rağmen yine de stratejik önemini korumaya devam
ediyor. Kargo şirketlerinin aktarma merkezleri
Merzifon’da konuşlanmış durumda. Gazete dağıtım
sistemi de aynı şekilde. Stratejik olarak değişen
pek bir şey yok. Sadece eşek katarlarının yerini
kamyonet filoları aldı. Deve kervanlarının yerini alan
tır ve kamyon filoları ile birlikte eşeklerin yaptığı
iş şimdi küçük kamyonlar yapıyor. Ticari olarak
kullanım değeri kalmayan Merzifon eşeği de ne
yazık ki nesli tükenme tehlikesi ile karşı karşıya kalan
varlıklar listesine dâhil oldu.
Merzifonlu Ermeni ailelerden Serapyan
Kardeşler Amerika’ya göç edince Kaliforniya’da
incir yetiştirip kuru incir ticaretine başlamış.
İncirleri satacak pazar sıkıntısı çeken Seropyan
kardeşler tren yolu ile satmayı denemiş fakat çok
pahalı olan tren yolu naklinden vazgeçip Merzifon
usulü tonlarca inciri eşeklerin sırtında 300 km
mesafe uzaklıktaki San Francisco’ya taşımışlar,
çok geçmeden çevredeki çiftçilerin mallarını da
taşımaya başlayan Seropyan’lar San Joaquin
ovası çevresindeki çiftçilerin ürünlerini bütün
Amerika’ya satan yanlarında 800 kişi çalıştıran
büyük bir pazarlama şirketi oluvermiş. Bu ilginç
anekdot Merzifon’da yüzyıllarca uygulanan eşek
katarları şebekesinin önemini ortaya koymaktadır.
Merzifon eşeği edebiyata da konu olmuştur.
Hatta 2. Meşrutiyet’in ilanından sonra "Eşek" adlı bir
mizah dergisi yayınlanmış. Baha Tevfik tarafından
yayınlanan “Eşek” dergisinin ilk sayısı, 16 Teşrinisani
(Kasım) 1326’da çıkmıştır. Gazetenin başında
imtiyaz sahibi, yani şimdiki sorumlu yazı işleri
müdürü dediğimiz kişiler şöyle belirtilmişti: “Sahibi
imtiyaz: Merzifonî - Müdiri mesul: Halil” Merzifoni,
bilindiği gibi, Merzifonlu demektir. Gazetenin
idarehane adresi olarak da şu beyit yazılmıştır:
“Babıâli Caddesi’ndedir ahır, Numro dörttür, iş
düşerse gel anır”. Notaya muafık her türlü anırtı
kabul edilir. İnsanlara ders-i edep verir. Sahiplerinin
eşekliği tutunca neşrolunur, muti, mütehammil
ve beynelmilel hayvan gazetesidir”. Sermuharriri
(başyazarı) Kıbrısî Don Kişot. (Kıbrıs’ın da Karpat
eşekleri meşhurdur. Ondan Kıbrısi demektedir)
Müdir-i edebî: Çimenderzade Faik. Heyet-i tahririye
(yazı kadrosu): Topal eşek, tırnağı karıncalı eşek,
kaba kulak.
“Eşek” adı altında 16 sayı çıkabildikten sonra,
mizah dergilerinin hemen hemen hepsinin başına
gelen akıbet “Eşek”in de başına gelmiş kapatılmıştır.
Merzifon eşeği unutulacak, unutturulacak bir
varlık olarak görülmemelidir. Sahip çıkılması gereken,
bu şehrin tanıtımına ve turizm değerleri arasına
katılması gereken bir obje olarak düşünülmelidir. ..
YORUMLAR
Merhaba hemşerim, 1956 yılında Suluca köyü Suluova ilçesi olmasaydı Merzifon'un köy sayısı daha çok olacaktı. Sulu ovalı olmama, çoğunlukla Amasya'da yaşamış olmama rağmen Merzifon'un diğer ilçelerinden çok daha gelişmiş olduğunu söyleyebilirim. Güzel bir bilgilendirme yazısıydı, ancak okunması açısından seri şeklinde yayınlanmasını daha doğru buluyorum. İki satırlık şiiri bile okumaktan çekinenlerin paylaşımınızı okuyacağını sanmıyorum. Bu güzel paylaşım için teşekkür ederim saygı ve selamla...
Kavramsal Empati Yılmaz S
Ama sağ olsun belediye başkanımız öylesi güzel bir pdf formunda tanıtım paylaşmış ki daha fazla metni kısmaya gönlüm el vermedi.
Keşke dediğiniz gibi kısa kısa günlük paylaşımlar yapsaymışım emeğim daha fazla değer görebilir ama olsun herkesin canı sağ olsun okuyan, okuyamayan .
Ama pdf'den metin aktarmakta baya zormuş WORD'de.
Hep kelime ayrılıklarını düzeltmeye uzun vakitlice çalışsam da bu kadar olabildi her şey.
Araya da tanıtım bölümleriyle ilgili mesela meşhur yemeklerimizle ilgili fotoğraf da koymak daha da dikkat çekebilirdi ama ne yazık ki sitenin bu konuda olanakları ve kuralları kısıtlı.
O açıdan istediğim düzeyde etki yaratabilecek Merzifon ile ilgili tanıtım paylaşımı yapamasam da çok uzun zamandır düşündüğüm bu çalışmayı sunmayı iyi bir şekilde başardığıma inanıyorum.
Emeğim şiirlerimde de olduğu gibi yeterince değer görmeyeceğinin bilincinde de olsam da hayatta yürümek için adım atmak zorundayız.
Ben de değer göreyim veya görmeyim çalışmalarımı sunmaya ve geleceğe benden sonrakilere kayıt geçmeye çalışıyorum.
Umarım gelecek zamanda daha iyi çalışmalar sunabilirim.
İlginiz için bir de memleketlim olarak bu sitede sizi görmek, yeni yeni tanıma fırsatı bulmaktan ayrı bir mutluyum.
Sonsuz selam ve saygılarımı sunuyorum size ve tüm Merzifonlu hemşerilerime...
Öncelikle bu uzun yazıma kaynak olan memleketim Merzifon Belediyesi'ne ne kadar teşekkür etsem azdır.
O kadar müthiş bir içerik hazırlamışlar ki paylaşmaya doyamadım diyebilirim ama biraz okuyucular için kısaltmak zorunda kaldım.
Merzifon'un tarihini anlatmaya kelimelerimin yetmeyeceği gibi nacizane bir şekilde siz şairlere bilgi vermek ,tanıtmaya çalıştım. Gücümün yettiği kadarıyla ...