Düğün Kervanı
Hasan TAŞCI
Aradan epey bir zaman geçti. Ben diyeyim üç, siz deyiverin beş gün mü neydi onu anca geçen zaman bilir. İşte o günlerden bir gece vakti, amcamgiller ve tabi nenem ile ben cümbür cemaat Remziye teyzegillere iade-i ziyarette bulunduk. Remziye teyzelerin evi ile bizim ev arası yürüme mesafesi anca beş dakika bile sürmez, o kadar yakın ama bir o kadar da uzak.
Gecenin kör bir vakti, hava karartılı, ay bir görünür bir görünmez, sanki bulutlarla saklambaç oynar mübarek. Etraftaki köpeklerde işin ayrı bir cabası. Bir havladılar mı? Korkudan insanın yolunu değiştiresi gelir alimallah. İşte! Bu ahval içinde korkudan nenemin şalvarına sıkı, sıkı tutunmuş bir vaziyette, başka bir insan soluğunun yanında olduğunu hissetmenin var olan duygusuyla ve bir o kadar da neşeyle Remziye teyzelerin evinin yolunu tuttuk.
- “Cereyan yok muydu mu sokaklarda?” diye bir soru duyar gibiyim. O da ne demek şimdi? Keşke olsaydı da geceyi gündüz etseydik. Sorulacak sual mi şimdi bu?
Dış kapı çalındı, kapı çıngırağı sallandı. Hoş geldiniz, beş gittiniz faslının ardından odaya geçildi. Oda da herkes yine yerini almış, yola bakan odanın cam önüne kurulu sedire kurulan kurulmuş, bize de her zaman ki gibi kapı eşiğine serili minderlik düşmüştü. Nenemim kapı eşiğine neden oturduğunu anlatmıştım ama gittiği her yerde kapı eşiğini seçmesini hala anlayamadım, işin doğrusu. Kapıdan girer girmez hemen sağ tarafında kurulu kuzine soba, üstünde ise kocaman kara bir güğüm durmakta. Sobanın hemen karşı duvarında ise belli ki isi yeni temizlenmiş bir kara lamba (idare lambası) asılı. Sobanın palazlanmaya yeni başlamış ateşi ile kara lambanın kıvrak belli alevinin gölgesi buluşmuşlar karşı duvarda, sanki düğün varmış ta kaşıkları almışlar karşılıklı çiftetelli oynar bir hal içerisindeymişler gibi geldiydi, çocuk aklımla o zaman bana.
Her neyse, ben; yine her zaman ki gibi nenemin ayakucuna uzandım, sağ elini sol kulağıma kapadım ve başladım Remziye teyzenin hikâyesini dinlemeye, gözlerim yarı kapalı vaziyette. Remziye teyze oturduğu sedirde kısa bir iç geçirdikten sonra bana doğru dönerek;
- “Bu akşam da; bizim karşı komşumuz, sizin de hısımınız olan Hanife abanın genç bir kız iken bize aktardığı bir öğüdü deyivereyim sizlere.” diye başladı söze.
“Aralık ayının soğuk bir gece vakti idi. Hava soğuk mu soğuk, insanın dişleri tir, tir zangırdıyor soğuktan. O kış öyle bir kar yağdıydı ki anlatamam size. Kapıdan dışarı adım attın mı, diz boyu kar karşılardı hemen bizi. Hepiniz bilirsiniz; kar yağarken havanın sıcaklığı pek o kadar etkilemez insanı ama bir gece sonra hava dona kardı mı? Alimallah eşek çiftesi gibi insan yüzüne pek bir yaman vurur soğuğun o keskin darbesi. Hele bir ay çıkmaya görsün, buz ile ay olmuş sanki kırk yıllık kedi ciğer sarması. Buz; öyle bir parlar ki sanırsın aya gönlünü kaptırmış gel de anamdan beni ister der gibi şakır, şakır şakırdar durur ayın karşıcığında. İşte o soğuk ayazlı günlerden bir gece geç saatler de, Hanife abanın ocakta ki kara güğüm tıslar dururmuş. Suyum bitti tıs… Suyum bitti tısta tıs…Deyi!
Teyfi (Tevfik) amca sabah namazına duracak şimdi, adamcağız nasıl abdest alacak soğuk suyla. Hemen bir koşu manavların orda ki oluktan bir güğüm suyu kapıp geleyim, diye karar kılmış kendiliğince. Yeldirmesini, beyaz örtmesini, ayağından hiç çıkarmadığı kalın yün çorabının üzerine giydiği işlemeli patiğini giymiş, almış tıslayan güğümü, dış kapıyı açmış. Hele; bir de tahta dış kapının gıcırtısına eşlik etmek isteyen kapının üstüne asılı karakeçi zili çıngır, çıngır ötemeyeymiş iyi olacakmış, emme neyse olmuş olacaklar gayri.
Kapının önü ışıl, ışıl buz, düşmemek için zor tutmuş kendini. Suretini şöyle bir çevirmiş keskin yoluna. Taa! Uzaktan Karaağaç başından bir gürültü kıyamet kopup gelmekte bayır aşağı doğru. Ben diyeyim cümbüş var, siz deyin Beşevler’li Satılmış Ünnü almış taifesini gırnatasıyla (Klarnet) oturak âlemi yapar, habersiz gecenin bu vakti. Koca bir deve kervanı, develerin önünde ise bir eşek, çeker kervanı anırarak, Keskin köyü yolundan bayır aşağı doğru. Etrafında kızlı erkekli bir gurup, çal oynasın vur patlasın düğün ederler sanki hep birlikte. Karanlıktan pek seçememiş yüzlerini ama kervan yaklaştıkça giydikleri urbalardan tanıyacak gibi olmuş gelenleri.
- “Kız Hatice, sen misin o?”, diye seslenmiş Hanife aba; grubun en önünde gelen kızlarından birine.
- “Benim, benim Hanife. Hadi gel, sende katıl bize.”, diye. Ses gelmiş, gerisin geriye.
Hanife aba, kervan yaklaştıkça bir de ne görsün. Macır Mahallesinin tüm genç kızları sanki hep oradalar. (Safiye’si, Necla’sı, Fatma’sı, Safiye’si, Ümmü’sü, Gülsüm’ü, Ayşe’si, Naile’si). Esvaplarından seçebilmiş seçebilmesine hepsicini ama suretlerini pek belleyememiş işin doğrusu. Hanife abanın elimde güğüm, tüm kızların urbaları düğünlük, ellerinde kaşık, çığırmaktalar hep bir ağızdan bir türkü, düğün kervanıyla beraber bayır aşağı gelirken;
Ay oğlan bekar mısın?
Şeftali satar mısın?
Şeftali şöyle dursun ay oğlan,
Benimle kaçar mısın?
Haydi, yârim kayabaşına, kayabaşına.
Al beni yanı yanı başına…..
Hanife abanın içine bir ferahlık çökmüş, gurubun iyice yaklaşmasını beklemeye koyulmuş. Türkünün sesi o kadar neşeli gelmiş ki uzaktan. Su mu aklından uçmuş gitmiş. Elindeki güğümü ters çevirmiş, vurmuş kara isli göbeğine, o da eşlik etmiş kervancılara. Bu arada da elini beyaz örtmesine götürür, açılmasın diye de habire bağlayıp dururmuş kara isli elleri ile.
Düğün kervanı, Palaların (hane soyadı) evin biraz ötesinde durmuş. Bizim Hanife aba durur mu? O da bir koşu çıkmış hemen yukarı. Vur patlasın, çal oynasın. Kaşıklar kırılıncaya kadar, katılmış guruba. Ne donun ayazı gelmiş aklına, ne de soğuk. Su mu? O da ne ki? Eğlenti gelmiş kapının önüne bunca yıldan sonra, kaçırır mı bunu hiç Hanife aba? Bir taraftan da:
- “Kız Hatçe! Ne bu şimdi, nerden çıktı bu kervan, bu düğün, kimin düğünü, de hele bir yol bana?”, diye sual eyler, bir taraftan da güğümü çalmaya devam ede dururmuş. Kan ter içinde kalıncaya kadar durmadan oynamış durmuş gecenin bir vakti.
Remziye teyze soluklandı, “Ağzım damağım kurudu, bir şerbet yudumlayayım hele”, dedi ve bir müddet hikâyesine ara verdi.
Öykü arasında, çişcazı gelen helâya koştu, koşmasına ama ne korkuyla, gidişleri ile gelişleri bir oldu. Sanırsınız helâ hemen ceplerinin içinde, orasını anca yaşayan bilir. Vakit bir o kadar salmış ki kendini bayır aşağıya, sanırsınız saatler yerine yıllar geçti. Hep bir ağızdan; sonra, sonra ne oldu? Deyip durduk merak içinde. Koyulduk pür dikkat, yudumunu bitiren Remziye teyzenin ağzından çıkacakları dinlemeye.
Remziye teyze şöyle yokladı bir hafızasını ve devam etti, kaldığı yerden anlatmaya Hanife abanın o devirde yaşadıklarını:
Hanife aba öyle bir oynamış, öyle bir oynamış ki sanki yıllardır hiç oynamamış. Kaptırmış kendini türkünün büyüsüne, unutmuş elinde ki güğümle ne edeceğini. Derken; birdenbire macır mahallesi imamı Mustafa Efendi başlamış sabah ezanını okumaya. Gün ağarmaya, kuşlar cıvıldamaya başlamış ezan-ı Muhammed ile birlikte. Salâvat getirmiş Hanife aba, toparlamış kendini. Etrafına bakınmış, ne bir kervan var, ne düğün, ne de macır mahallesinin kızları. Sanki hepsi olmuş toz bulutu. Uçmuş, karışmış göğe sabah ezanıyla birlikte apansız. Koca kervan ve kervanın sahipleri ile birlikte. Hanife aba kala kalmış yol ortasında susak gibi, elinde bir güğüm o da ters. Hala vururmuş güğümün göbeğine “güm be de güm, güm be de güm.”
Ama bu eğlentiden değil, korkudanmış meğerse. Aklına gelivermiş birden, “abdest, Teyfi amca, su, güğüm, oluk?
Başlamış koşmaya, manavların (hane soyadı) orda ki oluğa. Doldurmuş güğümü, tırmanmış yokuşu bir nefeste. Varmış avlu kapısına, kapıyı açmış gacır, gucur zıngır, zıngır. Çıkarmış kara lastikleri, asmış yeldirmeyi, varmış oda ya ocak başına bir nefeste. Bir de ne görsün? Koca Teyfi amca uyanmış, abdestini almış, namaza durur vaziyette. Hanife aba biraz korku, biraz da endişeyle beklemiş Koca Teyfi amcanın ardında. Namazgâhını toplamaya başlayan, Koca Teyfi amca sormuş?
Ne bu halın böyle Hanife hatun? Karşımda suyu dökülmemiş susak gibi durursun, bir o kadar da korkudan sararmışsın, hayırdır? Örtmen, suratın niye böyle kapkara? Kömürlüğe mi girdin gecenin bir vakti? De hele bir bana? Hem, güğümü de bulamadım. Soğuk suyla aldım abdestimi. Hasta mı edeceksin beni yahu, diye söylenmiş, biraz kızgın, biraz da merak içinde.
Hanife aba bir çırpıda olup bitenleri bir, bir anlatmış herifine üstü başı ter içinde.
Koca Teyfi amca;
- “Sen hele önce bir abdestini al, kıl namazını. Sonra ben sana deyivereyim ne olmuş ne bitmiş.”, diyerek Hanife abayı sakinleştirmiş.
Namaz sonrası, Hanife aba ve Koca Teyfi amca kurulmuş ocak önündeki kuzu postuna. Koca Teyfi amca, başlamış söze.
- “Hatun bu anlattıklarına göre sen cinlere karışmışsın, önce bir E-uzu besmele çek hele. Seni bir daha rahatsız etmesinler. Üç gün boyunca besmelesiz dışarı çıkmayasın ha!”, diye tembihlemiş uzunca.
- “Anlattıkların bana, koca anamın ocak başında bize söylediklerini anımsattı. Onu sana bahsedeyim de olanı biteni sende kavrayasın hele.”, demiş.
- “Mahallede gelinlik çağı gelmiş bir genç kız, çeyiz sandukasını besmelesiz açmış, içindekilere baka, baka sanduka başında uykuya dalmış. Sandukanın kapağı da gece boyu öylece açık unutula kalmış. Evlenme çağına gelen mahallemiz genç kızını takip eden, aynı yaştaki genç bir cin kız da bunu fırsat bilmiş. Tüm çeyizi çalmış ve kendi düğününü etmiş. Sen de buna tesadüf etmişsin, olduğu bu işte.”, demiş içini çekerek.
Hanife Aba;
- “Peki, bey; o zaman tüm macır mahallesi genç kızlarının esvapları ne arardı üzerlerinde. Bire bir aynıydı hem de.”, diye devam etmiş merakla.
Koca Teyfi amca, cevap vermiş;
- “Eğer mahalle de evlilik çağı gelmiş genç bir kız besmelesiz çeyiz sandığını açarsa ve gece boyunca da açık unutursa, aynı yaştaki evlenme yaşına gelen tüm cin kızlar, mahallenin evlilik çağı gelmiş tüm kızların çeyiz sandıklarına musallat olur. Onların urbalarını çalıp, giyinip kuşanarak kendi düğünlerini yaparlar.”, demiş ve devam etmiş.
- “Sen sabah topla arkadaşlarını ve mahallenin tüm genç kızlarını. Anlat bir, bir bu yaşadıklarını. Anlat ki! Bir daha unutmasınlar, besmelesiz çeyiz sandığı açmamasını ve sonrasında ise kapamasını.”
- “Ha! Hatun neydi o duyduğun, ara da bir sessizce mırıldandığın Türkü? De hele bir bakalım. Pek de güzelmiş doğrusu.”
Hanife aba tencereyi almış, vurmuş güğümün göbeğine. Dum ba da dum, dum ba da dum”.
Ay oğlan imana gel
Dolaş da pınara gel
Hiç bahanen yoğusa
Elini yumağa gel….
Onlar ermiş muradına bizlerde çıkalım kerevetine. De hadi vakit tamam. Evli, evcazına, köylü, köy cazına.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.