Kaybolan Anahtar
"Ne güzel bir sabah! Oh, güneş pırıl pırıl ve daha şimdiden ısıtıyor. Kuşlar da cıvıl cıvıl… Tadını çıkarmak gerek günün!” diyerek başlıyorsunuz güne.
Böyle bir hafta sonunu hayal etmişsiniz haftalardır yağan yağmurdan sonra. Nihayet, diyorsunuz, nihayet...
Bir yandan kahvaltı yapıyorsunuz; biryandan da güne sığdıracağınız küçük işleri planlıyorsunuzdur. Derken; hazırlanmaya başlıyorsunuz. Aynanın karşısında bir hayli oyalanıyorsunuz. Sağınızı solunuzu çekiştire çekiştire; saçınızı bir o yana, bir bu yana tararken aynadaki suretinizle flört ediyorsunuz. Sanki bir tiyatro sahnesindesiniz de mükemmel olma kaygısıyla marifetinizi kanıtlayacaksınız izleyicilerinize…
Evet, vakit tamam! Artık şu aynanın karşısından ayrılmak gerek. Evden çıkmalıyım ve bir işe yaramalıyım, diyorsunuz.
Çantanız hazır. Ayakkabılar ayağınızda. Kilitli olan kapıyı açıp çıkıyorsunuz. Asansörle inmiyorsunuz. Sağlıklı olmak adına merdivenleri tercih ediyorsunuz.
Şimdi dış kapıdan çıkıyorsunuz. Dışarıda, tam cümle kapısının sağ tarafında konuşan bir adam ve bir kadına selam veriyorsunuz. Yanlarındaki köpekleri size doğru hareket ediyorlar,; fakat yularından bir adımdan daha fazla atamıyorlar. İçiniz "cız" ediyor o an!
Yürüyorsunuz tren istasyonuna doğru. Sıcak havayı serinleten rüzgar saçlarınızı havaya kaldırıyor. Elinizle yatırıyorsunuz teller gerisin geri. Kaldırımda yürürken insanlara bakıyorsunuz. Yanınızdan geçen bisiklet ve taşıtlar neredeyse hiç duyulmadan; kayar gibi geçip gidiyorlar.
Şimdi istasyondasınız. Bilet almanız gerekiyor. Elinizle çantanızdan cüzdanınızı çıkarıyorsunuz. Tam o anda dış kapıyı kilitleyip kilitlemediğinizi düşünüyorsunuz. ”Aaa! Anahtarı ne yaptım?”dediğinizi duyuyorsunuz. Hemen elinizle aramaya koyuluyorsunuz.
Binmeyi düşündüğünüz treni kaçırma ihtimaliniz var...
Bir kenara çekilip anahtarı arıyorsunuz. Her nedense heyecanlısınız. Hem anahtarı arıyor; hem de anımsamaya çalışıyorsunuz evden çıkarkenki anları. Yok! Bir türlü gelmiyor aklınıza evden çıkış anınız. Ve anahtar yok çantada.
Oracıkta aranırken; kendi etrafınızda, dünyanın güneşin etrafında dönmesi gibi, dönüyorsunuz. Gözünüz gelen geçeni görmüyor artık. Bloke olmuşsunuz. O gelen geçenler sizin meşguliyetinizi görüyor. Tedirginliğinizi de... Amaaan, baksınlar; kimin umrunda, diyorsunuz...
Nasıl olur? Anahtar yok, yok! Allahın belası! diyebiliyorsunuz sadece. Anahtar mı, yoksa siz misiniz bela olan?
Eve gerisin geri dönmekten başka bir seçeneğiniz kalmıyor. Bu karara vardıktan sonra, kendi kendinize söyleniyorsunuz. Aklınıza; hafızanızın kısalığına kızıyorsunuz. Kaybettiğiniz zamana kızıyorsunuz. (Kendinize mi, zamana mı acıyor musunuz?)
Ve salaklığınıza verip veriştiriyorsunu. (Nasıl yani?)
Eve dönerken adımlarınız daha hızlı. Onlar da mı öfkeli? Evinizin dış kapısına gelmeden daha, orada karşılaştığınız komşularınızın gitmiş olduğunu diliyorsunuz. (Utanç mı duyuyorsunuz yoksa?)
Oh beee! Gitmişler! Çarçabuk asansöre giriyorsunuz. Heyecanınız artıyor! Saniyeler, saatler evriliyor adeta.
Kapınızın kolunu tutar tutmaz açılıyor kapı. Ürperiyorsunuz. İyi ki çocuk değilsiniz ve anneniz görmüyor olanları! Fakat anahtar yerinde asılı değil.
A aaa, diyorsunuz ve ayakkabılarınızı sabırsızlıkla çıkarıyorsunuz.
Çantayı yere atıyorsunuz. Bütün holü, mutfağı, banyoyu dolaşarak anahtarı arıyorsunuz, ama nafile!
Fıttıracak noktadasınız. Aynanın karşısına geçiyorsunuz. Kendinize bakarak düşünüyorsunuz. Sanki filmi başa almak istiyorsunuz. Bir süre gözlerinizi kırpmadan izliyorsunuz kendinizi. Aynada gördüğünüz siz değilsiniz. Bu bir boşluk! Sadece ve sadece bir boşluk gördüğünüz! (Ne demek bu şimdi?)
Bu fenomen, beyninizin boş olduğu anlamına mı geliyor? Derin bir iç çekerek irkilir gibi uyanıyorsunuz kendinizden. Bu görüntüden, ruh halinizden müthiş etkileniyorsunuz... O vakit hışımla, tekrar çantanıza yöneliyorsunuz.
Çantayı altından tutup ters çeviriyorsunuz. İçinde ne varsa tangur tungur sesler çıkararak yerlere saçılıyor. Aradığınız anahtar düşüveriyor gözlerinizin önüne. Şimdi sevinciniz öfkeyle oynaşıyor. Kıpırdamadan, anahtarlara bakıyorsunuz. Parmağınız dudağınızda geziniyor ve bedeniniz bir heykel gibi hareketsiz duruyor öylece. Düşünceler sizi sapasarmıştı.
Aslında kendinize kızgınlığınız bir hamlede ciddi bir kaygıya dönüşmüştür. “Bana ne oluyor? Bu reaksiyonlar normal mi?” demekten kendinizi alamıyorsunuz.
Hayıflanıyorsunuz. Bugün yapmayı düşündüğünüz o minik projeniz suya düşmüştür çünkü. Artık, bir yere gitme isteğiniz kalmamıştır. Kaybettiğiniz zamanı geri alamamanın öfkesiyle kalakalıyorsunuz. Kursağınızda kalmıştır sevinciniz ve yerini şimdi bir boşluk almıştır.
Ve siz o andan itibaren olabildiğince mutsuzsunuz... Kimseye anlatmak istemiyorsunuz bu sakarlığınızı. Hem kim anlayabilir ki bu kaba salaklığı?
Üstelik bilmeleri halinde, size çok bilmişlik taslayaraklardır. Bir ton tavsiye ve önerilerde bulunacaklardır; küçük bir çocukmuşsunuz gibi. Oysa siz, çocukluğunuzdan beri; iliklerinize işlemiş kadar iyi biliyorsunuz o söylenecekleri.
En iyi ihtimalle güleceklerdir halinize ve onlarda, kendi başlarından geçenleri anımsayıp anlatacaklardır. Öyle değil mi?
Heidi Korkmaz, Mayıs 2022 Sthlm
YORUMLAR
17 ile 30 yaş arasındaki gençlik heyecanını yansıtan güzel yazı için teşekkür ederiz selam ve saygılar
Tüya
Saygılar, selamlar benden.
Bir an o sahneyi yaşamış gibi oldum. Başımıza arada sırada gelen ve buna çare bulamadığımız sorunlardan birisi.
Yazı etkileyici tebrik ediyorum Saygılarımla
Tüya
Çok saygı ve selamlarımla.