- 309 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
KUŞÇU NEDİR,EFENDİM?
.
Ardanuç-Yolağzı Köyünden Beykoz-Orta çeşme’ye taşındığımız sene,ilkokul 4.sınıfı yeni bitirmiştim.Kısa bir süre sonra köyümdeki çayırları,tarlaları,bahçeleri,otlakları soğuk pınarlar ile koco, mile oynadığım ve güreştiğim arkadaşlarımı özlemeye başlamıştım.Hele sadık köpeğim Yeriş ile kucağımda büyüttüğüm Kara Koç’um aklıma geldikçe burnum sızlar,gözlerimden akan yaşları herkesten saklardım.Canım da sıkıldığı için benden çok küçük olan kuzenim Kenan ile oyalanmak istesem de,şımarık hareketleri hoşuma gitmezdi.Vakit geçirmek için Beykoz Çayırı’na gider,orada top oynayan çocuklar veya komşumuz çocuklarla arkadaş olmak istememe rağmen,ertesi günü beni tanımazdan geliyorlar veya her konuşmam ve hareketim onlar için alay konusu oluyor,köyümdeki arkadaşlarımla kurduğum dostça ve içten ilişkiyi buralarda kuramıyordum.Hatta okula yazılma zamanı,Munise Yengemle Hacı Numan İlkokulu’na gittiğimizde;bahçede oynayan çocuklar, benim okula yeni başlayacağımı sanarak,”Yuuuh!..Dağdan inmiş,şimdiye kadar hangi mağarada idin? Gibi laf atmaları üzerine yengem de “1.sınıfa değil,5..sınıfa yazdırdım,a akıllılar!..Siz, Fevzi Durmuş’un kim olduğunu daha sonra öğreneceksiniz.”diye onlara bağırmış ve benimde moralimi biraz düzeltmişti.
H.Numan İlkokulu’nun inşaatı bitmediğinden, birkaç ay Ahmet Mithat Efendi İlkokulu’nda öğrenim görmemiz gerekiyordu.Sınıf oldukça kalabalıktı ve ben de boyumdan dolayı en arka sıraya oturtulmuştum.Derslerimi günü gününe yapmama ve öğretmenin her sorusunu bilmeme,parmak kaldırmama rağmen;bana söz verilmiyor,öğretmen önde oturanlar ile birlikteliğini sürdürüyordu.Ders aralarında konuşmak istediklerim,sorularımı kısa cevaplarla geçiştiriyorlar ve yanımdan uzaklaşıyorlardı.Aynı masayı paylaştığım sıra arkadaşım bile derste veya aralarda yüzünü başka tarafa çeviriyor,diğerleri ile söz birliği etmiş gibi benimle muhatap olmuyordu.Sınıfta ve okul yolunda kendimi, marazi hastalığa tutulmuş bir gariban olarak algılıyordum.
Okul günleri bu şekilde akıp giderken,bir ders arasında kara tahtaya büyükçe bir harita asıldı.Bakmak için yanına gittiğimde Büyük Selçuklu Devleti haritası olduğunu gördüm.Bu konu zaten ödev olarak verilmiş ve ben de akşam iyice çalışmıştım. Haritayı görünce,tekrar bir göz attım. Öğretmen yerine oturduktan sona “Çocuklar, önceki tarih dersimizde size B:Selçuklu Devletini işlemenizi ödev olarak vermiştim,bu dersi kimler anlatacak ”diye sorunca parmak kaldırdım.Hayret!.. Benden başka kimse kaldırmıyordu.Bu durum canını sıkmış gibiydi,gülümseyen yüzü birden asılıveren öğretmenimiz,ön tarafa son bir göz attıktan sonra,bana “Gel bakalım ”dedi Ben gergin yayından fırlayan bir ok gibi,kendimi haritanın önünde buldum.Bir öğretmen tavrı ile istekayı elime aldım.Önceki öğretmenim Hasan Tekin’in kurallarını kullanarak;kim tarafından nerede ve ne zaman kurulduğu,önemli hükümdarları ve savaşları,kültürü ve edebiyatı gibi başlıklar altında anlatıyor ve elimdeki isteka ile haritada yerlerini de gösteriyordum.Sınıfta uğultu kesilmiş,herkes pür dikkat beni dinliyordu.Hatta öğretmenimiz boş bir sıraya oturmuş, O’da aynı şekilde beni dinliyordu.Devletin yıkılışını da anlatarak sözümü tamamladım.Ben, yöresel şivemden dolayı bir şey anlamadılar ,niçin bana ,bu şekilde bakıyorlar diye düşünürken ,sessizliği öğretmenin bazı soruları bozdu.Onları cevaplandırdığım gibi,başka derslerden sorular da sordu.Yerine otururken de “Evladım biz bu konuları daha işlemedik,sen nasıl biliyorsun ki” diye sorunca ben de “Öğretmenim!. Biz köyde müşterek sınıftık,5.sınıflara anlatılırken kulak misafiri olmuştum.”dedim.Öğretmen beni ön sıralardan birine oturttu.Her kes benimle ilgilenmeye başlamıştı.Daha sonra ise,sınıfın en çalışkan ve örnek öğrencisi seçilmiş ve ödül almıştım.
Daha sonra H.Numan İlkokulu açılınca,Celal Bey adlı deneyimli bir öğretmenin öğrencisi olmuştum.Bu sınıfta da yine yabancı idim.Ancak küçük bir sınıf oluşundan dolayı kısa zamanda tanışma olanağımız olmuştu.Bu sınıfta da en çalışkan ve örnek öğrenci seçilmenin yanında,sınıf başkanı da olmuştum. Hatta 23 Nisan kutlamalarında, müsamerede başrolde oynamış ve övgülere mahzar olmuştum.Bu arada sene içinde öğretmenimiz,askeri liselere,Devlet Parasız Yatılı sınavlarına girmek için başvuru şekillerini,dilekçe örneklerini göstermişti.Bizim ailede büyük büyük dedemiz Yb.Osman’ın Osmanlı Ordusu’nda görevli olduğunda, geri dönmemesi nedeniyle askeri okullara gitme isteğim yoktu.Bunun üzerine İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’ne yazdığım bir dilekçe üzerine;İstanbul Erkek lisesinde, Parasız Yatılı Sınavına girme belgesi gönderildi.Sınav günü Munise Yengem beni bu okula götürdü.Bizi sınav sınıflarına dağıtırken okulun büyüklüğüne, güzel ve temizliğine hayran kalmıştım.Sınavda matematik sorularının tamamını çözmüş,Türkçe sınavında ise zorlanmaya başlamıştım.Zira bize verilen okuma parçasında “Kuşçunun” olayları anlatılıyor,ben ise bu sözcüğü yeni duyuyor ve anlamını da bilemiyordum.Bir ara göz ucu ile kağıdıma bakarak geçen nezaretçi hanıma sessizce “Kuşçu nedir? Efendim!..Bir yaratık mı? Ne”?diye can havli ile sorduğum da “Kuş ticareti yapan insan ”diye kelimeler ağzından dökülüverdi.Artık olayı anlamış,soruların cevapları kolaylaşmıştı.Dışarı çıktığımda,Fatih’e ağabeyine giden,yengemin dönmüş, beni beklerken gördüm.Sorması üzerine sınavın iyi seçtiğini söylediğimde “İnşallah kazanır,büyük adam olursun ”demişti.Eminönü iskelesinden Beykoz vapuruna bindikten sonra da kuşçu olayını anlatınca önce bir kahkaha ile güldü,sonra da “Ardanuç-Yolağzı’nda büyümüş biri, kuşçuyu nasıl bilecek ki”? diye söylemişti.
Aradan uzun zaman geçti,ancak sınav sonucundan hala haber alamamıştım.Yaz tatilinde olduğumuz için.babamın bakkal dükkanında çalışıyordum.Tanıdık alıcılar,benimle şaka yollu dalgalarını geçiyor, ”Hadi ulan!.Bir sınavı kazanamadın,kafan çalışmıyormuş” diye gülüşüyorlardı.Halbuki açık adresimiz ilgililere verilmiş,tekrar sorduğumuzda “Kazandığı okuldan size yazı gelir ”diyorlardı.Ben ise başkalarının eğlenmesinden çok,hala daha olumlu veya olumsuz bir yanıt alamadığıma üzülüyordum.Okul kayıtları kapanmadan Beykoz Ortaokulu’na yazıldım.Elbiselerimi,okul gereçlerini aldık ve bu okula devam etmeye başladım.Okul binası ve sınıflar küçüktü,biz ise kalabalıktık.Yine sınıfın en arka sıralarına oturtuldum.Bu kalabalık sınıfta da öğretmenler,ön sıradakilerle ilgileniyorlar,arka sıradakiler, yardımcı ve matematik öğretmeni Kemal Bey dışında kimsenin umurunda değildi.Boş ders saatlerinde arka sıralara tıkılmış azman,kalmış veya tipsiz öğrenciler,sınıfta boğuşmaya başlarlar,gürültü ayyuka çıkardı.Aniden kapıdan bize arka sıralara doğru hızla gelen Kemal Bey elindeki copa benzer kalın kablo ile, sıra dayağına çeker,ben de nasibimi alırdım.Sınıf fırtınadan sonra, sessizliğe bürünse de,haylaz ve yaramaz öğrencilerin kıkır kıkı gülüşmeye başlamaları ile hengame yeniden başlardı.Ben ise haksız yere dayak yemenin acısı ile için için ağlardım.Son ders çıkışı da,başka bir alemdi.Dar ve uzun koridora; o kattaki sınıfların öğrencileri aynı anda girer ve sıkışık bir şekilde çıkış kapısına doğru gıdım gıdım ilerlerdik.Karma sınıfların oluşturduğu bu kalabalıktan,kapıdan çıkıncaya kadar ”Sıkıştırma ulan!,”Yuh! Be!.,”Üstüme çıksaydın bari!,Elini oradan çek,ulan”!..gibi bağırmalar ayyuka çıkardı..
Bir aya yakın devam ettiğim bu okulda,bir defa bile derse kalkamadım,bir defa dahi söz alamadım.Bol dayak yemenin dışında bu okuldan bir yararlanmam olmadı,olamayacaktı da.
Günler bu şekilde geçerken,biz Yusuf amcamların evinden İzzet Yüksel ağabeyin evinin bir odasına taşınmıştık.Bir pazar günü burada bakkal için eski gazete kağıtlarından kese kağıdı yapıyordum.Kağıdın yapışkan fırçasını sürdüğüm yüzünde, kendi ismim gözüme çarptı,katladığım kısımlarını açarak devamı satırı okudum.”Fevzi Durmuş(H.Paşa Lisesi) diye yazıyordu.İsmim bu eski gazetede ne arar,düşüncesi ile yazının başlığını aradım,”1956 Yılı Devlet Parasız Yatılı Sınavını Kazananlar Listesi” diye yazmıyor mu? Evet kazanmıştım,sevincimden hüngür,hüngür ağlıyordum.Ama parantez içindeki sözcüğü anlamıyor,birkaç komşuya sordum, onlar da bilemeyince sabah ilkokuluma gitmeye
karar verdim Benim okumak için bu kadar arzu dolu oluşumu gören komşularımın,bilhassa Rüveyda Yüksel ablamın çocuklarını okutma istekleri gönüllerini kaplamıştı.Sabah erken saatte ilk okulumun yolunu tuttum,Okul müdürüm Halil Sargınalp,gazete elimde beni kapısında bekler görünce ”Hayır ola!.Fevzi,nereyi kazanmışsın”? diye sormaz mı?Ben şaşkın şaşkın gazetedeki ismimi,gösterdim. Sevindi,gülerek “Haydarpaşa lisesini kazanmışsın,aferin tebrik ederim ”dedi.Ablam durumu anlatınca,lise durağını da gösteren yol güzergahının krokisini yaparak bize verdi ve “Geç kaldı gibi bir takım zorluklar çıkarırlarsa,müdüre durumu anlatın,olmazsa tekrar bana gelin ”deyince kendimi daha güçlü hissettim.
Müdür Beyin krokisine göre son araç olarak Üsküdar’da tramvaya bindik,biletçinin ”Haydar Paşa Lisesi ”diye bağırması üzerine indik.Ön taraftaki bina kapısında Haydarpaşa Numune Hastanesi yazıyordu.Karşısındaki uzun,yüksek taş binanın kemerli dış kapısı üzerin de hilal şekli verilerek “Haydarpaşa lisesi” yazıyordu.Şimdiye kadar gördüğüm en büyük taş bina idi,çeşitli çiçeklerin,güllerin,ağaçların süslediği bakımlı ve düzenli bahçesinden yürüyüp kapıdan içeri girdik.Küçük bir koridordan sonra ikinci bir kapı daha vardı ve kilitli idi,yanındaki küçük kulübede ise,kısa boylu,oldukça kambur orta yaşlı,başında büyükçe bekçi şapkası olan birisi oturuyordu.Kapıyı çalmamız üzerine küçük penceresini yana açarak,”Ne oldiii”? diye sordu.Durumu anlatınca,yerinden kalktı,kapıyı açtı.Bizi içeri aldı.Burası geniş, yüksek tavanlı ve motiflerle bezenmiş bir hol idi.Ortasından üst katlara uzanan çatallı merdiveni ve çevresinde ise çok miktarda kapılar ile çevrilmişti.Merdivenin tam karşısında kaidesine konmuş büyükçe bir Atatürk büstü ile arka duvarda boydan boya büyük harflerle yazılmış “Hayatta,en hakiki mürşit, ilimdir.K.Atatürk ”özdeğimi burasının ayrıcalıklı bir yer olduğunu gösteriyordu.Benim bunları hayran hayran izlememi,bekçinin “Hele bir okula yazıl da,bunlara bakacak çok zamanın olur da”!..sözü kesivermişti. Holde bahçeye paralel yürüyerek bir kapının önünde durduk.Kapının üstünde “Baş Yardımcı Halil Berker ” yazıyordu.Bekçi önce kendisi girdi,durumu anlattı,sonra bizi içeri aldı.Odaya girdiğimizde bizi orta yaşlı,kır saçlı,şişmanca orta boylu bir adam güler yüzle karşıladı.Ablam gazeteyi verdi,ismimi gösterdi,biz de gösterilen yere oturduk,Halil Bey gözlüklerini takarak inceledi,sonra bize “Size yazı gelmedi mi? Diye sorup olumsuz cevap alınca köşede küçük bir masada oturmakta olan genç adama döndü ve” Mektup dosyasını getir misin”? deyince katip dolaptan bir dosya çıkardı,sayfasını buldu ve getirirken “Yazmışız efendim,adres bulunamamış” deyince ben,”Taaa Ardanuç’tan bu adrese yıllardır mektuplar geliyor,nasıl olur”? diye gence sertçe çıkıştım.Aylardır çektiğim çileyi anlayan Halil Bey ablama dönerek “Aynı zaman da sert bir ceviz ” dedi gülümseyerek.Sonra evrakları sorunca ben “Yalnız kimliğimin yanımda olduğunu söyleyince aldı, baktı,ilgili yerlere notlar aldı.Kimliğimi bana uzatırken,”Yazıldığın okuldan naklini getir,gelirken de burada kalacak şekilde eşyalarını da unutma” dedi.Dünyalar benim olmuştu.Sonunda iyi bir okula giriyordum.Teşekkür ederek ayrıldık,kapıdan çıkarken kapıcı ile sohbet ederken,kendisinin de Pazarlı,adının da Hasan olduğunu öğrendik.
Ertesi günü,Beykoz Ortaokulu’nda Kemal Beyin odasına girip durumu anlatınca;çatık kaşlı,sert bakışlı adam,birden güler yüzlü, tatlı dilli biri oluverdi.Sevinç içinde benikutladı,evraklarımı bir zarf içinde bana uzatırken “Eline çok güzel bir fırsat geçmiş,kıymetini bil,zeki ve çalışkan birine benziyorsun,başarılı olacağına inanıyorum” şeklinde önerilerde bulunmuştu.Öğleden sonra da babamı ve kefil olarak da İzzet Yüksel Ağabeyi alarak Beykoz Noterliğine gittik ve okula verilmek üzere bir taahhütname tanzim ettirdik.Ertesi günü yeni okullu olmuştum.Okula bir de sağlık raporu vermem şartmış.Bunun için de karşımızdaki hastaneye baş vurdum.Burada çeşitli polikliniklerde sağlık kontrollerinden geçtim.Ancak birinde doktor, hemşire yanındayken soyunmamı söylemesi üzerine belden yukarı soyundum,bekledim.Doktor, tam soyun demesi üzerine pantolon ve çoraplarımı da çıkardım.Doktor bu sefer “Donunu da çıkarrrr!..”diye sertçe bağırdı.Hiç bu şekilde muayene olmamıştım.Üstelik yeni buluğ çağına girmiş,utanıyor ve gereksiz buluyordum.”Çıkarmam” deyince,bu sefer doktor kalemini eline aldı ve nazik bir şekilde “Ben de Olumsuz yazarım ”dedi.Ben utanarak,kan ter içinde,içimden en galiz küfürler savurarak “Tamam, çıkarıyorum” dedim.Açtım ve bir antik heykel gibi,doktorun isteği üzerine eksenim çevresinde döndüm.Yetmedi,bu sefer karşısındaki duvar dibinde duran kalemi,alıp getirmemi söyledi.Artık bir robot gibi olmuş,kan ter içinde,öfke ile arkamı dönerek eğilip kalemi aldım,verdim.Başka bir şey söyleseydi,alnının ortasına bir yumruk indirecektim.”Tamam,normal yazıyorum,giyin,çık ”dedi.Bu vartayı da ucuz atlatmıştım,ama doktor olma arzum kesinlikle suya düşmüştü.Polikliniklerde sıra beklerken;benim gibi rapor almaya çalışan Cevat,Necati,Ahmet,Kadir isimli yaşıtlarımla tanıştım.Bunlar da benim gibi sınavı kazanarak aynı okula gelmiş,Batı Trakyalı soydaşlarımızdı.Sözcüleri Necati idi,hemşirenin “Raporu Cuma günü alırsınız” demesi üzerine;Necati’nin “Şimdi ver,kapıdan saaalmıyorlar, bee!,yahu!.”demesi beni güldürmüştü.Olaya tanık olan birisi daha varmış,Tarih öğretmenimiz Kürt Kamil!..,dersine geldiğinde sınıfta anlattı ve Necati’yi “Avukat ”diye çağırmaya başladı,gerçekten avukat oldu,mesleğini memleketinde sürdürüyor.Sınıfta aynı şekilde gelmiş;Zafer Cemiloğlu(Başaran),Mühittin,Türker,Hikmet,Recep isimli arkadaşlarımız da vardı.Benim gibi Parasız Yatılı olanlar ise Sinoplu Ercüment Özçelik ve H.Barış Can’dı.Üzeyir Eren,Reşat,Mustafa Tümer Işık,Ali Koç,Koçer Topemre,Mustafa Iklı gibi paralı yatılı olan,Anadolu’nun çeşitli yörelerinden gelmiş arkadaşlarımız vardı.Hepimizin aynı yerde eğitim görmemiz,aynı yerde kalmamız ve gurbette oluşumuz bizi birbirimize kenetledi,bağladı.Kısa zamanda tanıştık ve arkadaş olduk.Akşam yemeğinden sonra son etüde kadar,sınıfta Zafer’in solo keman eşliğinde Recep’ten Zeki Müren tarzı şarkılar dinler,tempo tutar,eğlenirdik.Bazı günlerde;Zafer’in hamamda peştamala bürünerek göbek taşında oryantal yapması,bizi coştururken,kendisine “ Nana ” unvanını getiriyordu.Sınıfın azmanlarından biri olan ben de;arkadaşlara biraz haşin davrandığım için” İmparator Şarılman ”veya yatakhanede beni kızdıran birinin üzerine karyolamdan uçarak atladığım için de “Büyük Tarzan” lakapları ile ödüllendirilmiştim!..
Sınıfta herkes kaynaşmış,çalışkanlar,tembeller su yüzüne çıkmaya başlamıştı.En çalışkanlar Zafer,Ercüment, Cevat..şeklinde sıralanırken ben de 4.veya 5.bulvarda koşuyordum.En tembeller ise Mustafa Iklı,Recep,Hikmet şeklindeydi.Zafer ve.Ercüment aynı zamanda İftihar Panosu’nun değişmez üyeleriydi.Sınıfın azmanlarından olan Ercüment’i egosundan dolayı kimse sevmez ve “Egoist” lakabı ile anılırdı.Büyümesini lisede hatta üniversitede tamamlayan Zafer ise yardım severliği,cana yakınlığı ve çivi gibi sağlam duruşu ile biz sınıf azmanlarının bile saygı ve sevgisini kazanmıştı.Derslerim genelde iyi olmasına rağmen,müzik ve resim derslerinde zorlanıyordum.İlk zamanlarda bir şarkıyı kitaba bakarak okumamı isteyen müzik öğretmeni ve müdür yardımcımız Ömer Boncuk,şarkının ortalarına gelmiştim ki,ilahi söylemeye başlamış ve bütün sınıf gülmüş,ben de susmuştum.Yine bir gün bir eserin notalarını kemanı eşliğinde söyletirken kemanın sesi değişmiş ve sınıf tekrar gülmeye başlamıştı.Bu sefer de kemandan “Aaiii,aaiii,aaiii..”sesleri çıkartmıştı.Aynı derste Recep’i, okuyamaması üzerine feci şekilde dövmüş ve “Bu yoksul halk seni okutmak için dişinden,tırnağından kısıyor,sen bu derse bile çalışmıyorsun” demişti Bu durumu görünce,halime şükür etmiştim.Orta kısmın bitimine az bir zaman kala aynı öğretmenimiz akşam etüdünde sınıfa gelmiş,bir veda konuşması yaparak sınıfta kendisinden dayak yemeyenleri sordu, bütün öğrenciler “Fevzi, Fevzi ”diye beni gösterdiler.Bana dönerek “Gel bakalım, bir ödül hak etmişsin” dedi.Ben sevinç ve merakla derhal yanına gittiğimde yüzüme patlayan tokadın aksini sanki tavandan tekrar duydum.Yerime dönerken “Benden dayak yememek de suçtur” diye bağırıyordu.Daha sonraki günlerde lise kısmına ön kaydımı yaptırmış ve resim kolunu seçmiştim.Bir kaç gün sonra beni odasına çağırtarak,resim kolunu seçmemin nedenini sormuş,ben de “Efendim!..Biliyorsunuz benim müzik yeteneğim hiç yok,üstelik mühendis olmak istiyorum ”demiştim.”O halde müzik kolunu seç,sonra beni hayırla anacaksın ”demişti.Önerisine uydum,lise sıralarında ve sonra gerçekten kendisini hayırla andım.Kendilerini hayırla andığım ve feyiz aldığım öğretmenlerimden birisi de matematik öğretmenim Ayten Şamilgil’dir .Ayten hanımın ders dışında bana bir rehberliği olmadı.Ancak Türkçe öğretmenimiz Sabahattin Arık için aynı şeyi söyleyemem.Bu öğretmenimiz ders dışında bazı,masal,öykü,roman kitaplarını da okumamızı önermişti.Ben cumartesi günü Ortaçeşme –Uzunevliya’daki baba evine gider,Pazar akşamı okula dönerdim.Babamdan aldığım 2.5 lira haftalık harçlığımla yol,sinema ve kitap giderlerimi karşılardım.O hafta okuduğum kitapları Türkçe dersinde masamın üstüne koyar,Sabahattin Beyden bir aferin alırdım.Hatta şiirler ve öyküler yazmaya başlamış, edebiyat fakültesine giderek bir yazar olmayı düşlemeye başlamış, ismimi bile “Bedri Fevzi Keremoğlu ” diye belirlemiştim. Bir gün yine okuduğum kitapları inceleyen hocamız, ”Fevzi Durmuş! Sen bu işi abarttın, öğrendiğime göre fen derslerin de iyi imiş,sen onlara ağırlık ver, olanakları kıt olan senin; bu yolda, hayatta iki yakan bir araya gelmez,mühendis olmaya bak ”demişti
Aileme çok uzun gelen öğrenim hayatımda;bana yol gösterecek bir yakınım olmadığı için genel de öğretmenlerimin ve akil insanların önerilerin uydum. Hayatımda bu örnekler çoktur.Neticede onlar bir kere mutlu olurken ben iki kere mutlu oldum.Uymadığım önerilerde ise hayal kırıklığına uğrayıp mutsuz olunca,önerenlerin mutsuzluğunu hayal bile edemiyorum.
Bana emeği geçen tüm öğretmenlerime ve vefat etmiş arkadaşlarıma Yüce Tanrı’dan rahmetler diliyorum. Mekanları Cennet olsun…
Sahilköy,28.07.2009- Fevzi Durmuş
" ORDA BİR KÖY ANILARI"
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.