özgünüm.
şehre üşümesin diye giydirilmiş pis bir hırka, ayyaşın birinin elindeki yağlı, belki binlerce dudak ve parmak iziyle dolu kadehteki şarap değilsem bugün ben neyim? insan ne vakit kendini bu denli kirli hisseder? gece on ikiden sonra dönüşülen şeylerin bir muhasebesi yapılır mı?
göğsümü katranlar bağlamadıysa ki ben bilmiyorum hakikaten katran tam olarak ne demektir? neyi ifade eder? katran kelimesini yollara dökülen sıcak asfalt sanıyorum, o değilse de öyle hissediyorum, öyle hissedeceğim hep. sırf bu sebeple doğrusunu öğrenmek istemiyorum. çok ciddiyim sözlerimde. inandırabilirim bir doktoru sahiden katranlandığıma. her şey işte böyle yarım, böyle sesleniyorlar bana, işaretliyorlar kırmızı fosforla. reha erdemin bir filmindeki tirattı bu. her şey işte böyle yarım dedikten sonra uçurumdan atlıyordu. yarım. eksik. ifade edebilir mi tamamlanmamışlığı? tamamlanmamak bir kız çocuğuna dönüştü diye, bir yerde, bir otakta hatta belki karanlık bir gecede ayışığının altında fısıltılı sesle çocuklara anlatılan o korkunç hikayedeki kız benim.
mahvetmelerin hepsinde iyiyim.
biliyorum. gün bittiğinde, gece olduğunda o zaman göğsümü bir terziye satmaya karar vereceğim. acıyı azaltmanın pek çok yolu vardır. belki bunlardan biri değil acıyı küçümsemek, boynuz tokuşturmak, inatlaşmak ama daha iyisini bilmiyorum.
ellerimi boş odalara taktılar, kulaklarımı bir deniz kabuğuna. sallanan eski bir ev telefonunu, kimsenin girmeyeceği odaların önündeki topuklu ayakkabıları hissedebiliyorum. ne sabah ne de bahar. gördüğümün niçin gerçekle bir ilişkisi yok? geçenlerde yere düşmüş onlarca kozalağı, serçe cesetleri sandım. korktum, koştum, kim yaptı dedim ama sonra kozalaktılar sadece. ondan sonra her şey serçe cesediydi, kime, neye baksam oradaydılar. hayır dedim, biz miyopuz ondan öyle görüyoruz dedim. baktıkça çoğalıyorlardı sanki. sonra irislerime serçe cesedi çizmiş olmalılar diye düşündüm. mantıklıydı fikrim. böylece nereye baksam görecektim onları. sonra her gece bir yenisini ekliyorlar diye de geliştirdim fikrimi.
yanıldım.
kirpiklerim kuş tüyü. gittikçe kabarıyor sırtım. beni karanlık bir kadına satmışlar o gün
- kozalakları serçe cesedi sandığım günden bahsediyorum- bedevilerin içinde yaşayan efsunsuz bir çocuk olmuşum. her gün avuçlarında sıkmışlar beni. ağlamamışım.ne kadarı doğru bilmiyorum. insan yitiriyor beynini. akşama doğru beni yüksekçe bir burca darağaçlarını seyretmem için astılar. ağladım. cellatlar sağır ve dilsizlermiş. beni burçtan ittiler, düşerken anladım minarelerin niçin mızraklardan esinlendiğini. çünkü cennetten kovulduğunda düşüyorsun ya gökten, saplansın diye olabilirdi.
öğrendim. insanlar sevdiğinde kaçmıyorum artık. araba plakalarını da ezberledim. ehlileşiyorum.
kimseyi almamalıydık. kimseyi almadık ki zaten. daha yazacaktık. susacağız.
YORUMLAR
Susmanın sonucu, böyle iyi yazıların ortaya çıkması, birileri yazmak zorundaydı. Şans mı bu? Kozalağa bakınca fıstık arıyor bazısı.