- 770 Okunma
- 6 Yorum
- 4 Beğeni
Geceyi Yürüyen Adam
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Geceyi yürüyen adam, ruhu acıkınca, ilk molayı çocukluğunda verdi. Oturup bir ilkokul sırasına, öğretmenlerinin ilk öğretilerini anımsamaya çalıştı. Aklında kalan bir şey yoktu; bir okul şarkısından başka: ’ çiçekli bahçemizin yollarında koşarken, bu gün okullu olduk sınıfları doldurduk, neşeliyiz (belki, / sevinçliyiz / di kelime; tam olarak hatırlayamadı) hepimiz, çünkü okullu olduk... ’. Böyle bir şeylerdi .
Oysa; ne evin bahçesi koşacak kadar büyüktü ne de çiçekliydi. Okula başladığı için sevinip sevinemediğini de bilemedi. Yeni bir yoldu sadece yürünmesi gereken. o gün başlayıp, bir fakülteden mezun olana kadar sürecek on altı sene. Yedek subay okulunu da sayarsak, de ki onyedi..
Yan sırada oturan adam, ’ Sen, kaymakamın oğlu değil misin ’ diye sordu.
’ Evet ’ dedi, geceyi yürüyen adam. ’ Bu benim suçum değil, benim seçimim de.. ’
Kalktı sıradan, bahçedeki çocukluk seslerini çiğneyerek, dışarı çıktı. Genç bir şair
kardeşinin * çok sevdiği dizeleri geçti aklından : ’ En büyük ihaneti çocukluğuma yaptım / Büyüdüm.. ’.. Okul bahçesinin bittiği yerde bulutlar başlıyordu. Bu yüzden nerede olduğunu anlayamadı, ilk bulutun içine yürüdü. Güneşi göremese de terlediğini farketti. Biraz ferahlayabilmek için, okul yıllarını silkeledi üstünden, bir kaç eski sevdanın tozu kaçtı gözüne, yaşardı. Yanaklarından süzülen gözyaşını alıp, yüreğinin tavan arasındaki çeyiz sandığına koydu.
Bir sokağı andırır gibi, birbirine yanaşık duran iki bulutun üstünde solmuş resimler asılıydı. Hepsinin altında, isim çerçeveleri içinde ’ özlem ’ yazıyordu, nedense. Pek bir anlam veremedi ama cız etti bir yerleri, farketti. Sokağın ismi var mı diye bakındı, yoktu. Adına bakılmadan geçilen sokaklardan biri gibiydi işte, o kadardı. ’ Bizi nereye götürdüğünü bilemediğimiz sokaklardan biri.. ’ dedi. Solmuş resimlerdeki yüzler de pek tanımış gibi bakmıyorlardı zaten. Belli ki kendileri de çekip gitmişlerdi çoktan; bir yerlere ve birilerine.
Bulutlar kayboldu birden, yerini, dört bir yanı dikenli tel tel örgülerle çevrili tozlu ovalara bıraktı. Yelkovan dikenleri * uçuşup duruyordu etrafta. Bazıları gelip, orasına burasına çarpıp acıtıyordu , kaçamıyordu hepsinden. Kaçmak istemediğini farketti, üstelik. Dikenlerle birlikte yuvarlandı uzun süre. ’ Gerekirse hepinizle yüzleşirim gene. Çekinecek bir şeyim yok benim..’ diye söylenip durdu, yuvarlanırken.. ’ Pek farkımız yok, rüzgarlarımız farklı sadece. Ben de hepiniz kadar iyi, hepiniz kadar kötüyüm...’
Tozlu ovanın bitimindeki tel örgüye, birlikte takılıp durduklarında, geceyi yürüyen adam; kendini, üstüne yığılmış yelkovan dikenlerinden ayırabilmek için kimliğini çıkardı cebinden. Kimliğin üstünde farklı bir resim vardı, aldırmadan yürüdü. Tel örgünün bir yerlerde bitiyor olacağını var sayarak.
Kimliğini cebine koyarken, cebinin değişik kimlik fotokopileri ve ikametgah ilmühaberleriyle dolu olduğunu farketti. Kimbilir, kaç il ve ilçede, mahallede, kaç değişik muhtardan kimlik sureti ve ikametgah almıştı bu güne kadar. Böyle birisi, aynı kişi olabilir miydi? ! . ’ Beni ilgilendirmez.. ’ dedi, kendi kendine.. ’ Ben kimim ki? .. ’
Tel örgü, biteceğe benzemiyordu. Zaman zaman iyice daralıyor, bazen biraz genişliyor ama bu fazla uzun sürmüyordu. Bir ara, hapishane parmaklıklarına döndü tel örgüler, neyseki bu da uzun sürmedi.. En dar yerlerinin birinde bir nikah dairesi, onun yanında doğum evi vardı ve inanılmaz kalabalıklar vardı girişlerinde, her ikisinin de.
İçerdekilerse, çıkış kapısını bulma telaşında içindeydiler.
Bir yerlerde, bir dere çıktı karşısına. yumuşak bir toprağın içinden kaynıyor, giderek genişliyordu. Suları sığdı. ayakkabılarını çıkarıp derenin içinden yürümeye başladı, ferahlamıştı biraz. Tel örgüler mi bitmişti yoksa? . Sağına soluna bakındı, duruyorlardı, araları ıramışlardı birbirlerinden. Yürüdükçe, tek tük ağaçlar görünmeye başladı, birbirinden değişik ağaçlar. Kimi en ufak bir esintide bütün yapraklarını kaybeden, kimi en acımasız fırtınalara direnen, kimi; ötekinin gölgesinde kalmış, gelişememiş, kimi; köksüz, kimi hastalıklı, kırılgan, böceklenmiş, bodur.. Başka çaresi yoktu, geçilecekti bu ormanın içinden..
Ormanın ve derenin içinden yürümeye devam etti. Diz kapaklarını bile bulmayan su, akıp gidiyordu sessizce.. Suyun verdiği ferahlık da akıp gidiyordu birlikte. Adam yürüdükçe, su bulanıyordu geçtiği yerlerde.. ’ Sığ sular çabuk bulanır..’ dedi, kendi kendine.. ’ Bu yüzdendir benim denizlere sevdalanmam...’
Bir keresinde, sessiz bir koya demirlemişti teknesini, rüzgar , denizin yanağını oynaştıran orta güçte bir karayel olsa da teknenin demirlediği yere ulaşamıyordu. Koy, yanındaki küçük tepelere el vermiş, soyutlamıştı kendini hoyrat kuzey rüzgarlardan. Dingindi. Adam gibi.
Güzel bir siyah zeytin, üzerine güzel bir zeytinyağı gezdirilip, güzel bir kekik ve kırmızı pul biberle harmanlanınca; güzel bir rakı mezesi olmuştur hep. Koyun kumsalından toplanan beş on tane cikcik * de varsa hele, değme rakının keyfine.
Cikcikleri bıçağıyla açıp, ufak bir tabağın içine topladı, biraz zeytinyağı döktü üzerlerine, biraz da karabiber. Rakıdan bir yudum aldı. Etrafına bakındı. Koyu çevreleyen tepeler, mutsuz insan yüzleriyle doluydu. Onlara seslenir gibi ’ Hayat, bu işte.. ’ dedi.
’ Kendinle barışıksan ve yalnızsan, ne problemi olur ki insanın.. ’. Tepelerdeki yüzlerin çoğunluğu, başlarını sallayarak onayladı adamı.
Devam etti: ’.. Bir çoban düşünün, ne kadardır bir çobanın dünyası? Azığı, kepeneği ve kavalı yanındaysa, kurt girmemişse sürüsüne, ne ister başka, çoban? ! ! . Otlağını, dağlarını, yaylarını bilir, o.. Az bilir.. Bu yüzdendir huzurlu ve mutlu oluşu..
Bu yüzdendir benim, bildiğim her şeyi unutmak isteyişim.. ’. Gene, baş sallandı tepelerden, azdı karayel..
Dere aniden bitti. Önünde, ikiye ayrılan bir yol belirdi. Yolun biri, çiçeklerle bezeli, rengarenk çiçeklerle süslü, uçuşan ezgilerin , tek tük çiftlerin gezindiği güzel ama kısa bir yoldu. Olduğu yerden bile sonunu görebiliyordu yolun. Keçiboynuzunun içine serpiştirilmiş bal kadar bir şeydi bu yol.
Öbür yol, tozlu, zorlu, inişli çıkışlı, sarp geçitler olmasına rağmen daha kalabalık ve daha uzundu. Yürüyenler, pek hoşnut görünmese de, zamanla içlerinden bir kaçı yere düşüp kalsa da, gene de yürüyorlardı durmadan. Her atılan adımdan sonra, yolun arkada kalan kısmı siliniyor ve asla geri dönülemiyordu. Zaman zaman yollarına çıkan ? büyük olasılıkla, öbür yoldan karışan ? çiçek kokularını, notaları fazla önemsemeden, fazla uzun sürmeyeceğini bilerek ama kabullenerek , asık yüzle ama nedense hem mutsuz görünüp hem de fazla acele etmeden, ağır ağır yürüyorlardı.
’ Geri dönmek..’ dedi, geceyi yürüyen adam; ’... bir tek klavyenin tuşlarında mümkün.. ’. Sonra, yolun sonunda görülen parlak ışıklara bakmamaya çalışarak, kalabalığa karıştı..
Ayakkabıların da dereye girdiği yerde unutmuştu, üstelik.. 30.03.05 *
* murat köse, istemsiz ihanet, hayal dergisi, sayı 1, sayfa 56
* cikcik: beyaz, yuvarlak; kum midyesi de denilen bir çeşit midye.
* yelkovan dikeni: yel önünde uçuşan dikenler.
* 30.03 (doğum günüm) :))
YORUMLAR
fihaha(OrhunBasat)
fihaha(OrhunBasat)
fihaha(OrhunBasat)
Son iç bükücü de olabilirmiş yazının adı.
Yazar, geçmişe uzandıkça büklüm büklüm oldu içimiz bizi şahit kıldığı hüznüyle...
Öyle bir zamanda yolculuk ki içe doğru, insan kayboluyor tıpkı yazarın mazisinde kaybolduğu gibi. Duygu yoğunluğu, özlem öyle güzel ve etkili işlenmiş ki ister istemez savruluyor insan yazıdaki rüzgarın peşinden.
Günaydın abim, geç de olsa doğum gününü kutlamak isterim. Nicelerine ama lütfen kendi içinde kaybolmadan olsun. Bize lazımsın çünkü:)
Sevgilerimle...
Bir Eflatun Ölüm
fihaha(OrhunBasat)
uykusuzadam
Öncelikle Orhun abim; "Üstelik iyi konumlarda çalıştım hep, ve üstüne üstlük çoğu kimsenin rüyalarını süsleyen holdinglerde çalıştım.." Cümlesi tamamen olmasa da çok tanıdık geldi. Sanırım telefon konuşmamızda Geceyi Yürüyen Adam'ın repliğini araklayıp bana söyledin:)))
Hani "Anlat Dedim" şiirine dört kıt'alık şiir eklemiştim de sen dört dörtlük bir hareketle tutup o dörtlüğü şiirinin üstene eklemiştin. İşte o dörtlüğün sahibi İsmail abimle yaptığımız bir sohbette polis ve Geceyi Yürüyen Adam arasındaki diyalogda geçen konuyla ilgili düşüncelerini ifade etmişti.
"Bakma sen millet onlara (aslına sadık kalmak adına affınıza sığınarak yazıyorum) orospu diyor ama onları hayat sürükledi oraya, onlar hayat kadını, hayat onlara seçme şansı vermedi, mecbur koştu... Şayet esas orospu arıyorsan kadın erkek fark etmez insanlığı aldatan insanlara bakacaksın!" Demişti. Daha 19 yaşımdaydım. O gün nasıl ki daha önce bakmadığım bir pencere açılmıştı ufkumda, senin bu iki yazınla da öylesi bir pencere açıldı... 52 yaşımda... Demek ki bir yaşıma daha girdim sayende oldu mu sana 53:))
Belki de bildiğimiz hatta kimi yerde / ortamda ahkam kesmek için ifade ettiğimiz ama laftan öteye gitmeyen "paraya tamah etmem" sözü gerçeğe büründü. Ki ne evim var ne arabam, en dikili ağacım. Ve hayalimi de anlattım sana telefonda. Ama buna rağmen ben de bayağı satmışım kendimi patronlara. Bunu yüzümüze vurmasaydın iyiydi:))
Şiir olsun, yazı olsun, hayata bakışın olsun nadide birisin ve iyi ki sesini duyup erdeminden nasiplenebiliyorum.
Sonsuz sevgiler...
uykusuzadam
Şaka bir yana keşke senin gibi az ve öz cümlelerle nokta atışı yapan yorumlar yazabilsem. Yaz babam yaz anam ağlıyor derdimi anlatacağım diye:))
fihaha(OrhunBasat)
sevgili uykusuz; merak etme o geceleri sen de yürüyeceksin.. o karakola sen de düşeceksin.. ama sen benim gibi olma, üstünde bir şeyler olsun.. :))) ve umarım benim zaptımı tutan o anlayışlı , insan polis hala oradadır, emekli olmamıştır..
hayallerini iyi kötü - yani biraz- biliyorum. dileğim sağlıkla gerçekleştirebilmendir..
yeter ki iste..
sağ olursam kesinlikle karşılaşırız uykusuz.. ruhlarımız çeker birbirini..
klavyene sağlık .. (!) :))) sevgiyle..
Bir Eflatun Ölüm
uykusuzadam
Sene 1994. O zaman sevgili olduğumuz eşime sürpriz yapmak için Karasu'dan İstanbul'a gelmiştim. Onun iş çıkışı gezdik dolaştık. Gece gidecek yer kalmayınca Kadıköy iskeledeki deniz fenerinin altında oturup sabahladık. Sabah saat 7 civarında iki tane polis geldi. Birisi beni çağıdı, kimlik istedi verdim diğeri de fenerin orada yerde duran eşime ait çantayı kurcalamaya başladı. Ben de bağırdım "Hopp! Ne yapıyorsun. Karıştıramazsın!" Diye. Bunlar duraksadı. Bir bana baktılar bir eşime bir de birbirlerine. Benden kimlik isteyen dedi ki: "Sen kimsin, kimlerdensin?" Ben de:" Kimsem yok. Karasu'dan sevgilimi görmeye geldim. Karasu'da çiçekçi dükkanım var." Dedim. Adam daha da şaşırdı:)))
Neyse "Yürüyün karakola gidiyoruz!" Dedi.
Olur ama niye? Diye sorunca
"Şüpheli şahıs olarak ifadenizi alacağız" dedi.
Bindik polis otosuna. Yolda sorular sordular falan. Eşim dedi ki:
"Ben Petek pastanesinde kasiyerlik yapıyorum. Moda'da şu adreste teyzem var. İsterseniz gidip kendilerine de sorabilirsiniz."
Neyse Zehra teyzeme gidildi. Soruldu. İkna olunca bizi bırakıp gittiler.
Biz de iskeleye indik. Heybeliada'ya gideceğiz. Vapur bekliyoruz. Polis otosu yanaştı bir tane baktık aynı polisler. Bana kimlik soran gülerek binin dedi. Bindik.
Saray Muhallebicisinden börek falan aldı, tekrar iskeleye gittik. Polis otosunun bagaj kapağının üstüne serdiler börekleri adam başı da birer çay. Doyasıya kahvaltı yaptık.
O polisin adı Halil İbrahim idi.
Ben de İstanbul dönüşü otobüste yazdığım şiire ekledim Halil İbrahim abimi...
İstanbul Hatırası
seni görebilecek olmanın hafifliğiyle
başlayan sıradan yolculuğumun
sıra dışı hayalleriyle vardığım
kalabalıklar şehri İstanbul
ilk defa bu kadar güzel geldi bana
ve seni gördüğüm
sana kavuştuğum o an
tüm yozlaşmışlığı terk etti hayatı
tüm iğrençliği son buldu
o an İstanbul sustu
saatler süren yorgunluk
gülüşünle terk etti bedenimi
saatler süren yürüyüşümüz
kenetlenmiş ellerimizde
attı halsizliğini
saatler süren suskunluk
söz hakkı verdi gözlerimize
konuştu gözler
kalpteki ateşin feryadıyla
Kadıköy rıhtımında
bütün gözler bizde
bütün hayaller
bizim üzerimizeydi
sanki ilk defa görmüştü İstanbul
böyle elele gezeni
beraberliğin tebessümünde
hasretin hüznünü
ilk defa yakalamıştı İstanbul
sıra Kadıköy fenerini işgale gelmişti
çünkü motorla boğaz turu
Ortaköy'ün fethi
Üsküdar motoru
Üsküdar turu
iyice yordu
aşk bitkini vücudu
içmeden sarhoş oldu
iki gönül
mutluluk sarhoşuyduk o gece
bu yorgunluğu
deniz
ay
ve yıldızlar alabilirdi bizden
ve vardık
Kadıköy'de fenere
fener kıskandı beni
yerimde olmak istedi
ay ve yıldızlar
bir başka yansıdı suda
bir başkaydı Haydarpaşa
bir başkaydı rıhtımda demirli gemiler
denizle dalgalandı
sarmaş dolaş vücutlarımız
küçük bir yunus balığı
sahneledi mutluluk tangosunu
ve
kayboldu birden bire sesi vapurun
sustu çetesi sokağın
tango yaptı martı aşkımız için
şaştı kaldı bütün İstanbul
hayaller seyre daldı
boğduk İstanbul'u öpüşlere
hak etti İstanbul sonsuz öpüşleri
böyle bir gece yaşattığı için bize
insanlarını terk etti iki yüzlülük
yaşama savaşı yerini uykuya bıraktı
biz dünyayı terk ettik
o sıra dışı gecede
mutluluklar oturdu
yorgun dizlerimize
bacaklarıma dolanan saçların
gizledi benden denizi
sustu tüm hayaller
bütün gece bizi dinledi
usul usul uyuyan İstanbul
rüyasında gördü bizi
bir çırpıda attı hayat
tüm keşmekeşliğini
bizi kıskanan ay ve yıldız
kahrolup terk etti gecesini
gece güneşe bıraktı yerini
mutluluk ve hüzün
kardeş oldu sayemizde
sarmaş dolaş özledik gözlerimizi
son bulan gecemizde
canlandı yeniden şehir güneşle
başladı telaşı ekmeğin
bitti martıların valsi
bitti martının tangosu
dağıttı memurlar rüyayı
şüpheli şahıs olarak aldılar kimlikleri
o zaman güldü
uykulu gözlerimiz
renk geldi gündüze
bununla kalsa iyi
alıp götürmek istediler
ve uyandılar sonra memurlar
anladılar hatayı
fark ettikler kuralsız aşkımızı
verildi kimlikler geri
günah çıkartmak için
kardeş oldu memurlar
kardeş oldular aşkımızla
hayat dersi verdi aklınca
Halil İbrahim sofrasına kafa tuttu
ısmarlanan su böreği
ısmarlanan sıcak çayla uçtu uyku
sohbet aldı üniformanın yerini
düdüğünü çalan ada vapuruyla son buldu
memuru tanıma merasimi
aldı götürdü bizi ada vapuru
motor sesi mini oldu
yorgun vapurun ritmine uydu
dermansız vücutlarımız
sızdı kaldı uyku
varıldı Heybeliada'ya
vapur düdüğü ezdi uykuyu
uyku terk etti vapuru
fethettik adayı
çam ağacı çatı oldu bize
gölgesinde oturduk saatlerce
vakit yaklaştı
yaklaştı dönüş vakti
huzurun yerine veda hüznü oturdu
salıncakta kovmak istedik
veda hüznünü
ama yenildik hüzüne
çünkü vakit tamam
vakit ayrılık vakti
aldı bizi ada vapuru
daldırdı bizi hüzünlere
bizi takip etti
sevdaya aç martı
yolcular seyretti
sarmaş dolaş gözlerimizi
vapurun yarattığı dalgalarla
akıp gitti huzur
mutlu oldu vapur yolcusu
sarmaş dolaş suskunluğumuzda
aç ve uykusuz bedenlerimiz
mutluluk sarhoşu oldu
saatler süren gece
bir çırpıda son buldu
yerleşti veda telaşı
sustu diller
konuştu sadece hüzünlü gözler
gözler mırıldandı
veda sözlerini
sonsuz sarılışlar
kanıtladı daha ayrılmadan özlemi
vefasız İstanbul
bırakmadı seni bana
bırakmadı yarimi yarınlarıma
bir gece yaşattı İstanbul
sadece kalpte hatırası kaldı
veda yerleşti bedene
terk etti yaşanan gece
unutuldu
fener
ay ve yıldız
unutuldu
yunus ve deniz
maziye hapsettiğimiz gece kurtuldu
yerine hüzün oturdu
o güzelim saatlere
yakışır mıydı veda dolu buse
utanmasam
Fatih Sultan'dan
utanmasam
İstanbul'u yeniden fethimden
utanmasam senden
utanmasam ağlayacağım
ruhumu bırakıp sana
düştüm sıradan yollara
boş benliğimle tükettim yolları
önemsemedim evde bekleyen hasreti
çünkü
İstanbul
seni kalbime hapsetti
.
.
.
fihaha(OrhunBasat)
gizledi benden denizi"
bu manzarayı gözümde canlandırmak bile istemiyoruuuummm.... :))))))))))))):))))))))))))))))))))
Hayranlık uyandırdı bende yazı ve hayat yaşam inanılmaz bir üslupla aktarılmış
Büyük bir keyifle okudum
Teşekkürler üstad
fihaha(OrhunBasat)
sevgiler..
Deryada bir zerre
Çünkü anlatım edebi şölendi
fihaha(OrhunBasat)
sana ve M......'ye sevgiler geceyi yürüten adamdan..
geceyi yürüten adam (2) ye de bekleriz.. yakında..
fihaha(OrhunBasat)
fihaha(OrhunBasat)
Öyle güzel anlatmış ki “geceyi yürüyen adam” yol boyu manzarayı, birlikte yürüdük geceyi.
Bir yaşam, ancak bu kadar betimlenebilir!
Umarım yarın herkes payını alır bu güzellikten:)
Sevgilerimle
fihaha(OrhunBasat)
sevgilerle ..
uykusuzadam
M...... mi? Sadece M mi?
Abi olmaz ki ama M'den sonra bir harf daha ekleyeydin de bulma ihtimalimiz artsaydı Eflatun'un göbek adını...
Biz Eflatun diye tanıdık ya kendisini M.... olsa olsa göbek adı olurdu:)))
Günaydın abim,
Günaydın Efla (ya da M.....)
:)))
Güzel geçsin gününüz...
Bir Eflatun Ölüm
Üstad “M”yi uygun görmüş, boynumuz kıldan ince:) o böyle güzel yazılarla bize ziyafet çeksin de gönlü nasıl isterse öyle hitap etsin:)
Efla diyen de bir sen varsın. Eflatun’a öyle alışmışım ki gerçek adımla seslenseler dönüp bakmayabilirim:)
Günaydınlar iki ustaya da!
uykusuzadam
Öyle Eflatun falan yazamam uzun uzun:))