PULSUZ DİLEKÇE
PULSUZ DİLEKÇE
Aytaç öğretmen şimdiye kadar sırtını dağlara dayamış, yolu izi olmayan köylerde görev yapmıştı. Her nasılsa bu sefer şansı yaver gitmiş deniz manzaralı iki derslikli bir köy okuluna tayin edilmişti… Köylerdeki gençlerin şehirlere veya büyük şehirlere göç ettiği yıllara rast geldiği için okul çağında çocuk da günden güne azalıyordu. Bu yüzden okulundaki öğrenci sayısı yirmi kadardı.
O yıllarda hangi devlet dairesine gitsen, derdini sözlü olarak anlatsan bile yetkili memur ‘’Sen bir dilekçe yazdır da işleme koyalım’’ derdi. Dilekçe yazdırmak önemli bir maliyet olduğu kadar, köyde yaşayanlar için de zor bir işti. Aytaç öğretmen yetiştiği okulda bu gibi konularda yeterli eğitim aldığından öğrencilerine dilekçe örneği yazdırmayı planlamaktaydı.
Türkçe derslerinin birinde; ‘’Dilekçe nedir? Nasıl yazılır?’’ gibi konularda gerekli bilgileri aktardıktan sonra tahtaya itina ile bir dilekçe örneği yazdı. Çocuklar bu dilekçe örneğini defterlerine geçirdiler. Akşam evde diğer derslerine çalışmanın yanında birer de dilekçe örneği yazmalarını istedi. Okul paydosundan sonra çocuklar evlerine, öğretmen de kasabadaki evine döndü…
Ertesi gün ilk derste ödevleri kontrol ederken köyün muhtarı Zühtü Efendi kapıyı birkaç kez tıkladıktan sonra içeri girdi. Ayağa kalkan çocuklara öğretmenin ‘’oturun’’ demesiyle çocuklar yerlerine oturdular. Aytaç öğretmen muhtara; ‘’hoş geldin’’ dedi. Muhtar:
‘’Hoş bulduk öğretmenim diyerek elini uzattı.’’ Kısa bir hâl hatırdan sonra Muhtar Zühtü Efendi sınıfa girerken başından çıkardığı şapkası elinde arka sıraların olduğu tarafa yöneldi. Her gelmesinde yaptığı gibi bulduğu ilk boş sıraya oturdu. Öğretmen dilekçe konulu verdiği ödevleri kontrol ederken Ayşe’nin akşam evde ödev olarak hazırladığı dilekçe örneğini, son sınıf öğrencilerinden Nihat’a tahtaya yazdırdı.
Nihat tahtaya çok güzel yazı yazardı. Muhtar, olanca dikkatiyle Nihat’ın yazdığı dilekçeyi, gözlerini kısarak, yarı kadar da heceleyerek kısık sesle okurken, kıpırdayan dudakları ile hafif gülümsedi.
Tahtadaki dilekçe örneğini Nihat’a okutan öğretmen çocuklara dönerek:
‘’Ayşe’nin dilekçesinde bir eksiklik var mı?’’ diye sordu. Çocuklar daha dünkü derste ilk defa işledikleri dilekçe konusunu tam kavrayamadıklarından tereddüt içinde birbirilerine bakıştılar. Öğretmenin sorusuna bir cevap verme cesareti gösteremeyen çocuklardan ses çıkmadı. İkinci sınıf öğrencilerinden Hanife parmak kaldırarak:
‘’Öğretmenim, bu dilekçenin pulu yok’’ dedi. Çocuklardaki şaşkınlık ve gülümseme birbirine karışmıştı. Bir çocuk saflığı ile Hanife:
‘’Öğretmenim, dedem muhtarı şikâyet etmek için kasabada bir dilekçe yazdırmış. Onu akşam bana okuttu. Dilekçedeki pulu orada gördüm’’ deyiverdi. Bu sözü duyan muhtarın biraz yüzü kızardı. Muhtar ile göz göze gelen Hanife, yanlış bir şey söylediğini anlayınca ağlamaya başladı…
Öğretmenin:
‘’Haydi çocuklar teneffüse çıkalım’’ demesiyle Hanife dahil bütün çocuklar hep birlikte dışarı çıktılar. Autaç öğretmen, Muhtar Zühdü Efendi’nin koluna girerek idare odasına geçtiler. Daha öğretmen bir şey söylemeden muhtar:
‘’Öğretmenim, atalarımız; ‘çocuktan al haberi’ diye boşu boşuna dememişler’’ dedi. Sonra:
‘’Hanife’nin dedesinin komşusu ile bir sınır davası olmuş. Tabi dedesi haksız. Yıllar önce dikilen sınır taşını sökmeye çalışmış, sökemeyince sınır taşını balyoz ile kırıp üstünü örtmüş. Biz de köyün muhtar heyeti olarak gittik, sınırı ortaya çıkardık. Sanırım dava o davadır’’ dedi…
Aytaç öğretmen yılların tecrübesiyle:
‘’Muhtar, hukuk ne derse onu kabul etmek lazım ama yüz yıllardır cahillik bizim toplumumuzun yakasını bırakmadı’’ dedi.
‘’Öğretmenim, çocuklara dilekçe yazmasını öğretmişsin ya; artık bakıver bizim köyün hallerine. Artık birbirlerini şikâyet eden edene’’ dedi. ‘’Tabi sen dilekçe yazmasını da öğreteceksin, masal yazmasını da… ama biz öğrendiklerimizi kendi kötü emellerimize alet etmemeliyiz. Sakın! Niçin böyle şeyleri öğretiyorsun diye bir sitemim olamaz!’’ diyerek aklıyla yarı kadar da Aytaç öğretmenin gönlünü almak isterken ayağa kalktı.
‘’Neymiş bu işin aslı öğreneyim’’ diyerek, öğretmenden izin isteyerek, kasabanın yolunu tuttu…
Öğretmen bu dilekçe konusunu çocuklara kavratmaya kararlıydı. En iyi öğrenmenin de ‘’yaparak, yaşayarak’’ olduğunu bilenlerdendi…
Öğlen paydosunda genellikle evine gitmeyen öğretmen kapısını yarı aralık tutardı. Dördüncü sınıf öğrencilerinden Fatma, yarı kadar aralık kapıyı tıklayarak içeri girdi:
‘’Öğretmenim, erkekler kızların oyununu bozuyor’’ diye şikayette bulundu. Öğretmen, Fatma’ya masanın üzerinden bir boş kağıt uzatarak:
‘’Bir dilekçe yazın, getirin. Şikayetiniz ne imiş öğrenelim’’ dedi. Fatma biraz da şaşkın bakışları arasında öğretmenin uzattığı kağıdı aldı. Kapının arkasında kendisini bekleyen kızlar ile birlikte sınıfa geçtiler. Önceki öğrendikleri dilekçe örneklerini inceleyip kendilerince bir dilekçe hazırladılar. Daha sonra öğretmene teslim ettiler.
Öğleden sonraki ilk derste kızların dilekçesi elden ele sınıfı dolaştı. En sonunda öğretmenin masasına geldi. Aytaç öğretmen:
‘’Çocuklar, Ayşe’nin yazdığı dilekçeyi herkes gördü mü?’’ Hep bir ağızdan:
‘’Gördük öğretmenim’’
‘’Peki bu dilekçenin bir eksiği var mı?’’ diye sorduğunda erkekler hep bir ağızdan koro halinde;
‘’Pulu yok öğretmenim!’’ dediler…
• Salih KOÇ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.