- 590 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
SİKTİR –İ BOKTAN BİR NEFES
SİKTİR –İ BOKTAN BİR NEFES
Ön söz
Hayatımı ,sadece benimle beraber nefes almış olan , o güzel portakal çiçeğinin yanı sıra ,lağım kokularını da koklamış , ama hep ne güzel kokuyor demiş dostlarım için yazdım.
Benim gibi hiper aktif bir deliyi tanımak istemiyorsanız , boş yere vakit kaybederek okuma zahmetine girmeyin lütfen. Zannederdim ki; her şeyi yazabilir , her doğruya ve yanlışa dokuna bilirim. Kayınvalidesi ,baldızı ve çariçe ile yattığını yazabilen Rus yazar Puşkin kadar cesur olmadığım gerçek.
Yine de yazarken hepinizi, her şeyi ,her kazığı ,her buseyi ve her göz yaşını hatırladım. Bana biraz siktir-i boktan da olsa bu hayatı yaşattığınız, sevmeyi sevilmeyi öğrettiğiniz, içime korkmamayı üflediğiniz ve hırslarımı yok ettiğiniz için teşekkür ederim.
Bebekken
HİÇ ,
Babam Teğmen Hayri Ovalı, bu kızı bana vermezseniz ,Erzincan ı yakarım, diye şehrin valisine çıkıp , vali yi ve annemin depremde sağ kalmış büyüklerini kız evine yollayıp anneannemi ve aile büyüklerini ikna edebilir miydi ? O zamanlar teğmenlerin evlenmesi yasaktı . Üstelik kızın yaşı da reşit değildi. Ama annem de ,Erzincan ı yaktıracak kadar güzeldi üstelik.
Beş kilo altı yüz gram olarak Denizli de doğmuşum. Beş yaşım, zaman zaman gözümün önüne gelir. Asker karavanası yemek ve atların yelelerini savurarak koşmalarını seyretmek , babamın elinden tutmak , onunla dolaşmak hayallerim vardı.
Sonra Erzurum Köşk Köyü ne tayin olmuştu babam. Biz geceyi Erzurum Tren Garında eşyalarımızın üzerinde geçirmeye çalışırken, zavallı babam Köşk Köyüne gidecek, Alb. M. Ö. babamı görünce ona bağırarak tatbikat var diye askerin başına gönderecek, ailem tren garında onları almam gerekiyor diye feryat etmesine aldırmayacaktı bile. Öküzü albay yapsan değişen ne olur ki? Biz sabaha kadar ağlaşarak orada oturmuş, nihayet babamı görünce bacaklarına sarılarak ağlamıştık.
Köşk Köyünde beş yaşıma basmıştım. Köyün muhtarı ahırında yatmamıza müsaade etmişti .Ahırın bir köşesinde yatan ,iki çocuklu aile . Alay oraya yeni intikal etmiş ve subaylar köylüden çatıya koymak için kavak ağaçları satın alarak , kerpiç evler yapıp ,dağın başında mahalle oluşturmuşlar. Ama Yaşar hiç rahat durur mu? Annemin bütün hassasiyetine rağmen , ben buzağıları seveceğim diye , etrafı tahta perde ile çevrili lağım çukuruna düşüvermişim. Annem parmakları ile boğazımdan boklar çıkartmış. Alayın doktoru, derhal hasta haneye gitmemiz gerektiğini söyleyince önce Erzurum da sonra da Erzincan da Anneannemin yanında bir ay tedavi görmüşüm.
Döndüğümüzde kerpiç evimiz hazırdı. Komşumuz Raci Tekin amcalardı . Oğlu canım arkadaşım, Muzaffer Tekin di. Hayatımın ilk düellosu Muzaffer ile beş yaşındaki Füsun için olmuştur. Yok ben doktorum ,yok hastabakıcı sensin , kızın kıçına iğneyi ben vuracağım , sen vuracaksın kavgasıydı bu. Kavgayı kızın anne si ayırmış , bize de birer tokat atmıştı. İşte o gün başlayan dostluğumuz o ölünceye kadar sürmüştür.
Köyümüzde kış günleri kurtlar gezerdi. Çözümü Raci Amca dört Kangal köpeği getirtip onları bir çukurda besleyerek bulmuştu. Çukurun etrafı tahta bir korkuluk ile çevrili olmasına rağmen biz çocuklar köpeklere bakmaya pek meraklıydık. Oysa hayvanlar çok vahşiydi. Bakıcısı akşam olduğunda “ Köpekler çıkıyor , köpekler serbest dışarda insan kalmasın” diye bağırırdı. Ama bir gün çukurun başında çocukların bir itiş kakışıyla beş yaşında bir kız düşmesin mi? Hepimiz bağrışarak kaçmıştık. Çukura inen bakıcı , ağlamaktan perişan olan annenin kucağına suratını yalayarak köpeklerin ıslattığı çocuğu verince ,kadın evde pişirdiği öğle yemeğini tencereyle getirip köpeklere vermişti. Köşk Köyünün unutulmaz bir anısı da babamın beş kurt tarafından evimizin kapısında sıkıştırılmasıdır. Arkadaşının tayinini kutlayan subaylar mahfel denilen gazinolarında biraz içip evlerine dönerlerken babamı takip eden beş kurt bizim kapı önünde saldırıya geçiyor. Babam gelmedi diye ben uyumuyorum, annem telaşlı, arada bir söyleniyor. Derken kapı yumruklanıyor ve arkasından babam silahındaki sekiz mermiyi boşaltıyor. Biz çığlık çığlığa bağırıyoruz . İçeri giren babamın uzun parkası ısırılarak yırtılmış, elleri soğuktan donmak üzere. Ertesi sabah iki kurt ölüsü kapımızın önünde yatıyor.
Mekanize olmaya çalışan ordunun elindeki atların fazlası satışa çıkıyor. Babamın ,her gün bindiği kısrak satışa yazılmış. Kardeşimle ben, yalvarıyoruz onu satmayın diye. Babam da vaz geçemiyor atından, kendi bindiği kısrağı satın alıyor. Artık bizim de bir atımız var . Atın doru rengine karşın anlının ortasında beyaz ve beşgen şeklide bir akıntısı var. Bu yüzden olsa gerek onun adını Yıldız koymuşlar. Ona bir yer yapılıyor, eve çok yakın . Diğer subayların da atları var burada. Bizim at çok şişmanlıyor, meğer yavrusu olacakmış. Bir sabah babam elindeki şekerleri bizim ceplerimize doldurup hiçbir şey söylemeden Yıldız ın yanına götürüyor . O da ne? Simsiyah bir tay, alnında annesi gibi beyaz bir akıtma ve elimizdeki şekerleri adeta yutan bir canavar var burada. Erkek bir şeytan bu . Onu görmek için her gün babama yalvarmak zorunda kalıyoruz . Tayın adını Arap koyduk. Çok mutlu olduğumuzu hatırlıyorum. Ama;
Baharda , önümüzde uzanan ve içinden ince bir çayın aktığı ovaya salıyorlar ana ,oğul u. Evden görüyoruz onları. Nasıl da koşuyorlar. Hele Arap , çifteler atarak diğer taylarla şakalaşıyor adeta. Babam eve erken geliyor, dedemden kalan Legant tabancayı alıyor , gözleri yaşlı adamın .Annem bizi tek odalı evimizin diğer köşesine götürüyor. Perdeler kapatılıyor, annem de ağlamakta. Perde çekilirken, Arap ın acı kişnemeleri, askerlerin onu uzaklaştırma çabaları ve bir at arabasında yatan Yıldız. Hiç sesi çıkmıyor ,sadece çok acı çektiği ağzını açıp kapamasından belli olmakta. Annem kolumdan tutarak bakmamamız gerektiğini söylüyor. Üçümüz bir birimize sarılarak ağlıyoruz. Tok bir silah sesi yırtıyor ağaçsız , kayalık dağları. Babam içeri giriyor, tabancayı gizliyor. Vay amına koyduğumun dünyası. Elimizden şeker yiyen , bizi üstüne bindirdiklerinde sarsmamak için yürüyüşünü değiştiren Yıldız, yok artık. Beş metre genişliğinde ,içi kırmızı alabalık kaynayan , suyu içilebilen o güzelim dereden sanki gülerek atlayan Yıldız ın, nasıl ayağı kayıyorsa öyle bir düşüyor ki; sağ arka bacağı kırılıyor. Alay veterineri ,onun vurulmasından başka çare olmadığını söylüyor. Arap ı da köyün muhtarın veriyoruz. Bazen görmeye gitsek de, köy çok yakın değil evimize. Hala, bir engelli insan gördüğümde , o ceylan gibi koşan Yıldız ı hatırlarım. Her şey saniyeler içinde ,yanar, devrilir, boğulur hatta ölür, diye düşünürüm. Onun için, ne oldum demeyeceksin. Nazar değdi diyenler oldu , çay ın üzerine köprü yapalım diyenler olmuş , bizde Arap a biz bakabilirdik diye babama sızlanıp durmuştuk. O ise ,Yıldız ı bir yandan severken, öbür eliyle kulağından beynine tek el ateş ederek onu kalbi kalbimizde, emaneti Arap ı kontrolümüzde olarak yaşatacaktı .Görevini yapmanın hüznünü, uzun zaman üzerinden atamamıştı.
Bir sabah Köşk Köyü nde davul sesi ile uyanmıştık. İnsanlara asla insan gibi davranmayan Albay M.Ö. tayin olmuş, bir fayton ile gidiyor ve bütün Alay personelinin karıları ellerinde tencereler ile ev arkalarında davul çalarak onu ve karısını uğurluyordu. Sadece babam ve bir aile daha bu uğurlamaya karşı çıkarak, onun rütbesine saygı göstermişlerdi. Oysa kendi makam aracı da vardı. Neden faytonu seçmişti diye hep düşünmüştüm .Arabasının nedense bir gün önce bozulmuş olduğunu öğrenmiştim. İnsanlar nasıl eğitilir, ve nasıl adam gibi adam olur , nasıl saygı duyulan kişiler olur bilmem.
İLKOKUL
Köşk Köyünden , İstanbul Mimarsinan a çıkmıştı tayinimiz . İlkokula burada başlamıştım . Okumayı ilk söken ben olmuştum. Hasta olduğum zaman evimize gelen , alnıma sirkeye batırılmış bez koyan , bana annem gibi davranan o güzel insanı unutamam.
Babamın Kore ye gitmesiyle , biz de Eskişehir e Dayı mın yanın gitmiştik. Orada pazarlarda Kalabak suyu satarak ilk ticaretime başlamıştım. İkinci sınıfa geçmiştim ama öğretmenimden nefret ediyordum. Annem safrakesesi ve midesinden ağır bir ameliyat geçiriyor , o ölecek diye çok korkuyordum . Okulum bana izin bile vermiyordu. Ama ben de okulu asmayı öğreniyorum. Su satışından elime geçen paraları , anneme para lazım olur diye biriktirirdim. Gerçekten Babamın maaşının geciktiği günler benim kumbara açılırdı. Çok sevdiğim öğretmenim , babam yoktu ve annem o sene üst üste üç ameliyat geçirmişti. Öğretmenimi yine sevmiyordum.
Babamın geleceği müjdesini almıştık. Birden dünyanın döndüğünü , baharın yeşil demek olduğunu, kuşların uçabildiğini, babamla boğuşabileceğimizi hayal etmeye başlamıştım. Ben nereden bilebilirdim ki, Kore ile İzmir in arasının bir ay olduğunu. Her gün on gün kaldı, beş gün kaldı derken babamı karşılamaya İzmir e gitmiştik. Onun bacaklarına nasıl sarılarak ağladığımı, babasız çocukları düşünerek nasıl şükrettiğimi anımsarım.
Babam , bir yıl erken terfi alarak Ankara ya Kara Harp Okulu 2nci Birlik Komutanlığına tayin olmuştu. Günlerce ev aradıktan sonra Yeni Mahalle Beşinci Durak Mevkiinde bir ev bulabilmiştik. Beni ve kardeşimi Yedinci Duraktaki Barbaros İlkokulu na kaydettirmişti babam. Yine okul ile problemlerim başlamıştı. Çok zordur hiperaktif yaşamak. Kolay anlayamazsın , kolay anlaşamazsın, kendince yorumlar, kendince bulursun doğruyu. Abartılıdır her hareketin. Hep önde olmak istersin , ya da en arkada.
Ev alabilmek için annemin Erzincan da ki evini satıp , Cebeci de bir inşaata girmişlerdi. Babamın Kore den getirdiği teyp den başlamıştı evin takviyesi. Korkunç bir tasarruf vardı ailemizde. Ben bile harçlık istememek için annemin yaptığı fırıldaktan tutun da şans kadere , Teksas-Tommiks, pazarda gazoz, tornet ile hamallık dahil her şeyi yapıyordum. Yenimahalle Pazarının başka bir yeri vardır bende.
Yirmi Yedi Mayıs ihtilali benim ilk okulu bitireceğim sıra olmuştu. Şehit Teğmen Ali İhsan Kalmaz babamım birliğinden di. O sene yapılan, benim sünnetçiden kaçtığım sünnetimize gelen Harbiyeliler vardı. Mahallenin kızlarının çoğunu tavlamışlardı. Anneleri aralarında kızlarının bulduğu ,dans ettiği Harbiyelilerin dedikodusunu yapıyordu.
Daha üçüncü sınıftayken arabanın çarptığı bir sokak köpeğini önce veterinere götürmüş, kırık arka bacağını alçıya aldırmış ve sahiplenmiştim. Küçücük olmasına kanıp ismini Bobi koymuştum. Sonraları dev gibi bir çoban köpeği olup çıkmıştı.
İlk okul işte böyle bitti. Yaramaz bir çocuktum galiba. Karpit koyup boş bir çöp bidonunu yüz metre havaya fırlattıktan sonra elektrik telleri nin üzerine düşürerek Yenimahalle nin elektriğini bir gece kesilmesine sebep olmuştum . Babamın korkusundan gece tarla denilen yerde yatmıştım . Ne çocukmuşum amına koyayım.
E.Yaşar O