- 2122 Okunma
- 16 Yorum
- 17 Beğeni
PATİKA III
Kuzeyin ışıkları çift kanatlı ahşap penceremizden oturma salonumuza olanca berraklığını bırakırken içimin huzurla dolduğunu hissettim.
Ablamla birlikte neşe içinde yorgan ve battaniyelerimizi toplamak için yatağımızdan doğrulduk. Kurumuş çam ağacı odunu (Kış aylarında yüksek engebeli yamaçlara çok miktarda kar birikir. Biriken bu karlar bahar ayı geldiğinde aniden yükselen ısıyla birlikte yamaçtan kütlesel halde aşağıya doğru hızla kayarlar bu esnada etrafında bulunan ağaçlar zarar görür. Zarar gören ağaçlar odun olarak kullanılır asla ve asla yöremizde yaş ağaç kesilmemektedir.) sobada yanarken, odanın içine yaydığı çam kokusunun yanında çıkardığı çıt çıt sesleriyle sabaha kadar deliksiz mışıl mışıl uyuduk. Annem, “Yataklarınız hazır odalarınızda dinlenin” dese de İstanbul’un sıcağından bir anda dağların buz gibi havasıyla temas eden vücudumuz sıkı giyinmemize rağmen soğuğa karşı içimizi titrettiğinden salonda sobanın arkasına L şekli yerleştirilmiş kanepelerde uyuyacağımızı söyledik.
Güneş dağların en yüksek sivri tepelerinde kıpkırmızı toplanarak vadinin yeşilliğine doğru yavaş yavaş süzülüyordu. Dün, öğlenden sonrası sanki hiç yaşanmamış gibi fırtınadan eser yoktu. Gökyüzü tenine mavi-lâcivert rengini giydirerek bütün kudretiyle yeryüzünü yeşilliğini onurlandırıyordu.
Mutfaktan gelen süt kokusunun lezzetini koklaya koklaya içeri girdim. Annem kuzineyi yakmış, fırında sıcacık mısır ekmeği, yanında kaymaktan yaptığı muhlama, sofrada taze kaymak, taze peynir, minci ve hurma pekmezini görünce acıktığımı hissedip, bu güzel nimetleri verene şükredip önümüze sunan anneme arkasından kucaklayarak sımsıkı sarıldım. Narin incecik bedenli annem, gözümde şimdi bir daha dağ gibi heybetli, güçlü, mutlu ve gururlu görünüyordu.
-Anneciğim, akşama pancar (yaylada çayırlarda yetişen özel bir sebze) çorbasının yanında fırına balık atarım, sen yorulma ne olur.
Annem, yüzümü ellerinin arasına alarak sonsuzluğa kadar üzerimden gitmeyeceğini düşündüğüm gözleriyle gözlerime baktı…
-Senin zamanında elime süpürge almadım, sırtımda yük taşımadım, yemek pişirmedim. Her işimde elim kolum ayağımdın. Nefes almadan bağda, bahçede, ahırda, ev yapımında ustalarla birlikte çok çalıştın, zor günlerimizde bir kez olsun oflamadın, şikâyet etmedin. Bir kez olsun beni üzmedin. Evlerimizin inşaatı zamanında sekiz yıl boyunca çimentosu, kolonlara dolan taşı, tuğlası olmak üzere harca katılan suyu bile dereden taşıdın. Hepsi de sırtından geçti. Arkadaşların oyun oynarken sen küçük kardeşine baktın. Evlerimizin inşaatı bitti, tam rahatladık dediğimde İstanbul’a çalışmaya gittin. Bugün senin günün yavrum, doya doya o sevdiğin, hasret kaldığın dağlarına bak gez, dinlen…
Ellerimde annemin bostanımızdan topladığı bol yeşilliklerle yaptığı sebzeli hamsi, kaymaklı kurabiye, peynir, helvayı alarak Köylük Sırtı’na doğru yayan yola koyulduk. Gunn Abla’mın elinde fotoğraf makinası yol boyunca, Kafkas beyaz, pembe, kırmızı orman güllerini çekerken mimikleriyle çıkardığı ses kendi kalbinin mutluluk yankısıydı. Sümbüllere, ters dağ lalesine, orkidelere doğru eğilip iki parmağıyla, tek bakışıyla kadrajını olanca yakınlarında tutarak ‘’ Görüyor musun? Bu cimcimeleri, nasıl da güzeller’’. “Cimcime” kelimesini kayınvalidesinden kızlarını severken öğrenmişti.
(www.camlihemsin.bel.tr/sayfa/tabiat-ve-bitki-ortusu/104
Tabiat ve Bitki Örtüsü, Çamlıhemşin Belediyesi
Tabiat ve Bitki Örtüsü. Flora (Bitki Örtüsü) Rize’nin ve Çamlıhemşin’in florası hakkında yapılan bazı araştırmaların sonucu aşağıda belirtilmiştir.
www.camlihemsin.bel.tr )
Yaklaşık bir buçuk, iki saatlik dik yamaçlara doğru yayan yürüdüğümüz yolculuğumuzdan sonra Köylük Sırtı’na vardık. Ablam aynı Mardinli şoför abiler gibiydi. Başı zirvelerde Kaçkar dağları ayaklarının altındaydı. Denize doğru uzanan sayısız birbiri içinde saklanmış vadileri, dereleri, 360 derecede döne döne seyrediyordu... Köylük Sırtı’nın bir ucundan diğer ucuna koşarken seyre daldığı aşağılara vadilerin içlerine doğru üç pare Hemşin yaylarına, diğer ucunda Varyemez, Kito, Çat yaylalarına, dönüp Baş yaylanın bitişiğiyle başlayan Kaçkarlara, en tepe sivri noktası Hüsam’a, ilerisinde Hunut dağlarına doğru bakarken, gördüklerinin şaşkınlığı ve heyecanını yaşıyordu. Kendisini unutan ayakları ise beyaz papatyalara, mor orkidelere, küçücük masmavi adını bilmediğim yayla çiçeklerine gömülmüştü. Manzara karşısında aldığı lezzetle,
-Ümmühan yarın gidiyor olmamıza üzülüyorum. Zamanımız olsa birkaç gün daha kalsaydık. Yollar sel dolayısıyla kapalı, elektrikler yok, telefonlar çalışmıyor, burada bir ömür her şeyden, herkesten uzak kızlarımla, köpeklerimle birlikte yaşayabilirim.
Dolunayın hilâlle buluştuğu gecelerin sabahında vadiye doğan güneşi görmeden sabahleyin erkenden kalkıp çalışmaya başladığım aklıma geliyordu. Yaylamız ve aşağı mezeremiz bir de sahilde evimiz olunca haliyle bütün kardeşler iş gücü olarak üçe bölünmüştük. Yaz aylarında sahildeki bahçelerimizde çay biçme dönemi, yaylada ise ailemizin kışlık ihtiyaçları için ahırımızdaki hayvanlarımızı sağıp, sütlerinden, peynir, yağ, katık dediğimiz minci yapılmaktaydı. (Kışın hayvanlarımız hamile olduğundan ihtiyacımız olan hayvansal gıda ürünlerimizi yaz aylarında biriktirdiklerimizden tüketirdik ) Şimdilerde adına yayla desek de köyüm Kale-i-Bala’da eskiden dedelerim kış aylarında sürekli ikamet ederlerdi. Bugün hâlâ kütüğümün de olduğu Çamlıhemşin’e bağlı en uzak dağ eteğinde olan köyümde Temmuz ve Ağustos ayları aynı zamanda ot biçme zamanıydı. Ve daha öncelerde buralarda arpa, buğday, yulaf, mısır ekilirdi.
Fakir değildik, işlemeli iki katlı taş konakta, beş yatak odasının beşinde de şöminesi olan, çift kemerli iki ocak, on kişinin bir anda ayaklarını sokup ısınacağı tandır, devasa mutfak dolabı dediğimiz işlemeli terek, tereğinde bir çok bakır kaplar, dedelerimin ismi kazılı kocaman bir bakır sofra sinisi, hatta ve hatta mutfağın içinde musluğu olan evde büyüdüm. (Konağımız Çamlıhemşin’in Osmanlı toprağına katılmasıyla aynı yaştaydı.) Ambarımızda, çifter çifter tecirimiz, tecirlerimizin içinde tarlarımızda ektiğimiz buğdaylarımız, mısırlarımız saklanırdı. Türkiye’de yoksulluk olduğu dönemlerde bile tarım ve hayvancılıkla uğraşan sülalem çalıştıklarının karşılığını az çok alan varlıklı ve değerli insanlardı.
Tek dededen oluşan sülalem zamanla çoğalırken, günümüze geldiğimizde ise babam evin tek oğluydu, babası da evin tek oğluydu dedesi de. Annesinin yedi erkek kardeşinin yedisi de vatan uğruna istiklâl ve Çanakkale Savaşlarında şehit düşmüştüler. Babamın anne tarafından artık erkek olarak hiç kimsesi yoktu. On üç yaşında evlendirilmiş, ilk çocuğunda on beş yaşında baba olmuştu.
Bugün yabancı bir kadının, Gunn Abla’mın gözlerinden kendime bakınca doğup büyüdüğüm topraklara bilgisiz oluşumu sektirmeden yeniden keşif ediyordum. Neden ablamın bana anlattıkları okul yıllarımda öğretilmemişti. Neden çiçeklerin adını bilmiyordum, dağların içinde oluşan kraterler ve göllerinin zil siyah, lacivert masmavi rengi almasının sebebi neydi? Öğretmenlerim, öğrencilerine Türkiye’mizi tanıtma konusunda neden yetersizler, ülkem neden eğitim fakiriydi. Yaşadığım memleketimin bitki örtüsüne ottan, çiçeklerde başka bir şey demiyor hatta dönüp araştırmak için bir kez olsun ilgi duyup bakmıyorduk. Ot ve çiçek dediklerimiz, dünya bitki örtüsünün %70 oysa benim memleketim Çamlıhemşin’de yetişiyordu...
Neden yabancı bir kadının ağzından yöremin bitkisini, orman ağaçlarını, meyve ağaçlarını, çiçeklerin adları hakkında bilgileri dinliyordum. Oysa ki ben ablama rehber olmalıydım, yöremi en iyi şekilde tanıtma gücüne sahip olmam gerekmiyor muydu? Bütün bunlar beni zorlamış ve hatta mahcup etmişti. Kendime kızmıştım.
Kuzeyin ışıkları denen bu yerler, bu dağlar, vadiler benim evimdi, bense evimin içinde yâd duruyordum….
Ertesi sabah dönüş günümüzde adını suyunun tadında alan ‘Acısu’ya’’ yerin altından çıkan şifalı maden suyunu içmek için yola koyulduk.
Yarın Pazartesi ve yollarımız kapalıydı. İşe yetişmem, vergi beyannamelerini verme günümdü. Benden başka yapacak hiç kimse de yoktu. Patronum bugün İstanbul’dan gelerek Gunn ablamı Rize- Pazardaki evimizden alıp Erzurum, Kars, Ağrı’ya arkadaşlarıyla birlikte gezi turuna katılacaklardı. Ben de Trabzon havaalanına doğru yarın sabah en erken saatte kalkan ilk uçakla İstanbul’a dönecektim. Her şey öyle ayarlanmıştı. Kendi kendime içimden ‘’ bugün kepçeler, dozerler inşallah yolları açar, biz de zamanında yola çıkmış oluruz.’’ Ümitsiz düşüncelerle ablama bakıyordum. Ablamın, Acı suyun tadını sindire sindire içtiğini, ondaki rahatlığını görünce huzursuzlanmayı bıraktım.
-Ümmühan evden fazla uzaklaşmayalım.
Bana doğru konuşurken bu sefer mavi-lacivert berrak gökyüzüne ablam bakıyordu. Saat ikiye doğru büyük Veran Yayla tepesinden, Küçük Veran Yayla tepesine doğru dönüşe geçtik. İki dere arasındaki köyümün üstündeki bu dağları bir yıl daha göremeyeceğim düşüncesini ruhuma resmederek üzüntümle yürüyordum...
Ablamla birlikte köyümüzden ikinci çıkış köprüsünün üzerine geldiğimizde havada duyduğum ses motor sesiydi. Başımı yukarlara doğru kaldırdım. Yüksekte ta yükseklerde nokta kadar gözüken helikopterimize doğru heyecanlanarak bakıyordum. O an saniyeler içinde beynimden geçeler “Allah’ım, İki vadi arasında düz arazi yok, bizi almaya gelen helikopter nereye inecek” Yüreğim ağzımdaydı. Dere boyu elektrik telleri aynı zamanda büyük tehlikeydi.
Bu delifişek patronum yine yaptı yapacağını dedim. Lisede limon satarak, yüksek dereceyle Amerika’da üniversite okumaya gittiğinde, turistlere rehberlik yaparak ailesine yük olmadan okul harçlığını kendisi kazanmıştı. İş hayatında risk almaktan korkmayan, bu sefer canını ortaya koyarak bugüne kadar hiç kimsenin yapamadığını yapıyordu. Kaçkar dağlarının eteklerine doğru helikopterle bizi almaya geliyordu. Evimize doğru hızla koşarak masanın üstündeki kırmızı örtüyü çekip aldım. Köyümüzün girişindeki köprünün üzerine çıkarak kırmızı masa örtüsünü beni görmeleri için ellerimle olanca gücümle sallıyordum... Anlamıştım, Google amcadan yaylamızı inceleyen ve Zahide’den ön bilgileri alan patronumun ineceği tek yer eski taş köprümüzün bir metre ilerisinde yapılan betonarme köprünün üstü olmalıydı.
Helikopterin içinde ömrünü TÜRKİYE CUMHURİYETİ DEVLETİ’NE adamış asker emeklisi yılların tecrübeli kaptanı vardı.
Vadiye doğru uzun uzun yuvarlak dönüşler yaparak yavaş yavaş alçalıyordu. Artık iniş mesafesi kısalmıştı. Helikopter, dere içinde olduğum noktaya doğru elektrik direklerini soluna alarak köprüye doğru alçalıyor, bana doğru geliyordu. Köprünün üzerinden hızla uzaklaşıp yakınıma toplanan meraklı akrabalarımı, komşularımı pervanelerinin yaratacağı tehlikeden uzaklaştırarak geriye doğru çekiliyordum.
Ablam, evde el bagajlarını, annemin verdiği hayvansal ürünleri toparlıyordu.
Muzaffer Kaptanım helikopteri olağanüstü yeteneğiyle köprünün üzerine kuş gibi kondurdu, pervaneleri hâlâ çalışır vaziyetteydi. Patronum, helikopterin kapısını açar açmaz başını eğip, inerken ‘’hava akımı çok fazla helikopteri stop yapmayacağız, acele edin, bir an önce binin’’ diye bize sesleniyordu.
Annem ve babamın olduğu noktaya koşarak gittiğini, annemin ellerini öpüp birbirlerine sımsıkı sarıldığını görüyordum. Bende bir taraftan Gunn ablamın elime tutuşturduğu sırt çantamı alarak anneme, babama sarılamadan helikoptere doğru koşuyordum.
Zaman, kendi içinde devrilip geçedururken, bir saat sonra sürprizlerin bana ne getireceğini bilemiyordum, kimse de bilemezdi…
Ümmühan YILDIZ
YORUMLAR
Ot ve çiçek dediklerimiz, dünya bitki örtüsünün %70 oysa benim memleketim Çamlıhemşin’de yetişiyordu...
Üç seri ve her seri kendi içinde bir öykü...
Tüm yöreyi gezerken bakışımız göz, duygularımıza s/öz oldunuz.
"Kılavuzu sizin olduğunuz her yazı keyifle okunur" tezini bir kez daha onaylayan seriyi keyifle okurken annenizin elleriyle yüzünüzü tutup söylediklerinden ziyade duygularıyla anlattıkları hep gözümün önünde kaldı bir süre.
Tebrik ve saygılarımla kalemdaşım
Ümmühan Yıldız
İçtenliğinize kalbi teşekkürlerimle,.
saygıyla sevgilerimle selamlar.
Ümmü'm, Kıymetli Bacım
Yine yaptın yapacağını, yazdın yazacağını, aklımı, yüreğimi, çocukluğumu beri aldın o yayla yollarında, dağ başlarında.
Bir çok insan Karadeniz'i hep yeşil görür, cennet diye tasvir eder, doğasına suyuna canı çeker, gıptayla insanına özenir desem hepsi de doğrudur. Ben de uzaklardan bakınca canım, oraları görmek gezmek istiyor, bir yabancı gözüyle de bakıp empati kurmak farklı açıdan bakmak da istiyor.
Ama madalyonun diğer yarısı var ki, Karadeniz insanı hep zorluklarla boğuşmuş, ekmeğini mücadeleyle kazanmış, hep idare etmiş, olana şükretmiş, olmayanın derdine düşmemiş, az bulmuş az yemiş, çok bulmuş bölüşmüş, bir tek ineklerinden elde ettikleriyle yaşamış, sırası gelince otları yemek yapmış, sırtı yükten kalkmamış, ayakları düz yer bulup basmamış, diz ağrısından gece uyuyamayan kadınlar çocuklarını büyütürken, eşi gurbetlerde para kazanma geçim derdine düşmüş, ayrılıklar yürek veremi etmiş vs vs.
Yani aklıma gelenleri sıralasam da beraber sevindiğimiz kadar oturup da ağlasak bacıların hası. Yine de en ufak bir sevinçte mutlu olmayı bilmiş, vefayı unutmamış, nanköre de sırtını dönmemiş.
İşte Karadeniz de tıpkı insanına benziyor. Zorluklar içinde sunduklarını alan sevdiklerine bağrını açmış, alamayanlar ise dokunup kaçmış tıpkı, gezip görüp geçip gidenler gibi.
Şimdilerde anı olarak anlatsan da hiç birimizin kolay, rahat, şımarık büyümediğimiz gibi sen de hayatını tırnaklarınla kazıyarak ilerliyoruz ömür sayfanda. Bunun çok azını yazdığının farkındayım. Hepsini ayrı ayrı anlatsan sayfalara sığmazdı, biliyorum. Yine de tebessümle, güzellikle sunuyorsun yüreğindekilerini. Sözlerini kalemine dökerken devleşiyorsun beni mimi minnacık naif yüreklim.
Rahmet emek istediği gibi Karadeniz de emekle, sevgiyle yeşilliğini doğasını sevdiklerine sunuyor. Korunmayan emek verilmeyen sevilmeyen hiç bir varlık diri ve yeşil kalamaz, toprak da buna dahil, dağ da, orman da, dereler de, yıkılan konaklar da, üstü toprak evler de. Hepsi de bağrında büyüyenleri bilir, biz de her köşesini biliriz, dilini, ruhunu, kimyasını, zerresini.
Yazında örnek vermişsin ya, "limon satarak katkıda bulunuyordu" O da tıpkı özüne, mayasına, atalarına, dedelerine, vatanına benziyor. Bilir ki başkasının yardımıyla ayağa kalkanlar çabuk düşerler.
Yürek vatan, yürek maya. Tutturabilen suda mayayı Nasrettin Hoca gibi anılmaya devam eder. Diğer bütün şeyler teferruat kalır.
Yüreğinde en güzel vefayı, sevgiyi taşıyan, benim özü sözü bir bacım iyi ki yazıyorsun.
Maşallah Sübhanallah diyor seni seviyorum....
MÜSLÜM BAYRAM
Allah Mutluluğunuz bozmasın, Bu güzel doğa tabiat yeşil renkli gök mavisi kubbe altında ki tabloyu kim bozabilir,? umarım katarlılar görmez buraları;))
tebrikler değerli iki şair kardeşi de kutluyorum
Nezahat Yıldız Kaya
İnanın yaz geldi mi yollar E 5 karayoluna benzemiş, trafik çok :)
O dağlar sessizliği, sessiz olmayı, sessiz konuşmayı, derin düşünmeyi seviyor.
Ama o dağlar atma türküyü karşı dağdan ötekine kuş uçurur misali seslenmeyi, haykırmayı, tulumu seviyor := )
Gerisi mi, gerisini zaten Ümmü Bacım yazıyor...
Selam ve teşekkürüm ile Müslüm Bey.
Ümmühan Yıldız
Ektili en etkili yorumu size doğru geldi.
Sohbetimize eşlik eden has yüreğinize bir değil biiii sürü teşekkürler.
MÜSLÜM BAYRAM
çok haklısınız vallahide billahi de öyle
temiz olsun önce her şey herkes
sorun biter yüzde 90 eminim
ben teşekkür ederim
saygımla
Ümmühan Yıldız
Oysa, bir Türkle evlilik yapan yabancı bir kadına ülkemin geleneğini, göreneğini, misafirperverliğini aile yapısını saygıyı anlattığımın, tanıttığımın inceliklerin farkında bile değiller.
Çünkü insanoğlu, insanlığından sapmaksızın bir çizgi üzerinde yürümeyi unuttu. İnsanoğlu söylenen her sözün vefasını, anlamını, namus kavramı olduğunu unuttu. İnsanoğlu kolay kazanmanın peşinde düşüp, alın terininin zorluğu unuttu. Bense unutmadığımı haykırıyorum, zaman zaman nasıl tırnaklarımla kazıya kazıya ömrüme yol yapmanın detaylarını anlatıyorum. Başarının elime kolay sunulmadığının farkında olup, başardığım şeylerinde teşekkürünü içimde taşıyıp, farkındalıkları dilden gönüle, sözlerime yansıtmaya çalışıyorum.
Ve, bize babamızdan kalan tek miras dürüstlüktü. Hayatım boyunca girdiğim ilk işimde olup, hâlâ çalışmaya devam ettiğim işimde gece-gündüz hafta sonu mefhumu gözetmeksizin çok çalışarak büyüdüm büyüdüm emeğimle alın terimle bir yerlere geldim. Büyüdüm ama geriyi unutmadım, her zaman dediğim, örnek verdiğim gibi yeğenlerimi, ailemde okula giden öğrencilere maddi ve manevi yardımlarım dokundu. Onlar da benimle büyüdü, daha gerisi büyümeye devam ediyor. Nefesim ömrüm yettiğince bu devam edecek. Şimdilerde bir adet çıkartmışlar, resimlerde ancak paylaşıyorlar, filan falan yardım diye. İlla ki resmi olmaz ama sözle teşviki olur. Evet, Yapılan yardım gizli olmalı, fakat bir taraftan da olmamalı. Bu devirde gizlilik diye bir şey yok artık, her şeylerini, hayatlarını medya önünde paylaşanlar yardıma gelince, "gizli yapın" diyorlar, işlerine geliyor. Ben de diyorum ki; örnek olmak adına sesli sesli bağıra bağıra diyorum ki çevrenizdeki insanlara gösterişe kaçmadan fazlanızı paylaşın.
Seni, senden alacak o toprağa bedeninle, iki metrelik kefenden başka hiç bir şey getirmiyorsun…
Ablam sen o kadar güzelsin ki, iki gün önce eşin toplantı için önce Adana sonrasında İstanbul’daydı
Adını anarak anneme babama hayırlı bir insan yetiştirip Allah’ımda bana onu nasıp etti diye dua etti.
Bundan daha güzel ne olabilir ki. Maşallah dedim ben de sen her zaman söylediğin gibi.
Seviyorum Seni, hem de kocaman. (Ellerimi açtım- Ha bu kadar..... )
MÜSLÜM BAYRAM
başarıyı takdir etmek ancak erdemli kişilik gerektirir.
aşağı çekmek isteyenleri boş ver gitsin;))
Karadeniz gibisin valla;))
saygımla
Nezahat Yıldız Kaya
"Maşaallah la havle ve lâ kuvvete illa billah"
Diyeyim bacım tedbirimi alayım da öyle yazayım tekrar.
Oy oy bacım, beni duygulandırdın.
Haa o kadar dediğin gibi ben de kollarımı, bağrımı açıyorum.
Ablan yessssir olsun sana
Seni verene şükürler olsunnn.
Karadeniz’i kapsamlı bir dilde ve bu kadar geniş yazıyı ilk kez okuyorum. Doğduğunuz topraklardan ayrı düşseniz de oradaki hayatınızı unutmamışsınız.
Kuzineden yükselen yemek kokularını adeta hissettirdiniz.
Teşekkür ederim bilgi paylaşımınıza
Sevgi ve selamla
Ümmühan Yıldız
sevgilerimle selamlar
Çok güzeldi yine Ümmühancığım. Seninle birlikte teneffüs ettim o güzel havayı sanki.
Yürek sesin susmasın. Sevgi selam gönderiyorum yürekten...
Ümmühan Yıldız
Çok teşekkür ederim yanımda olup dağ havasını eneffüs etmene... bi sürü kalp
Sevgilerimle selamlar.
Ümmühan Yıldız
Çok teşekkür ederim,
sevgilerimle selamlar.
aldın götürdün bizi değerli şairem okadar bir güzel anlatımki kendimi orada hiss ettim var olasın sağ olasın gönlün yüreğin var olsun selam saygılarımla İstanbul kartal necati yıldız mahlas ozan neco baba.
Ümmühan Yıldız
Yazıma zamanınızı ayırarak okuyup yorumlamanız benim için değerliydi.
Sağ olun
Ümmühan hanım günaydın
Bence Turizm BAKANI siz olmalısınız;))
İlk yazıyı okudum valizimi hazırladım şimdiden, var gerisini düşünün işte;))
iyi haftalar dilerim
tebrikler
Ümmühan Yıldız
Tünaydınlar,
Gülümsettiniz, :)))))))))
bilen bilmeyenin öğretmeni olup bilgi dağarcığını paylaşsa dünya çok ama çok güzel olur,
Sevgilerimle selamlar.
Güzel kardeşim hayat önümüze kaç patika yolu getirir bilemeyiz. Okuduklarımdan anladığım hiçbir başarı tesadüf değildir.
İnce ince dokunarak kendine de özeleştiri yaparken, aynı zamanda çevrenizde bilinçsiz olduğunu dile getiren tatlı bir üslupla geçişlerin var
Eğitim sisteminin yetersizliği….
Öğretmenlerin öğrencileri eğitme konusundaki yetersizliği…
Başarıya giden yol tembellikten değil çok çalışmaktan geçer…
Yarının ne olacağını bilemeyiz. Allaha duyulan inanç…
Anne, sevgilerin en üstündedir…
Ümmühan Yıldız
Benim imdadım, mesai arkadaşı, canım abim,
Kalbimde, sevgimde, saygımdasın...
Güzelliğine güzellik katar Kaçkarlar zirveye çıktıkça... Ayrıca yazınız çok içten ve sevgi dolu ve eli öpülesi annenizi burada anmadan geçmeyeceğim o doğa güzelliğini tamamlayan insanlar onlar. Fındıklıdan selam ve saygı ile...
Ümmühan Yıldız
Fındıklıya doğru Ardeşen’in çıkışında Mesut Ka…. İlk öğretim okulu var.
Gurular söylüyorum o okulu benim patronum yaptırdı.
Sevgilerimle selamlar
Bizim Karadeniz in anneleri öyledir çocukları gelince onları bir güzel ağırlar, giderken tüm yöresel ürünlerle paketler, çuvallar dolusu erzak verir nerede şimdi o anneler hepsi beyaz atlara bindi ve Kaçkar dağlarında aştı gittiler çok güzel bir çalışma okudum kutluyorum
Ümmühan Yıldız
Bağında, bahçesinde ne varsa bölüşmeyi sevendi.
Toprağım, insan ayırmayan dost yüreğinize salamlarımı gönderiyorum.
Ümmühan Yıldız
sevgilerimle selamlar.
Eşsiz idi canım arkadaşım.
Devamı çabuk gelsin ne olur ne olur.
Sevgimlesiniz
Ümmühan Yıldız
Varlığın huzur, varlığın samimi, içten ve sevgi dolu…
Çok sağ ol...
Ümmühan Yıldız
Saygılarımla selamlar.
Merakla bekliyorum devamını Ümmühan cığım, yaşadım adeta okurken.
Sevgiler
Ümmühan Yıldız
Sevgilerimle
Muhteşem!..Üçüncü patikayı da yürüdük harika güzelliklerin anlatımı eşliğinde..Bir başkadır benim memleketim..Huzur, heyecan ve gurur..Hepsini yaşatır bizlere gezi turları..Mihmandarların misafirperverliği hele görülmeye değer..Yürekli insanların yüreklerini ortaya koyduğu bir paylaşımın izdüşümü..Kaleminiz daim olsun.Sağlıcakla..Saygıyla..
Ümmühan Yıldız
Vefa dostluğun ilk kuralıdır der, onu bir başka severim.
Vefalı neneh, sen benim kalbimde edebiyat defterinde tanıdığım ender güzel insanlardansın…
Teşekkür ederim
Sevgilerimle selamlar