- 312 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
ULUSAL BAYRAMLARI KUTLAMAK ULUSUMUZUN EN BÜYÜK HAKKIDIR
Ulusların yazgısını değiştiren olaylar vardır. Bu olaylar o ulusun direncine güç katarak, onları dayanışma içinde ve de onları birbirine kenetleyerek güçlerine güçlü olmaları sonucunu yaratır. Öyle de oldu. 19 Mayıs 1919 başlayan ilk adımların peşinde koşarak bu ulus dev adımlarla yol almıştır. Kongreler, genelgeler birbirini izlemiş, Anadolu halkı tüm baskılara, saldırılara karşın daha da kenetlenmiştir. Ülke adım adım işgal ediliyor, yakılıyor, yıkılıyor, talan ediliyordu. Öyle ki, hiç can ve mal güvenliği kalmamıştı. Ülke ateş içindeydi. İşte bu günlerde yola çıkan O yiğit adam Atatürk’tü.
Halka gitti. Halka güvendi. Halkı dayanışma içinde düzene soktu. Halkın güveni de sonuç verdi. Düzenli ordu kuruldu. İşgal güçlerine bu düzen içinde karşı duruldu, başarılar elde edildi. Bunlardan biri de; “Büyük Taarruz”du.
Ülkemizin büyük mimarı Atatürk’ün 26-30 Ağustos tarihlerinde dört gün süren Büyük Taarruz sonucunda, Atatürk’ün başkomutanlığı ve dahice oluşturulan savaş planlamaları ile kazanıldı. Taarruz hazırlıkları çok gizli bir şekilde planlandı. Bu bir ölüm-kalım savaşıydı. İşgalci güçlerin ülke topraklarından atılmasını sağlayan son plandı. Düşmana son darbe vurulmalıydı. Bu nedenle çok gizli görüşmelerle plan oluşturuldu. Bu sırada Türkiye Büyük Millet Meclisi 20 Temmuz 1922 de Atatürk’e dördüncü kez Başkomutanlık yetkisi verdi. Haziran ayında taarruz kararı alan Atatürk, hazırlıklar tamamlanınca, Ağustos’un 26’sını 27’sine bağlayan gece Afyon’dan Büyük Taarruz başladı. Çok yoğun çatışmalar sonrasında düşman Aslıhan civarında kuşatılarak, Dumlupınar Meydan Muharebesi ile imha edildi. Zafer kazanılmıştı.
Atatürk bu zaferin ardından “Ordular! İlk hedefiniz Akdeniz’dir. İleri!” emrini de vermiştir.
Sonuçta işgal güçleri 9 Eylül’de denize dökülerek nihai sonuç alınmış, ülkemiz alnı açık, onurlu insanların yaşayacağı topraklar haline gelmiştir. Kolay mı olmuştur? Elbette hayır. Çok kanlar akıtılmış, çok canlar bu kutsal topraklara düşmüş, vatan toprakları kanla sulanmıştır. İşte “Bunlar gelincik tarlasından geçer gibi ateşten geçmiş, ölümle kan kardeşi olmuş babayiğit Anadolu çocukları, Kemal’in askerleriydi.”(1)
Bizler onların torunları olarak mutlu ve huzur içinde yaşıyorsak bu yiğit, gözü pek Anadolu halkına borçluyuz. Bu nedenle Atatürk’e, silah arkadaşlarına ve onlara yürekten inanan Anadolu Halkı’na borçluyuz. Çünkü; Falih Rıfkı Atay’ın belirttiği gibi: “Nemiz varsa, eğer bağımsız bir devlet kurmuşsak, hür vatandaşlar olmuşsak, şerefli insanlar gibi dolaşıyorsak, yurdumuzu batının pençesinden, vicdanımızı ve düşüncemizi Doğu’nun pençesinden kurtarmışsak, şu denizlere bizim diye bakıyor, bu topraklarda ana bağrının sıcaklığını duyuyorsak, belki nefes alıyorsak, hepsini, her şeyi 30 Ağustos Zaferine borçluyuz.”
Onlar için ne yapsak azdır. Çünkü onlar bizler için, gelecekteki evlatları için kanlarını akıtıp, toprağa düştüler. Atatürk bunu şöyle açıklar: “Arkadaşlarımla birlikte ne yaptıksa sizler için yaptık. Başınız dik gezin, kimsenin kulu kölesi olmayın diye yaptık. Ödülümüz sizin temiz, güzel sevginizdir.”(2)
Bizler böyle günlerde onlara ödülleri olan, temiz ve güzel sevgimizi gösterelim. İnsan olmanın en erdemli yönü budur. Erdemlilik büyüklerini tanımak ve kıymet bilmektir.
Onca yokluk ve yoksulluk varken, canını dişine katarak bu ülkeyi bizlere armağan edenlere şükran borcumuz vardır. Tüm büyükler gelecekleri olan çocuklar için çalışır, didinir dururlar. Yeter ki onlar gelecekte rahat etsinler, kalkınsınlar, bolluk ve bereket içinde huzurlu yaşasınlar.
Atatürk kendisini ziyarete gelen çocuklara söyle seslenmişti:
“Küçük hanımlar, küçük beyler! Sizler geleceğimizin gülü, yıldızı, talih ışığısınız. Memleketi asıl aydınlığa sizler boğacaksınız. Ne kadar önemli, değerli olduğunuzu düşünerek, ona göre çalışınız. Kızlarım, çocuklarım, sizlerden çok şeyler bekliyoruz.”(3)
Halkına, çocuklarına güvenen yöneticilerin yaklaşımıdır bu. Onlar bu nedenle geleceklerini gençliğe emanet ettiler.
Onların yaşamını incelemek, mücadele ruhunu kavramak bizlerin görevi olmalıdır. Onlar gibi “Milli Mücadele” kavramı içinde yetişmeliyiz. Her türlü yokluğa, yoksulluğa, dayatmaya direnç göstermeliyiz. Üretime, kültüre, sosyal dayanışmaya omuz vermeliyiz. Ülkemiz bu dayanışma ile üretir, gelişir ve kalkınır. Yeter ki; “Milli Mücadele’nin ateşinden geçenler başka türlü oluyorlardı.”(4) dendiği gibi olalım. Onlar ateşte ısıtılıp kor haline getirilen demirin, su verilerek çelikleştirilmesi gibiydiler. Bu nedenle çelik gibi ve çelik yürekliydiler, düşmanı bu inançla dize getirmeyi başardılar.
Ne mutlu onlara…
Ne mutlu bu bayramları bize bırakanlara…
Ne mutlu bu bayramları kutlayanlara…
Mehmet Erbil
www.mehmet-erbil.tr.gg
(1) Turgut Özakman, Cumhuriyet Türk Mucizesi. Bilgi Yayınevi 22. Basım, Ekim 2009, s.90.
(2) A.g.e s.79.
YORUMLAR
Muhteşem!..Kaleminiz daim olsun..Bayramlar Liderimiz Gazi Mustafa.Kemal Atatürk tarafından bizlere armağan ettiği coşkulu günlerdir.Bir mana arz eder.Çekilen çileleri hatırlamak ,tarihten ders almak bağlamında önemlidir..Coşkuyla kutlamalıyız..Bağımsızlığın kanıtıdır..Sağlıcakla..Saygıyla..