- 374 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
FEYZULLAH
FEYZULLAH
Köyün delisi mi diyelim ? yoksa köyün Veli’si mi diyelim. Allah katın da kimin deli, kimin Veli olduğu bilinmez.
Feyzullah, çocuk yaşlarda menenjit hastalığı geçirmiş, dolayısıyla beyni fazla gelişmemiş, bedenin de ise hiçbir rahatsızlığı kalmamış ve böylece büyümüş kocaman adam olmuştu. Doktorlar, beyninin ilk hastalığa yakalandığı yaşındaki gibi kaldığını ve gelişmediğini söylemişler. Askerlik çağı gelmesine rağmen akranları askere alınmış, Feyzullah’a “Askerlik yapamaz” raporu verilmişti. Garibim o raporları askere çağrı kağıtları zannederek köyün civarlarını sık sık dolaşmaya çıkardı. Rahmetli annesi, asker yolu beklemek bana kısmet olmayacak diye hep gözyaşı dökerdi. Halbuki Feyzullah’tan sonra üç oğlu daha vardı. Sonuçta asker yolu beklemek nasip olacaktı ama ne de olsa ilk çocuğu olduğu için buna ayrı bir değer verirdi. Köyde ismi “ayaklı gazete” olarak çıkmıştı. Feyzullah istisnasız her gün ilçeye yaya olarak sabah gider akşam gelirdi. İlçede olan-biteni her gördüğüne tek tek anlatırdı. Kendisiyle “ferzillah_illallah” diye dalga geçenleri sopa ile nasıl kovaladığını, ilçenin yüksekçe bir yerine çıkıp hangi tarafın ışıklarının önce yandığını seyrettiğini, kış aylarında çokça yağan karları ayaklarıyla traktör gibi nasıl herk ettiğini, fırtınalı günlerde yolunu nasıl kaybettiğini, ilçenin filan mahallesinde …….isminde birisinin vefat ettiğini ve camiden selâ okunduğunu, velhasıl o gün neler olduğunu hep anlatırdı. Onun için de bu lakabı takmışlardı. İlçeden herhangi bir siparişi olanlar sabah erken kalkar Feyzullah yola çıkmadan siparişlerini verirler, akşam olunca da Feyzullahı bekler siparişlerini eksiksiz olarak teslim alırlardı. Feyzullah bu hizmeti karşılığında hiçbir şeyi kabul etmezdi ve siparişleri getirdiği için sevinirdi.
Böyle böyle kırk yaşına gelmiş ve bu huyundan bir türlü vazgeçmemişti. Ömrü boyunca ilçe ile köy arasında ki yolda ayağının değmediği toprak kalmamıştır belki. Hiç kimseye zararı dokunmaz bilakis çok yararı olurdu.
Defalarca fırtınada yolunu kaybetmesine, dağlardan, sarp kayalıklardan gece yarıları eve geldiği olur ancak kendisi de Allah tarafından hiçbir zarara uğramazdı. Normal bir insan o kış günlerinde belki dağda kalsa ya donar ölür ya da kurtlara yem olurdu ama Feyzullah hiçbir zarar görmeden evine gelirdi.
Annesi anlatırdı. Bir gün ilçeden yola çıkmış, Müthiş bir fırtına varmış. İlçeden çıkar çıkmaz yolunu kaybetmiş, böylece rastgele dağları aşarak yürümüş. Başka bir köye varmış. “Burası bizim köy değil” diye geri dönmüş, bizim köye gelmiş ancak fırtınadan gözlerini açamadığı için köyü tanıyamamış ve geri dönmüş. İki köy arasında bu git-gel sabaha kadar devam etmiş. Sabah olunca köyü tanıyıp eve geldiğinde, bıyıklarının ucundan sarkan buzların uzunluğu 10-15 cm.yi bulmuş. En küçük bir hastalık belirtisi bile olmamış, annesi üstünü başını değiştirip biraz ısınınca kalkmış tekrar ilçenin yolunu tutmuş.
Hayatı böyle böyle devam ederken yine günlerden fırtınalı bir kış günü akşam ilçeden köye gelmek için yola çıkar. Yine yolunu kaybeder. Rastgele yola devam ederken bir bahçenin içinden geçer. Bahçenin içinde bir sulama kuyusu vardır. Köyde Feyzullahın bir gün yokluğu hemen fark edilirdi. Çünkü gittiği yerde kalma gibi bir huyu kesinlikle yoktu. Ölümden başka her ne pahasına olursa olsun mutlaka ama mutlaka eve dönerdi. İşte o bir gün köyde yokluğu fark edilince köylüler “bu işte bir bit yeniği var. Feyzullah köye gelmedi, mutlaka başına bir iş gelmiştir.” Diye gidip aramaya karar vermişler. Tabiî ki iz sürme işi ilçeden başlamış. Sora sora en son gittiği yönü öğrenmişler, tipiden iyice kaybolmak üzere olan izleri takip etmeye başlamışlar. İzler dosdoğru o bahçenin içindeki sulama kuyusuna götürüyormuş. Köylüler kuyunun yanına varmışlar. Ancak izlerin kuyunun etrafında bir-iki tur attıktan sonra ilerlediğini görmüşler. Birkaç metre takip etmişler fakat izlerin tekrar kuyuya doğru geri döndüğünü görmüşler. Feyzullahın kuyuya düşmüş olabileceğini düşünüyorlarmış ama kuyunun dibi göründüğü halde Feyzullahı göremiyorlarmış. İçlerinden birisi anlatıyor. “Herkes kuyunun yanından ayrıldı iz aramaya başladı. Ama ben kuyunun içinde olabileceğini düşündüğüm için ayrılmadım. Çok dikkatli bir şekilde kuyunun içini incelemeye başladım. Feyzullahın, kuyunun dibinde belli-belirsiz oturduğunu fark ettim. Hemen köylüleri çağırdım. İlçeden itfaiyeyi çağırdık. İtfaiye bir kanca sarkıttı aşağıya, kanca Feyzullaha hiçbir zarar vermeden ceketinin yakasından takılmış. Bağdaş kurup oturmuş vaziyette kuyudan çıktı. Adeta beynimde şimşekler çaktı. Çünkü Feyzullah gülümsüyordu.” İşte insanın tüylerini diken diken eden manzara.
Köyde evlerinin bulunduğu yer tamamıyla taşlık, kayalık bir yerdi. Yaklaşık 60-70 derece meyilli doğru dürüst ot bile bitmeyen bayır bir yer. Buraya küçük taşlarla avlu çevirir, “burası benim bahçem” derdi. “Feyzullah işte” diye güler geçerdik. Feyzullahın vefatından yıllar sonra diğer kardeşleri ilçeye göçtükleri ve evde yaşayacak kimse kalmadığı için ev satıldı. Evin yeni sahibi tam feyzullahın işaret ettiği “avlu çevirdiği” o ot bitmeyen taşlık alanı sanki cennet bahçesi gibi bir bahçe yaptı. Şu an o bahçe halen kullanılmakta ve her türlü sebzeyi meyveyi vermeye devam etmektedir.
İyiliğinde, kötülüğünde kimde olduğu bilinmez. Yapılan otopsi de, Feyzullahın midesinden bir damla dahi su çıkmamış. Doktorlar dahi hayret etmişler. Feyzullah, daha ayağı kayar kaymaz ayakları suya değmeden vefat etmiş ve rabbim ölüm korkusunu yaşatmamış. Mevla rahmet eylesin.
Feyzullah benim yiğenimdir. Bu olay esnasında köyde bulunmadığımız için olaylara şahit olmak mümkün olmadı.
Not: Resimdeki bahçe Feyzullahın taşlarla çevirdiği bahçesinin şimdiki hali