- 206 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
AŞİRET OYUNU
Ağanın katı disiplininden bıkıp usanan kızı sevdiği erkekle kaçtı.
Başına gelecekleri her ikiside biliyordu ama yinede kaçtılar.
Ağa meclisi topladı ve fermanını bildirdi.
Damat ölecek, kızda sakat bırakılacaktı.
Nede olsa ağaydı, adı snı vardı memlektte. Kıçı kırık birisi tarafından beş paralık olamazdı el alem karşısında.
Böylesi olaylarda aslında yaşlılardan birisine vermek gerekirdi kutsal görevi.
Çünkü o nede olsa yaşayacağı kadarını yaşamıştı.
Böyle yapılmadı yaşlıları korumaya aldılar.
Görevi en genç biradere verdiler.
Bu yaştan sonra hapislerde çürüyemez diye bunakları koruyan aile meclisi gözünü hiç kırpmadan küçük biraderi kurban seçmişti.
Küçük birader görev kendisine verildiğinde hiç şaşırmadı.
Çünkü sistem öyle işliyordu.
Hemen olay daha gerçekleşmeden olayın içine girdi.
Damadı delik deşik etti, kızın burnunu usturayla kesti.
Kaçıp saklandı.
Jandarmalar uzun bir arayıştan sonra yakaladı.
Hapse gidip mahkemelere çıktı, ömür boyu hapis cezasını yedi.
Neden ben?
Neden bir başkası değilde ben? dedi.
Peki bıraksak onlarda hayatlarını yaşasa, bende bu işlere bulaşmasam olmazmı? dedi.
Olmazdı tabi.
Kim icat ettiyse öyle bir gelenek hüküm sürüyordu.
Fakat faturası çok ağır olan bir gelenekti.
İnsanım diyen insancıklarda böyle bir faturayı ödemekten hiç bir zaman kaçınmadılar.
Anne ağlıyordu.
Çünkü o iki kurban birden vermişti.
Halbuki ne ağır şartlarda dünyaya getirmişti.
Kadın ağaya sözünü geçiremediğinden dolayı kahroluyor yüreği yanıyordu.
Çocuk daha bu olay olmadan en ince ayrıntısına kadar olayı yaşadı.
Yapmak istemedi, karşı koyacak gücü yoktu.
İçinden bir his ona kaç buralardan tek tuz ekmek ye ama böylesi bir işe bulaşma.
Nede olsa o senin kardeşin diyordu.
Bir diğer histe “Git ulan ikisininde derisini yüz aleme ibret olsun,
Ağanın şanına leke sürmek neymiş cümle alem anlasın diyordu.
Ağanın şanı batsın, yüreği üç kuruş etmez, bol bol esrar çeken üç kağıtçının birisiydi.
Bir kere babasından ağalığı devralmış meta zoru götürüyordu.
Hayatında bir tek kitap alıp okumamıştı, çünkü okuma yazması yoktu.
Babanında göz yummasıyla yörede hükmünü yürütüyordu.
Baba: “Aman bana bir zararları olmasın, kendi aralarında isterse biribirlerini yesinler diyordu.
Sonunda genç birader önce içine girip yaşadığı olayı gerçekte yaşamaya başladı, ömür boyu cezayı yedi, ananında yüreği parçalandı.
Íki can birden feda etmişti.
Olay tam bir trajediydi.
Kasabaya bir öğretmen geldi, baba bir adamdı.
Her çocuğa kendi çocuklarına verdiği değeri verirdi.
Onları geleceğin istikbali diye sever sırtlarını sıvazlardı.
Çocukların arasında bir erkek çocuk vardı ki cin gibiydi.
Akıllı ve zeki oluşu baba öğretmenin hemen dikkatini çekti.
O zaman Bazı bölgelerde köy enstütüleri vardı.
Bu çocuk ilk beşi bitirir bitirmez öğretmen bunu en yakındaki enstütüye kaydettirdi.
Çocuğun babası ağa olduğu için ekonomiyi finanse etmek zor olmadı.
Bu çocuk Enstütüde bir hayli başarılı oldu.
Ufaktan ufaktan yazmaya başladı.
Yazdı yazdı ve ileriye ufkunu açtı, yazması ilerledi.
Şiirler yazdı, daha sonrada onları derleyip bir kitap olarak bastırdı.
Kırsal kesimden gelmiş olması okuyucuların kendisiyle yakınlaşmasına neden olurdu.
Okuyanlar onun yalın tarzında kendini bulur hayat felsefesinde yaşam kurgularını geliştirirlerdi.
Sanki elleri kaynar sudan soğuğa girer ve ılıktan bir terle damaktan akan dizelere girerdi.
Gülün dikeni rastlantıyla kalbi kanatmaz derler.
Ağanın kızı sevdiği erkeğe kaçtı.
Onu toplantıya çağırdılar.
Toplantıda kız ve damadın ölüm fermanı çıkacaktı.
Kimse görevi şaire teklif edemedi.
Yani kızı ve damadı hanedandan ayır diyemediler.
Şair toplantıya girmeden önce olayları hemen yaşadı ve nereden başlayıp nerede biteceğini gördü. “Olmaz ağalar , hiç sütünüzü yere sağmayın, bu kızada damadada kimse dokunamaz dedi.
Kim onların kıllarına halel getirmeye kalkarsa açıktan şahitlik yaparım” dedi.
Ağa hâlâ zorluyordu. “Peki benim şahsiyetim ne duruma düşecek?” dedi. “Sizin adınız kayıplarda zaten, ne duruma düşerse düşsün yinede verdiğiniz yeminlerin aslı yok.
Bunadınız artık! Herşeye rağmen yinede benim babamsınız.” dedi.
Yaşlı molla cinayeti hiç kimseye işletemedi.
Sadece şairin karşı koyması yetmişti.
Kendisi zaten yapamazdı, Hem korkusuz olduğunu ima eder hemde yaşının getirdiği ölüm sofuluğunuda hafızasından atamazdı.
Yüreksizdi niyeti.
Zaten ağalığınıda çocuklarının ve yakın çevresindeki marabaların sayesinde ayakta tutuyordu.
Bir zaman sonra baba köy enstütülerini kapattı ve bir olay vesilesiylede şairi yaktırdı.
Bu şair kız kardeşinin burnunu kesip damadı öldüren küçük biraderin ta kendisiydi.
Asası olan fikrinden şaşmaz, köşesi olan balık avına gitmez.
NOT:Buradaki BABA devlet babadır.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.