Tavan Arası Mırıltıları (2)
Sıyırıp düşüncelerimden kendimi, uzattım kolinin içine doğru titreyen ellerimi… Fenerin ışığı çok yetersiz kalmıştı, elektrikler gelsin bir an önce diye dualar ediyordum. Allah sesimi duymuş olacak ki tutuşturdu elime, rengini iyi seçemediğim kızılımsı bir tespihi… Baltayı taşa vurdun Ebru dedim kendi kendime, annene ait bir şeyler ararken müdahale ediyorsun babanın özeline.
Sırada sarı sayfalı bir karikatür dergisi… Fiyatı yüz elli kuruşmuş, göremedim üzerindeki tarihi. Halen yayımlanıyor mu bilmiyorum fakat çocukluğumdan hatırlıyorum bu dergiyi… Şıp diye keser can sıkıntısını, aşk yarasını, karı koca kavgasını. Her derde devadır, gırgır da gırgır.
Hay Allah!.. Ne ummuştum, ne buldum. Pes etmek de olmazdı şimdi, açılmıştı artık koskoca koli. Karıştırıp durdum iyice içini… On, on beş kadar cep fotoromanı.. Çoğu romantik komedi. Acaba annemin olabilir miydi? Ses, hayat, hey,radyonun sesi, radyo haftası, radyo alemi adlı dergiler sayı sayı, dizi dizi… Hızlıca çevirip sayfaları, incelemeye koyuldum bazılarını.
“Bu dergide gördüğünüz resimlere beş defa bakacaksınız ve her yazıyı üç defa okuyacaksınız” yazıyor. Elbette okuyacağım ama bu nasıl bir karşılama, şaka gibi, sanki işletiyor beni birileri. Nasıl da anlamışlar sık dokuyup inceden eleyeceğimi. Feneri biraz daha yaklaştırıp yazının devamını okumaya çalışıyorum. Sonra komşunuza gidip bu mecmuayı ona göstereceksiniz hatta en sevdiğiniz arkadaşınıza “Allah aşkına hemen bir tütüncüye koş, tükenmeden bir tane radyonun sesi al” diyeceksiniz.
Tütüncüye mi? Geçmiş zamanda dergiler tütüncüde satılıyormuş demek ki. Merak ettim bu yayın ne kadar eski olabilirdi. Baktım hemen, bin dokuz yüz elli üç tarihli. Yine aklımda kol geziyordu düşünceler, bir ihtimal babaannemden kalma olabilirdi bu dergiler. Diğerlerine şöyle bir göz attım. Bolca reklam içeren gazete, radyo ve magazin dergileri.
İşte! Asrımızın yeni yazı aleti. Alışverişte, hastahanede, resim hanede, bankada, Biro pratik kalemleri.
Genç kızların sevgilisi Ahmet Üstüne gelen aşk mektupları, beş vakit namazını kılan Hamiyet Yüceses ıspanak pişiriyor. Akşam yatmadan yüzünüzü puro köpüğü ile ovuşturun sonra bol su ile yıkayın...
Puro köpüğü mü diye bir kahkaha atacaktım ki hemen sol taraftaki yuvarlak, markası puro olan bir tuvalet sabunu görseli dikkatimi çekti. Aklımda annemin yüzü, elleri.
Yine başka bir dergi kapağı, gözlerime inanamadım Müzeyyen Senar’la Sabahattin Ali miydi? Evet, aynı dönem yaşamışlıkları bir ihtimaldi.. Sabahattin Alinin kırk sekizde vefat ettiğini biliyordum. İki sanat ustası gençliklerinde bir şekilde bir araya gelmiş olabilirlerdi. Ama bu resim, oturmuşlar bir ağacın dibine ve ellerinde tüfekleri… Oldukça ilgi çekici. Okumalıydım hemen, nedir bu alaka ilişki?
Ah ben ah.. Bir de dedektifliğe soyunurum ya… Mevzuyu çok yanlış anlamışım, bu durum beni epeyce gülümsetti... Zeki Müren çıktı, Sabahattin Ali sandığım kişi.
Anladığım kadarıyla bu Müren ve Senar’ın av maceralarını fotoğraflarla anlatan” keklik vuramadan döndük” başlıklı yazının kapak görseliydi.
Anneme ait bir şeyler ararken bir anda kendimi başka bir dünya içinde bulmuştum. Dolu dolu nostalji. Zeki Müren’in aynı dergide radyo reklamı da var. Bu radyo dergileri gerçekten çok enteresan, bir ara uzunca vakit ayırıp incelemem gerekecek. Hazine gibi bir şeydi benim için geçmişte gezinmek. Sanıyorum ki Zeki Müren radyoda şarkı söyleyecek ve bu dergide yayın saati filan yazacak. Şaşırtıcı, öyle değilmiş. Fotoğrafının üzerinden bir konuşma baloncuğu çıkmış “Siemens cidden harika bir radyo” demiş. Radyoların nesne olarak satışı için özellikle Siemens markası birçok ünlüye reklam vermiş. Bir tane daha… Hamiyet Yüceses fotoğrafıyla “ daima işini bilen Türk köylüsü radyosunu seçerken en iyisini alır.. Piyasada bulunan mevcut radyoların en kudretlisi, en mükemmelidir”
Bunlar da ilgimi çekenlerden birkaçı… Ağa radyo. Radyoların ağası, her evin ziynet eşyası. Eski radyonuzu değiştirin onun yerine dokuz lambalı RCA radyosuna sahip olun. Bu ara philipsin de otomatik pikap reklamları rekabet halinde siemensle.
Şuana kadar gördüğüm kitapçıklar içinde en eski tarihlisi bin dokuz yüz elli üç, en yeni tarihlisi bin dokuz yüz yetmiş dört. Fiyatlara gelince en ucuzu otuz beş kuruş, en pahalısı iki yüz kuruş.
Çok şükür ki minareden gelen ezan sesiyle birlikte elektrikler de geldi. Zamanın nasıl geçtiğini anlayamadan sabah olmuştu bile. Daha çok bakılacak incelenecek şeyler vardı. Babam uyanmadan koliyi de kapatıp yerine koymam gerekiyordu. Ancak kitap gazete ve dergilerden hariç kutunun içinde çok altlarda dikdörtgen şeklinde katlanmış siyah bir poşet gördüm. Bu poşeti açmazsam zihnimi sürekli meşgul edecekti.
Son bir hamleyle eğilip aldım poşeti. Ve poşetin bir altında avuç içi kadar küçücük, ahşap, üzeri sedef işlemeli sandık bulunuyordu. İçinde annemin resimleri olabilir miydi? Öyle heyecanlandım ki. Hemen poşeti bir kenara bırakıp sandığı alıverdim. Tabii bir hayal kırıklığı, sandık kilitliydi. Anahtarda buralarda bir yerlerde olmalıydı.. Arayıp bulmam gerekiyordu ancak vaktim kalmamıştı, babam her an uyanabilirdi.
Tekrar siyah torbaya gitti elim. Gözlerimi kapayarak parmak uçlarımı poşetin içine daldırdım. İncecik, sertçe, soğukça çubuk ve ucunda sanki yumuşacık bir pamuk…Hayal ediyordum ne olabilir diye, bir türlü aklımda şekillendirip çözemiyordum.. Biraz daha elimle yoklayarak yavaşça gözlerimi açtım.
Bir tanesi tamamlanmış, diğeri örgü şişinin ucunda yarım kalmış pembe renkli bebek patikleri.
Evet, bunlar kesinlikle bana aitti…
Kokladım, içime çeke çeke doyasıya kokladım.. Annem kokuyordu sanki...
İşte bir şey bulmuştum sonunda, annemin ellerinin, yüreğinin, göz nurunun değdiği...
Bu patikler benim için örülecekti, eğer ömrü yetseydi..
EbRuAsya//
YORUMLAR
Tavan arasında geçmişten kalan birşeyler bulmak ümidi nasıl bir duygu bilirim.Birinci bölümüde yüreğe dokunan bir yazı devamı da öyle patiklerin verdiği mutluluk tan sonra sedef kakmali sandikta ne var bekliyoruz devamını yüreğiniz incinmesin sevgili rû🌺🥰
Rû //
sedef kakmalı sandığın hikayesini bu yazı içine sıkıştırmak istemedim... o anlar gerçekten çok özel duygulara sahipti... başka bir zaman vaktim elverirse farklı bir başlıkla öyküleştiririm inşallah.
teşekkür ve sevgilerimle
Birinci bölümü de okumuştum.Çok alıcı ve içliydi hikâyeniz . Hayat bir şekilde bitmemişlerin bitmesini beklemek değil miydi? Tebrik ederim.
Rû //
her bitmişlik yerine başka bir bitmemişliği bırakıyor biterken
ve insan sürekli arayışlar içinde olunca
bitmemişlikler ve bitmişler arasında bir köprü kuruyor
bekleyişler başlıyor sonrasında
teşekkür ederim
SelimADIM
Güçlü kaleminizden kavi kelâmlar eksik olmasın yazı dostu.Saygı ve hürmetlerimle
Rû //
selam
Jüli d
Ah, istediğin gibi söyle. Emre bey diyenler bile var.
Sevgilerimi yolladım.
Rû //
çünkü bana nurettin bey diyenler oldu:)
üstelik her şiir ve yazımın altına ebru asya diye imzamı bırakmışken...
Dedem ve anneannemin evinde de bir tavan arası vardı. Onlarla birlikte yaşadığım dönemde biz de teyzemle birlikte çıkıp karıştırırdık tavan aradındaki eşyaları. Ses dergilerini hatırlıyorum en çok. Bayılırdım o eski eşyaları kurcalamaya. Ama, nelerin çıktığını net hatırlayamayacak kadar küçüktüm. Hiç unutmadığım şey ise; bir türlü tarif edemediğim o garip koku! Yılların kokusuydu herhalde. Biraz toz, çokça hayat...
Demiştim ya; “hangi muhteşem cümlelerle anlatacağınızı merak ediyorum en çok” diye, işte bunu kastetmiştim, yanıltmadınız beni. Omuzunuzun üzerinden tek tek seyrettim adeta, kolinin içinden çıkanları. Yazarın mahareti işte bu!
O patiklere hiç girmeyeceğim izninizle. Anlayacağınızdan hiç kuşkum yok.
Çok sevgilerimle, iyi bayramlar diliyorum....
Rû //
sadece finale odaklı yorum yapmadığınız için ne kadar memnun oldum biliyor musunuz.. insan iyi bir okuyucu bulduğunda yazdıklarının boş olmadığını ancak o zaman emeğinin değer bulduğunu anlıyor...
Benim de her zaman önemsediğim varılan yerden çok süregidilen o yol, araç, mekan, durum, sizinde değindiğiniz gibi o kesif koku mesela nostaljik yolculuklarda gizleri açığa çıkarıp yaşatan...
Murathan Munganın oldukça ters orantılı ancak bir o kadar da mantıklı (ki benim görüşlerime de mümkünce yakın) bir sözü vardır..
"saklanmanın en iyi yolu fazla görünmektir, ve görünmenin en iyi yolu da saklanmak"
işte bu sözlere göre sizin yüreğimdeki derin gizi tüm koşullarda çok net gördüğünüzün farkındayım...
varlığınız onur...
çok teşekkür ve sevgilerimle
mutlu bayramlar
"...yazınız benim gibi yeni yetme yazarlara rehber niteliğindeydi.(ÇAKIR başlıklı yazıma yaptığın yorumdan.)
Böyle bir yazı ve yeni yetme yazar vurgusu; yeni yetme bir yazar böyle bir yazı yazıyorsa
olgunlaştığında-savulun edebiyatçılar büyük bir usta geliyor- dedirtir. Kendine yaptığın yeni yetme yakıştırmasına kargalar bile güler.
Kıymetli Kardeşim
Dün gece geç saate kadar yazını bekledim. Sonra uyumuş kalmışım.
Elden gelen bir şey yok. -Serde ihtiyarlık- var. (Bunun doğrusu serde gençlik var şeklinde. Kendime bir teselli işte.)
Bu gün bizim evde bir bayram telaşı var ki...Üç sefer markete gönderildim. Daha yıkanan perdeleri de takacakmışım. Bulduğum bir fırsatta cepten baktım. Yazın yayınlanmıştı. Hanıma:
"İster kız, ister küs, benden bu kadar beklediğim yazı yayınlanmış. Tadını çıkara çıkara o yazıyı okuyacağım"
Allahtan hanım büyüklük gösterdi:
"Git ne yaparsan yap, ayağımın altında dolaşma."
Evett...Gelelim yazıya;
İlk bölümü okuduktan sonra bir çokları gibi bende -koliden kitap çıkacak- demiştim. Ama bir yandan da ; böyle bir yazıyı yazan- koliden kitap çıktı- deyip kestirip atmaz diye de düşünmüştüm. Yanılmadım. O dergileri sen inceledikten sonra merdivene oturdum bende bir göz gezdirdim sanki...
Ne güzel bir anlatım o? Ne ilginç bir nostalji?
Nostaljiyi ben de severim. Bazen bunu yazılarıma da yansıtırım. Peki bu yazıdan sonra
güzel anlatabilmiş miyim? O tartışılabilir işte...
Yazı şırıl şırıl aktıktan sonra, o şaşırtan final; İşte terdid sanatı, işte yazı işte usta dedirtiyor okuyana.
Kıymetli Kardeşim.
Seni yürekten kutluyor, sevgi ve saygılarımı gönderiyorum.
BAYRAMIN KUTLU OLSUN.
Rû //
öncelikle itiraf edeyim ki hazır olan yazımı siteye yüklemekte geç kaldım.. bu gecikmişliğimin sebebi de sizin de değindiğiniz bayram hazırlıkları ( ki kadın milletinin işi bitmez) yorgunluk oluyor haliyle...
yazı bir şekilde yüklenirdi siteye sonuçta iki dakikalık iş...
ancak bir de yorum yazanlara karşı saygı açısından sayfamın takibini yapamama durumu oluşacağını bildiğimden kendimce huzursuz oluyorum... yani diyorum ki ah seni ebru ahh... insanlar değer vermiş gelmiş yorum yazmış sen piyasada yoksun...
normal zamanda müsaitlik durumlarımı ayarlamakta sorun yaşamasam da ... ramazan ayı, alışverişi, iftarı, sahuru, bayram hazırlığı derken gecikmişlik oluyor...
sizi bekletmiş olduğum için üzgünüm..
yorumunuzu okuyunca keşke maili olsaydı abimin yollardım oradan diye düşündüm...
bu eli kalem tutmaz acemi yazara çok büyük iltifatlar etmişsiniz...
sevincim ve mahçubiyetim birbirine karıştı... nasıl teşekkür etsem az..
siz ustalarımın yönlendirme ve tavsiyeleriyle kendimi daha da geliştireceğime inanıyorum....
çenem düştü yine bedri abi... kusura bakmayın olur mu...
mutlu bayramlar diliyorum size ve değerli eşinize
saygı sevgi selamlarımla
Annenize Allahtan Rahmet diliyorum.
Küçük bir hatıra bazen çok büyük bir hediyedir insana.
Çok güzel anlatmışsınız tavan arası duygularınızı. Kaleminize yüreğinize sağlık Ebru Hanım.
Saygı ve selamlarımla....
Rû //
duanıza amin dileklerimle..
çok teşekkür ediyorum eşliğinize
selam ve saygılarımla
Rû //
keyifli bir yolculuk vardı...
ben üzülmüyorum
sen de üzülme e mi..
sevgimdesin
Emeğinize yüreğinize kaleminize sağlık üstadem çok güzel bir yazı eski anılar eski gazete ve derdiler...En güzelide Annenizinden kalan son yadigar yarım kalan patikleriniz...Rabbimiz mekanını cennet eylesin...Saygılarımla...
Rû //
amin dileklerim ve saygı ile
Ernest Hemingway, size dünyanın en uzun kısa öyküsünüz yazayım der:
''sahibinden, hiç kullanılmamış bebek patikleri satılıktır.'' bazen küçük şeylerin anlamı ağırdır.
selam ile
Rû //
teşekkür ederim sevgili etrabe
selamlar