- 276 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ANASTASİA
Kendinden emin bir şekilde masanıza oturabilir miyim dese de, aslında rüzgarda savrulan Doğu Rus Papatyası gibiydi. Dumanlı gözleri kendinden başka kimseyi görmüyordu. Kitabımı kapamak istediğimde ne okuduğumu merak edip neden bunu okuyorsun diye sordu. Mesele ne okuduğum değildi ki, sadece kendinden uzaklaşmak istiyordu. Yorgun vücudunu bir ağaca yaslamak kadar tekdüzeydim onun için. Çocuğunu kilometrelerce ötede bırakmış bir annenin, unutmanın imkansızlığı içerisinde hatırlamamanın arzusunu kovalayışını izledim.
Eksik İngilizcemiz ile hayatlarımız paylaştıkça ciğerlerimize emanet ettiğimiz duman daha ağırlaştı. İstanbul’u adımlıyorduk ama birbirimize emanet ettiğimiz gözlerimiz dışında bir şey görmüyorduk. ’’Anastasia neden üzgünsün’’ dedim. ’’Değilim’’ dedi. Yalan söylemek anlaşılmayı beklemekten daha kolaydı ve kolay olanı seçti. Kafasını göğsüme yaslamasıyla ağırlaştı kalbim. Bu kadar güzelken bu kadar dertli olmasını beklemezdim ama öyleydi. Doğu Rus Papatyası akıl almaz bir uzaklıktan savrularak göğsümün üstüne düşmüştü. Çevremde kıskanan gözleri gördüm. İnsanlar bana sarılan güzel bir Rus kadın görüyordu ama ben bir anneyi, yaşanmamış bir çocukluğu, yarıda kalmış hayalleri, yorgun bir insana göğüs gerdiğimi biliyordum. Onun bir kadın olduğunu unutarak sarıldım. Papatyayı ısıtan bir güneş ışığı gibiydim, hem vardım hem yoktum. Beni hissettiğini ama aynı zamanda unuttuğuna yemin edebilirim. Önemli değildi de zaten.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.