- 611 Okunma
- 1 Yorum
- 2 Beğeni
ROMANTİK AŞKIN NÖROBİYOLOJİSİ ....
“Romantik aşkın fizyolojisi ile ilgili bilgilerimiz, beynin ödül ve haz alma ile ilgili daha primitif bölgelerinin aşk ile ilgili olduğunu gösterir. Aslında bu şaşırtıcı bir durum değil. Aşk sanatın her türüne, felsefeye ve günümüzde bilime konu olan sofistike bir konu gibi görünse bile, muhtemelen homosapiens var olduğundan beri olan ve türün devamına hizmet eden bir olaydır .”
O zaman şöyle başlayalım “AŞK NEDİR?”
Aşk tarihin her döneminde birçok ünlü kişi tarafından kısa süreli ama yoğun belirtilerin ortaya çıktığı bir çeşit akıl hastalığı olarak tanımlanmıştır.
Platon aşkın ciddi bir akıl hastalığı olduğunu söylemiş. Freud ise normal bir insanın psikotik hale geldiği bir durum olduğunu bildirmiştir.
“Aşkın normal bir durum olmadığını ifade eden bu dikkat çekici tanımlara rağmen aşk bir hastalıktan olmaktan çok psikolojik, sosyolojik ve biyolojik yönleri olan fizyolojik bir durum gibi görünmektedir.”
Çok güçlü bir beğenme, etkilenme ve aşırı düşkünlük duygusudur; tutku ve bağlılık düzeyinde sevmektir.
Olağan sevgiden farkı, kişinin kendi duygularını kontrol edememesidir (Fisher 1998) .
İnsanlar âşık olduklarında tüm duyguları, düşünceleri ve davranışları değişmektedir.
Aşkın getirdiği şiddetli duygular ve düşünceler içerisinde insanlar aşkın her şeyin üstesinden geleceğine inanırlar, hayatlarının tek gerçek aşkını bulduklarını ve bunun hiç bitmeyeceğini düşünürler.
Bütün bu duygular ve düşünceler nereden gelir ve nasıl olur da bazen biter, bazen ise şekil değiştirir?
İnsanlar aşk üzerinden binlerce yıl düşünüyor ve bu sorulara sanatın ve felsefenin verdiği yanıtları tartışıyorlar.
Ancak özellikle son dönemde aşkın ne olduğu ve ne işe yaradığı bilimin de önemli bir ilgi alanı haline gelmiştir.
“PEKİ NEDEN ÂŞIK OLURUZ?”
Aşk yaşamın (daha bilimsel deyişle türün) devamlılığını sağlar.
DARWİN iki tür cinsel seçim(selection) tanımlamıştır (Darwin,1871).
Cinsiyet içi seçimle ,aynı cinsiyetten bireylerde evrimleşen özellikler çiftleşme olanaklarırekabette kullanılır.
Cinsiyetler arası seçimde ise bir cinsiyet içindeki bireyler evrimle karşı cinsin tercih edeceği özellikler kazanırlar ve bu eş seçiminde kullanılır.
Helen Fisher (1998) ,eş seçiminde “kur çekimi” için evrimleşen (insanda romantik aşk) özel bir beyin sisteminin de rolü olduğunu sürmüştür.
Fisher bu nöral ağın bireylerin eş seçimleri sırasında potansiyel eşi daha az kur zamanı ve enerji harcayarak bulmasını sağlayacak şekilde evrimleştiğini öne sürmüştür.
İnsanda evrimleşen kur sistemi romantik aşkın fizyolojik temellerini oluşturuyor.
Bu yazının ilerleyen bölümlerinde daha ayrıntılı açıklanacağı gibi insanda aşkın bağlanma aşaması birlikteliğin süresinin uzamasında role sahiptir.
Öyleyse aşkın işlevinin, karşı cinsler arası birlikteliği kurmak ve bu birlikteliğin çocukların yetiştirilmesini sağlayacak şekilde uzun sürmesini sağlamak olduğunu söyleyebiliriz.
“BİRİNE NASIL ÂŞIK OLURUZ, NEDEN ONU SEÇERİZ?”
“Dış güzellik önemli değil, önemli olan ruh güzelliği” derler ama bu aşk için kesinlikle doğru değil.
Aşk genellikle bir görsel uyaran ile tetiklenir. İlk görüşte aşk klişesi pek doğru değilse de ,görüntü aşkın başlamasında çok önemli bir etken.
Ancak görsel beğeninin yanında kokunun da önemi var gibi görünüyor.
Hayvanlarda kokular cinsel uyarılmada önemli bir rol oynamaktadır.
Ancak koku dışında, koku benzeri bir madde grubu olan feromonlardan da söz etmek gereklidir.
Feromonlar, aynı türün üyeleri arasında sosyal ilişkileri düzenleyen, bir canlıda salgılandığında aynı türün başka canlılarda bilinç dışı davranış değişikliklerine yol açan, canlıyı çeşitli hareketlere yönlendiren koku benzeri kimyasal maddelerdir(Ben-Ari 1998)
Burnun iç kısmında bulunan ve “vomeronasal organ” olarak bilinen bir reseptör sayesinde algılanırlar ve bu aracılığıyla hipotalamusa iletilirler.
İnsan feromonları daha çok eşeysel davranışları kontrol eder ve östrojen benzeri bileşikler erkek hipotalamusunda ,testosteron benzeri bileşikler ise kadın hipotalamusunda kan akımını arttırmaktadır.
Feromonlar tıp kı parmak izi gibi kişiye özel olduğu ve karşıdaki kişiyi etkilemekde büyük önemi olduğu düşünülmektedir.(Gupta 2002, Cutler ve ark. 1998).
Feromonlardaki bu seçicilik, bir kişinin neden herkse değil de özellikle belki bir kişiye karşı çekim hissettiğini açıklayabilir.
Görünüm ve feromonlar büyük ölçüde genetik faktörlerle belirlenir ve insanların genetik olarak kendisine kısmen benzeyen kişileri, ama çok benzeyenleri değil , daha çekici buldukları yönünde bulgular vardır( McClintosk 1998).
Kimi çekici bulup aşık olacağımızı belirleyen faktörler içerisinde sosyal ve çevresel faktörler ile geçmiş deneyimler de bulunur.
Karşılaşılan kişinin daha önceki ilişkilerinde yaşadıkları beğeniyi etkiler.
Bütün bu verileri kullanıp, beynimizde, karşımızdaki kişinin bize uygun olup olmayacağına karar veririz.
“O ZAMAN BEYNİMİZ NASIL BİR ORGAN?”
Beynin duygu ve düşüncelerimizin merkezi olduğu görüşü en erken Hipokrat tarafından dile getirilmiştir.
Kafatası içerisinde korunan insan beyni 1200-1400 gramdır ve adeta bir hava yastığı işlevi gören beyik omur ilik sıvısı(bos-Medulla Spinalis) ile çevrilmiştir.
Beynin sinyallerinin iletiminde “nöron” adı verilen hücrelerin başlıca görevleri olduğunu biliyoruz.
Erişkin insanda beyin yaklaşık 100 milyar nöron içeriyor (Bear ve ark. 2007)
Nöron nasıl bir hücredir?
Nöron, hücre gövdesi(soma) ,akson ve dentritlerden oluşur.
Akon ,uzun mesafeler kat edebilir (>1metre) ,nöronun çıktısı taşıyan kablolar gibidir.
Dentrit, genelde gövdeden incelerek uzar(-2mm), nöronun girdisini alan antenlere benzetilebilir.
Beyinde sinyaller genelde gövdeden aksona doğru hızla iletilir.
Değişken olmakla birlikte bazı sinirlerde hız Formula 1 arabalarını rahatça geçebilecek düzeydedir.
Ancak sinyallerin bir nörondan diğerine iletimi sinaps denilen özelleşmiş yapılarla gerçekleşir.
Beyinde yaklaşık 100 milyar nöron var demiştik.Her nöronda ortalama 2000 sinaps bilgisi eklersek ,basit bir hesepla 200 trilyon farklı bağlantı noktası olduğu ortaya çıkar.
Bu yapı, bir nöronun uyarılması ancak birçok sinapstan gelen sinyallerin toplanmasıyla mümkün olduğu için gereklidir.
Ayrıca bu karmaşık yapı insan beyninin üst düzey görevlerle baş etmesini sağlar.
Sinapsra iki nöron hücresi birbirine çok yakın temas halindedir, fakat hücreler aynıdır.
Aradaki çok kısa mesafeyi bazı moleküller aşarak iki nöron arasında kimyasal iletim sağlar.
Bu moleküllere “nörotransmitter” diyoruz.
Nörotranmitterler genelde bir nöronun akson ucundan ucundan salınır ve diğer nöronun dentritindeki reseptörlere bağlanır. Böylece beyinde nöronlar arasında sinyal trafiği kesintisiz sağlanmış olur.
Nörotransmitterler amin(dopamin,noradenalin,serotonin gibi), aminoasit (glutanat gibi) ve protein (endorfin gibi) yapısındaki moleküllerdir.
“GELELİM AŞKIN KİMYASINA”
Bundan 5000 sene önce eski Mısır’da tüm duyguların ve elbette aşkın da kalpte olduğu düşünülmüş.
Bugün de her türlü sevginin ve elbette ki romantik aşkın sembolü kalptir; kime sevgililer gününde aşkını beyin sembolü bir kediyle ifade etmeyi düşünmez.
Gerçekte aşkın kalpte olduğunun düşünülmüş olması tesadüf değil.
Aşk ile birlikte vücutta birçok değişim olur ve bu değişimler içinde en güçlü hissedilen şüphesiz kalp atışındaki değişikliktir.
Herhalde bu insanları aşkın ve diğer duyguların kalpte olduğu düşüncesine yönlendirmiştir.
Âşık olunca ortaya çıkan tipik bedensel ve duygusal değişikle vardır (Talls 2005,Fisher 1998).
Aşık olunan kişinin yanındayken kalp atışları hızlanır ,avuçlar terler ,ateş basması hissi olur; onunla konuşurken kişinin ağzı kurur, dili dolaşır ,onun gözlerine bakarken takılıp kalır, bazen de ne söyleyeceğini unutur.
Âşık kişinin iştahını azaltır, zayıflar, uykusuzluğu olur. Aklı âşık olduğu kişiye dair düşüncelerle, hayallerle doludur ve günlük işleri yapmak zorlaşır.
“Onu” düşünmek başlı başına bir zevktir ve kişinin zamanının ve mental enerjisinin büyük bir bölümü
Bu düşüncelere harcadığı görülür.
Kişi özellikle gece, uykudan önce uzun uzun onu düşünür, onunla ilgili hayaller kurar.
Günlük hayatı içinde ise sürekli bu kişiden ve ona olan duygularından söz etmek ister, hatta etrafındaki kişiler için sıkıcı bir hal alabilir.
Aynı zamanda çabuk duygusallaşır ve yumuşar; ufak şeylerden büyük anlamlar çıkardığı ve hemen hemen her olayı aşkı ile ilişkilendirdiği görülür; yağan yağmur, esen rüzgâr, bir çocuğun gözyaşları, yaşlı bir çiftin yan yana yürüyüşü…
Bir yönden mutlu ve öforiktir, tasasızdır , esinlenmesi ve yaratıcılığı artar, ama diğer yandan da anksiyetelidir ;özellikle aşık olduğu kişiden uzak olduğuna ,aşkının karşılıksız olabileceğini düşündüğünde anksiyete ve şiddetli elem hisseder, yaşamdan zevk almaz, âdeta fiziksel bir acı çeker.
Âşık olduğu kişiyi yanında olduğunda aşırı aktiftir, planlar yapar, onun ilgisini üzerinde tutmaya ve onu etkilemeye çalışır, ondan uzak olduğunda yavaşlar, içine döner.
Âşık olan kişi bütün bunları neden hisseder ve neden böyle davranır?
Bu sorunun yanıtı beynimizdeki değişikliklerdir.
Beyin tüm düşünce ve duyguları yönettiği gibi aşkı da yönetir ve kişinin bedeninde hissettiği bütün değişikliklerden beyin sorumludur.
“AŞK İKSİRİ” VE AŞKIN AŞAMALARI NELERDİR?”
Eğer “aşk iksiri diye bir şey var mıdır” diye sorarsanız, bu sorunun yanıtı evet olacaktır.
Aşktan ve aşkın yol açtığı değişiklerden sorumlu bir “iksir” olduğunu söyleyebilirim.
Kişi bir başkasına karşı çekim hissedince beynin bazı bölgelerde aktive olur ve bazı nörotransmitter ve hormonlar salgılanır.
Salgılanan bu maddeler aşkı ve bağlılığı güçlendirir.
Şimdi aşkın aşamalarına(Fisher 1998 ) bakalım ve her aşamanın kendi “iksirinden “ söz edelim.
1.AŞAMA ARZU (LUST):
Arzu,seks hormonları olarak da bilinen testosteron ve östrojen hormonları tarafından yönetilir. Özellikle testosteron hem kadın hem erkek için öneli bir cinsel uyarıcıdır.
Aşkın çekim ve cazibe aşaması için gerekli dopamin salınımı testosteron düzeyindeki artışa bağlıdır.
Östrojen ve testosteron insana âşık olma kapasitesi sağlar; kişiye “dışarı çık ve birini bul” komutu verir. Yani aslında aşk, aşık olunan kişiyi bulmadan önce, kişinin hazır oluşu ile başlar.
2.AŞAMA.ÇEKİM(ATTRACTİON):
Memeli ve kuşlardaki kur çekimine denk gelen bu aşama kişinin nesnesini bulduğu ve ona karşı şiddetle çekim hissettiği, ona ”vurulduğu” aşamadır.
İnsan aşık olduğu zaman başka hiçbir şey düşünemez hale gelir, iştahı kesilir , uykusuzluk çeker ,saatlerce aşık olduğu kişiyi düşünür, hayaller kurar hep onunla birlikte olmak ister, onun hatalarını göremez, hayatı ise tozpembe görür.
Âşıklar zamanlarının çoğunu birlikte geçirir, birbirinden sıkılmazlar; âşıkla yapılan kavga bile bir yanıyla güzeldir ama aynı zamanda çok acı vericidir.
Onu kaybetme düşüncesi ise korkunçtur. Âşıklar hayatın bundan sonra hep böyle gideceğine, yaşadıkları duyguların sonsuz olduklarına inanırlar.
Aşık olunan kişi görülünce, düşünülünce beyinde “aşk iksiri” salgılanır.
Bu iksirin içinde bazı nörotransmitterler , hormonlar ve nörotrofik faktörler bulunur;
Bunların başlıcaları dopamin , noradrenalin, feniletilamin , endorfinler ve sinir büyüme faktörüdür.(Boer ve ark ,2011, Zeki 2007, Liebowitz 1983).
Aşık olunan kişi ile ilgili bir uyaran söz konusu olduğunda salgılayan bu maddeler aşık kişinin yaşadığı duygulardan , sergilediği davranışlardan ve aşkın ilk aşamasındaki bağlanma sürecinden sorumludur.
Romantik aşk beynin ödül sistemini uyarır ve ödül sisteminin temel maddesi dopamindir.
Dopamin , beyindeki haz alma merkezini uyarır; insana neşe ,mutluluk ve enerji verir.
Beyinde nukleus akumbenste ortaya çıkan dopamin salımının kişinin karşısındakine hissettiği güçlü duygularda ve ona bağlanmasında büyük etkisi vardır.
(Aragona ve ark.2003)
Aşık olan kişi yaşadığı öforiyi ve heyecanı ,hareketliliğini ,konuşkanlığını ,cesaretindeki ve sosyal becerisindeki artışı dopamine borçludur.
Dopamin, bunun dışında ,aşkın uzun süreli bağlanmayı içeren üçüncü aşamasında görev alan oksitosin ve vasopressin hormonlarına bağlanma etkisini gösterebilmesi için de gereklidir ve bu etkiye aracılık yapar (Lim ve Young 2004,Young ve Wang 2004).
Feniletilamin aşkın fizyolojisi denilince dopamin ile birlikte akla gelen bir maddedir.
Amfetamine benzer, fiziksel ve duygusal enerji düzeyini arttırır. Aşık kişide fenilatilamin düzeyindeki artışı enerji düzeyini artırmasının yanında çarpıntı ,ellerde terleme ,nefes darlığı gibi fiziksel belirtilerle kendini çok iyi hissetme , her şeyin çok iyi gittiğini düşünme,her şeye olumlu bakma gibi duygusal ve düşünsel belirtilere yol açar.
Aşkın arzu aşamasından çekim aşamasına geçişten fenilatilaminin sorumlu olduğu düşünülmektedir.
Noradrenalin kişinin heyecan,korku gibi duygular yaşaması halinde ortaya çıkan çarpıntı,terleme gibi fiziksel belirtilerden sorumludur.; bunun yanında kişinin herhangi bir deneyiminden zevk alması kapasitesini arttırır.
Aşıkta çarpıntı terleme ,iştahsızlık ,uykusuzluk ve hareketlilik yapar,öfori duygusuna katkıda bulunur.
Aşkın ve diğer duyguların kalpte olduğunun düşünülmesinden noradrenalin ve feniletilamin sorumludur diyebiliriz.
Bu nörotrnsmitterler gibi bir monoamin olan serotonin düzeyi ise aşık kişide azalmaktadır.
Bu azalma temel belirtisi takıntılar olan obsesif kompulsif bozukluk hastalarındaki azalmaya benzemektedir.
Marazzati ile arkadaşları (1999) aşık kişilerdeki serotonin düzeylerini obsesif kompulsif bozukluk hastalarındaki serotonin düzeyleri ile benzer ,yani düşük bulmuşlardır.
Serotonin düzeyindeki bu düşüklük aşık olunan kişinin “takıntı” haline gelmesinden sorumludur; kişi aşık olduğu sevgiliden başka bir şey düşünemez hale gelir.
Bu noktada ünlü bilim adamı İbni Sina’nın bundan 1000 yıl önce “aşk hastalığı”nın temel belirtisinin takıntı olduğunu söylediğini hatırlatalım.
Sinir büyüme faktörü (nerve growth factor-NGF) ,beyin hücrelerinin aralarındaki bağlantıları güçlendiren ,sinir hücrelerinin ömrünü uzatan, onları olgunlaştıran , farrklılıklarını sağlayan nötrofik faktör denilen maddelerden biridir.
NGF dominant-çekiniklik davranış gibi stresle ilişkili bazı davranışların düzenlenmesinde rol olmaktadır.
Aşkın ortaya çıktığı ilk dönemde plazmadaki düzeyi artar(Emanuele ve ark. 2006).
NGF’nin romantik aşk sırasında ortaya çıkan yoğun romantik düşünce ve duygularda rol oynadığı bu düşünce ve duyguları güçlendirdiği düşünülmektedir(Emanuele ve ark.2006).
Bunun yanında ,NGF aşkın uzun süreli bağlanmayı içeren üçüncü aşamasında görev alan vasopressin salımını artırmakta (Scaccianoce ve ark. 1993), dolayısıyla uzun süreli bağlanmaya da katkıda bulunur.
Endorfinler vücudun kendisinin salgıladığı morfin benzeri maddelerdir;insanı sakinleştirir ve daha pozitif yapar
Endorfinlerin aşık kişinin yaşadığı öfori duygusunda ,ama aynı zamanda aşığın partnerine bağlanmasında, aynı aşkın ikinci aşamadan üçüncü aşamaya geçmesinde rolleri vardır.
Bu maddelerin özellikle endorfinlerin yüksek dozda sürekli salınımı bağımlılık yapıcı bir etki gösterir.
Bütün zamanlarını birlikte geçirmek isteyen aşıklar bunu yapamadıklarında ,ya da ayrılık söz konusu olduğunda büyük bir yoksunluk duygusu yaşarlar; keder ,hiçbir şeyden tat alamama, enerji kaybı ,ümitsizlik ve fiziksel acıyı hatırlatan duyumlar ortaya çıkar.
Bunun nedeni insanın duygu durumunu yükselten kimyasal maddelerden yoksunluktur(Fisher ve ak.2010 , Edward and Self 2006) .
Ayrılık acısının şiddeti buradan gelir.
Romantik aşk, aşıkların sandıklarının aksine çoğu zaman sonlu bir süreçtir.
Aşkın çekim aşaması da en fazla bir –iki yıl sürer.
Bu durum büyük olasılıkla yine aşk iksirinin kendisine bağlıdır. Aşkın çekim aşamasından sorumlu olan madderin salınımı giderek düşer ;ayrıca sürekli salgılandıklarında, bir süre sonra büyük olasılıkla beyinde duyarsızlığa neden olurlar bu da aşkı sonlu kılan şeyin ta kendisidir.
3.AŞAMA :UZUN SÜRELİ BAĞLANMA (Attachment)
İnsanlar sonsuza kadar”çekim” aşamasında yaşayamazlar, eğer öyle olsaydı herhalde hiçbir iş yapamazlardı.
Eğer ilişki uzun sürerse , bir süre sonra çekim aşamasının şiddetli duygularının sakinleştiği, kişilerin daha makul oldukları, karşılarındaki kişiyi daha doğru değerlendirmeye başladıkları görülür.
Bazı ilişkiler bu aşamada kırılır ve biter; bazı ilişkilerse olgunlaşır, güçlenir ve uzun süreli bağlanma aşamasına geçer.
Aşkın bu aşaması en uzun süren aşamadır. Bu aşamada iksirin içeriği değişir , ikinci aşamadaki şiddetli tutku belirtilerini ,bağlanmaya hizmet eden, sükûnet ve güven yaratan uzun etkili hormonlar, oksitosin ve vasopressin alır. Bu hormonların yanında endorfinlerin de bu aşamadaki rolü düşünülmektedir.
Oksitosin,hipotalamusta paraventriküler nükleustan salınır.
Kadınlarda doğum eyleminin gerçekleşmesinde görev alan ,emzirmede önemli bir rolü olan ve annenin bebeğe bağlanmasını sağlayan bir hormondur; ama görevleri bundan ibaret değildir ve yalnızca kadınlarda bulunmaz.
Her iki cinsiyette de cinsel uyarılmadan ve eşine bağlanmadan sorumludur( Lim ve Young 2004).
Eşine dokunma,sarılma ,eşin sesi, görüntüsü ,hatta akla gelmese bile oksitosin salınımına yol açar (Fisher 2004).
Eşleri karşısındakinin duygularına karşı daha duyarlı hal getirir ,sakinleştirir ve birbirine bağlar. Kişide karşısındakine karşı güven duygusunu arttırır.(Keri ve Kiss 2011).
Vasopressin,hipotalamusta supraoptik nükleusta yapılıp nörohipofizden salgılanır. Kan basıncının düzenlenmesinden sorumludur ,ama aynı zamanda bir nöropeptiddir ve beyinde dopominerjik sistemde bulunan reseptörler aracılığıyla ödül ile ilgili davranışlarda görev alır.
Cinsel hazza ve çiftlerin birbirine uzun süre bağlanmasına katkıda bulunur.
Tek eşlilikten sorumlu olduğu ,eş dışındaki bireylere olan ilgiyi azalttığı düşünülmektedir ve bu olguda oksitosinin de rolü vardır gibi görünmektedir (Lim ve Young 2004).
Oksitosin kadınlarda vasopressin ‘in ise erkeklerde bağlanmaya hizmet ettiğini bildiren çalışmalar vardır (Lim ve Young 2004,Young ve ark. 2001).
Vasopressin ,ayrıca kişiyi eşini başkalarından kıskanmaya ,yani kıskançlığa iter; bazen rakip olarak görülen kendi hemcinslerine karşı saldırganlığa yol açar (Bartels ve Zeki 2004).
Bu hormonlar çiftleri çocuklar getirmeleri ve onları büyütmeleri için bir arada tutar.
“PEKİ AŞK BEYNİN NERESİNDE DESEK?”
Andreas Bartels ve Semir Zeki (2000), 17 sağlıklı bireyin aktivasyonlarını (etkinlik), sırılsıklam aşık oldukları kişilerin ve arkadaşlarının yüz fotoğraflarını izlerken işlevsel manyetik rezonans (İMRG) tekniği ile kaydetti.
Çalışmanın sonuçlarına göre aşık olunan kişilerin fotoğrafları duygu ,motivasyon ve ödül ile ilgili beyin bölgelerini aktive ediyor.
Bartels ve Zeki (2004) ek incelemeler getiren bir başka çalışmalarında annelere çocuklarının ve başka çocuklarının yüzünün fotoğraflarını göstermişler ve beyin aktivasyonlarını izlemişlerdir.
Bu çalışmalar ile Aron ve arkadaşlarının (2005) benzer bir görev sırasında beyin görüntüleme yaptığı çalışma ile değerlendirildiğinde ,romantik aşkın(ve bir yere kadar annelik sevgisinin) ödüllendirmeyle ilgili beyin bölgelerini aktive ettiği görülmüştür.
Buradan hareketle ,beyinde ödül sistemiyle ilişkili olan ve bu araştırmalarda aktif bulunan anterior singulat korteks,ventral tegmental alan ve bazı bazal çekirdek yapılarının (caudate, putamen,globüs pallidus) kişilerin aşık oldukları kişiyle artmış birlikte olma davranışında rol aldığı ileri sürülmektedir.
Yukarıda verilen çalışmalarda aktive olan anterior singulat ve bazal çekirdek bölgelerindeki aktivasyon düzeyi romantik aşk ilişkisinin süresi daha uzun olan bireylerde daha yüksek görülmüştür.
Öte yandan aşık olunan kişinin fotoğrafını görmekle aktive olan bölgeyle tıpatıp aynı olması da , ventral tegmental alanda bu bölge uyarıldığı cazibe hissiyle orantılı olarak daha fazla aktive olmuştur.
Bu veriler aşkın süresinin ve cazibenin olumlu yönde etkilediği düşünülüyor.
Tüm veriler romantik aşkın beyinde yansımasının cinsel arzuyla ilişkili, ama farklı nöral ağlar tarafından yürütüldüğü görülüyor.
İlginç olan,aynı beyin görüntüleme çalışma sonuçlarının aşık olunan kişilerin yüzlerinin arkadaşlara göre bazı beyin bölgelerinde daha az aktivasyona neden olduğunu göstermiştir.
Aşk prefrontal, paryetal v temporal korteks bölgelerinde daha az çalışmaya neden oluyor ki bu bölgeler negatif duygular,karşıdakini yargılama ve karşıdakini mantıklı değerlendirmeyle ilgili bölgeler olarak biliniyor.
“Aşkın gözü kördür” deyişi bilimsel olarak pek de yanlış gözükmüyor.
Amigdala bölgesinde de daha az aktivasyon görülmüştür ki burası olumlu duygulardan çok saldırganlık,korku gibi olumsuz duygularla ilgili beynin bir yapısıdır.
Herhalde aşık olunca kişinin yanında huzur bulmak kadar doğal bir his olamaz.
Aşk yıllarca geçtikçe ortadan kalkar mı?
Ya da yıllarca süren aşk eşini abartılı değerlendirme veya bir patoloji belirtisi midir?
İşte bu sorulara yanıt ortalama 20 yıl bir kişiyle birlikte olup ona hala aşık olduğunu bildiren bireylerde yapılan bir İMRG çalışmasında aranmış(Acevodo ve ark.2011) Sonuçlar ,uzun süredir aşık bireylerde yine ventral tegmental alan , bazal çekirdikler ve hatta nucleus accumbens gibi temel ödül sistemi yapılarının aktive olduğunu gösteriyor. Bu ilginç çalışma bireylerden ventral tegmental alanda daha fazla aktivite artışı olanların eşine daha fazla yakınlık duyduğunu ve nucleus accumbenste daha fazla gösterenlerin aşık olduğu kişiyle daha uzun süre beraber olduğunu gösteriyor.
Ayrıca cinsel ilişki sıklığı ile posterior hipokampus ve posterior lateral hipokampus aktivasyonu arasında ilişki bulunmuş.
“Peki uzun süreli aşkın sırrı ne?”
Uzun süreli aşk ile anne-çocuk ilişkisiyle aktive olduğunu gösteren beyin bölgeleri de aktive oluyor.
Yani uzun süreli aşk ebeveynin çocuğuna bağlanmasını sağlayan mekanizmalara benzer beyin süreçlerini harekete geçiriyor.
Bazal çekirdekler , talamus gibi yapıları içeren bazı bölgeler vasapressin ve oksitosin reseptörlerinden zengindir ve bağlanmada rolleri hayvan deneyleriyle gösterilmiştir.
Diğer yandan uzun süreli aşık bireylerde obsesyon belirtileri genelde düşük bulunsa da , bazı bağlanmayla ilgili beyin bölgelerinde ki aktivasyonla obsesyon skorları arasında pozitif ilişki bulunmuştur.
Kısacası romantik aşk mümkündür ve beyinde ödül sisteminin daha fazla çalıştığı obsesif özellikleri az içeren ,ama sırılsıklam aşktan veya aşkın çekim aşamasından farklı beyinde bağlanma süreçlerinin öne çıktığı bir durumdur…
Kaynak:BİLİM VE ÜTOPYA DERGİSİ
ŞUBAT 2012 SAYISI
Prof .Dr. Halise Devrimci ÖZGÜVEN (1) (3)
Prof.Dr.Metehan ÇİÇEK (2) (3)
(1) ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ PSİKİYATRİ ANABİLİM DALI
(2) ANKARA ÜNİVERSİTESİ TIP FAKÜLTESİ FİZYOLOJİ ANABİLİM DALI
(3) ANKARA ÜNİVERSİTESİ BEYİN ARAŞTIRMA VE UYGULAMA MERKEZİ (BAUM)
YORUMLAR
SONUÇ OLARAK ….
Romantik aşkın fizyolojisi ile ilgili bilgilerimiz ,beynin ödül ve haz alma ile ilgili primitif bölgelerinin aşk ile ilgili olduğunu gösteriyor.
Aşk sanatın her türüne felsefeye ve günümüz bilimine konu olan sofistike bir konu gibi görünse bile ,muhtemelen homo sapiens var olduğundan beri var olan ve türün devamına hizmet eden bir olaydır.
Türün devamı için primitif dürtülere ve ödüllere ihtiyacımız vardır; ama bunun cinsellikten ibaret olmadığı da açıktır.
İnsan türünün devamı cinselliğin yanında bağlanmayı ve uzun süre bakıma ihtiyacı olan yavruların bakımı için bir arada kalmayı gerektirmekte,romantik aşk da buna hizmet etmektedir.
Aşk temel olarak beyinde gerçekleşen çok karmaşık bir süreçtir.
İnsana yaşama sevinci veren bu olay türün devamının da ötesinde yaşamı anlamlı kılar ve insanın olgunlaşmasına da büyük katkısı vardır.
Kalp değil beyinle ilişkili olması bin yıllardır yaşanan bu duygunun değerini değiştirmiyor ;tam tersine bu denli karmaşık bir süreç olması daha şaşırtıcı ve ilginç kılıyo….