- 1157 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
TÜRK CUMHURİYETLERİ, DOĞU TÜRKİSTAN, KARABAĞ VE KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ'NE DUYARSIZLAR MI?
TÜRK CUMHURİYETLERİ DOĞU TÜRKİSTAN, KARABAĞ VE KKTC’NE DUYARSIZLAR MI?
Ne zaman ki, ikili konuşmalarımızda Türk Dünyası ve Türk Devletleri hakkında bir söz açılmış olsa, söz dönüp dolaşıp Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan’ın, “Doğu Türkistan’da Çin zulmü altında soykırıma uğrayan Uygur Türklerine sahip çıkmıyorlar, Ermenistan işgali altındaki Azerbaycan toprağı olan Karabağ konusunda Azerbaycan’ı yalnız bıraktılar. Balkanlardaki Saray Bosna’da, Kosova’da soykırıma uğrayan soydaşlarımıza destek vermiyorlar. Aynı şekilde Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin bağımsızlığı ikili ülkeler arasında ve BM Teşkilatında bağımsızlığının tanınması için destek vermiyorlar.” şeklinde serzenişte bulunuyorlar.
Bu tespitler ve eleştirilerin doğruluk payı olmakla birlikte, 1991’de bağımsızlıklarını yeni kazanan Türk Cumhuriyetleri hakkında duygusal açıdan değil de realist bir gözle baktığımız zaman bu duyarsızlığın o devletler veya halkları açısından iç ve dış sebeplerinin olduğunu görürüz. Sağlıklı karar verebilmek için bu cumhuriyetlerin geçiş süreci öncesi ve sonrasına bakmak lazımdır diye düşünüyorum. Şöyle ki:
SSCB’nin 1990’lı yılların başlarında dağılmasının ardından Kazakistan 16 Aralık 1991’de, Kırgızistan 31 Ağustos 1991’de, Özbekistan 31 Ağustos 1991’de, Türkmenistan 27 Ekim 1991’de ve Azerbaycan 30 Ağustos 1991’de bağımsızlığını ilan etti. Bu saydığımız Türk devletleri 70 yılı aşkın bir süre Siyasi Literatürde Demirperde(* ) ülkeleri olarak adlandırılan SSCB’nin işgali altında (esaret altında da diyebiliriz) kaldılar ve özgür dünyadan tecrit edilmiş bir şekilde SSCB’nin birer eyaleti gibi yönetildiler. Dış dünya ile hiç bir resmi bağları yoktu, diğer özgür dünya devletleriyle ikili ilişkiler kuramadılar ve insanların seyahat etme özgürlüğü kısıtlıydı. 25 Aralık 1991’de SSCB Devlet Başkanı Mihail Gorbaçov’un istifa etmesinin ardından 26 Aralık 1991’de SSCB de resmen dağılmış oldu. Birlik içerisinde yer alan Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Azerbaycan’da dünyada bağımsız devletler listesine dâhil oldular. Türkiye ile etnik köken ve din bağı bulunan beş bağımsız Türk Cumhuriyeti yeniden tarih sahnesine çıktı. Türkiye bu ülkeleri ilk tanıyan ve o ülkelerde büyükelçilik açan ilk ülke oldu.
Bağımsızlığını yeni kazanan bu Türk Cumhuriyetleri hakkında o kadar da olumsuz ve tek taraflı düşünmemek lazımdır. Zira devletler de insanlar gibi travmaya yaşayabilmektedirler. Üç çeyrek yüzyıla yakın uzunca bir zaman yazı da, dil de, dış dünya ile farklı bir atmosferde yaşadılar. 70 yıl Sovyetler Birliği çatısı altında Rus İdaresinin, Rus kültürünün, Rus edebiyatının, Rus dilinin etkisinde kaldıktan sonra, yeniden kimliklerini kazanıp, kısa zamanda kurumları ve kurallarıyla yeni bir çağdaş ülkeye geçmeleri zaman alacaktır. Çünkü bu devletlerin hiç biri bağımsızlık öncesinde yerleşik devlet yapısına sahip değillerdi. Bu ülkelerin siyasal, politik, ekonomik ve milli kimliklerine dönmeleri için toparlanma, gelişme ve değişim için zamana ihtiyaçları vardı. 2022 yılı itibariyle bağımsızlıklarını kazanmalarının üzerinden henüz 31 yıl gibi kısa bir zaman geçmiştir. Devletlerin ömrünün sonsuz olduğu düşünüldüğünde aradan geçen bu çeyrek yüzyılı çok görmemek lazımdır.
Alfabenin Önemi:
Ülkelerin birbiriyle ilişkilerinde ve anlaşmalarında öne çıkan iki temel araç vardır: Yazılı dil; yani alfabe ve konuşma dili. Bu iki temel unsurun dışında üçüncü bir özellik daha var: seyahat özgürlüğü. Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Azerbaycan Sovyet Sosyalist Cumhuriyetleri Birliği içinde kaldıkları sürede Kiril alfabesini kullandılar, okullarında Kiril alfabesini öğrendiler ve yerelde belki kendi dilerlini konuşmakla birlikte yazılı dilde kiril alfabeli Rusçayı kullanmışlardır. Bir nesil değil, yetmiş yılda bir kaç nesil kiril alfabesi ile yazıp, konuştular; o kültürden beslendiler, o kültürle yaşadılar. Kendileriyle etnik ve dini bağı olan Türkiye 1 Kasım 1928’den itibaren Latin alfabesine geçti. Diplomatik ilişkiler dışında halklar arasında iletişim kısıtlanmıştır. İnsanlar da yazı dili ve sözlü iletişim de denilen konuşma dili sayesinde birbirleriyle anlaşmakta ve dünyada olan olaylardan haberdar olarak sevinçlerini veya tepkilerini ortaya koymaktadırlar.
Kırgızistan, Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan Azerbaycan yeniden bağımsız oldular ama resmi dillerinde ve konuşmalarında kiril alfabesini kullanmaya devam etmektedirler. Kazakistan 2017’de, Türkmenistan 1993’ten itibaren, Özbekistan 1995 yılında Latin esaslı yeni bir alfabeyi resmî olarak kabul etmiş olsa da günümüzde Latin alfabesinin yanında kiril alfabesi de hâlâ yaygın olarak kullanılmaktadır. Kırgızistan 1939 yılında kullanmaya başladıkları kiril esaslı alfabeyi günümüzde de kullanmaktadır. Azerbaycan 1991’den bu yana Latin Alfabesini kullanıyor. Bu ülkeler kendi içişlerinde bile Latin alfabeyi kullanmaya devam ettiklerinden Türk Dünyası ile ortak bir alfabeyi oluşturabilmiş değiller. O yüzden aynı etnik kökenden, aynı kültürden gelmiş olmamıza rağmen Türkiye Türkçesi ile konuşan bizler, Türk Cumhuriyetleri halkıyla ortak, sınırlı sayıda, Türkçe kelimeler dışında konuşulanlarını anlayamıyoruz, anlaşamıyoruz. Bu nedenle televizyonlarda konuşulan dili, gazetelerde ve dergilerde yazılanları, Internet ortamında paylaşılanları Türk Halkları anlayamıyor, bilgi sahibi olamıyor ve bu nedenle sevinç veya eleştirmekte sınırlı kalıyorlar. Olumlu veya olumsuz tepkilerimizi ortaya koymakta zorlanıyoruz veya anlaşılamadığı için de olaylara yeterince dahil olamıyorlar. O yüzden de Rahmetli Gaspıralı İsmail Bey’in savunduğu “Dilde, fikirde, işte birliği” sağlamayı henüz gerçekleştirebilmiş değiliz.
1991 de SSCB’nin dağılması Türk Dünyasında heyecan yarattı “Türk Asrı” olarak yorumladı ve “Adriyatik’ten Çin Seddi’ne” kadar sınırı olan geniş bir alanda Türk birliğinin oluşacağı ümidi doğdu. Özellikle dönemin Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal bağımsızlığını kazanan yeni Türk Cumhuriyetleriyle samimi ilişkiler kurdu ve devlet başkanlarıyla samimi ilişkiler geliştirdi, imkânlar dâhilinde ekonomik yardımlarda bulundu.
Bağımsızlığını kazanan cumhuriyetler, tanıştıkları yenidünya düzeninde kendileri için yol gösterecek bir rehbere ihtiyaçları vardı. Türkiye de kardeş ülkelere başta Cumhurbaşkanı Turgut Özal olmak üzere rehberlik yaptı ve bu cumhuriyetleri uluslararası kurumlar nezdinde destekledi; bu süreçte dağılan SSCB’nin getirdiği sorunlarla uğraşan Rusya, Türkiye’nin bu politikasına karşı bir tavır koyamadı. Bunu fırsat bilen Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa Birliği, Türkiye üzerinden bu coğrafyaya nüfuz etmek, ilişkilerini geliştirmek emelleri olduğu için Türkiye’nin yaklaşımını ve ağabeylik gösteren tavrını desteklediler.
Türk Cumhuriyetleri ile Birlik Olma Süreci:
Türkiye başından beri yeni kurulan Türk Cumhuriyetleri ile etnik ve dini yönden onları yakın bulduğu için bu ülkelerin bağımsızlıklarını ilk benimseyen ve bundan sonra yaşanacak süreçte bir önder, bir ağabeylik görevi üstlendi. Uluslararasında devletler tarafından tanınmaları için destekleyicisi oldu. Başlangıçta Türk Cumhuriyetleri arasında ikili düzeyde başlatılan ilişkiler, Türkiye’nin girişimiyle 1992’de Türk Dili Konuşan Ülkelerin devlet başkanlarının iştirak edecekleri “Zirveler” süreci başlatıldı. İlki 30-31 Ekim 1992 yılında Ankara’da yapılan ilk zirveye, Türkiye Cumhurbaşkanı Turgut Özal, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Ebulfez Elçibey, Kazakistan Cumhurbaşkanı Nursultan Nazarbayev, Kırgızistan Cumhurbaşkanı Askar Akayev, Özbekistan Cumhurbaşkanı İslam Kerimov ve Türkmenistan Cumhurbaşkanı Saparmurat Niyazov katıldı. Bir yıl sonra 12 Temmuz 1993 yılında Kazakistan’ın Başkenti Almatı’da Azerbaycan, Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Türkiye Kültür Bakanlarının imzaladığı anlaşma ile Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı (TÜRKSOY) kuruldu. 3 Ekim 2009’da ise Türkiye, Azerbaycan, Kazakistan ve Kırgızistan olmak üzere dört ülke tarafından imzalanan Nahcivan Anlaşmasıyla: “Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi” kuruldu. Bu konsey 2018’de "Türk Keneşi" adını almıştır. 12 Kasım 2021’de İstanbul’da “Dijital Çağda Yeşil Teknolojiler ve Akıllı Şehirler” temasıyla yapılan toplantıda konseyin adı da netlik kazanmıştır. Türkiye Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan başkanlık etttiği, Azerbaycan Cumhurbaşkanı Sayın İlham Aliyev, Kazakistan Cumhurbaşkanı Sayın Kasım Cömert Tokayev, Kırgızistan Cumhurbaşkanı Sayın Sadır Caparov, Özbekistan Cumhurbaşkanı Sayın Şevket Mirziyoyev, Türkmenistan Cumhurbaşkanı Sayın Gurbangulu Berdimuhamedov, Macaristan Başbakanı Sayın Viktor Orban ve Türk Devletleri Teşkilatı Genel Sekreteri Sayın Bağdat Amreyev’in katıldığı zirvenin ardından konseyin adı: “Türk Devletleri Teşkilatı” olarak ilan edildi. Bundan sonra bu teşkilatın çalışmalarını bekleyip göreceğiz. Hiç şüphem yok ki, çok güzel işler yapılacak, Türk Dünyasının ‘dil de, fikir de işte’ birlikteliğe dönüştüğü günleri de göreceğiz.
TÜRKSOY ve Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyinin kurulması Türk dünyası adına için çok önemli gelişmelerin de mihenk taşı olmuştur. Bu iki gelişmenin ardından Türkiye, birlikteliğin en önemli araçlarından birisi olan ortak alfabe ve ortak dil konusunda harekete geçerek, Türk dünyasına yönelik büyük öğrenci projesi başlattı. Türk Cumhuriyetlerinden çok sayıda öğrenci Türkiye’deki üniversitelere okumaya geldiler. TRT Avrasya’nın yayına başlamasıyla birlikte daha sonra TRT AVAZ da Türk dünyasına yönelik programlara ağırlık verdi. Türk devletleriyle kurultayların düzenlenmesinin yanında Türkiye, Türk devletlerine Eximbank kredilerinin tahsisi gibi bir çok projeyi uygulamaya geçirdi. Kalkınma tecrübesini yeni kurulan Türk Cumhuriyetleriyle paylaşmak ve iş birliğini geliştirmek amacıyla 1992’de 480 Sayılı Kanun Hükmünde Kararname ile Dışişleri Bakanlığına bağlı olarak TİKA (Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı) kuruldu. Ayrıca Türkiye, yeni Türk Cumhuriyetlerinde orta öğretim kurumları, Kazakistan’da Hoca Ahmet Yesevi Üniversitesi ve Kırgızistan’da Manas Üniversitesini açtı. Sosyo-kültürel açıdan ve diplomasi alanında yakalanan olumlu hava ekonomik ilişkilere de yansırken, Kısa süreliğine de olsa Türkiye gerek yatırım gerekse dış ticaret açısından bu ülkelerin ilk üç ortağı arasında yer aldı. Tüm bunlara rağmen Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri arasındaki ilişkilerin arzulanan seviyeye çıkamadığını ve stratejik bir derinlik kazanamadığını görüyoruz. Bunda bazı faktörlerin etkisi büyük olduğunu gözardı etmememiz lazım. Bu faktörleri 4 maddede sıralayabiliriz:
1- Rusya’nın bu Cumhuriyetler üzerindeki etkisi
2- Yeni Türk Cumhuriyetlerinin kendi iç dinamiklerinden kaynaklanan sorunlar
3- Türkiye’den Kaynaklanan Özel Durumlar.
4- Amerika Birleşik Devletleri (ABD) ve Avrupa Birliği (AB) faktörü:
Gibi temel dört faktöre bağlı izah edilebilir.
1- Rusya’nın bu cumhuriyetler üzerindeki etkisi: Bu devletler SSCB sürecinde Rusya’nın idari, askeri, siyasi ekonomik etkisi altındaydılar. Bağımsızlığını kazanan yeni cumhuriyetlerin devlet olmaya giden süreçte hemen hemen bütün kurumlarının o dönemde gerçekleştirildiği de bir gerçektir. Rusya’nın bu devletler üzerinde etkisinin aradan geçen 30 yıla rağmen zamanımızda bile sürdüğünü görmekteyiz. Zira fazla uzağa gitmeye gerek yok. Daha bu yıl, 2022 yılının Ocak ayında Kazakistan’da akaryakıt fiyatlarına yapılan zamların ardından başlayan ve protestoların ülke çapına yayılması sonrasında Kazakistan Cumhurbaşkanı Kasım Cömert Tokayev’in olayları bastırmak adına dış askeri yardım için ilk aklına gelen ülkenin Rusya ve devlet başkanı Putin olması çok manidar. Hâlbuki 2021 yılı Kasım Ayında Türk Devletleri Teşkilatı kurulmuştu; birinci öncelik bu teşkilattan yardım istemek olmalıydı ama olmadı. Olayları bastırmak için Kazakistan’a giren Rus askerleriyle birlikte Ermenistan askerlerinin de Barış Gücü içerisinde yer alması bir bakıma Ermenistan’ın Karabağ’da yenilgiye uğrayıp (yenilginin üzerinden daha iki ay geçmeden) Azerbaycan ile barış yapmak zorunda kalmasının rövanşını Türk Cumhuriyetlerinden almak gibiydi.
2- Türkiye ile Yeni Türk Cumhuriyetleri arasında iş birliğinin seviyesini belirleyen diğer faktör yeni ülkelerin sosyo-ekonomik gelişmişlik düzeyleridir. Yeni Türk Cumhuriyetlerinin sosyo-ekonomik durumları ve siyasal kültürleri de iş birliğinin gelişmesinde engel teşkil etmiştir. Türk Cumhuriyetleri Çarlık dönemi ve SSCB dönemlerini kapsayan ve uzun sayılabilecek bir süre Ruslarla birlikte yaşamışlardı. Bu birliktelik, saydığımız yeni Türk devletlerinin ekonomik kurumlarını ve siyasi altyapılarını Rusya’ya bağımlı hale getirmiştir. Öyle ki, bu cumhuriyetlerin isimleri dâhil olmak üzere hemen hemen tüm iktisadi ve idari kurumları Çarlık dönemi ve SSCB döneminde şekillenmiştir. Yeni Bağımsızlığını kazanan Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan ve Azerbaycan’ın daha önce dış dünya ile bağımsız iktisadi ve siyasi ilişkisi olmamıştı. Hanlık geleneğinden gelen bu toplumların millet olma ve devlet kurma tecrübeleri de bulunmamaktaydı. Yeni kurulan Türk Devletlerinin Üst yönetim kadroları, devlet yönetimi konusunda tecrübe sahibi değillerdi. Cumhurbaşkanlarının tümü, bir şekilde SSCB döneminde Komünist Parti’de görev almış ve çoğu politbüro üyeliği yapmış kişilerdi. Sosyolojik açıdan bakıldığından da bu cumhuriyetler, başlangıçta sosyo-ekonomik yapıları itibariyle birer Sovyet toplumu niteliğindeydiler.
Yeni kurulan bu Türk Cumhuriyetleri bağımsız olduktan sonra dahi, SSCB döneminden miras kalan ekonomik sorunlar yanında etnik sorunlar, sınır meselesi ve su paylaşımı gibi bir çok sorunun çözümünde SSCB’nin en büyük ve güçlü devleti Rusya’nın hakemliğine ihtiyaç duymuşlardır; bu tutumlarından da kurtulamamışlardır. Bu yüzden Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri arasında istekli bir şekilde başlayan ilişkiler, düzenlenen “zirveler”de de ele alınan konular, yukarıda belirtilen hususlara (sınır anlaşmazlıkları, ekonomik sorunlar, etnik sorunlar gibi) temas ettiğinde ilgili ülkeler konuya bu yüzden her zaman mesafeli durmuşlar, bu gibi konularda Rusya’nın sergilediği tavrından yana duruş sergilemişlerdir. Mesela Ankara’da toplanan 1. zirvede Azerbaycan’ın ve onu destekleyen Türkiye’nin ısrarına rağmen Azerbaycan- Ermenistan arasında sorun olan Dağlık Karabağ sorununun çözümünde bu devletlerden yardım istenmesine rağmen: Ermenistan’ı Rusya’nın desteklendiği gerçeği karşısında Kazakistan, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan dan beklenen siyasi ve askeri yardım gelmemiştir. Aynı çekingenlik Türkiye’nin arzuladığı Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin tanınması konusunda da yaşanmıştır. Türkiye’nin talebi bu devletler tarafından kabul görmemiştir. Rusya doğrudan müdahale etmemiş olsa bile Rusya’nın tepki verebileceği endişesiyle bu zirvelerde Türk Cumhuriyetleri etnik köken (etnisite) temelli söylem ve eylemlere mesafeli durmuşlardır.
İkinci zirveden itibaren zirvelerde, Türk Cumhuriyetlerinin siyasi sorunlarının çözümüne yönelik faaliyetlerden ziyade, kültürel ve ekonomik temelli faaliyetler kapsamında iş birliğine yönelik faaliyetler ön plana çıkmış olmasına rağmen “Türk Ortak Pazarı” gibi kurumsal bir yapıya dönüşememiştir. Türkiye tarafından başlangıçta “idealizm” temelli bir dış politika ile yola çıkılmış ve zamanla o ülkelerin iç dinamiklerinde görülen gerçekleri karşısında “realizm” temelli bir politikaya dönüşerek zamanımıza kadar düşük tempolu ve orta düzeyli bir Türk dünyası politikası ortaya çıkmıştır.
3- Türkiye ile yeni Türk Cumhuriyetleri arasında ilişkilerin seviyesini belirleyen önemli unsurlardan biri de Türkiye’nin kendi tutumundan kaynaklanmaktadır. Zira Türkiye de SSCB sonrasına yeni Türk Cumhuriyetleri gibi hazırlıksız yakalanmıştır. Bu cümleden olmak üzere Türkiye’nin yeni kurulan Türk Cumhuriyetlerine yönelik önceden hazırlanmış elinde hazır stratejik derinliğe sahip bir dış politikası da yoktu. yalnızca yıllardır dillendirilen etnisiteye dayalı duygusal bir gönül bağından başka. Hiç bir şey yapmadı deyil. Kısa zamanda yeni Türk Cumhuriyetlerini tanımış ve bu cumhuriyetleri ilgilendiren politika değişikliği hazırlanarak Devlet olma ve Kalkınma tecrübesini yeni kurulan Türk Cumhuriyetleriyle paylaşmak ve iş birliğini geliştirmek amacıyla 1992’de 480 Sayılı KHK ile Dışişleri Bakanlığına bağlı olarak Türk İşbirliği ve Kalkınma Ajansı (TİKA) kurulmuştur. Ama Türkiye’nin Avrupa Birliği ile ilişkilerini düzenlemek, geliştirmek ve sonuçlandırmak üzere kurduğu ’AB Bakanlığı’ gibi Türk Cumhuriyetlerinden Sorumlu Bir Türk Cumhuriyetleri Bakanlığı kurulamamıştır. Veya TİKA Dışişleri Bakanlığına bağlı Müsteşarlık seviyesine çıkarılamadığı için ilişkiler siyasi ilişkilerden daha çok ekonomik ve kültürel ilişkiler düzeyinde kalmıştır. Bundan dolayı da Turgut Özal zamanında üst düzeyde başlatılan samimi ilişkiler tabana yayılamadı. Azerbaycan ve diğer Türk Cumhuriyetine ilk zamanlarda Türkiye’nin kontrolü dışında maceracı, kötü niyetli insanlar yatırımcı, işadamı kimliği ile Türkiye’den gidip orada olumsuz olaylara karışmaları da başlangıçta Türkiye İmajına gölge düşüren olumsuz örnekler olmuşlardır.
Bir diğer etken de Türkiye, yetmiş yıl demir perde gerisinde kalan bölgeyi ve bölgenin insanlarını gerçek anlamda tanımıyordu. Bölgenin realitesine göre akılcı bir politika ile değil, tarihi ve dini bağları öne çıkaran hissiyatına göre hareket ediyor, Türk Cumhuriyetlerinden de bu şekilde hissiyata dayalı ilişkiler bekliyordu. Halbuki sonradan bağımsızlıklarını kazanan o ülkeler ve halkı yıllardır Sovyet yönetiminde Rus kültürünün etkisinde kalmış ve dini değerleri de, milli değerleri de erozyona uğramış, yaşayışları ve etnisiteye (etnik köken) bakış açıları da değişmişti. Diğer Türk Cumhuriyetlerinin Türkiye’ye karşı bakış açıları da Türkiye’den farklı değildi. O nedenle Türkiye ile Türk cumhuriyetleri arasında coşkuyla başlayan kucaklaşma, realiteye dayalı bir strateji ile yönetilemediği için zamanla beklenen ilerleme sağlanamamıştır. İlk başlarda “Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi” olarak kurulan birliktelik, nihayetinde: “Türk Devletleri Teşkilatı” adı ile yoluna devam etmektedir. TÜRKSOY da dilde, fikirde, işte birlikteliği sağlamakta çok önemli işler yapmakta ve önemli toplantılarda, sempozyumlarda, etkinliklerde Türk Cumhuriyetlerinin Öncülerini Türk Dünyasına tanıtma konusunda büyük çaba sarf etmektedir. Bundan sonra bütün taraf ülkelere, bu ülkelerin halklarına büyük görevler düşmektedir.
4- Otuz bir yıla dayanan gelişmeler sonucu şekillenen Türkiye ile Türk dünyası arasındaki ilişkiler, Türkiye’nin arzuladığı seviyeye ulaşamamış olsa da, ekonomik ve kültürel alanlarda önemli ilerleme sağlamıştır. Bunun yanında siyasi ilişkiler ile dış ilişkiler ise daha mesafeli ve her ülkenin kendi dinamikleriyle belirlediği bir çerçevede dostane bir ortamda yürümektedir. Bu nedenle daha henüz dış ilişkilerde Türkiye ile Türk Cumhuriyetleri ortak bir politika oluşturulamamışlardır. Bunda: dilde ve fikirde birliktelik için gerekli olan ortak bir alfabe oluşturulamamasının aynı dili konuşamamanın etkisi büyüktür. Yeni Türk Cumhuriyetlerinin SSCB döneminde kullandıkları Kiril Alfabesinden kurtulamamaları ve ortak bir lehçenin de hayata geçirilememesi hem dilde işbirliğini, hem fikirde ortak düşünmeyi ve birlikte hareket etmeyi engellemektedir. Bunun sonucu olarak işte birlik sağlayıp karşılıklı olarak ticaretimizi geliştirmeyi başarabilmiş değiliz. Aynı şekilde siyasi olarak ta ortak karar alabilmek için uluslararası geçerliğe sahip kurumsal kimliği hayata geçirememişiz. 12 Kasım 2021’de açıklanan Türk devletleri Teşkilatına işlerlik kazandırmak zorundayız. Konu tüm Türk Dünyasını ilgilendirmektedir. Bu belirsizlikler nedeniyle yeni bağımsızlıklarını kazanan Türk Cumhuriyetlerinden her biri kendi dinamiklerine göre kimi zaman Rusya eksenli, kimi zaman da ABD ya da Avrupa Birliği eksenli hareket etmeye devam etmektedirler.
Değerlendirme:
Bu nedenle yeni kurulan Türk Cumhuriyetleri aradan geçen 31 yıla rağmen henüz Sovyetler Birliği ve Rus Emperyalizmi psikolojisinden kurtulamadıkları için, dünyada olup bitenlere karşı tavırlarını net olarak ortaya koyma cesaretini gösterememektedirler. Ama bu böyle sürüp gideceği anlamına da gelmez.
Yukarıda verilen örneklerde görüleceği üzere: Türkiye ve Türk Cumhuriyetleri ilişkilerinde öncelik ekonomik ve kültürel ilişkiler ön plana çıkmış, siyasi konular ikinci plana atılmıştır. Bunda: Türk Cumhuriyetleri üzerinde Rusya psikolojisinin ağır basması nedeniyle, siyasi konuların daha geri plana atılması yeğlenmiştir. Ama Uluslararası Türk Kültürü Teşkilatı TÜRKSOY Teşkilatının kurulması ve kurulduğu günden buyana Türk Cumhuriyetlerine ait edebiyat ve kültürel eserlerin çeşitli dillere çevrilmesiyle bu cumhuriyetlere ait vatandaşların dünya ile uyum sağlamasına ve tanınmasına yönelik çaba gösterilmektedir. Bunun sonucu olarak başlangıçta Türk Dili Konuşan Ülkeler İşbirliği Konseyi olarak kurulan konsey 2021 yılı son aylarından itibaren siyasal bir kimliğe doğru adım atılarak Türk Devletleri Teşkilatı adı ile yeniden yapılandırılmış, Türkiye ve Türk Dünyası ilişkileri yeni bir ivme kazanmıştır.
12 Kasım 2021’de İstanbul’da yapılan toplantının ardından Kazakistan, Azerbaycan, Türkiye, Kırgızistan ve Özbekistan’la birlikte 5 üyenin yanı sıra gözlemci olarak katılan Macaristan ve Türkmenistan’ın da nihai üye olması ile birlikte dünyada Türk Devletleri Teşkilatı ve Türk Halkları dünya siyasetine ve ekonomisinde daha aktif rol alacaklardır.
Unutulmamalıdır ki, ilk yıllarda Türkiye tarafından başlatılan öğrenci davetiyle üniversitede okumak için Orta Asya Türk Cumhuriyeti ülkelerinden gelen öğrenciler kendilerini geldikleri ülkenin vatandaşı saymışlar; “ben Azeri’yim”, “ben Türkmen’im”, “ben Kazak’ım”, “ben Kırgız’ım”, “ben Özbek’im” diyerek ülkeleriyle özdeşleştirmişlerdir. Üst kimlik olan Türk Kimliğini kabullenmekte zorlanmışlar; yeni yeni Türk Kimliği kavramı benimsenmektedir.
Azerbaycan 40 gün süren savaşta 2021 yılında Karabağ’ı Ermenistan işgalinden kurtarmış ve Ermenistan’ı anlaşmaya zorlamış, Rusya, Ermenistan ve Azerbaycan arasında yapılan 10 Kasım 2021 tarihli anlaşma ile zaferini perçinlemiştir. Azerbaycan’ın bu zaferi diğer Türk devletlerinin güveninin artmasına sebep olmuştur. Hiç şüphe yok ki, çok geçmeden Çin zulmüne uğrayan Uygurlara yapacakları gösterilerle sahip çıkacaklar, Çin’i Uluslararası toplantılarda, kınamaya ve cezalandırılması yönünde girişimlerde bulunacaklarından eminim. Keza, Türk Cumhuriyetleri ve halkları Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin Uluslararasında bağımsızlığının tanınması hususunda da gereken iradeyi göstereceklerine güvenim tamdır.
HÜSNÜ EKİZCELİ
Ankara, 18.04.2022
(*)= Demir perde tanımlaması da ilginçtir. Siyasi literatürde ilk defa İngiliz Devlet adamı Winston Leonard Spencer-Churchill tarafından 5 Mart 1946 tarihinde Fulton’da bir konferansta dile getirdiği Demir perde tanımlaması, II. Dünya Savaşı’nın sonu olan 1945 yılından, Soğuk Savaş’ın sonu olan 1991 yılına kadar Avrupa’yı iki ayrı bölüme bölen ideolojik çatışma alanlarını ve fiziksel sınırları tanımlasa da Doğu Bloğu, Sovyet Bloğu ya da Demir Perde, Soğuk Savaş döneminde Sovyetler Birliği ve onun Doğu ve Merkez Avrupa’daki müttefiklerini tanımlamak üzere kullanılmış olan bir terim olarak hafızalarda kaldı.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.