- 269 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
YILLARIN İÇİNDEN 3
YILLARIN İÇİNDEN
3
Üniversitenin ilk iki yılı Gülcan Hocam ve diğer kültür derslerimiz ile dolu dolu geçmişti.
İstatistik dersimize Müfide Tüzün öğretmenimiz giriyordu. Aslında yolda görseniz, imkânsız öğretim görevlisi bu diyemezdiniz. Paspal görünümlü, salaş giyimli, gülmeyi bilmeyen,az konuşan birisiydi. Ama gel gör ki derste bambaşka biri oluyordu. Bizleri araştırma yapmaya yönlendiriyor,yaptığımız araştırmalarda verilerin nasıl toplanılacağını ve hangi yöntemler kullanarak yorumlayacağımızı anlatıyordu.
Sonuçlarımızı anlamlı ve kullanışlı şekilde özetliyorduk. Karmaşık olayların altında yatan nedenleri analiz edebiliyorduk.
Anatomi dersi,ekonomi dersi, teknik çizim bu derslere farklı üniversitelerden öğretim üyeleri gelip giriyordu.
Onlarca yılda alınabilecek eğitimi iki yılda bize vermişlerdi. Önümüzde daha iki yıl vardı.
Gülcan Hocam, evli değildi. Ne kadar sert görünse de bizleri, çocukları yerine koyduğunu biliyordum. Ancak üçüncü yıla geldiğimizde Gülcan Hocam bizimle yola devam etmeyip yeniden birinci sınıf öğrencilerini almıştı.Tüm gruplar hallaç pamuğu gibi dağıtılmıştı. Aynı gruptan sadece dört kişi diğer sınıflardan gelen öğrenciler ile birleşmiş karma bir sınıf oluşturmuştuk. İyi ki Nimet ile ayrılmamıştık. Diğer grupta arkadaşlara birdenbire ısınmamız imkansızdı. Çünkü metropolde yetişmiş çok havalı kızlar vardı. Bakışlarından bizi küçümsediklerini görebiliyorduk. Farklarını farkettiriyorlardı. Ama Nevin , Meryem, Bircan ve Filiz gibi birçoğu ile çabucak kaynaşmıştık. Aradan geçen zaman sürecinde hepsi ile daha rahat iletişim kurar hâle geldik.
Dersimize Songül isminde bir Hocamız girdi ama Gülcan Hocamın yerini hiç bir açıdan dolduramıyordu.
Gülcan Hocam bana göre her açıdan muhteşem bir insan idi. Bunu ilerleyen dönemlerde daha da iyi anlayacaktık.
Gülcan Hocama hiç istemediğim bir anda yakalanacaktım ve utancımdan, yıllarca ondan kaçacaktım.
Olay şöyle gelişmişti. Bir gün Ankara Devlet Opera ve Balesi Binasına gitmek için bir fırsat yakaladım. Merak ediyordum o ortamı ve görmek istiyordum . Öğrenci indiriminden yararlanarak bilet temin etmiş gitmiştik.
Emel Sayın ’ın konserindeki gibi hatta daha da fazla şık giyimli insanlar sohbet ediyorlardı. Sahnenin açılmasını bekliyorduk. Ben rüyalar âlemindeydim sanki.
Figaro’nun Düğünü gösterisine nasıl bilet bulabilmiştik bugün bile şaşarım. Çok şanslıydım.
İspanya’da bir şatoda uşak olan Figaro ile Suzanne’nin düğünü ile başladı sahne.Son derece romantik, duygusal ve coşkulu bir açılışın ardından, şatonun kontunun, o dönemde feodal düzenin efendilere tanıdığı, ’’efendilerin düğün gecesi damattan önce gelinle beraber olması’’ hakkını kullanmak istemesi ile olay örgüsü oluşuyordu.
Kont ve Figaro arasındaki mücadeleyi izliyorduk.
Mozart’ın, teatral ustalığını ve müzikal yaratıcılığını büyük bir hayranlık ile izliyordum.
O aryaları dinlerken yüreğim kabına sığamıyordu. Oyun boyunca içimde bir heyecan dalgasının kabarmasını önleyemedim. Bu nasıl bir güzellikti. Bana neler oluyordu. Nasıl bir değişimden geçiyordum ben?
Ailem ,zenginlikten,yokluk ve yoksulluğun pençesine düşmüştü. Şimdi ben okuyup kurtulmak için mücadele veriyordum. Ancak karşıma o kadar güzel fırsatlar çıkıyordu ki! 0nlardan yararlanmak çok hoşuma gidiyordu. Hayatımın farklılaştığını fark edebiliyordum.
O küçük ve dar kalıbımdan,tıpkı ipek böceğinin kozasını kırıp çıkmaya çalışması gibi çıkmak için çırpınıyordum.( İlerki yıllarda çocuklarım ve eşimle birlikte bir kaç kez Ankara’ya tiyatro,sinema gibi etkinliklere ve özellikle bizlere, bu günleri yaşamamızı sağlayan Gazi Mustafa Kemal Atatürk ’ü Anitkabir’de ziyaret etmeye gelecektik)
Okula geldiğimizde, paravan arkasında askıda duran önlüklerimizi alırken, Nimet’e operayı anlatıyordum. Aryaların güzelliğinden bahsediyordum.
Hatta bir ara kendimi tutamayıp ’’Lalalalala Figaroo Figarooo Figaroooooo!’’ diye seslendirme yapıyordum. Gülüştük. Paravanın arkasından çıktık sınıf sus pus olmuştu. Yan tarafa döner dönmez Gülcan öğretmenim ile Songül öğretmenimi gördüm. Hepsi de beni dinlemişlerdi. Ben kıpkırmızı oldum. Onlar gülümsüyorlardı. O gün utancımdam başımı kaldıramadım.
Aslında bu utangaçlığı nasıl atardım üzerimden bilemiyordum.
Ömür boyu üstüme yapışıp kalacak bir duyguydu bu!
Yaradan’a şükrediyordum beni karanlıklardan aydınlığa doğru taşıdığı için. Bana bu güzellikleri yaşattığı için.
Ne mal, ne mülk, ne zenginlik,ne de yüz güzelliği benim için önemli değildi. İçimde gönül denen bir hazine vardı ve o hazine her geçen gün kendi güzelllik servetini biriktirmeye başlamıştı.
KARDELEN(Ayrıkotu)
17.04.2022
Tülay Sarıcabağlı Şimşek
Dinar/Afyonkarahisar
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.