- 236 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
İSVEÇ SEYAHATİ 1
İSVEÇ SEYAHATİ(1)
Heyecanla beklediğimiz misafir sevgililer günü ertesinde geldi. İlk günlerin heyecan ve telaşı yatışınca, özleme yattı yürekler. Telefonla gelen fotoğraf ve görüntülü yapılan konuşmalar bir nebze özleme merhem olsada, ne görüntü nede fotoğraflar kokmuyordu. Torunumuzun sıcaklığını vermiyordu. Yapılacak eylem belliydi. O bize gelmiyorsa biz ona gidecektik. Şunun orası ne ki? Üç bin dört yüz bir kilometrecik.
İlk günleri salgından dolayı gelen yasaklamaları bekledik, vize işlemleri takip etti bekleme sürecini. Aleyhte gibi duran bütün bu gelişmeler, bizim lehimizeydi. Buyurun gelin deseler, uçağa binecek durumda değildik. Yaralar tam manasıyla kapanmamış, belli kurallara uymak zorundaydık.
Bu arada internetten indirdiğimiz “Duolingo” adli programla İngilizce öğrenmeye çalışıyoruz. Hanım bir yandan ben diğer yandan. İlmik, ilmik halı dokur gibi örüyoruz belleğimize. Demir zamanında dövülür diye bir laf vardır. Ne kadar doğruymuş. Eskilerden bir şey kalmamış aklımızda. Zaten olan neydi ki, ne kalsın akılda “I am going to school” cümlesindeki “ing” unutmuş, arkadaşın ayaklandırmasıyla itiraz etmiştim, buna hiç puan verilmez mi diye. Öğretmen tahtaya büyük harflerle “SİNEK” yazdırdı. Ve okumamı istedi. Sonra “S” harfini sildirdi. Tekrar okumamı istedi. Okudum ama ilki kadar canlı değildi. Bir harf bak nelere mal oluyor, senin ki üç harf. Var sen düşün deyince, sınıfta bir gürültü koptu. Ben hariç herkes gülüyordu.
Daha sonraları bir otoyol şantiyesinde çalışırken başıma geldi. Bu yol pek hırlı olmasa da geçiş garantili deli Dumrul yoluna benzemiyordu. Geçmeyenden değil geçenden dokuz lira elli kuruş alınmakta. Bu yolun yapımında çalışan bir Avusturyalı mühendis öğle paydosunda sahada unutulmuştu. Personel yemekle meşgul olduğundan kimse gitmek istemiyordu. Ben yeni yeni araba sürmesini öğrenmekteyim, henüz ehliyetim yok. Ben alırım deyince, önce vermek istemediler. Sonra tembih üstüne tembih ederekten arabayı teslim ettiler. Onlarda haklıydı. Hareket ettirince duramıyor. Durunca da hareket ettiremiyordum. Bu yüzden adım “ Gaz kesmeze “ çıkmıştı. Gidiş yolunda bir problem yaşamadan arkadaşı aldım. Dönüş yolunda asfaltın devamının yapımı için on beş cm lik düşümü fark etmeyip atlayınca “ You are not driver” dedi. Arkadaş tamam. Bilmiyorum dediysek de bu kadar değil. “driver” çıkardım . Bir “man” koydum. O bana sen sürücü olamazsın diyor, bende sende adam değilsin dedim, amma sonraki cümlelerin hiç birini inanın bende bilmiyorum. Günah obal boynuna.
İşte bizim bu dille derdimiz çok eskilere dayanıyor. O yüzden yarım yamalak öğrenmektense tam öğrenelim dedik. İlk günler “ I am a man” yada “ He is a boy” la başlıyor “She is a girl” ile bitiriyorduk. İlerleyen derslerde “Woman” ve ‘Man” geçiyor oğlan ve kız yerine. İster inanın ister inanmayın. Biz bıktık “Duolingo” bıkmıyor. Bir sonraki ders bundan daha beter “Dog” ve “Cat” bunların son versiyonu araya “Turtle” koymaları. Başkada bir şey yok. Bunların yerine “Ökuz”, ”Çakal” ve “Kene” yi öğretsene adama. “ I am not a turtle” öğreteceğine, “Ben öküz değilim” demeyi öğret. Çakal kime denir. Kene neyle beslenir.
Zaman su içinde ilerlerken . Biz kedi, köpek, oğlan, kız diye İngilizcenin temelini öğreniyoruz. Beklenen gün geldi. Bizim vizemiz onaylanmış, biletlerde alınmıştı. Hanım ders çalışmayı bıraktı. Nasıl olsa yanımda sen varsın. Sen çalış, ben hazırlık yapayım. Bazen çocuklar soruyor, nasıl gidiyor? diye. En sonunda bu iş zor, yetişmez öğrendiklerimle gümrükten geçmeye dedim. Sende bırak; gümrük, hava alanı derslerine çalış. Çalış demesi kolay, biz temelden öğrenmeye çalışırken, tepeden in diyorlar.
Soruları tespit ettim. Cevaplara çalışıyorum. Adam başka yerden sorarsa cevap yok. Sonra aklıma geldi. Ben bu isi sigortaya bağlamalıydım. “I don’t understand you” vede “I don’t speak english” Ben sizi anlamıyorum, ben İngilizce bilmiyorum deyip susacağım. Gayrı gerisini onlar düşünsünler.
Hareket günü geldiğinde önce Antalya’ya indik, bir kaç saat sonrada Göteborg uçağıyla İsveç’e hareket ettik. Yanımıza bir yabancı oturdu. Uçağın yarısı neredeyse bos. Biletlenmiş olan koltuklar istiflenmiş durumda. Bagajımdan tableti alıp yolda bir şeyler okumak için “Excuse me, sorry” dedim bagajı gösterip. İşim bitince ‘Thank you” diyerek teşekkür ettim. Lakin bagajı göstersem, adam kenara zaten çekilecekmiş. Biraz sonra adam boş koltukların birine geçti. Az sabretsem sebil olmayacaktı kelimelerim.
Beş saat sürdü yolculuğumuz. Yiyecek içecek menüsü koymuşlar önümüze. Gözümüzün içine sokar gibi. Yirmi ml soda Otuz iki TL, Otuz üç ml su Yirmi dort TL, Otuz üç ml iki tane bira bir avuç bedava fıstıkla yüz elli iki TL. Artık yiyecekleri siz tahmin edin. Ananı ağlatan kadıysa, kimi kime şikâyet edeceksin. Yerde yasa yok ki havada olsun.
Geldik zurnanın zırt dediği yere, Avrupa vatandaşları bir kuyrukta, geri kalanlar diğer tarafta. Bizimkiler esmer ağırlıklı, onlar açık ve sarı. Onların kuyruğu bizimkilerden önce bitti. Sıra bana geldiğinde hazırladığım evrakları pasaportla beraber verdim görevliye. Ne yoktu ki; bütün soruların cevabı, sormadan önündeydi. Dönüş biletim ( ben kalıcı değilim anlamında). Aşı kartım, (hasta değilim manasında). Nerede kalacağımın adresi ve davetiyesi. Vede finans çizelgesi. Memur inceledi verilenleri, yüzüme baktı vurdu pasaporta mührü. Hanımın evraklarını almadı bile. Vurdu mührü verdi elimize “She with me” O benimle demeye gerek kalmadı bile.
Çıkışta oğlum karşıladı bizi. Özlemin yarısıyla kucaklaştık. Diğer yarısıyla da evde kucaklaştık. Bahar tarlası gibi kokuyordu torunum. Bir yanım gül bahçesi diğer yanımda manolya, frezya ve gardenya. Aksam sefası gibi karşıladı bizi. Yasemin ıhlamur elleri fesleğen kokuyordu bedeni. Ve bütün yorgunluk silindi gitti üstümüzden.
01.04.2022/Goteborg
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.