- 490 Okunma
- 1 Yorum
- 1 Beğeni
A S K E R S Ü L E Y M A N
115- HACI MUHARREM YILDIZ OĞLU SÜLEYMAN
Osmanlı İmparatorluğu Padişahı II. Mahmut ( 1808-1839) devrinde 1831 y.da ya pılan nüfus sayımı verilerine göre, Ermenek/ Lemos Köyünde Hüsam Çelebi beş oğluyla (Muharrem, Osman, Abdullah, Ahmet ve Süleyman ) köy sa kinlerinden bir aile. Ailenin en büyük evladı Hacı Muharrem (Eşi: Zeliha) yirmibeş yaşında bir er yiğit. Lemos köyü nün köklü sülalelerinden “Muharremğiller” namını Hüsam Çelebi oğlu Hacı Muharrem Ağa’dan almakta. Hacı Mu harrem’in üç erkek evladı (TatAhmet (Yıldız), Hacı Hasan Hüseyin (Korkmaz) ve DeliOsman (Baştuğ) soy isim leriyle soylanır.
Hüsam Çelebi oğlu Aza Osman’ın beş kızı, bir oğlu (Osman Akın’ın babası Mehmet, Mehmet Akbaş’ın anası Fadime, Mehmet Okumuş’un anası Ayşe, Hüseyin Baştuğ’un anası Fatma, Bahri Can’ın anası Zahide ve Muharrem Yıldız’ın anası Emine) var. TatAhmet, amcası Aza Osman’ın kızı Emine’yle evlenir. 01-O7-1885 tarihinde ilk çocukları Muhar rem hayata gözlerin açar. Ancak Muharrem’in dünyaya gelişi üzerinden altı ay geçmeden annesi Emine vefat e dince öksüz kalır. Babası akraba kızlarından Şerife ile yeniden evlenir. Bu izdivaçtan da; İbrahim Yıldız, Abdullah Yıldız, Ali Yıldız, Havva Baysal ve Zeliha Baştuğ isimli beş evladı daha olur. Böylece TatAhmet yedi nüfuslu br aile olarak Lemos Köyünde yaşamın sürdürür.
TatAhmet oğlu Muharrem öksüz olduğu için dayısı Mehmet Akın ve teyzelerinin (Fadime, Fatma, Ayşe) gözetimi ve hamiliğinde çocukluğun geçirir. Aile içinde diğer kardeşlerinden daha farklı muameleyle karşılaşır. Üvey annesinin itip kakalaması, aç susuz bırakması ve yüksünmesine muhatap olur. Gençlik yıllarında zaviye ve medreselerde eği tim alır. Cumhuriyetin kuruluşun takiben Lemos Köyünden Abdurahman (Mutlu) Ağanın torunu ve Ali Ağa- Kör Ay şe kızı Meryem’le 1924 yılında evlenir. Bu izdivaçtan ilk çocukları Süleyman, 20-04-1925 (1341) tarihinde dünyaya gelir. Süleyman zayıf olsa da sağlıklı bir çocuktur. Muharrem Hoca - Meryem çiftinin daha sonra beş evladı (Ali, E mine, Sultan, Ahmet, Osman) dünyaya gelir .
Muharrem oğlu Süleyman’ın çocukluğu dağlarda keçi sürüsü otlatmakla geçer. Obalarda çobanlık yapar. Fakat ço banlıktan yüksünür, severek yapmaz. Biraz ele avuca sığmaz ve dik başlı bir karakter yapıya sahiptir. Gençliğin ver diği cesaretle azgın sular gibi çağlayıp coşar, biraz sorumsuz, haşarı yaşam biçimi sürdürür. Tat Ahmet ağanın en büyük torunu olması hesabiyle sülalede yetişen tüm gençler üzerinde manevi baskı kurar. Gıda maddeleri arasın da ayrım yapar.Soğan ve domates benzeri sebzeleri pek yemez. Abur, cuburu sevmez. İçerisinde soğan bulunan yemeklere kaşık değdirmez. Yokluk yıllarının en önemli yemeği Ekmekaşı’na (melemen) soğanlı diye ekmek bandır maz. Yemek seçmesinden ötürü beslenmesi sorunlu bir genç olur. Açlıktan çıkmışcasına zayıf ve, kemikleri sayıla cak kadar ipince görünümlü bir deli kanldırı. Amelelik yapacak güç ve kuvvetten yoksun fiziki yapıda bir genç.
Hacı Muharrem’in dayı oğlu Osman Akın, komşu köy Uğurlu’dan Mustafa-Hatice Akgül kızı Gülizar ile evlenir. Güli zar’ında güzeller güzeli Nergiz (Saide) isminde bir kız kardeşi var. Ermenek İnzebol (Elma yurdu) köyünde evliyken eşinden ayrılıp Uğurlu’da baba ocağına döner. Hacı Muharrem’in oğlu Süleyman, ablası Gülizar’ ın evinde gördüğü Nergiz’e gönlü düşer. Akrabası Osman Akın’ın kayın babası Mustafa Akgül’ün Uğurlu’da evine bir bahane bularak gitmeye başlar. Bu durumdan Hacı Emmi Muharrem’in haberi olur. Askerliğini bile yapmayan oğluna çok kızar. Ev lenecek yaşta olmadığını bildirir. Sert tedbirler alır. Fakat başında kavak yelleri esen ve gönlü yanıklaşan deli diva ne Süleyman’ı ikaz etse de, söz dinlemez. Her söz ve uyarı boşa gider.
Doğanın yeşile bürünüp badem ağaçlarının çiçek açmaya başladığı 1943 yılı baharında Süleyman, Nergiz’i izdivaç için kaçırır. Muharrem Hoca bu izdivaca onay verip evine kabul etmez. Süleyman ve eşi Nergiz, Tat Ahmet dedesi nin sağlığından beri, “Muharremgiller Misafir Odası” olarak hizmet veren tek katlı, iki odalı, toprak damlı binasına yerleşir. Bu izdivaca kızın babası Akgül Mustafa da karşı çıkar. Her iki taraf Süleyman ve Nergiz’le konuşmaz ve ilgisiz kalırlar. Divane aşık vari dolaşan Süleyman’a dayı ve amcası sahip çıkıp yardımcı olurlar. Bahar günlerinde karın tokluğuna büyüklerine yardımcı olup nafaka temin etmek için uğraşırlar. Garipce hayata birlikte tutunmaya çalışsalar da başarılı olamazlar. Bir şeyleri eksik kalır.
Avrupa kıtası ikinci dünya harbiyle kasıp kavurduğu yılları yaşamakta. Savaşın acımasız hali ülkeye yansımakta ve vatandaşlar bu zorluğu iliklerinde hissetmekte. Ülkemiz genelinde en acımasız, gaddar savaş tedbirleri uygulan dığı için, millet geleceğine yön veremeyip şaşkın vaziyette debeleşmekle meşgul. Ülkeyi yöneten hükümet, savaşa bulaşmamak ve askerin yiyecek, giyecek imkanların karşılamak için ekonomik tedbirleri en sert biçimde uygulandı ğı karanlık günler yaşamakta. Yokluk ve yoksulluk hanelerde kol gezer. insanlar salgın hastalıklardan kurtulmak için ne yapacağın bilemez halde hastalığın pençesine düşer.
Bu arada Muharrem oğlu Süleyman on sekiz yaşına adım atar. Askerliğini henüz yapmadığı için 1943 yılı Hıdırelle zine doğru askerlik celbi gelir. Dayı oğlu Mehmet Baysal’la birlilkte askere çağrılmıştır. Aynı yaşıttadırlar. Süleyman’ ın yüreği bir kez daha yanıp kavrulur. Evliliğinin üzerinden daha üç ay geçmemiş. Üzüntüden ne yapacağın şaşırır. Babası Muharrem Hocayla barışınca gönlü biraz ferahlar, huzura erer. Aklının takıldığı en büyük sorun, askere gi dince eşi Nergiz’in akıbeti. Askere gideceği için babası ile olan kırgınlıklar giderilince bu sorununda aşıldığına ina narak eşini baba ocağına bırakmaya karar verir.
Süleyman’ın babası Muharrem’le Mehmet’in annesi Havva kardeş olduğu için Süleyman’la Mehmet hem akraba, ya şıt hem de çocukluklarından beri arkadaş. Ömürleri keçi sürüleri peşi sıra dağlarda koşturarak, çile çekerek geçer. Bu yarenliğin üzerine dört yıl sürecek Peygamber ocağı askere elleri kınalı yolculukta kader birliği ederler. Harman lar kaldırılıp üzümler serilince elleri kınalı olarak askere gider. Dayıoğlu Süleyman’la halaoğlu Mehmet Diyarbakır’ ın Silvan ilçesi askeri kışlada vatani görevi yapmaya başlar. Süleyman ve Mehmet aynı alayın değişik bölüklerinde görevlendirilir. Her gün akşam içtimadan sonra görüşürler. Birbirine destek ve dertdaş olurlar. Sılaya beraber mek tup yazıp gelen mektupları birlikte özlemle okuyup hasret giderirler. Süleyman aklı fikri eşi Nergizde dir. Süley man’ın fiziki yapısı asker ocağında gün geçtikçe zayıf hale gelir.
Süleyman ile Mehmet’in asker ocağında silah arkadaşlığı yaptıkları gibi babaları da İstiklal Savaşında milis olarak kuvayi milliye emrinde çalışarak kader birliği yapar. İçAnadolu bölgesi, özellikle Ankara’yı Karadeniz’e bağlayan İne bolu- Kastamonu- Çankırı- Ankara hattıdır. Bu hat İstiklal Yolu olarak tanımlanır. Askeri ve insani yardımlar bu hat tan Ankara’ya ulaştırılır. Bu yolun önemin Başkomutan Gazi Mustafa Kemal Paşa, ”-Gözüm Sakarya, Dumlupınar’ da kulağım İnebolu’da” diyerek hattın hayati önemin açıklar. Hacı Muharrem Yıldız, Tel Ali Baysal ve Hacı Ömer Ersin bu hatta taşınan tüm malzemelerin Ankara’ya ve orduya ulaştırılmasında milis olarak bedenen çalışır.Vatanın kur tulması için yüreklerini ortaya koyarlar. Lemos’lu bu üç cenğaverden Ali Baysal, fiilen Yemen Kanal, Filistin Suriye cephelerinde Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün komutasındaki orduda savaşan bir kahraman. Hacı Muharrem Yıldız ve Hacı Ömer Ersin, Konya medreselerinde tahsille meşguller. Osmanlı kanunlarına göre medrese tahsili görenler askerlikten muaf olduğu için cephelerde fiilen savaş eri olamazlar. Ancak vatanın kurtuluşu için milis olarak hiz met ederler
Muharrem oğlu Süleyman’ın zayıf bedeni asker ocağındaki yaşam biçimine dayanamaz. Kısa sürede yemesi, bes lenmesi sorunlu olan asker Süleyman’ın körpe vücudu hem eğitimden hem de bakımsızlıktan bitkin düşer. Yaşadı ğı acıları içten içe düşünmesi derin rahatsızlıklar yaratır. Dönemin amansız derdi ince hastalığa (verem) yakalandı ğını askeri hastanede öğrenir. Hastalığı ilerlemiş evrededir. Dünyası başına yıkılır ve gurbet elde garipliğin acısın çeker. Hastahane odalarında daha çok eğleş meye başlar. Yanında derdini bölecek ne ana bulur ne de baba. En bü yük dertdaşı önce Allah, sonra hala oğlu Mehmet Baysal olur. Mehmet fırsat bulup komutanlarından izin alabildik çe hasta hanede sürekli ziyaret eder. Garipliğin hissettirmemek için yalnız bırakmayıp moral vermeye çalışır. Pek tabi oda asker, emir kulu. Her zaman izin alması imkansız olduğu için haftada bir kere ziyaret edebilir.
1944 yılında zemherinin soğuk bir gününde Halaoğlu Mehmet Baysal komutanından izin alıp Silvan Askeri hastane de yatan dayıoğlu Süleyman’ı ziyarete gider. Süleyman’ın yattığı odaya varınca onu yatağında bulamaz. Endişele nip görevli hemşireye akıbetin sorar. Hemşire, “Süleyman’ın iki gün önce (20-şubat-1944) vefat ettiğin” bildirir. Ü züntüden gözleri kararır. Ne yapacağını bilemez. Şaşkın ve üzgün vaziyette kışlasına döner. Can yoldaşı Süleyman’ ı kaybettiği için kışla başına yıkılır. Fevri döner. Elleri böğründe kalıp ne yapacağın bilemez hale gelir.
Muharrem oğlu Süleyman’ın asker ocağında vefat etmesi Lemos köyünde çabuk duyulur. Bir müddet sonra eşi Ner ğiz babasının evine geri dönüp yeni bir izdivaç yapar. Bu duruma rağmen aile efradı, Süleyman’ın eşi Nergiz’e her ortamda saygıda kusur etmezler. Süleyman’ın yadigarı, emaneti olarak ailenin bir ferdi bilip asla kusur etmezler. Muharrem Hoca, oğlu Süleyman’ın yirmi yaşını tamamlamadan asker ocağında rahmeti rahman olmasından çok büyük üzüntü duyar. Peygamber Ocağında ruhunu Rab’bine teslim eden eli kınalı asker oğlu Süleyman’ın şehitlik mertebesine eriştiğine inanır. Tek tesellisi bu olur. Oğlunun son günleri hakkında asker arkadaşlarından bilgi edinmeye çalışır.
Milletimiz geçmiş dönemlerde en hassas geleneği doğan çocuklarına isim verirken uyguladığı yöntem. Ailede bir çocuk doğunca büyükler torunlarına aile efradından geçmişte şehitlik mertebesine erişenlerin, aile büyüklerinin (Dede-Nine, hala, teyze, amca, dayı), anne-babanın, kardeşlerin, aile efradından genç yaşında garip şekilde vefat edenlerin isimleri verilirdi. Bu şahsiyetlerin hatıraları yaşatmak amaçlanırdı. Bu doğrultuda Muharrem dedemin ilk torunu olduğum için babam Ali ve Annem Naciye Fatma’da bana asker ocağında eli kınalı vefat eden amcam Süley man’ın adını isim olarak vermişler. Çok isabetli bir karar olmuş. Allah cümlesinden razı olsun.
Rahmeti RahmanSüleyman amcamın hem çocukluk arkadaşı, akrabası hem de asker yoldaşı Mehmet Baysal dayım vefatından duyduğu üzüntüyü ardı sıra okuduğu Ağıt şiirle ölümsüzleştirmiş. Şiirin ilk kıtası Mehmet Baysal dayı ya ait. Diğer kıtaları ise aynı duyguyla yazmaya çalıştım.
Yazıma konu 0lan rahmeti rahman tüm büyüklerimin berzahta ruhu şad, Ahirette mekanı Firdevs Cenneti olsun. Ruhları nur içinde hep şad olması temennilerimle.
KİM AĞLASIN?
“Silvanın gülleri yeşil, kırmızı,
Endi ciğerime derin bir sızı,
Yitirdim ganımdan sabah yıldızı,
Ben ağlamıyayım da, kim ağlasın.
(Mehmet Baysal’ın gönül sesi Ağıt)
Malabadi köprüde garip ağlar,
Hastanede gözlerim Yıldız arar,
Dayım, teyzem Kutup Yıldız’ın sorar,
Ben ağlamıyayım da, kim ağlasın.
Dayımın oğluyla geldik, askere,
Beraberce alamadık, teskere,
Ellerimle verdim kara toprağa,
Ben ağlamıyayım da, kim ağlasın.
Silvanın içinde askeri bölük,
Ciğerlerim yandı hep delik deşik,
Bu gün Silvan’da Yıldızı yitirdik,
Ben ağlamıyayım da, kim ağlasın.”
Süleyman YILDIZ
(Lemos5303)
YORUMLAR
İsminizin hikâyesini hüzünle okudum.
Şehit, büyük Süleyman abinin mekânı cennet olsun.
İçim burkuldu, şu an ne yazacağımı uçup gitti aklımdan…
İsminizi inanç gibi taşımak ve Süleyman abiyi yad etmek olağan üstü hüzünlü de olsa güzel.
Bizlerde okumuş olduk.
Saygılarımla selamlar.
SÜLEYMAN Lemos YILDIZ
Esasında yaşamda her nefes özgün bir hikaye barındırır. Günümüzde biraz önemin kaybetse de çocuklara isim verilmesi ve adlandırılacak ismin seçimi önemli bir hadi seydi aileler için. Bende ismimle ilgili hikayeyi paylaşmak isterken amcamın ruhunun şad edilmesini amaçladım.
Şimdilerde İnsanlar doğan çocuklara daha özgün ve ilintisiz isim koyunca ailelerin şece releri de pek bilinmez olmaya başladı sanırım.
Saygılarımla, esen kalınız