- 231 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
HİKMET HAKİKATIN İÇİNDE GİZLİDİR
Her olumsuzluğun içinde bir hikmet arayan toplumlar, hikmetten yoksun kalırlar. Çünkü hikmet, olumsuzlukları meşru kılmak için ona olumlu bir kılıf geçirerek onu legal hale getirme eylemi değildir. Hikmet ayrıntılarda doğru ile yanlış arasındaki farkı görerek, yanlışlardan uzaklaşıp doğruya sarılma tavrıdır. “Eğer siz yanlışlarınızdan uzaklaşır günahlardan arınır ve Allah’tan hakkı ile sakınırsanız, Allah size ummadığınız yerden rızık verir ve doğru ile yanlışı ayıracak Furkan’ı(kabiliyeti)size bağışlar.”
Şeyh, lider, hoca, ağa, reis vs. gibi ululaştırılan şahısların kutsandığı ortamlarda, insanların aydınlık yarınlara ulaşma imkânı ellerinden alınır. Bu tür toplumlarda zihinsel kurgu geliştirebilme mekanizmaları imha olur. At gözlüğü takmış olan bu insanlar, o gözlüğün dışında kalan her uyarıcıdan ürkerler ve korkuyla uzaklaşırlar. Çünkü gördüklerinin dışındaki uyaranların onlar için kurulmuş bir tuzak olduğunu, dolayısıyla onlara ne kadar gözlerini kapar, onlarla karşılaştıklarında avazı çıktığı kadar bağırırlarsa, tehlikeyi o kadar uzaklaştırdıklarına inanırlar. Bu toplumlar genellikle duygu ekseninde yaşayan ve inançlardan beslenen toplumlardır. Oysa Âlemlerin Rabbi, insanı her zaman düşünmeye, farklılıkları görmeye çağırmasına rağmen, insan, biz bunu atalarımızdan gördük ondan başka doğrunun olacağını da zaten sanmıyoruz diyecek tavırlarla bu tür ortamlarda hakikatlere sırtlarını dönerek uzaklaşmayı tercih ederler.
“Yüzünü çevir semaya bir bak, onda bir çatlaklık eksiklik görebiliyor musun, hayır göz aradığını bulamaz yorgun ve bitap düşerek tekrar sahibine döner.” İnsan, muhteşem semanın donatılmasında, direksiz boşlukta durmasında nelerin gizli olduğunu anlamaktan uzak ve bu basireti yakalayamamışsa, yaşadığı ortamdaki rutin dışındakileri nasıl görebilir ki!
İnsan, alışılmışlıkların kurbanı olmayı tercih eder de, iradesiyle karar verebilme erdem ve cesaretini gösteremez. Ondan sonra da insan olduğunu anlatarak biyolojik bir ağırlık olmasıyla övünmeyi kendine layık görür. İnsan her an değişim süreci içinde yenilenen ve gelişen bir varlık olma özelliğine sahiptir. Ancak bu özelliğini neredeyse kullanmayı kendisine haram kılmış bir yaşam ortaya koyar. İnsanın kendisiyle olan bu paradoksunu anlamak ve açıklamak o kadar kolay olmuyor. Ancak Yüce yaratıcı insanın bazı özelliklere sahip olmasıyla bu yaşamları yaşar olacağını haber veriyor.
İnsan unutkandır, acelecidir, nankördür, cahildir, fesat çıkarır, kibirlidir, yüz çevirir, günahkârdır, nefsini ilah edinir, kolayı tercih eder, güce tapar, yarınları hesap etmez, hesabı düşünmez, aklını kullanmaz, çoğunluğun peşinden gider, sorgulamayı sevmez, asidir ve her şeye güç yetireceğini sanır, kendisini kendisine yeter görerek hakikatten uzaklaşır ve sapar… İnsan, yaratılış hamurunda bunları taşıyan bir varlıktır. Ancak bu kadar karmaşıklığı hamurunda barındıran bu varlığa, ne zaman ki Allah kendi ruhundan üfler, ona ilahi bir özellik kazandırır o zaman kaydedilmeye değer bir varlığa dönüşür. İnsanı o karmaşık hamur olmaktan çıkarıp derecesini yukarıya çeken Allah’tır. Buna rağmen insan çoğu zaman o ilahi özelliğini hatırlamaz da çamur olan o karmaşık ortama takılıp ondan zevk almaya başlar. İşte o zaman nefsini kendisine ilah edinir. Nefsin ilah olarak benimsendiği bir ortamda, nefis ne tarafta, nefse hitap eden bir yer varsa, oraya sığınır ve onun gölgesinde varlığını sürdürür, ama buna rağmen hala insan olduğunu anlatmaktan da geri kalmaz. Oysa insanı İnsan yapan, İlahi ruhtan ona üflenmiş olmasıdır. O ruh yok ise insan değil, sadece her gittiği yere döküntülerini taşıyan bir çamur kalır. İnsan bu kaostan kurtulmadan, iradenin kontrolünde ve özgürlüğe açılan pencereden gelen aydınlıklara hayran olması düşünülemez. Dolayısıyla özgürlüğünü kaybetmiş bir varlık, ilahi ruhu kendi içinden atmış varlıktır. Bu gün ortalıkta insan olma vasıflarından uzak etrafı dolduran biyolojik canlılık emareleri olan objelerin, U-O-T üçlüsü doğrultusunda devinim gerçekleştirmelerini, özgürce atılan adımların sonucu bir eylem olarak görmek mümkün değildir.
Özgürlük sunulan seçenekler arasından tercih yapmak değildir. Özgürlük seçenekleri, insanın kendisinin belirlemesi ve istemediklerini de hayatından rahatlıkla uzaklaştırabilecek özellikte olmasıdır. Semanın muhteşemliği içinde arayışını sonlandıran ve ne aradığını bilmeyen bir varlık, alışılmışlıkların kurbanı olarak yaşamaya mahkûmdur. Alışılmış hayatları bir tercih gibi isteyerek yaşamak, akıl ve iradenin devre dışında kaldığı bir hayatın taşıyanı olmak demektir. Günümüzün insanı, irade dışı bir hayatın mekanik taşıyıcı robotu hükmündedir. Bu özellikte olmayanlar çok duyarlı ve aklını kullanmayı bilen iradesini her eyleminde eylemin karar mekanizmasının başına oturtanlardır. Onlar da zaten aynileşmeye önem veren toplumlarda gözle görülmeyecek kadar sınırlıdır. Onlara selam olsun…
İnsan, kendi yaratılış serüvenini anlamak için merak etse, kendisini bulacak. Ama insan önüne konulanları iyi bir tüketici ve kullanıcı olduğunda, kendisine anlam verir duruma geldiği için, o serüvenin ne olduğunu merak bile etmez olmuştur. Oysa İnsan, yaratılış hamurunun kıvama geldiği anda ona üflenen ilahi ruhla insani kimliğini kazandığı alenen ortada olmasına rağmen, o kimlikten bağımsız oluşturduğu her yaşamın kendisini tanımladığını sanmaktadır. Ondan dolayı da önüne gelen her şeye inanmaktadır kendi özü haricinde…
İnsanın özü Yaratıcıyı tanıyan bir gen barındırmaktadır. Yaratıcıyı tanıyan öz, kesinlikle yaratıcı dışındakilerin kurtarıcı ve bağlanıcı bir hüviyete sahip olmadığını içinde yaşadığı bedenin sahibine deklare eder. Ama insan o özün değil, bedenine dokunan duyusal uyaranlara göre bir yön çizdiği için, özden bağımsız bir yaşamın sürünen deneği olup çıkar. İşte, asıl mesele de burada başlar. Denek olduğunu fark etmeyen, alışılmış yaşamları severek kuşanan bu varlıklar, hamurunda bulunan özelliklere göre yol alır. İlahi ruhun etkileme gücü ortadan kalkar, ta ki insan Ahsen’i takvim düzeyinde bir seçim yapana kadar…
Bu açıklamaları insanın genetik olarak taşıdığı özelliklerinin, yaşam alanındaki eylemlerini belirmede önemli bir özelliğe sahip olmasından dolayı ifade ettim. La, demeyi beceremeyen insanın hayatına hükmeden yığınlarca ilahlar olur. Ondan dolayıdır ki, Rabbimiz, öncelikle La İlah’a diye başlıyor mukaveleye, bu aşamayı sağlıklı geçmeyenlerin çıkacakları yol, ne tarafa nasıl ne zaman gideceği pek belli olmaz. Âmâ bu ilk aşamada çok sağlıklı bir tavır oluşturanlar, ardından çıkacakları yolun nereye kime ne amaçla ne zaman gideceğini çok iyi bilirler. Çünkü İllallah… Ondan dolayıdır ki bu ifadenin adı tevhittir. Birlemektir. Her ne olursa olsun hayatın her anına ve noktasına ondan başka müdahale edecek ve yönetecek bir gücün olmadığına yakinen inanarak yola çıkmak yolun aydınlanmasını beraberinde getirir ve size hikmeti kavratır. Çünkü hikmet aydınlıktır. Hem tanıma hem tanımlama fırsatı size sunar. “Allah, iman edenlerin dostudur, onları karanlıklardan alıp aydınlığa çıkarır. Küfredenlere gelince(yani hakikati örterek onu görmek istemeyen ve ona karşı kalplerini ve gözlerini kapatanlar)onların dostu yardımcısı da tağutur. Onları aydınlıktan alıp karanlıklara götürür. Onlar ateş ehlidir ve orada ebedi kalacaklardır.”
Rabbimizin yukarıdaki beyanına dikkat edersek, Allah karanlıklardan aydınlığa yani bir aydınlık var ona götürüyor. O aydınlık, La diyerek tüm ilahların karanlığına dur diyerek, Allah’ın tek ilah olarak hayata hükmetmesini istediğimiz yolun aydınlığıdır. Bu yolda nesneler sujeler alenen tanınır ve tanımlanır, tanıma güçlüğü çekilen bir şey kalmaz, kalırsa ki onlar da aklımızın ermedikleri olacaktır, o zaman Rabbimiz bize bir mani çıkararak ondan uzaklaşmamızı sağlayacaktır. İşte bu tanıma ve fark edişin adı hikmettir. Gittiğimiz her ortamdan ve yerden nimetlerin tadını alarak duraksız bir yolculuk yapabiliyorsak ne mutlu bize… Çünkü bu yol mutlaka daima yolda olmayı gerektirir. Onlar her halükarda Rablerini tespih ederler ’in karşılığına denk gelen hayattır bu… Oysa Hakikati Örtenler ise apaydınlık bir yoldan alınıyorlar karanlıklara yani birçok karanlıkla baş başa kalıyorlar. Peki, karanlıklar içinden nesneleri aklınıza gelebilecek her şeyi tanımanız tanımlamanız ve şudur diye bir çıkarımda bulunmanız mümkün müdür asla… Çünkü görmediğiniz bir şeyi tanımlayamazsınız. O halde karanlıklar içinde yaşayarak o karanlıkların da hikmetli bir yanı var diyecek kadar hakikatle alakası olmayanların bir toplumsal yaşamda belirleyici olması nasıl değerlendirilir. Karanlıkların daimi yaşayanları o karanlıklardan aydınlık bir ışık çıkacağını sanıyorlarsa kalan yaşamlarını da harap ederler. Onun içindir ki, hikmet ancak aydınlık bir ortamın belirleyici çizgisidir.
Konunun başında zikrettiğim ululaştırılarak kutsallaştırılmış fanileri kurtarıcı sananlar, aydınlıklardan alınarak çok çeşitli karanlıkların birer yolcusu olduğunu iyi bir idrak etmeleri gerekir. Nur üstüne nur ancak Allah’tır. Allah’tan başka her şey yok olmaya mahkûmdur. Hz. Ömer’in, Allah Resulünün sefere giderken gölgelendiği bir ağacı, kutsayarak ona olağanüstü bir anlam yükleyen toplum olmasın diye o ağacı kestirmesi berrak bir anlayışın yayılmasını istemesinden başka bir şey midir ki!
Günümüzde insanların Allah dışında birilerini kurtarıcı konuma getirip, onu erişilmez ve eleştirilmez kılmalarının adı, doğrudan Allah dışında başka ilahların emrinde yaşamaktır. Allah’tan başka her şey yok olmaya mahkûmdur. Hiçbir fani günahsız değildir. O halde insanın hakikate şahitlik yapacak bir çizgiye yükselmesi, Hakikatin tanınması ve sadece hakikat uğruna mücadelenin kaçınılmazlığını anlamasına bağlıdır. Kişilerin iradi zayıflıklarından ya da doğruyu tam idrak edememelerinden kaynaklan hatalarını ortaya koyanları, hakikate karşı oluyormuş gibi değerlendirmek o kişileri ilahlaştırmaktır. Hakikat ile hakikat uğruna mücadele ettiğini sandığımız fanileri eşdeğer kılarsak, fâni olan fertlerin ortaya çıkan yanlışlarının faturasını, hakikat ödemek zorunda kalır ki, bunun adı hakikate zulüm olur. Bilerek ya da bilmeyerek yaşanan bu olumsuzlukların önlenmemesi halinde, yarınlar hakikatin öldürülmek için kovalandığı yer haline gelebilir. Müminin gözeteceği bir nokta var, Allah’ın razı olacağı bir eylemin içinde olmaktır. Allah’ın razı olduğu kullar yeryüzünde asla, Allah düşmanlarına kapı kulu olamazlar, Allah’ın vaadi haktır. Mümin ve Müslüman olduğumuzu söylememize rağmen biz hep aşağılanan ve ezilen yerdeysek, sorun Allah’ın vaadinde değil, bizlerin ortaya koyduğu yaşamın Allah’ın razı olduğu bir yaşam olmamasındadır.
Hepimizin Allah Kitap Resul din ve ahiret üzere yaşamamız gerekir diye bu kadar çırpındığımız bir ortamda, Hakikatin yerlerde sürünmesi acaba hiç mi ilgimizi çekmiyor. Ne var ki diye biliriz, bu da bir savunma yani hakikati hakikat dışı değerlerle yer değiştirmenin getirmiş olduğu bir rahatlama aracıdır. Bunlar gün geçtikçe daha bir çoğalarak hızlanmaktadır. Bu yaşam biçimlerimizle bu hızlanmanın önünde bir set oluşturmamız da düşünülemez. Dolayısıyla bizim şahsımızla özdeşleştirilen hakikatler bizim erozyona uğrayan yanımızla birlikte uçsuz derinliklere gömülecektir. Bu gömülmede payı olan her bir Müslümanım diyen Âdemoğlu bu sorumluluğun bedelini ödeyemez. “Rabbimiz bizi zalimler, fesat ve fitneciler için, bir fitne kılma…”Bizim yüzümüzden, İman edecek olanları, dininden uzaklaştırma… Meşrep, mezhep, cemaat, tarikat, grup, hizip gibi insani yakınlaşma ortamlarını, din diye yaşayarak senin dinini, bulunduğumuz ortamdan aldığımız yanlışlarla değiştirmemize fırsat verme… “Rabbimiz Bizi Müslümanlardan kıl… Ve sadece hakikate ve adalete şahitlik yapan, insanların örnek alacağı elinden dilinden emin bildiği kullarından eyle… Düşmanlarının bile emanetlerini getirip kendisine teslim ettiği Muhammed’ül Emin olan bir elçinin Ümmeti olmaya bizleri layık eyle…
Bu misalleri Ruhlarımıza anlamayı nasip et ki, belki idrak eden ve özgürlüğe adım atan tevhit eri muvahhit ve Halis olan Allah’ın dinini sadece sana has kılarak yaşayan Müslümanlardan oluruz…
Rabbimiz bizi ve içimizdeki aşırılıklarımızı bağışla, bizden önce yaşayan Mümin kardeşlerimiz için kalbimizde bir kin bırakma… Rabbimiz seni unutup da senin de kendilerini kendilerine unutturduğunun, hesap gününü hesaba katmayan doyumsuz yaşayan kullardan eyleme bizleri… Biz aciz düştük Allah’ım, senin indireceğin her hayra muhtacız… İbrahim gibi dosdoğru kullarından kıl bizleri… Gözlerin ve gönüllerin sana döneceği günde bizleri mahcup eyleme, sen bizim Mevla’mızsın zalimlere, kâfirlere, fasıklara karşı bizlere güç kuvvet ver… Rabbim yüklediğin emaneti hakkıyla yaşayan ve dosdoğru sana gelebilecek güç ve kuvveti bize bağışla…
“Ey insan hangi yoldan gidersen git sonunda rabbine varan bir yol üzerinde çabalamaktasın…”Rabbim yolu yol bilenlerden ve bir damla su olduğunu idrak edip acizliğini görüp mütekebbirleşmeyen bir yaşamı bizlere bağışla sen merhametlilerin en merhametlisisin…
Selam muhabbet ve Dualarımla Ramazan’ın üzerimize hayır yağdırmasını Rabbimden niyaz ediyorum o kullarına acıyandır biliyorum…
Erol KEKEÇ/13.04.2022/01.37
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.