- 424 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
'Evrim ağacı' değildir o 'şecere-i hilkat'tir
’Evrim ağacı’ diyorlar ya heyheyleniyorum. Düpedüz hırsızlıktır. O teşbih mü’minlerin hakkıdır. Çünkü ağaçlığın gerektirdiği Vahidî bütünlüğe onlar iman ederler. Ne demek istiyorum? Açmaya çalışayım arkadaşım: Bir kere ’ağaç’ dediğimiz zaman ’baştan-sona belirlenmiş bir süreç’ten bahsediyoruz. Yani ağaçlık kaderlidir. Ne olacağı çekirdeğinde yazılıdır. Elma diktiğinizde armut almazsınız. Çam ektiğinizde iğde toplamazsınız. Erik seneye kiraz vermez. Üstelik, daha çekirdeğini toprağa verdiğiniz anda, hayalinizde az-çok nasıl birşey göreceğiniz şekillenir. Resmi tasavvur edilir. Ağacın niceliğini tanırsınız zira.
Bu varlık tekerrür eden bir varlıktır. Daha önce görülmüştür. Kokusu çekilmiştir. Meyvesi yenilmiştir. Ağaçlık ’her defasında yabancılaşan’ değildir. Baştaki sondakine sürpriz yapmaz. Torun dedesine redd-i miras etmez. Parçaları-anları uyumsuz olmaz. Sûretinde Ehadî orijinallikler vardır gerçi. Ama keyfiyete tesir etmez. Ne mekandaki yayılımı ne de zamandaki devamlılığı birbirini yadırgayıcı vücudlardan oluşmaz. Hülasa: Şimdiye kadar bir ağacın nesilden nesile (veya bir nesil içinde) ’kendiliğine yabanîleştiği’ görülmemiştir. İşte şu yüzden bidayette öyle söyledim arkadaşım: "Ağaçlık kaderlidir."
Varlık kadersiz açıklanamaz. Çünkü varolan herşey ’nasıllığını’ taşıyacak bilgiye muhtaçtır. Çay yapmasını bilmeyen çay yapamaz. Yalnız buna mı ihtiyaç var peki? Hayır. Daha fazlası da lazım: Sana çay yapmayı seçemesem (irade edemesem) yine ne içeceğini garanti edemem. Evet. Çünkü hafızamda başka şeylerin ’nasıllığına’ dair de bilgiler var. Onları ayırabilmeliyim. Çayı da onlardan ayırabilmeliyim. Vurgulayabilmeliyim. Kuvvetimi seçtiğime sevkedebilmeliyim. İşte üçüncü ihtiyaç da kendisini gösterdi arkadaşım. Bir de kuvvetim olmalı tabii. Yapamayacak kadar hasta olsam ilmim/iradem hiçbir fayda vermez. Yine çayını içemeden yanımdan ayrılırsın. Demek birşeyin varlığa çıkması için asgarî üç sıfat gerekiyor: İlim, irade ve kudret. Bu üçü olmadığı zaman yokluk varlığa çıkamıyor.
Peki hiç nasıl varlığa çıktı? Biz mü’minler bu soruya şöyle cevap veriyoruz: Aslında mutlak bir hiçlik hiçbir zaman varolmadı. Hiçbirşey yokken de Allah vardı. O Kadîmdi. Öncesinden bahsedilemez olandı. Ezelîydi. Zamandan aşkındı. Alîmdi. Herşeyi biliyordu. Vücudlarımız yokken de ilminde gayet mevcuttu. Potansiyellerimiz yazılıydı. Yani mutlak bir yokluk üzerine varolmadık biz. (Yokluk mutlaksa varlığa çevirecek de yok demektir.) Allah nasıllığımızı bilmesi hikmetiyle bizi yarattı. (O yüzden Kur’an’da buyurdu: "Yaratan bilmez olur mu hiç?") O nasıllığın vücudunu irade etti. Kudretiyle de halketti. Varolanların sayısınca elhamdülillah. Varolan anlar sayısınca elhamdülillah. Hamdolsun o Rahman’a.
Kadersiz hiçbirşey varlık sahasına çıkamazdı arkadaşım. Çünkü kader hem ’ilim’ hem de ’irade’ye bakıyordu. Birşeyin kadersiz yaratıldığını söylemek ’ilimsiz’ ve ’iradesiz’ yaratıldığını söylemek gibiydi. Yukarıdaki temsile dönersek: Yapmasını bilmeyen-seçemeyen birisinin çay yaptığı söylenebilir miydi? (Sistemli-varedici eylemekler bilişsiz-seçişsiz mümkün olur muydu?) O yüzden Bediüzzaman’ın kainat için ’şecere-i hilkat’ gibi tabirler kullanması bize garip gelmezdi. Gelemezdi. Yaratılışta bu aşinalık kaçınılmazdı. Zira, nasıl ağaç kaderliydi, kainat da öyle kaderliydi. Başı, sonu ve aradaki bütün parçalar-anlar arasında bir uyum vardı. Sürprizsizlik vardı. Tesadüfsüzlük vardı. Kadere göre yaratılan şeyler kaderin bütünlüğünü şaşırtamazdı. Kaderde beklenmeyen olmazdı.
Peki evrimciler böyle bir âlem mi tahayyül ediyorlar? Hayır. Onların tahayyülündeki âlem sürprizlerle dolu. Tohumundan fidanına her parçasında bir ’sıçrama’ var. Her parça geçmişinden rahatsız. Evrim biteviye bir reddediş üzerine kuruludur. Yani şu ağaç büyürken hep kendini reddediyor. Her an bir öncekinden utanıyor. Her torun dedesine düşman. Her dal gövdesine hasım. Bu reddedişlerin sürekli muhal seviyesinde mucizelere vesile olduğuna inanmamızı istiyor evrim bizden. Öyle ki, parçalar bütüne küserek hep başka başka şeyler oldular da, yine yekündeki ahenklerini korudular. Bu sallabaşlılık içinde tablonun güzelliği bozulmadı. Hatta ziyadeleşti. Ağacın her bir dalından binlerce farklı meyveler alındı. Gerçekte hiçbir ağaç böyle yapmasa bile. Evrim ağacında böyle oldu.
Bizim hilkate ’şecere’ demeye hakkımız var arkadaşım. Çünkü herşeyin kaderinden yeşerdiğine inanıyoruz. Ağacın akıbetinin yazılı olduğu bir yere imanımız var. Ağacımız tohumsuz değil. (Nihayetimiz bidayette nakışlanmıştır.) O tohum da ilim, irade, kudret tecellilerinden mahrum değil. Fakat bu nasipsizler, ağaçlık şiddetindeki bir uyumu, kadersizliklerine bakmadan gasbetmek istiyorlar. Kadersiz uyum olur mu? ’Kadersiz’ kimsenin başına çok bâdireler gelir. Bir irfan saklıdır bu tâbirde. Plansızlığın neticesi aksaklıktır çünkü. Plansız işin arızası çok olur. Yürümez. Hatta bu arızalar en sonunda varoluşu da imkansız kılar. Evrimse plansızlığın ne varoluşta ne de varlığın devamında hiçbir sorun çıkarmadığına inanmamızı bekliyor. Bin uçurumun arasında yürüyen âmâ çocuğun düşmeyeceğine inanmak daha mantıklıdır oysa. Çünkü onun ilminden-iradesinden sadece göz farkındalığı alınmıştır. Kaderi alınanınsa hiçbir yönergesi kalmaz.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.