- 571 Okunma
- 6 Yorum
- 6 Beğeni
DOSTUM KAPTAN
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
İçinde, kocaman, karanlık ve nemli bir çukur taşıyordu sanki. Ayaklarını sürükleyerek yürüdü, adımlarında bezginlik , bir dağınıklık vardı. Havanın iyot kokusu genzini yaktı. Boğazını temizledi, bir an kendini limanın mazot kokan sularına atmak geçti içinden. Hatta içinin boşluğunda boğulmaktan daha iyiydi. Limanın mazotlu sularında soluksuz kalmak, düşüncesi kemirmeye başlamışken beyin hücrelerini hiç ummadığı anda yapayalnız kalmıştı, tam tutunacakken bir tutam umut teline, tam ömrünün son baharını yaşayacakken…
Kırgın bir hayat, bir de yalnızlığı kalmıştı payına. Yaşadıkları, herkesin yaşadıklarına benziyordu bir bakıma. Ama ona bağlılığı, adanmışlığı ve serseriliği ile gönlünü verdiği hayat arkadaşı, dostu, yavuklusu yoktu işte… Melek olmuş, onun da ruhunu beraberinde götürmüştü. Geride bir enkaz bırakmıştı .İçinde karanlık ve nemli bir çukur taşıyordu şimdi…
Kıyı boyu önünden yalpalayarak yürüyen ördeklerin peşine takıldı, balıkçı barakalarını geçti, martıların kanat rüzgarları kırçıl saçlarını savururken kendini Kaptan’ın ağlarına takılmış buldu. Kaptan, önüne yığdığı ağların yırtık, kopuk yerlerini ağ iğnesi ile dikiyordu. Yer yer yeşillenmiş mekik ipinden örülmüş ağların kubbemsi yığınından feri sönmüş gözlerini alamayınca geldiği yoldan geri dönmek için manevra yapmaya kalkıştı. Belli ki kaptan sessiz konuğunun adımlarından, yaralı yüreğini okumuş olacak ki “Çek şu tabureyi, otur şöyle deryaya karşı. Anlat, yakamozlara …İkimiz de dinleriz seni…Hem bilmez misin derdini söylemeyen derman bulamaz dostum.? Deniz de, ben de susar dinleriz seni, ”dedi boğuk ama yürekten dost sesle.
Derme çatma balıkçı barınağıydı Kaptanın yuvası. Kedisi Çakıl ve ördekleriyle denize vermişti kendini. Emektar sandalı iskelede bağlı, günün ilk ışıklarıyla her an balığa çıkmaya, ağ kurmaya hazır uykuya çekilmişti. Martılar yakamozlarla yıkanma telaşıyla tepesinde uçuşunca ,ürperdi bir an, tabureye oturmak oturmamak arası anlık bir kararsızlık yaşayınca, Kaptan’ın kararlı sesi bir kez daha akşamın dinginliğini dağıttı.” Çek tabureyi altına, tanrı misafirine kapımız da gönlümüzde açıktır evvel Allah. Hem dinlerim dedim ya! İstersen ben başlayayım anlatmaya ,bak söylemedi deme, iyice dağılırsın anlattıklarım karşısında. ”dedi gülümseyerek . Bir an karşısında onardığı ağların çizgileriyle çizilmiş buruş buruş bir yüz gördü…
Tabureye ilişti, ”Eğreti oturma evlat. Rahat ol, yüreğindeki zehri dök, gör bak nasıl da kuş gibi hafiflemişsin. Dost bil beni. Bakmışsın Dünya yükü paylaştıkça hafiflemiş, bir tüy olmuş kanatlanmış,” dedi. “Hem Çakıl’da ayaklarına sokuldu, sevdi seni. Bakma öyle miskin miskin mırlamasına, insan sarrafıdır, anlar insanın hasından. Dokun hele gıdısına, içinin boşluğu dolacak, yüreğin ısınacak, dene hele, korkma!”
O gece gün ışıyana kadar Kaptan’la konuştular. Çocukluğundan, delikanlılığından ,gönül işlerinden ömrünün ikinci baharında eşinin apansız koyup gidişinden…Tutunacak dalının kalmayışından…İçindeki karanlık çukurdan…
Gece rüzgarı tüylerini diken diken ederken ve ay bulutlarla kovalamaca oynarken alaca karanlıkta sabaha karşı oturduğu tabure altından kayınca kendini ağların üzerine öyle bir atışı var ki! Kaptanın demlediği tavşan kanı çay içini ısıtmakla kalmamış ,kaldığı yerden hayatı kucaklama enerjisi de vermişti…
Bir dost tarafından dinlenmek ona ilaç gibi gelmişti … Nedense bu akşam yıldızlar başka bir parlıyor, şafak sökerken kalbi beyaz bir yelkenli olmuş ,enginlere açılıyordu…