- 475 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
ŞEYH BEDREDDİN OLAYI
Tarihte öyle tarihi şahsiyetler vardır ki yüzyıllar içinde bu şahsiyetlerin hayat hikâyeleri çok çeşitli nedenlerle değişikliğe uğramış ve efsaneleşerek yepyeni bir kimliğe bürünmüşlerdir. Bunlar hakkındaki gerçek bilgilerin yerini halkın kimi zaman uydurduğu, kimi zaman da olmasını isteği şekilde tecelli ettirdiği olaylarla şahsiyetler dönüştürülmüşlerdir. Nasrettin Hoca, Yunus Emre ve Pir Sultan Abdal bu şahsiyetlerden sadece bazılarıdır.
Şeyh Bedrettin, çoğu kişinin adını duyduğu fakat faaliyetlerinden çok da haberdar olmadığı bir şahsiyettir. Osmanlı tarihinde kuruluş döneminin hiç de önemsenmeyecek bir ismi olan Şeyh Bedrettin’in kişiliğine, faaliyetlerine ve Osmanlı’da oynadığı role kısaca değinmeye çalışacağız.
Bedreddin 1359 yılında, günümüzde Yunanistan sınırları içerisinde bulunan Simavna’da doğdu. Babası burada kadılık görevindeydi. Onun için de Şeyh Bedreddin, Simavna Kadısı oğlu diye de anılır. Dedelerinin Türkiye Selçuklularına dayandığı söylense de bunun sonradan siyasi maksatlarla ortaya atıldığı tahmin edilmektedir.
Bedreddin ilk eğitimini babasından aldı. Çevresindeki yüksek din bilginleri vasıtasıyla muazzam bilgilerle donatıldı. Bunun yanı sıra matematik, astronomi, mantık ve Felsefeye de meraklıydı.
Bedreddin dört bir tarafta çok önemli medreselerde eğitim aldı. Kahire’den Mekke’ye ve hatta Tebriz’de Timur’un yanına bile gitti. Timur’un çeşitli konularda bilginleri toplayıp tartışmalar yaptırdığı bilinmektedir. Şeyh Bedreddin de bu tartışmalara katılmıştı ve Timur’un bile dikkatini çekmişti.
1402 Ankara Savaşı sonrasında Timur, Yıldırım Bayezid ve oğlu Musa Çelebi’yi esir almıştı. Savaş meydanından kaçmaya muvaffak olan diğer şehzadelerden Emir Süleyman Edirne’de, İsa Çelebi Bursa’da ve padişah olacak olan Mehmet Çelebi ise Amasya’da yerleşmişlerdi. Yönetim üçe ayrılmış zannedilse de görünüşte Emir Süleyman’ın padişahlığı kabul ediliyordu.
Tam da bu sırada Şeyh Bedreddin’in kaderini değiştirecek olay yaşandı. 1403’te Yıldırım Bayezid’in ölümünden sonra Timur, Musa Çelebi’yi serbest bıraktı. Musa Çelebi bütün kuralları bozacak, kanlı mücadelelere başlayacaktı.
Musa Çelebi önce Bursa’ya yürüdü ve burada kardeşi İsa’yı yendi. Lakin İsa Çelebi Edirne’ye geçerek ağabeyi Emir Süleyman’dan aldığı askerler ile geri döndü ve şehri aldı.
Çelebi Mehmet ise olaylara daha diplomatik yaklaşıyordu. O da İsa Çelebi’nin üzerine yürüdü ve muvaffak oldu. 1406’da İsa Çelebi’nin ölümü üzerine Emir Süleyman kontrolü bizzat eline almak istedi.
Çelebi Mehmet tek başına ağabeyi Emir Süleyman’a karşı koyamayacağının farkındaydı. İyi bir plan kuruldu; Musa Çelebi gizlice Rumeli’ne geçecekti. Ağabeyi Emir Süleyman haberi alıp Edirne’ye geri döndüğünde bu sefer Çelebi Mehmet Bursa’nın üzerine çökecekti.
Bu plan tıkır tıkır işledi. Musa Çelebi ağabeyi karşısında ilk birkaç çatışmada yenildiyse de en sonunda Emir Süleyman’ı öldürdü ve Musa Çelebi Edirne’ye hâkim oldu. Şeyh Bedreddin’i kendisine kazasker yaptı.
Fakat şimdi ortaya bambaşka bir problem çıkmıştı. Musa Çelebi ağabeyi Çelebi Mehmet’i tanımıyor, kendini padişah ilan ediyordu. İki kardeş arasındaki çatışmalar sonucunda 1413’te Musa Çelebi öldürüldü ve Çelebi Mehmet Osmanlı’nın tartışmasız padişahı oldu. Şeyh Bedreddin’i bir din adamı olduğu için öldürtmedi ve İzmir’e sürdü. İşte isyan tam da bundan sonra alevlenecekti.
İzmir’de faaliyete başlayan Şeyh Bedreddin, Börklüce Mustafa ve Torlak Kemal vasıtasıyla çevresine müritler toplamaya başladı. Öyle ki bazıları hiç görmediği halde anlatılanlardan etkilenip Şeyh Bedreddin’in safına geçiyorlardı.
Bir Osmanlı kaynağında Şeyh Bedreddin’in söylemleri şöyle nakledilmektedir:
’’Şimdiden geri bana gelin, itaat edin. Padişahlık bana verildi, yeryüzüne ben Halife olsam gerek. Her kime Sancak ve Subaşılık gerek, benim yanıma gelsin. Börklüce Mustafa Aydın ilinde isyan etti ol-dahi benim müridimdir. Benim için isyan etmiştir.’’ (Mehmet Neşri-Kitab-ı Cühan-Nüma, II/547)
İsyanı bastırmak için evvela Çelebi Mehmet’in önemli vezirlerinden Bayezid Paşa, Börklüce Mustafa’nın üzerine gönderildi. Karaburun’daki savaşta Börklüce Mustafa öldürüldü. Bayezid Paşa bundan sonra da Manisa’da Torlak Kemal’i yakalatıp astırdı.
İsyan büyük ölçüde bastırılmıştı fakat Şeyh Bedreddin halen serbest vaziyette propagandasına devam etmekteydi. Kısa süre sonra Şeyh Bedreddin de yakalandı ve Serez’de padişahın huzuruna getirildi.
Çelebi Mehmet kendi başına Şeyh Bedreddin’in idam emrini vermedi. Çevresindeki âlimlerin görüşünü aldı ve Mevlâna Haydar’ın ’katli helal, malı haramdır’ fetvasıyla Şeyh Bedreddin 1420 yılında Serez’de pazar yerinde asıldı.
Bu isyan Nazım Hikmet’in yazdığı Simavne Kadısı Şeyh Bedreddin Destanı isimli şiirinden bu yana büyük bir tartışma konusudur. Özellikle sol menşeli edebiyat Şeyh Bedreddin İsyanı’nı Anadolu topraklarındaki eşitlikçi ve sosyal adaleti önceleyen bir eylem olarak değerlendirirken kabaca sağ olarak tarif edeceğimiz diğer görüş bu isyanı mülhitlik ve zındıklıktan ibaret olarak okumaktadır. Son yıllarda Müfid Yüksel’in yaptığı çalışmalar Şeyh Bedreddin İsyanı’nı daha tarafsız okumamıza katkı sunarken bu isyan, edebiyat ve tarih sahasını karşılıklı bir çatışma alanına dönüştürmüştür.
Şeyh Bedreddin’in hareketi doğrudan Osmanlı tahtını hedef alan, kuruluş devrinin önemli bir isyanıydı. Yunanistan topraklarında kalan mezarı 1924’te Türkiye’ye getirildi ve 1961 yılında Sultan II. Mahmut türbesinde yeniden defnedildi. Şeyh Bedreddin, adını günümüze kadar duyurmuş ve Osmanlı’nın kuruluş devrinde kendine önemli yer bulmuş bir tarihi şahsiyettir.
Şeyh Bedreddin ve taraftarlarının özel mülkiyeti reddederek mülkiyetlerin halkın ortak malı olduğunu savunmaları, çok sonraları bazı yazarlar tarafından Marksizm ve Sosyalizm ile bağdaştırılmıştır. Bu zeminde bazı Marksist çizgideki yazarlar tarafından Şeyh Bedreddin ve takipçilerinin faaliyetleri bir ’halk hareketi’ olarak yorumlanmıştır.
Şeyh Bedreddin hakkında objektif sayılabilecek bir eser ortaya koyabilen müelliflerden A. Cerrahoğlu, “Şeyh Bedreddin- Türkiye’de Sosyalizm Hareketleri” adlı bilimsel çalışmasında, farklı görüşleri nakledip tahlillerini yapmış, sonuçta bu konuda yeni yetkin çalışmalar yapılması gereğine işaret etmiştir:
“Şeyh Bedreddin, yaşadığı devrin en büyük şahsiyetlerinden ve insanlık tarihinin ölümsüz simalarından biridir. Bununla beraber, bugüne kadar, hakkında yazılan –ve gerçek ilmî değer taşıyan- eserler yok denecek kadar azdır. (…) Bu arada, yüzyılların yığdığı ve kökleştirdiği hatalı hükümleri birer birer sökmek ve ayıklamak, başka bir deyişle, zemini tesviye etmek işi de var. Bedreddin hakkında, tarih boyunca verilen hükümler ilmî tahlil ve tenkit süzgecinden geçirilmelidir ki, mesele esaslı şekilde ortaya konulabilsin.”
Tüm görüş farklılıklarına karşın, hemen bütün Osmanlı tarihçileri Şeyh Bedreddin’i büyük bir bilgin olarak kabul ederler. Bugün ise doktrinini özgürlük ve eşitlik gibi liberal ilkelere dayandıran kimileri, onu Osmanlı liberallerinin öncüsü sayarken, kimi tasavvuf ve fıkıh (İslâm hukuku) bilginlerince de düşünceleri eleştirilir. Buna karşılık, özel mülkiyeti reddetmesi, her türlü mülkün halkın ortak malı olması gerektiğini savunması nedeniyle sosyalist çevrelerce bir öncü olarak sayılıp beğenilir. Çağdaş sosyalizm uygulamalarını çağrıştıran yönetim önerileri ve yöntem anlayışı ile önemsenir.
Kabaca söylenebilir ki herkesin ve her ideolojinin kendisine ait bir Şeyh Bedreddin İsyanı mevcuttur. Bunu Anadolu’daki ilk sosyalist eylem olarak ele alanlar olduğu gibi Şeyh’in isyanını inançsızlık-zındıklık olarak tanımlayanlar da vardır.
Şeyh Bedreddin; kendi döneminde “Vâridat” adlı eseriyle, Cumhuriyet döneminde de Nâzım Hikmet’in hakkında yazdığı “Simavne Kadısı Oğlu Şeyh Bedreddin Destanı” (1936) ile tanındı.
Şeyh Bedreddin; tasavvuf, fıkıh (İslâm hukuku), tefsir (Kur’an-ı Kerim’i anlama ve açıklama) ve dil alanında da eserler vermiştir.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.