- 392 Okunma
- 2 Yorum
- 0 Beğeni
ALPARSLAN TÜRKEŞİN DELİLERİYİZ
Erciyes Zafer Kurultayı’nın kaçıncısıydı hatırlamıyorum. Ancak Kurultay’ın toplanmasına az bir zaman kala medyada yoğun bir şekilde PKK terör örgütünün Erciyes’te toplanacak Ülkücüleri hedef alacağı yönünde haberler çıkmaya başlamıştı.
İşte Türk’ün içindeki onmaz silah tutkusunu iyice körükleyen bu haberlerin de etkisiyle, o yıl Zafer Kurultay’ı için toplanan bir milyona yakın Ülkücü’nün birçoğu silahlarını kuşanıp gelmişti.
Davul zurna seslerinin, silah sesleriyle harmanlandığı alan, BAŞBUĞ ALPARSLAN TÜRKEŞ’ in geldiği haberi ile bir anda rüzgâra tutulmuş başaklar gibi dalgalanmaya başlamıştı. Milyonlar tek yürek olmuş hançereleri yırtılırcasına haykırıyordu: “BAŞBUĞ TÜRKEŞ…”
Oldukça öfkeli görünen BAŞBUĞ kürsüye çıkar çıkmaz tek bir el hareketiyle mucizevi bir şekilde alanda dalgalanan kalabalığı susturdu. Ve gür sesiyle “Bozkurtlarım. Aranızda provokatörler olabilir. Kimse şu andan itibaren silahını kullanmasın. Şu andan itibaren silahını ateşleyen bizden değildir.”
BAŞBUĞ cümlesini yeni tamamlamıştı ki, alandan tek el cılız bir silah sesi duyuldu. BAŞBUĞ daha gür bir sesle haykırdı mikrofondan: “Kim o eşek….”
…
O gün bu soruya cevap veren kimse çıkmadı tabi. Ancak uzunca bir zaman sonra Sefai Hoca’mdan dinledim. Bir konser sonrası yanına yaklaşan doğulu bir Ülküdaşımız biraz mahcup, biraz da gururla “Hocam, hani Başbuğ geçen sene Kurultay’da sorduğu eşek vardı ya… O eşek benim…” deyince kahkaha tufanı kopuvermiş.
…
Rahmetli BAŞBUĞ’un inanılmaz bir karizması ve tüm Ülkücülerin üzerinde inanılmaz bir tesiri vardı. Öyle ki O’nun öfkeyle söylediği bir sözcük dahi, yukarıda naklettiğim hatırada olduğu gibi, Ülkücünün yüreğine bir cemre gibi düşüverirdi. BAŞBUĞ’a yakın olmak, O’nun elini öpmek ve O’nun emirlerini harfiyen yerine getirmek her Ülkücünün en büyük rüyasıydı şüphesiz.
…
Yüreğinizdeki duygulara hükmedebiliyorsanız bunun adı sevgidir. Ancak duygular size hükmetmeye başlamışsa bunun adı kesinlikle aşktır. Ve aşk irade dinlemez. Hiçbir irade aşkın önünde duramaz. Şimdi nakledeceğim hatırada böyle bir aşkın, Türk Ülkücüsü’nün içindeki BAŞBUĞ TÜRKEŞ aşkının bir tezahürüdür.
Sene 1994…
İstanbul’da Büyükçekmece Askerlik Şubesinde vatani görevini yapan can kardeşim, Ülküdaşım Sedat, BAŞBUĞ TÜRKEŞ’in seçim çalışmaları için İstanbul’a geleceğini teşkilattan öğrenmiştir. Ve bu haberi aldığı ilk günden beri kafasında tek bir düşünce vardır. “BAŞBUĞ’UN ELİNİ ÖPEBİLMEK…”
Yalan söylemeyi, başka mazeret öne sürmeyi gururuna yediremediği için komutanının yanına çıkar ve Başbuğ Alparslan Türkeş’i görmek istediğini söyleyerek izin ister. Elbette ki aldığı cevap olumsuzdur.
Ancak Sedat bir kere kafaya koymuştur. Mutlaka Başbuğ’u görecek ve elini öpecektir. Her şeyi göze alarak firar eder resmi elbisesiyle. O aşk ve heyecanla hemen toplantının yapılacağı yere gelir.
Ancak korumalar Sedat’ı bir türlü bırakmazlar Başbuğ’un yanına. Kapının önünde küçük çaplı bir tartışma yaşanmaktadır. Olayı fark eden, Başbuğ’umuzun koruma müdürü Tahsin Ağabey dışarı gelir ve Sedat’ı içeri alır.
Sonrasını Sedat’tan dinleyelim isterseniz: “Gardaş, kalbim duracak gibiydi. Başbuğ’umuz ve yanında birileri daha vardı. Huzuruna çıktım, güzel bir topuk selamı verdim ve var gücümle haykırdım: Sedat KALAYCI, ILGAZ/ÇANKIRI, EMRİNDEYİZ BAŞBUĞUM… Başbuğ’umuz çok duygulandı. Yanına çağırdı. Elini öptüm. Ve elini omzuma koyarak yanındakine dönüp “Paşa böyle Ülkücüler olduğu müddetçe sırtımız yere gelmez.” deyince dünyalar benim oldu. Çok gururlandım. Bu olaydan dolayı ceza aldım ve geç terhis oldum. Ama her şeye değerdi…”
Tüm bunları neden anlattım biliyor musunuz?
Hani hep deriz ya “Ülkücü ipeğe sarılmış çeliktir” diye. Sert bakışlı, hilal bıyıklı ve nedense hep şiddetten yana lanse edilen Ülkücüler aslında inanılmaz derecede duygusaldırlar. Dev cüsseli, her biri “YAVUZ” kadar heybetli yiğitlerin “VATAN” deyince bir çocuk gibi hıçkıra hıçkıra sarsıldıklarına çok şahit olmuşumdur.
“Deli olmadan veli olunmaz” cümlesinin sırrına mazhar olmuştur Ülkücü. Belki de o yüzdendir çileye pervasızca talip oluşumuz. Belki de o yüzdendir çoğu zaman “akîl” insanların bizi anlayamaması.
Zira bu bir hâl meselesidir. Aşk gibi. Anlatılmaz ve yaşamayan bilmez.
Ve hiç şüpheniz olmasın ki, Fatih’e karadan gemileri yüzdüren şey ne ise; “SEVDANIN YOLUNDA HAYATIN NE ÖNEMİ VARDIR” diyerek Türkistan Coğrafyasında Türk’ün yürek izlerini takip etmeye gidenleri yollara düşüren de odur.
Sahi ne diyordu Sefai Hocam:
Deliliği şeref gördük, şan gördük
Şu dünyayı viran olmuş han gördük…
SELAM OLSUN ALPARSLAN TÜRKEŞ’İN DELİLERİNE…