- 470 Okunma
- 3 Yorum
- 1 Beğeni
İbadetlerimizi Yetesiye İçselleştirebiliyor Muyuz?
Yazıya bazı anekdotlarla başlayayım. Cami çıkışlarımda kısa süreli de olsa imam arkadaşlarla sohbet ederim. Onlara o günün vaazı ya da başka dini konularda sorular sorarım. Okuduğum kitaplardan edindiğim bilgileri paylaşarak sohbeti başlatırım…
Mevlana diyor ki: “ İbadetin en az makbul olanı ibadet eden bireyin okuduğu ayet ya da surelerin anlamını bilmeden yaptığı ibadettir.” Mevlana’nın bu görüşü çerçevesinde, görev yaptığınız camide ya da ülkemizin büyük camilerinde namaz kılan en ön saftaki insanlardan on yurttaşımızın seçerek şu soruyu sorsanız; acaba namaz kılarken her rekâtta okunan Fatiha süresinin mealini eksiksiz söyleyebilirler mi?
Bu soruyu bir değil birden çok imam arkadaşa sordum. Soruyu öncelikle şaşkınlıkla karşılardı imam arkadaşlar. Sonra da açık kalplilikle “maalesef söyleyemezler “ diye cevaplar aldım.
Edebiyat platformlarında tanıştığım değerli arkadaşım Necati Kavlak Beyefendiyle karşılıklı kitap öneriyoruz birbirimize. Onun tanıttığı Ahmet Hûlusi’nin dini konularda yazdığı kitaplardan hayli bilgiler edindim. Hûlisi Hoca, Kur-ân-ı Kerim hakkında şöyle açıklamalarda bulunuyor:
“Kur’anı-ı Kerim, Allah indinden inzal olmuş Bilgi’dir (Kitap’tır)!.. Allah indi için lisan söz konusu edilemez! Belki Kur’an-ı Kerim’in orijinali için Allah’ça diyebiliriz. Şayet onu Hz. Muhammed (aleyhisselam) (Arap müşriklerinin iddiası üzere) yazdı deseydi, elbette ki o takdirde Kuran’ın Arapça olduğu söylenebilirdi!
Oysa Kur’an-ı Kerim, ‘Allah’ça’ orijinalinden Cebrail isimli melek tarafından Muhammed Mustafa (aleyhisselam)’a kendi lisanı olarak Arapça inzal olmuştur ki, o ortamın insanları ne anlatılmak istendiğini anlasınlar diye.” Önceki yıllarda kutsal kitabımızın dilinin Allah’ça olduğu hakkında bilgi edindiğimi de ayrıca belirtmeliyim.
Kur’an’ı Kerim bu gerçeği şöyle işaret ediyor: “Biz her Resulü kendi toplumunun lisanı ile irsal ettik ki, onlara en anlaşılır şekilde açıklasın… (Artık) Allah dilediğini saptırır ve dilediğine hidayet eder… O, Aziz’dir, Hakiyim’dir” (İbrahiym.4)
Bu bağlamda diğer kutsal kitaplar hangi ulusa gelmiş ise o ulusun diliyle inzal olmuştur. Örneğin Tevrat ve Zebur Hz. Musa ve Hz. Davut’a gelmiştir. Adı geçen peygamberler İsrail halkını dine davet ettikleri için bu kutsal kitapların dili İsraillilerin dili olan İbranice’dir. Aynı biçimde İncil’in dili de Hz. İsa’nın yaşadığı yörenin dili olan Aramica inzal olmuştur.
Demek ki, kutsal kitaplar hangi ulusun peygamberine gelmişse o peygamberin konuştuğu dille gelmiştir. Bu düşünceler çerçevesinde şöyle bir çıkarımda bulunabiliriz. İnsanların dünya ve ahret mutlulukları için aralarından peygamber görevlendiren ve onlara kitap indiren Yüce Allah (c.c.) eğer Türk Ulusundan bir peygamber görevlendirseydi o kutsal kitap Türk Dili ile Türkçe olacaktı. Kutsal kitabımız Türkçe olmadığına göre mesajlarının biz Türklerce anlaşılması önem arz etmektedir. Buna binaen kutsal kitabımızın dilimize çevrilme çalışmalarına yıllar öncesinden başlanmış. Cumhuriyet yıllarında ise daha kapsamlı çalışmalar yapılmıştır.
“Bilinen en eski Türkçe Kuran’ı Kerim çevirisi yaklaşık bin yaşındadır ve İngiltere’deki John Rylands kütüphanesinde korunmaktadır. Kitap üç dilli olup Türkçe’nin yanı sıra Arapça ve Farsça metinleri de içeriyor.”
Çeviri işini peygamberimiz zamanına kadar götürmek olası… Kendisi Acem olan sahabe Selmani Farisi Fatihe Suresini Acemce ’ye çevirir. Peygamberimizden de olur alır.
Tarihte Orta Asya Türkçesi ile de çevriler yapılmıştır.
“Devletşah’ın 1333 yılında İran Şiraz’da kopyaladığı Kuran, Türkçenin Oğuz-Kıpçak lehçelerinde yazılmıştır, yazma bugün İstanbul Türk İslam Eserleri Müzesi’nde korunmaktadır. 1363 yılında Orta Asya Harezm Türkçesiyle yapılmış bir başka Türkçe Kuran ise, İstanbul Süleymaniye Kütüphanesi koleksiyonundadır.
Özbek Çağatay Türkçesiyle yazılmış 1540’lı yıllara ait Türkçe Kuran yazmaları, hem Topkapı Sarayı’nda hem de Konya Mevlana Müzesi’nde bulunmaktadır. Rus ve Özbek müzelerinde, Orta Çağ’a tarihlenen Doğu Türkçesi ile yazılmış başka çeviriler de vardır.”
“Erken Osmanlı döneminde Türkçe besmele “Başladum adıyla Tanrı ta’alanun ki rızk vericidür ve rahmet edicidür” biçiminde söyleniyordu. Yıldırım Bayezid döneminde Fatiha suresinin çevirisi ise şöyle yapılmıştı: “Şükr cemi âlemleri yaratan Tanrı’ya ki rızk vericidür rahmet edicidür. Din gününün padişahı sanga taparuz ve dahi sanga sığınıruz. Göster bize hidayet tevfikiyle doğru yolı...””
“ ‘ Ziya Gökalp, ünlü eseri Türkçülüğün Esasları’nda şunları söyler: “Dinî Türkçülük, din kitaplarının ve hutbelerle vaazların Türkçe olması demektir. Bir millet, dini kitaplarını okuyup anlayamazsa, tabiidir ki dininin hakiki mahiyetini öğrenemez. Hatiblerin, vaizlerin ne söylediklerini anlayamadığı surette de ibadetlerden hiçbir zevk alamaz.
İmam-ı Azam hazretleri, hatta ‘namazdaki surelerin bile millî lisanda okunmasının câiz olduğunu’ beyan buyurmuşlardır. Çünkü ibadetten alınacak vecd, ancak okunan duaların tamamıyla anlaşılmasına bağlıdır...’”
Ve Cumhuriyet “Fikri hür, vicdanı hür, irfanı hür” nesiller istiyordu. Bu yüzden bilimi, sanatı, felsefeyi… insana dayanan her şeyi Türkçeleştirme çabasına girdi. Yurttaşların dini bilgileri de ana diliyle okuyan, anlayan aracılara gerek duymayan öğrenmesi isteniyordu. Meclis devlet eliyle karar alır ve Elmalılı Hamdi Yazır’ın 9 ciltlik ”Hak Dini Kuran Dili” adlı eseri ortaya çıkar.
Sözün özü günümüzde Fatih Suresi’nin mealinin bile yetesiye Türkçe okunamaması, söylenemesi büyük bir eksikliktir. Özellikle Allah’ça olan Kur’an-ı Kerim’in ayet ve surelerinin orijinal okunmasından öte tüm duaların Türkçe okunması dinimizin geniş halk kitlelerince öğrenmesi içselleştirilmesi bakımından yaşamsal önem taşımaktadır. Ayet ve surelerinde mealleri sık sık okunup anlamlarının öğrenilmesi de kutsal kitabımızın mesajlarının anlaşımına katkı sunacaktır.
Tüm bu çalışmalar devletimizin ilgili kurumlarınca yapıldığı takdirde yurttaşlarımızın kutsal dinimizi kişisel çıkarları için kullananların tuzağına düşmekten azat olacaktır.
Not. Tırnak içine alınan alıntılar Arkeolog Sergen Çirkin’in
6 Aralık 2018 tarihli makalesinden alınmıştır.
YORUMLAR
Allah ın selam ve rahmeti bereketi tüm inananların ve sizinde üzerinize olsun din kardeşim İBRAHİM YILMAZ BEY Öğretmenim,
İbadetin içselleştirilmesi için kimim huzurunda olduğunu bilip dış seslerden içsel vesveseden uzaklaşmakla olur..
Örneğini Peygamberimiz s.a.v. ve sahabilerinde görmekteyiz..
Hz Alinin r.a. ayak bileğine ok saplanmış çıkarılması zor denmekte..O der ki bekleyin ben namazdayken çıkartın..Vakit gelir Allahüekber der namaza durur ayakbileğindeki oku çıkartır sararlar namaz biter selam verir..Bitti ok çıkartıldı derler o hiç hissetmedim der...Nasıl olur derler Hz Ali şunu der namazda kullar Allah ın huzurunda olduğunu bilir dış iç tüm kaygıdan uzak olurlar Allahu Teala o kuluna hissettirmez..Allah a tam anlamıyla teslimiyettir...
Diğer bildiğim duyduğum kıssa var bir meczup abdest alır cami kapısından bakar sonra sırtına odun yükler namaz kılmaya başlar cemaat çıkan seslerden rahatsız olurlar..Namaz biter selam verilir..
Hoca efendi der güzel kardeşim neden sırtında yüklü odunla namaz kıldın..
Meczup derki baktım herkesin sırtında başı üzerinde farklı yükler vardı adet öyle sandım..Bende odunla namaz kıldım...Hafiften gülerler oysa meczupta açılan kalp gözüyle iç ve dış hallerini seyretmiştir.
Cemaat olanlar derler peki bende ne vardı parmağıyla gösterir der sen bebek düşünüyordun hamile eşini düşünüyordun..Sen kızarmış et düşünüyordun..Herkeste ne gördüysse sayar..Hoca der bende de gördünmü farklı yük..Şaştım hocam başının üzerinde inek vardı acaba ne olacak diye düşünüyordun hoca doğru der sonra sen hepimize güzel ders verdin..Tam teslim olsaydık Allah ın huzurunda namazdayken o vesveselerden uzak olurduk der..
İnsanlar okudukça öğrendikçe ne karar çok bilmedikleri var farkederler..Samimiyet hak yolda teslimiyette devam bilinçli olarak ibadetlerimizi yaşarız inşaallah..
İnsanlar gafletten uyanıp tefekkür etmeliler..
Güzel bir yazıydı okuduğum Allah razı olsun...Mübarek üç aylar ve Ramazan Ayı tüm islam alemine tüm inananlara sağlık barış huzur hak yolda uyanışa vesile olsun inşaallah..
Gurbetten yurdumuza size ailenize selamlar dua ile..
Yeganem tarafından 11.4.2022 05:41:10 zamanında düzenlenmiştir.
Merhaba,
Yanılmıyorsam cumartesi günü öğlen saatlerinde sitede dolaşırken aklımdan geçtiniz sevgili İbrahim ağabeyim. Dedim ki; Kaç zamandır paylaşım yok. Umarım aksi bir durum yoktur. Pazartesi İlk fırsatta arayayım." Sonra yazınızı okuyunca demek ki her şey yolunda o zaman sohbet etmek için arayayım diye düşündüm ama fırsat olmadı. Umarım iyisinizdir.
Yazıyı gece okurken daha ortalarında hemen telefonun favoriler listesine ekledim. Çünkü çok eşsiz bilgiler içeriyor. Kur'an-ı Kerim'in Türkçe olmasına karşı çıkanlara dayanak, gerekçe ve örnekleriyle çok sağlam cevap veriyor çünkü yazınız.
Bir yandan da dedim ki; "Ramazan, Ramazan bakalım kimler ne diyerek karşı çıkacak?" Ama o kadar akıl, mantık ve dayanak var ki; kimsenin çürütmeye gücü yetmez diye düşündüm.
Siz zaten nedenlerini, niçinlerini geçmişten günümüze yazmışsınız. Ancak, izninizle bir kaç şey eklemek isterim.
Bunu yaparken
Kendisinin sık sık yanına çağırdığı özel hafızı (Hafız Yaşar Okur- Atatürk’ün emriyle Yasin-i Şerif’i camide Arapça ve Türkçe meali ile okuyan ilk kişidir - Atatürk’le 15 Yıl Dini Hatıralar isimli kitabı vardır) olduğunu, Onun ve dönemin önemli hafızalarının (başta Saadettin Kaynak) ağzından ara sıra Kur’an ve ilahi (özellikle Ramazan’da) dinlediğini, dini konularda sohbetler ettiğini, bu konuda bilgili olduğu bilinen kişilerin bile kendisinj hayranlıkla dinlediğini, annesine MOLLA ZÜBEYDE diye hitap edildiğini, çocukluğunda hatim indirdiğini, hu çekerek zikir yaptığını söylemeyeceğim.
Ya da
- 1932 yılında Kadir gecesi okunan mevlit, Atatürk’ün emriyle Ayasofya’da gerçekleştirilmiş ve radyodan yayınlattığından, bu mevlidin İslam aleminde radyodan yayınlanan ilk mevlit olduğunu, kendisinin Ramazanlarda içki içmediğini ve şehitler için mukabele okutup, hatim indirtirtiğinden, bunu da kimseye belli ettirmeden, meydanlarda eline Kur’an almadan(!), camilerde siyaset yapmadan, gerçekleştirdiğini...
Falan yazmayacağım.
Sadece şunu yazacağım:
Bugün dini yanlış yaşıyorsak ya da dindar geçinenlerin dini taşıdıkları bu noktanın etkisiyle birçok kişi deist ya da ataist oluyorsa bunun en büyük sebeplerinden birisi de ne okuduğumuzu bilmememiz, okuduğumuzu tam olarak anlayamamamızdır.
Oysa, cumhuriyet sonrası Gazi Mustafa Kemal Atatürk'ün tek amacı; (kendi tabiriyle) softa sınıfının din tüccarlarının önünü kesmek, dini menfaate alet edilmesinin önüne geçmek ve insanların neye inandığını, söylenen her şeyin öyle olmadığını kendileri anlasın diyedir.
Ufkumuza kattığınız değerler için minnettarım.
Sonsuz sevgi ve hürmetle...
Günaydın İbrahim Hocam!
Her zaman olduğu gibi yine döktürmüşsünüz. Beni de ismen anmış, kulaklarımı çınlatmışsınız.
Öncelikle böylesine anlamlı bir eğitici, uyarıcı yazıda adımdan söz edilmesi; gururumu okşadı.
11 Ayın sultanı Ramazan ayında böylesine güzel, güzel olduğu kadar da içerikli, Din adamı sıfatı taşıyanların, yararlanıp, istifade edeceği yazıyla ortaya çıkmak çok anlamlı.
Keşke diyorum, senin benim gibi sade vatandaşların araştırdığı kadar, bu devletten maaş
alan, işi gücü din adamı olanlarda araştırsa.
İnanını doğru bildirse. Allah'ı tanıtırken, Nibiru gezegeninde yaşayan Anunnakilerin; başında tacı elinde iktidar asası olan Kral'ını tanımlamasa.
Bu yoruma katkı sağlayacağını düşündüğüm bir anımı aktarıp, yorumu öyle sonlandırayım.
Yıllar önceydi. Bir Cuma günü camide yerimizi aldık. Bir Müftü yardımcısı ders verilen , cemaate tepeden bakan makamına geçti; ve başladı o gün anlatması gereken derslere...
O ayet bu ayet en sonunda, sözü, İbrahim suresine getirdi. "Gerçekten insan çok zâlimdir, çok nankördür" diye de dersi noktaladı.
Ben Kur'an'ı ezberlemedim.
Hafız da değilim.
Lakin kendi dilimde, 7 kekez okudum. Kur'an Ayetlerinin bir kir kısmının altını da çizdim..
Biliyorum bu yorumu okuyanlar Kur'an çizilir mi diyecekler.
Varsın desinler.
Yaratılanların en üstünü İnsan olduğunu, kur da dahil Allah'tan başka İnsandan daha üstün hiç bir şeyin olmadığının bilincindeyim.
Her neyse laf çok uzadı. Hoca kürsüden indi Cuma namazı kılındı. Cemaat dağılırken, Yolunu kestim.
Hocam size bir sorum var dedim. Gözlerimin içine baktı. Buyurun sorun dedi. Ders verirken dediniz ki "Gerçekten insan çok zâlimdir, çok nankördür" dediniz. Yeri gelince de Allah insana ruhunu üfledi diyorsunuz. Allah'ın ruhunu taşıyan insan nasıl hem zalim ve çok nankör olur diye sordum.
Aldığım cevap ibretlikti.
Ben bu soruya cevap veremem. Araştırayım, size sonra bilgi vereyim dedi. Gidiş o gidiş.
İbrahim Hocam!
Bu yorum sizin makalenizin bende yarattığı düşüncelerdir. Sizi tebrik ederim.
Sevgilerimle.
İBRAHİM YILMAZ
Yazıya daha da anlam katan yorumunuz çok değerli ve düzeyli.
Anekdotunuz da çok güzel. Ülkemizde insanımız okuyan, araştıran, yorumlayan, olayları neden sonuç ilişkileri çerçevesinde tatlil eden düzeye yaklaşsa yaşanan bir çok sıkıntılar kolayca aşılır. fakat şark hastalığı bünyeyi sarmış. her şeyi yarına bırakma, başkalarına havale etme...
Emeğe ve sanata saygı ve selamlarımla esen kalın üstadım.