Def-i Şer, Celb-i Nef'a Racihtir
Varlıklar içinde en aciz olarak yaratılan insandır. Fakat bu acziyet, insana verilen akıl ve vicdan ile telafi edilmiş ve irade, insanı tabiata uygun hale getirmiştir.
Diğer canlılar için bunlar söylenemez. Örneğin hayvanlarda içgüdü hakimdir, vicdani yetenekleri gelişmiş değildir. Varsa da çok kısmidir. Tabi hayvanlardaki bu eksiklik onların olması gerektiği gibi yaşamalarına mani değildir. Tıpkı bir nehrin kendi yolunu çizdiği gibi, hayvanlar yaşamlarını belli bir rutinde sürdürürler. Tabiat şartlarına son derece uyumludurlar aynı zamanda.
Ek olarak, bireysel egoları falan da yoktur. Mesela bir aslan kalkıp ataları ile övünmez. Hayvanlar aleminin kralı biziz demez. Kendi işine bakar. Kendisi ya da familyası için gerekeni yapar. Olması gerektiği gibi, yaşamakta olduğu anı yaşar. Kusursuzca... Sonuç olarak üstünlük arzusu ya da egoizm hayvanlarda bulunmaz.
Peki insan? Öyle değildir... İlk olarak acziyetten başlayalım; evet insan acizdir. Tabiatta elinde hiçbir imkan olmadan yaşayamaz. Bir dağın tepesinde ya da bir ormanda yanında barınacağı teçhizat, beslenmesi için gerekli malzeme yoksa eğer, insan böyle bir ortamda çok fazla yaşayamaz. O halde insan, yaratılanlar içinde ilk olarak aciz bir varlıktır.
Dolayısıyla insan, kendisine verilen akıl ile tabiata karşı başa çıkabilmiştir. Sahip olduğu vicdan ile de tabiata karşı barış içinde yaşama gereği duymuştur.
Tabiata karşı barışı ise tam olarak sağlayabildiği söylenemez. Bu eksiklik tamamen vicdani yetisini sağlayamamasındandır. Kendi içinde de dağılmış vaziyettedir. Doğaya karşı egoistçe davranan insan, insanlara karşı da egoistçe davranmaktadır. Bu egoizm nedir, biraz açalım...
Bir özelliğin sadece kendisine mahsus olduğunu düşünmesidir mesela. Tarihte geriye doğru gidersek, karşımıza kölelik sistemi çıkacaktır. Saygınlar ve köleler... Hatta saygınlar diye adlandırılan sınıf da kendi içinde ayrılmaktadır. Erkeklerin kadınlardan üstün olduğu saplantısı gibi... Ya da tam tersini yaşayan kabileler de görürüz. Kadınların erkeklerden üstün olduğu saplantısı gibi... Yeterli mi? Hayır! Sonra toplumsal üstünlük saplantısı devreye girer. Sonucunda ise potansiyel bir savaş haline bürünür yaşam.
Olması gerektiğinin dışına çıkıldığı andan itibaren kötülükler boy göstermeye başlar. Ben olayım arzusu, benim olsun arzusu doğal akışı sekteye uğratmak için yeterli bir sebeptir. Bireysel egoizm toplumsal egoizme dönüşme yolunda ilerler. Tabi güç önemli hale gelir ve kendisine taraf toplamak üzere bir sistem kurar insan. Güç ise kontrolünü kaybedip çığ gibi büyüyerek önüne geleni ezip geçmeye başlar.
Haklının güçlü olması gerekirken, gücün haklı sayıldığı bir dünya ise bütünüyle şer odağıdır. Küresel bir şer...
Bu sistemde hedefler kısa vadeli olmaz. Başarı, kısa sürede beklenmez. Uzun yıllar alır. Öyle bir işlenir ki belki de bir asır sonra ortaya çıkar etkileri. Kana karışan zehir gibi yavaşça yok eder olağan düzeni.
Toplumsal değerler içten içe yok edilmeye başlanır. Yani egoizmin ilk kuralı olan asimilasyon devreye girer. İnançlar, kadınlar ve çocuklar üzerinden ya da toplumda ses getirebilecek diğer kriterler üzerinden kargaşalar oluşturulur. En tepede bir akıl vardır fakat o aklın eli kolu haline gelir sistemin içindeki insanlar ve nasıl bir sisteme hizmet ettiklerini bilmeden, her şey olağanmış gibi ya da olması gereken öyleymiş gibi benimserler.
Bu kadar detay yıllara yayılıp işlenirken, akıl ve vicdanına hükmedemeyen insan kolayca şer içinde esir olur. Akıl ve vicdanını yönetebilenler ise şer ile mücadele halindedir.
Biraz daha somutlaştıralım konuyu... Diyelim ki bir ev yapmak istiyoruz ve arazi harabe vaziyette. Öncelikle o harabeyi kaldırmamız, o araziyi temizlememiz gerekir. Sonrasında ev yapmaya başlayabiliriz. Ya da çok değişik bir bakış açısı ile bir örnek verelim; diyelim ki bir hasta var ve zehirlenmekte. İlk önce ne yapılır? Hastaya aç mısın, su ister misin diye sorulur mu bu durumda? Tabi ki hayır. Böyle bir şey onun daha çok zehirlenmesine sebep olacaktır. Yapılması gereken ilk önce onu tedavi etmektir. Yani evvela "def-i şer" gerekir.
Tarih, tekerrür eder. Tarih, aynadır insana. Ecdadımız ne güzel demiş; def-i şer, celb-i nef’a racihtir... Yani kötülüğü yok etmek, iyi bir iş yapmaktan önce gelir. Öyle olmalıdır.
Akıl iki ucu keskin bıçağa benzer. Akl-ı selim olmak ise o bıçağı sapından tutmaktır.
Yazıya başladığımda tabiri caizse kitabı sondan okumaya başlarmışçasına giriş yaptım. Bazen böyle olmalı, bazen kitap sondan okunmaya başlanmalı. Çünkü bazen sonuç, açıklamadan önce gelir... Gelmesi gerekir...
Vicdani duyguları gelişmiş, akl-ı selim ile hareket edip sırat-ı müstakim üzere yürüyenlerden olmak dileğiyle...
Mustafa ÖzTürk
- mstfztrk #mstfztrk #söyleşi #söz