- 394 Okunma
- 0 Yorum
- 4 Beğeni
SİHİRLİ YEMENİ
Nisan ayı tüm dünyada bahardır
1998 yılına kadar bana da öyleydi
Anamın ölüm yıldönümünde bu yazıyı paylaşmak istedim
Umarım hoşunuza gider
(Æ)
________________________________________
SİHİRLİ YEMENİ
Sıladaki ana ocağından geriye
Ne sabah ezanında mayalanmış Arnavut hamuruna saman yanığı işkefe sacının en temiz karası bulaşmış soğan pidesinin kokusu kaldı,
Ne de ekmek evinin üzerinden dalları sarkan yedi-veren dut yaprağıyla
Yanıbaşındaki yeşil eriğin dallarının selamlaşma hışırtısı duyuluyor artık
Ocağa adını veren koskoca bir mahallenin ’kadın ana’ sından da,
Maltepesini elinde tuttuğu yanık dal ucuyla ateşledikten sonra, tek gözünü kapatarak ’uyandın mı Ali’m?’ diyen o melekten geriye
Yığılı tümsek şeklinde bir toprak kümesi ve gösterişsiz bir mermer taşı gölgelenir şimdi iğde dalları altında
Benim de bir annem vardı...
Hiç mi uyumazdı, hiç mi yorulmazdı bilmezdim. Ama emindim ki hep başkaları yorulmasın diye yorulur, başkaları uyuyabilsin diye uyumaz, başkaları gülebilsin diye ağlardı hep.
Evet sanırım ağlardı.
Hayır eminim, ağlardı!
Bir keresinde gözleri bulutlanmış bir biçimde
elindeki yarım bardak çayı ve sigarasıyla sobelemiştim de büzüştüğü yerelması çiçeklerinin arkasında,
Suçüstü yakalanmış bir çocuk gibi sıçramıştı beni görünce
Bizim zamanımızda şımarık çocukluk icat edilmemişti henüz
Tabakta yarım kalan yemeğimizin arkamızdan ağlayacağı yalanını duyanımız da, lokmasını yarım bırakanımız da yoktu.
Yarımımızı bölüşür, yarınımızı hayal eder gülüşürdük
Bizim arkamızdan anamız ağlardı yüzümüze gülenlerin aksine
Melekler ağlar mıydı, bilmiyordum ama eğer ağlıyorlarsa bahse girerim böyle ağlıyorlardı. Ayaklarının altından cennet ırmakları akan bir insanın, gözlerinden akana isim koyacak yaşta değildim henüz
Ürperdi beni görünce
Gözlerindeki bulanıklığın sebebini sorduğumda, kaybettiğine kendisini bile inandırdığı tek küpesini arayan bir abartılı telaşla ’kör olasıca tavuklar menekşelerimi ezmişler’ diye başından savmıştı beni
Savılırdım ben hep...
O kadar benimsedim ve o kadar doğal gelmeye başladı ki baştan savılmak, hayatım boyunca ’ana yadigârıdır’ diyerek hoş gördüm başından savmaya çalışanları
Anamdan emdiğim süt burnumdan geldi de sonraki senelerde, gelmedi bu baştan savlmaların ve başa savrulmaların sonu
Küçücük bir karına sığanların dünyadan nasıl taştıklarını hayretle izledim kısacık ömürde...
Sahi, annem diyordum
Üzerinde eflatun papatya desenleri olan, iğne oyalı yeşil bir yemeni kokusuyla karşılarım her yıl Nisan ayını
İkimizden başkası baktığı zaman beyaz görünen, ama aslında üzerinde eflatun papatya desenleri olan, iğne oyalı yeşil bir yemeniydi o.
Sihirliydi, bakmayın yemeni dediğime
Aklımın yettiğinden beridir birçok olağanüstü, sıradışı kerametlerine şahidim o yemeninin ben
Bana kalan tek mirası o olmuştu
Zaten benim gözümde en kıymetli mal varlığı da o yemeni ve bir de tek küpesiydi
Evet tektii küpesi, aynen kendisi gibi
Küpenin hikayesi apayrı ama ben beyaz gibi görünen yemeniden, (yemin ederim ki üzeri eflatun papatya dolu o yeşil renkli ve iğne oyalı) kahkül seccadesinden bahsetmek isterim
Daha 7-8 yaşlarındaydım sanırım
Mahallede top oynamışız dizimin birisi olduğu gibi yüzülmüş
Eve geldiğimde ses çıkarmadan, önce onun yanına gittim arka bahçeye
O saatte ya ineklerimizin bakımını yapıyordur zaten, ya da çok sevdiği yerelmalarını suluyordur üç yerden eklemeli hortumuyla.
Ahırda, Yıldız isimli buzağımızın tüylerini tarıyordu, yeni sağdığı Yıldız dananın annesine nazire yaparak
Dizimi gösterdim bir sırrımı fısıldar gibi
Baktı yaraya ve ’bir şey yok be çocuğum onda şimdi biraz Arko süreriz, bağlarız hemen geçer’ dedi soğukkanlı taklidi yaparak
Sesindeki titreklik ve gözbebeklerindeki büyüme metanetini yalanlıyordu
Arkasını döndü, eflatun yapraklardan en solgununa sildi bir gözünü
Ciğerden taşan bir papatya hışırtısı duydum o yaşta
Ağla/ya/madı garibim
Ben çıkana kadar en azından...
Gerisinin yalan ağladığına dair aldığım en sağlam kopyaydı gördüğüm
’Sen eve çık, geliyorum ben’ diyerek savuşturdu yine beni
Merdivenleri adımlarken topallayarak, çıkardığım çedik seslerine karışan uyumsuz ritimli gümbürtü de neydi ki?
Annem ineklerine hiç vurmazdı
Gözü gibi severdi onları ama bu döşe inmiş yumruk sesi kaç oktavdı?
Bir sitil süt karıştı sonra yerdeki tezeklere
Yıldız sütünü içmişti iyi ki
Hayır, elleri titrememişmiş, dizlerinin bağı çözülmemişmişti güya
Çocuklar bazen olmamış şeyleri olmuş gibi anlatmaya bayılırmıştı
Çocukmuştum, olamayacağım kadar hem de
Zaten ineğin de kuyruğu batmışmıştı süt sitilinin içine
Hem bugün bir tuhaf kokuyormuşmuştu süt Yıldız dana bile içmek istememişmişti sütü
Kaymıştı sonra danamız
Kuyruksuz yalanın aksine kuyruklu Yıldız kaymıştı da, ben süte bulanmış bir tezek tutmuştum dilek niyetine
(Hiç gerçekleşmemişti o dilek)
Bahçeye bakan büyük salonda gerçekleşti ANAstezi
Uyutmadan, uyuşturmadan
Birkaç ana duası narkoz olmuştu da sancısız geçmişti operasyon
İki saate kalmamış, hemen geçmişti acısı dizimin
Fısıltılardan ağırlaşan gözkapaklarım kapanırken, tıpta bir devir açılıyordu sadece ikimizin bildiği
Hipokrat, yeşil yemenideki papatyalar arasında eflatun deneyler yapıyordu
Ve biz onun bilmediği yeminler ediyorduk ANA dilimizde
O gün ve sonraki günlerde her derdimin dermanı olmuştu o yemeni
Siz aldanmayın beyaz göründüğüne
Çocuklar yalan söylemez, yemin ederim üzerinde eflatun papatyalar olan, yeşil ve iğne oyalı bir yemeniydi işte
Burkulmaya, kırığa, çıkığa, morartıya, abartıya, düş ağrısına, can acısına, vicdan azabına, insan gazabına,..
Her yaşımda, her derdime Arko sürülmüş yeşil yemeni yetişti vizite ücreti ben doğarken ödenmiş
Sonra bir gün duydum ki
Annem içinde hortlayan amansız yaraya Arko sürmemiş
Başına doladığı yemenisini saramamış yaralarına da, telafisiz yaralar yaratmış yarıda kalacak ömrüne
Ameliyat olsa, milyonda bir umut biraz daha can çekişirmiş eflatun papatyalar
Seviyormuş, sevmiyormuş
Yaşarmış, yaşayamazmış diye ciğerimi yolarak gizledim altı ay yaşarmış gözlerimi
Kanun değişmeyecek, ecel kazanacak ve ben kaybedecektim
Arko ayıp edecekti!
Hipokrat’a olan güvenimi sütlü tezekle sıvadım o günden sonra
Tıp oynuyorum kendimle anneden söz açılınca
Uzun süren bir hastalık sürecinden sonra, şehir dışındayken almıştım kara haberi
Kurban bayramına dört gün kalmıştı
O bayram annem dört koç beğenmişti ve kararsızdı hangisini seçeceği konusunda
İki gün önce konuşurken ’Ali’m burgulu boynuzlu beyaz olanı ben seçtim babana söyle, ona göre vekalet işlerini halletsin’ demişti
Oysa yedi kurbanlığın dördü kendisi için getirilmişti zaten
O, özellikle beyaz koçu seçmişti
Vefatından dört gün sonra 1998 kurban bayramında, o koçun gözlerini bağlamıştım o herkesin beyaz zannettiği, ama gözüm önüme aksın ki üzerinde eflatun papatyaların olduğu iğne oyalı yeşil yemeni ile.
Gıkı bile çıkmadan çıktı canı hayvanın
Acısız, belki de kansız...
Gününün yarıdan fazlasını geçirdiği ekmek evinin tandırı altına gömmüştüm bir poşet içerisinde o yeşil yemeniyi
Ne zaman memlekete yolum düşse o tandırın küllerini eşeler, bulup çıkartır ve ağrıyan yanlarıma sürerdim gizli saklı
Senede bir uyguladığım o küllü kürle ayakta kaldım senelerce
Birkaç yıl önce bizlere sürpriz olsun diye oraya habersizce yıkım makinalarının girip, HER ŞEYİ yıktığını haber aldım
Sürpriz olmuştu (!)
Şimdi düşlerimde bir dozerin paslı kıskacı arasında küllü bir poşet sallanır sürekli
Ekmek evinin olmayan yeşil perdesini aralar, saman yanığına karışmış Arnavut böreği tılsımı ararım sisler arasında
Artık rengi başka, papatyası başka, oyası başka yemeniler sararım yaralarıma da, banamısın demez
Nicedir o bahçede ne erik dalları cilve yapıyor yanı başındaki kış armuduna,
Ne de tavuk kümesinin üzerindeki elmalar yandaki boş arsaya döküyor meyvelerini
Çok özledim be anne...
Bir Maltepe borcum var sana ameliyattan çıktığında sözünü vermiştim hani
Tandırdan tutuşturulmış bir odun parçasıyla yakıp getireceğim yanına, SÖZ !
(İğne oyalı, eflatun papatyalı, yeşil bir yemeniye sarılmış bir küpenin tekiyle birlikte)
Ali ERDİNÇ
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.