28
Yorum
35
Beğeni
0,0
Puan
2686
Okunma
Bazen kendine yabancı oluyorsun. Kalbindeki isteksizlik ağır geliyor bendini aşamıyorsun. Dilinde kuruyor sevgi sözcükleri. Konuşmak istiyorsun aklının alamayacağı sesler sarıyor etrafını, susuyorsun. Saatlerce nedenini bulmak için uğraşsan da hiçbir netice alamadığın gibi sessiz bir kütle olarak dolaşıyorsun etrafta.
Yine de "diz çökmüyorum" diye haykırıyorsun. Simsiyah cisimsiz taşlar hareketsiz duruyor, dudaklarına kondurduğun mağrur tebessümle her birini eline alıp uzağa fırlatıyorsun. Başını sokuyorsun yosun duvarlara kızgın güneş sakladığı yerden hiçbir yere gitmiyor.
Mavi ışığı boğan öyle karamsarlık sarıyor ki gözbebeklerini, hangi cesetten kurtarsınlar sırtını. Soğuk ayaklarında ürperti, üşüyen ellerin hiçbir işi beceremiyor. Zemine serpilmiş yaşama sevincin, kendi olmayı bırakıp yabancı ruh gibi ortalıkta, bom boş hayatı doğuruyor. Kaçmak için zorlandıkça gölgeler, kendi üzerinde düşen oyuna devam ediyor.
Olduğun yerde tüm kapı tokmaklarına kendinden daha yakınsın.
O an dokunarak kapının ardını görmek aklına gelmiyor. Nedensiz patlayan bu hissizlik duygusunu bastırarak huzur aramak için yürümek isteğinde buluyorsun kendini. Olanca gücünle sessizce haykırarak "bütün bunlar bitmeli, sakladığın o en son taş gidilebileceği en uzak yere kadar gitmeli" diyerek fırlatıyorsun.
Görünmeyen güce ulaşmak için kapatıyorsun gözlerini, gülümsediğin bir anını düşünmeye çalışıyorsun. Dalga dalga salınmış saçlarının sabun kokusu, anne kokusuyla masal gibi geliyor. O son taş gök taşlarıyla birleşerek yağıyor umutların üzerine, yeni bir hayata dolduğunu hissediyorsun.
Hani desem ki; dışımız, iç yüzümüzle aynı değil bazen!