- 717 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
EHL-İ SUNNET VEL CEMAAT FIRKASI VE SAİR SAPIK FIRKALAR....
EHL-İ SUNNET VEL CEMAAT FIRKASI VE SAİR SAPIK FIRKALAR..
Hadisi Serif:
Ummetim ahır zamanda 73 firkaya ayrılır.Biri müstesna hepsi cehennemdedir.
Denildi ki, onlar kimdir ya Resulullah sav.Buyurdular ki:Onlar benim ve Ashabimin yolu üzere olanlardır.
Firaki Islamiyenin esası İtikat cihetinden 8 kısma ayrılır.7 tanesi Sapık, bir tanesi Ehli Sünnettir.
73 FIRKA ŞUNLARDIR:
Mutezile (20 firka)
Sia.. (22 fırka )
Havaric Hariciler (20 fırka )
Murcie (5 fırka)
Neccariye (3 fırka )
Cebriyye (1 fırka )
Musebbihe (1 fırka)
Hak fırka yol olan Ehl-i Sünnet (Dünyada bir ve tek Hak fırka) gelir.
Bakara Suresi.A.147.Meali:Kendilerine Kitap verdiklerimiz,O’nu (Sav.) oğullarını tanıdıkları gibi tanirlar,ama yine de onlardan bir grup,bile bile gerçeği gizlerler.
Resulullah sav.gelmeden evvel yahudiler Resulullah Efendimizin geleceğini çocuklarını (isimlerini )bildiği gibi bilirlerdi.
Suretul Enfal A.36..Meali:
Mallarını,Allah yolundan engellemek için sarfeden o kafirler,hiç şüphesiz yine onu sarfedecekler.
Varsin sarfetsinler,sonra o yüreklerine inen bir acı olacak,sonra da mağlup olacaklar.Zaten kafirler toplanıp cehenneme gönderilecekler. .
Surei Enam.A.103..Meali:
İşte benim doğru yolum budur.ona oyun.Baska yollara uymayın ki sizi Onun yolundan ayırmasın!!
Bu ayette kastedilen dosdoğru yol Resulullah sav.Efendimizin yoludur,sunnetidir.Bu sünnet ve Hak yol.uzerine olanlara da Ehli Sünnet Yolu denir.
Hadisi Serif:
Fitneler ortaya çıkıp, Ashabıma sovuldugu zaman Alim ilmini izhar etsin.Kim bunu yapmazsa Allahin,Meleklerin ve bütün insanların laneti o kişi üzerinedir.Hiç bir ibadeti kabul olunmaz.
Hadisi Şerif:
Ahir zamanda ummetime bir Sultandan çok büyük şiddetli bir bela isabet eder.Bu beladan ancak Dili,eli ve kalbi ile Allahin dinini öğreten bir adam kurtulur.
Ebû Hureyre (radiyallahü anh) rivayet ediyor: Resulullah (aleyhisselatü vesselam), şöyle buyurdu:"Yahudiler, yetmiş bir fırkaya ayrıldı. (Bunlardan) biri cennette ve yetmişi ateştedir.
Hıristiyanlar da, yetmiş iki fırkaya ayrıldı. (Onlardan da) yetmiş bir fırka ateşte ve biri cennettedir. Muhammed’in canı yedi kudretinde bulunan (Allah)’a yemin ederim ki, benim ümmetim, yetmiş üç fırkaya ayrılacaktır. Bir fırka cennette ve yetmiş iki fırka ateştedir."
Bu kurtulanlar kimlerdir ey Allah’ın Resûlü, diye soruldu: “Bunlar benim (Ehl-i sünnet) ve ashâbımın (vel cemaat) bulunduğu yolda olan kimselerdir”(Sünen-i İbni Mace / Müsned-i Ahmed bin Hanbel)
***
BİRİNCİ SAPIK FIRKA MUTEZİLE:
Sözlükte “ayırmak, uzaklaştırmak” anlamındaki azl kökünden sıfat olan mu‘tezile kelimesi “uzaklaşan, ayrılıp bir köşeye çekilen” demektir. Mu‘tezile adının ilk defa ne zaman ve kimler için kullanıldığı konusunda farklı görüşler ileri sürülmüştür.
Bir anlayışa göre Hz. Ali’nin hilâfete getirilmesi (Zeynüddin İbnü’l-Verdî, I, 239) veya Muâviye ile anlaşmazlığa düşmesi (Nevbahtî, s. 5; Taberî, IV, 496-497; V, 142) yahut Hz. Hasan’ın hilâfeti Muâviye’ye terketmesi (Ebü’l-Hüseyin el-Malatî, s. 36) üzerine hiçbir tarafı desteklemeyen gruplara Mu‘tezile veya Mu‘tezele denmiştir.
Bu mezhep esasta 7 fırkaya teferruatta ise 20 fırkaya ayrılmıştır.Bunların mezhebine baktığımızda hulasa olarak şu görüşleri itikat ederler:
Günah-ı kebair irtikap eden (Büyük günah işleyenler)mümin ve kafir arasında bir mertebededirler.Günahına tevbe etmeden ölenler ebedi cehennemde kalırlar.İnsanlar fiillerini yalnız kendi kudretleriyle halkederler.
Zat-ı ilahiyye üzerine zaid sıfat-ı kadime-i Semaniyye-i inkar ederler.Yani, Sıfat-ı İlahiyyeyi inkar ederler.Kulalrın haline aslah yani en uygun olan şeyi halk etmek Allahü Teala üzerine vaciptir derler.
Kuran-ı Kerimin Kelamullah yani Allahın kelamı olduğu halde mahluk yani yaratılmış olduğuna itikat ederler.Allahü Telanın Ahirette mekandan münezzeh olduğu halde görülemeyeceğine inanıp,Ruyetüllahı Allahı cc. cennette görmeyi inkar ederler.
Hüsn ve kubuh aklidir,Şer’in asla medhali yoktur derler.(Hüsün (hüsn) “güzel olmak” anlamında masdar ve “güzellik, rağbet edilen ve sevilen şey” anlamında isim olarak kullanılır (çoğulu mehâsin). Karşıtı olan kubuh ise (kubh) “çirkin olmak” ve “çirkinlik, nefret edilen şey” mânasında masdar-isimdir (çoğulu mekābihtir)
Allahü Tealanın ef’alinde maslahata riayet etmesinin vacip olduğuna itikat ederler.
Fırak-ı Dallenin (sapık mezheplerin)birincisi olan Mutezile Vasıl bin Ata’nın ashabına denilir.Vasıl bin Ata,tabiin eşrafından Hasan-ı Basri Hz.lerinin (vefatı.110)talebesi idi.
Birgün Hasan-ı Basri ra.adet-i seniyyesi üzere meclisde ilim ile meşgul iken hariçten bir adam gelip;Ey mutedayı Din! Zamanımızda bir guruh zuhur etti ki,Ehl-i Kebireyi (büyük günah ehlini)kafir sayarlar.
Diğer bir taife peydah oldu ki,küfür ile itaat fayda vermediği gibi,iman ile masiyyet (günah)dahi zarar vermez derler.İmdi şimdi bize hangisine itikat etmek lazımdır? Diye sual eyledi.
Hasan-ı Basri Hz.leri teaccüp ve hayretle biraz tefekküre dalıp,henüz sual edene bir cevap vermeden,Vasıl bin Ata kelama başlayıp:Ben sahib-i kebire(büyük günah işleyenler)mutlak mü’mindir,mutlak kafirdir demem.Belki ol küfür ile iman arasındadır.Ne mü’mindir, ne de kafirdir derim.Dedi.
Sonra meclisden kalkıp ,mescidin sutunlarından bir sutunun yanına oturup,cemaate mezkur hususu takrire başladı.
Bunun üzerine Hasan-ı Basri Hz.leri:Tahkik Vasıl bizden itizal(uzaklaştı-ayrıldı)etti.Buyurdular.İşte bu nedenle Mutezileye Mutezile denilmeye başlanıldı.(Şerh-i Akaid tercümesi-Sırrı Paşa)
***
İKİNCİ SAPIK FIRKA EHL-İ ŞİA :
Sözlükte “tâbi olmak, desteklemek; şâyi olmak, çoğalmak” anlamlarındaki şiyâ‘ kökünden türeyen şîa kelimesi “taraftar, yardımcı, destekleyici; bir işi gerçekleştirmek için bir kimse etrafında toplanan grup” mânasına gelir. Müfredi şîî biçiminde kullanılır.
Terim olarak Resûl-i Ekrem’in vefatının ardından devlet başkanlığının Hz. Ali’ye ve onun evlâdından belli kimselere intikal etmesi gerektiğini savunan grupları ifade eder (Râgıb el-İsfahânî, el-Müfredât, “şyʿ” md.; Lisânü’l-ʿArab, “şyʿ” md.).
Kur’ân-ı Kerîm’de “şiyâ‘” kökü biri fiil, diğerleri tekil (şîa) ve çoğul (şiya‘, eşyâ‘) isim olarak on iki yerde sözlük anlamlarında geçmektedir (M. F. Abdülbâkī, el-Muʿcem, “şyʿ” md.). Kelime sözlük mânasıyla Sünnî hadis literatüründe de yer alır (meselâ bk. Müsned, II, 67; Dârimî, “Ṣalât”, 165; Ebû Dâvûd, “Sünnet”, 16).
Şiî hadis mecmualarında ise hem sözlük hem terim anlamıyla çokça tekrarlanır (Berâziş, Muʿcem, “şyʿ” md.). Şîa kelimesinin ilk dönemlerde sözlük mânası çerçevesinde “taraftar” anlamıyla kullanıldığı görülmektedir.
Meselâ İran’ın fethi sırasında Sâsânî kumandanı Hürmüzân ve ileri gelenlerden on iki kişi Medine’ye getirildiğinde Halife Ömer, “Bu adamı ve şîasını İslâm’a boyun eğdiren Allah’a hamdolsun” demiş (İbn Sa‘d, V, 89), Hz. Ali Cemel Vak‘ası dönüşünde muhaliflerini niçin öldürdüğünü soran kişiye, “Onlar da benim şîamı öldürdüler” cevabını vermiştir (Nasr b. Müzâhim, s. 5).
Günümüzde en çok İran sonra Irak Suriye ,Azerbaycan ve Türkiyenin doğusunda bir kaç ilimizde yaygın olan Ehl-i Şia aşağıda yazılı esaslarda ittifaktan sonra teferruatta 22 fırkaya ayrılmışlardır.Asılları 3 fırkadır.Gulat Zydiyye ve İmamiyye..
Bunların bozuk sapık mezheplerinin hulasası,Resulullahın irtihalinden sonra İmam-ı Hak,Hz. Ali ve Hz. Aliden kv.sonra ise onun evladı olması ve ila yevmil kıyam kıyamete kadar İmametin Hz. Ali evladı olan Ehl-i Beytten çıkmamasıdır.Yani onların dışına sla çıkmaz görüşündedirler.
Binaen aleyh Hz. Aliye kv.biatı terk ettikleri için Hz. Ebu Bekirin ra.İmametini kabul ettiklerinden dolayı bütün Ashab-ı Kiramı hatalı sayarlar.Onun için Hz. Ebu Bekir,Hz.Osman Hz. Ömeri ve Hz. Aişeyi sevmezler.
1990’daki Hacdaki Tünel Faciasında ölwen İranlıların morg resimlerine bakıldığında ayaklarının parmak araları ve alt kısımlarında Sahabe-i Güzinin mübarek isimlerinin dövme ve kına ile işlendiği görülmiştür.
Tenasuh ve ittihadı hulul(ruh-u kahutunun beden-i nasutiye )a inanırlar.Şeriatı kendi arzularına göre te’vil ederler.Haramları helal sayarlar.Farzları inkar ederler.Hatta bunlardan ümmetin zayıf kullarını sapıtmak için Sofiyye kisvesine bürünenlerde olur.
Bunlardan bir taife,Cenab-ı Allaha cc. gitmek,gelmek,oturmak,kalkmak gibi hudüs ve noksan olan sıfatları isnat etmek gibi aşağılık ifade ve itikatlere sahiptirler.
Bunlardan bir taifenin de Peygamberlik,Halifelik hususlarında Cenabı Hakkın Cebrail as.ın ve Eshabın hata ettiklerini bunların Hz. Alinin hakkı olduğunu söyleyecek kadar sapıkça görüşlere sahip olduklarını işitmekteyiz.
Beş vakit namazı üç vakit olarak kılarlar ve de Kerbela taşından pişirilmiş kil toprağa secde de bulunurlar.
Şia mezhebini esaslı olarak bir başka yazıda işleyeceğim inşaallah.
***
ÜÇÜNCÜ SAPIK FIRKA HAVARİC-HARİCİLER:
Hâricî, “çıkmak, itaatten ayrılıp isyan etmek” anlamındaki hurûc kökünden “ayrılan, isyan eden” mânasında bir sıfat olan hâric kelimesine nisbet ekinin ilâve edilmesiyle meydana gelmiş bir terim olup topluluk ismi için hâriciyye ve havâric kullanılır.
Fırkanın adı konusunda çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Kendilerine karşı isyan ettikleri yöneticilerle fırkanın muhalifleri Havâric ismini “insanlardan, dinden, haktan veya Hz. Ali’den uzaklaşan ve yönetime karşı ayaklanarak cemaatten çıkanlar” anlamında kullanmışlardır.
Meselâ Şehristânî’ye göre hâricî, ümmetin ittifak ettiği meşrû bir halifeye baş kaldıran herhangi bir kimsedir (el-Milel, I, 114). Bu baş kaldırı Hulefâ-yi Râşidîn’e veya daha sonraki devlet başkanlarına karşı olabilir. Yine muhalifleri tarafından Hâricîler hakkında kullanılmış diğer bir isim de “dinden çıkmış” anlamında mârikadır.
Kendileri ise Havâric ismini, “kâfirlerin arasından çıkarak Allah’a ve peygamberine hicret edenler” (krş. en-Nisâ 4/100), “kâfirlerle her türlü bağı koparanlar” anlamında kullanırlar.
Hâricîler’in beğendikleri ve kendilerini ifade için kullandıkları başka bir isim de “Allah yolunda savaşıp O’nun rızâsı için canlarını ve mallarını satan ve Allah’ın da bunları cennete karşılık satın aldığı kimseler” anlamındaki (krş. et-Tevbe 9/111) şurâttır.
Hâricîler’e, aralarında bazı gruplara ayrılmadan önceki dönemde, Sıffîn olayının ardından taraflarca benimsenen hakemlere rızâ göstermeyi reddetmelerinden dolayı muhakkime, Hz. Ali’den ayrıldıktan sonra ilk toplandıkları yer olan Harûrâ’ya nisbetle Harûriyye ve buradaki reisleri Abdullah b. Vehb er-Râsibî’ye izâfeten Vehbiyye adları da verilmiştir.
Aşağıda yazılı inanç esaslarına inanan Hariciler 20 fırkaya ayrılmışlardır.
Bu mezhebin inanç esaslarının hulasası,esası Hz. Ali kv.ile Hz. Muviye ra.arasında vukuu bulan münazaranın hallini (tahkim) hükme havale ettiğinden dolayı Hz. Aliye kv.hata etti derler.
Tafsil üzere Ahkam-ı Şeriyyeyi bilmeyen(şer’i hükümleri)kimse ve büyük günah işleyenlere kafir derler.
Hal-i sabavette (sabii iken buluğa ermeden) vefat eden çocukların iman ve küfürde babalarına tabii olduklarını ve Allahü Tealanın cc. ancak hayrı murat edip,şer murat etmediğine itikat ederler.
***
DÖRDÜNCÜ SAPIK FIRKA MÜRCİE:
Mürcie kelimesinin “ertelemek, sonraya bırakmak” anlamına gelen ircâ’ veya “beklenti içinde olmak, ümit etmek” mânasındaki recâ’ kökünden geldiği konusunda farklı görüşler ileri sürülmüşse de kelimenin, aslî harflerinin sonuncusu hemze olan ircâ’dan türemiş olduğu fikri tercih edilmektedir.
Bunun yanında, aslî harflerinin sonuncusu vâv olan recâ’ kökünden ircâ kalıbında kullanıldığında birinci anlamın değişmediği konusunda da ittifak vardır (Lisânü’l-ʿArab, “rcʾe”, “rcv” md.leri).
Çeşitli tanımları yapılan Mürcie, siyasî ve itikadî bir fırka olarak Hz. Osman ve Ali başta olmak üzere, büyük günah işleyenlerin durumlarını Allah’a bırakıp, mânevî sorumlulukları hakkında fikir beyan etmeyen topluluklara verilen ortak bir isimdir.
Mürcie’nin ortaya çıkışında etkili olan sebeplerin başında Hâricî zihniyeti, Emevî-Hâşimî çekişmesi, Emevîler’in politik ve ekonomik siyaseti, kentleşme sürecinin doğurduğu siyasal, ekonomik ve toplumsal problemler yer almaktadır.
Hz. Osman’ın öldürülmesinden sonra gelişen olaylar, Cemel ve Sıffîn savaşları, Hakem Vak‘ası, ayrıca büyük günah işleyenleri ve kendi dışındaki müslümanları tekfir eden, devlet geleneğine sahip bulunmayan ve medenî hayata alışmamış olan Hâricîler karşısında bütün müslümanların eşitliğini ve medenî hayatı savunan ılımlı ve uzlaşmacı bir zihniyetin doğması kaçınılmaz bir sonuçtu.
Bu durumda karşıt bir grup niteliğinde Arap olmayan müslümanların temsil ettiği zihniyetin adı Mürcie olmuştur.
Bunlar aşağıda yazılı esaslar üzere ittifak etmiş ve 5 fırkadan oluşmaktadır.
Bunların mezheplerinin hulasası esası;küfürle beraber ibadetin bir faidesi olmadığı gibi imanla beraber masiyyetin de zarar vermemesi görüşü hakimdir.
Allahı cc. bilmek ve muhabbetle beraber tevazu etmek, imanı olması ve imanı olunca ibadeti olmakla zararı olmaması ..
Mümin olan kimsenin irtikab-i günah üzere azap olunmaması esaslarından iberettir.
***
BEŞİNCİ SAPIK FIRKA NECCARİYYE:
Neccariyye; El Hüseyin bin Muhammed en-Neccar, tarafından kurulan bir İslam dini itikadi mezhebinin adıdır. Mezhebin kurucusu En-Neccar, Abbasi halifesi Me’mun devrinin bir kelamcısı olup 844 senesinde ölmüştür. Şehristanî ve Râzî gibi alimler bu mezhebi Cebriyeci olarak göstermişlerdir.
Bunlar dünyada 3 fırkadırlar.Bunların mezhebinin hulasası Ef’al-i ibadı yani kulların fiillerini yaratanın Hz. Allah cc. olduğunu ve istitaat meal fill olduğunu söyleyerek Ehl-i Sünnete muhalefet ettikleri gibi,Sıfatı subutiyyeyi yani Hz. Allahın subuti sıfatlarını nefyetmekte (yok demekte) ve Kur’an-ı Kerimin mahluk olduğuna inanmaktadırlar.
(Halbuki..Allahü teâlânın Sıfat-ı sübûtiyye’si sekizdir.1- Hayat: Allahü teâlâ diridir. Hayatı, mahlûkların hayatına benzemeyip, zatına layık ve mahsus olan hayat, ezeli ve ebedidir.
2- İlm: Allahü teâlâ her şeyi bilir. Bilmesi mahlûkatın bilmesi gibi değildir. Karanlık gecede, karıncanın, kara taş üzerinde yürüdüğünü görür ve bilir. İnsanların kalbinden geçen düşüncelerini, niyetlerini bilir. Bilmesinde değişiklik olmaz. Ezeli ve ebedidir.
3- Sem’: Allahü teâlâ işitir. Vasıtasız, cihetsiz işitir. İşitmesi, kulların işitmesine benzemez. Bu sıfatı da, her sıfatı gibi ezeli ve ebedidir.4- Basar: Allahü teâlâ görür. Âletsiz ve şartsız görür. Görmesi göz ile değildir.
5- İrade: Allahü teâlânın dilemesi vardır. Dilediğini yaratır. Her şey Onun dilemesi ile var olur. İradesine engel olacak hiçbir kuvvet yoktur.6- Kudret: Allahü teâlâ, her şeye gücü yeticidir. Hiçbir şey Ona güç gelmez.
7- Kelam: Allahü teâlâ söyleyicidir. Söylemesi alet, harfler, sesler ve dil ile değildir.8- Tekvîn: Allahü teâlâ yaratıcıdır. Ondan başka yaratıcı yoktur. Her şeyi O yaratır. Allahü teâlâdan başkası için yaratıcı dememelidir.
Allahü teâlânın sıfat-ı sübûtiyyesi de, sıfat-ı zatiyyesi gibi kadimdir. Bu sıfatları da, zatından ayrılmazlar. Yani sıfatları zatının, kendinin aynı da değildirler, gayrı da değildirler.)
Ayrıca bunlar da Allahü Tealanın ahirette müminler tarafından görülemeyeceğine itikatte Mutezile mezhebi ile müttefiktirler.
***
ALTINCI SAPIK FIRKA CEBRİYYE:
Sözlükte “bozuk olan bir şeyi ıslah edip düzeltmek, birine zor kullanarak iş yaptırmak” gibi anlamlara gelen cebr kelimesine nisbet ekinin ilâve edilmesiyle meydana gelen bir terim olup zorlayıcı bir gücün hâkimiyeti fikrini benimseyenler için kullanılmıştır.
Bütün kelâmcıların kabul ettiği bir tarifi bulunmamakla birlikte genellikle “insanların kendilerine has bir iradeye sahip olmadığını, zihnî ve amelî bütün fiillerinin ilâhî gücün zorlayıcı tesiriyle meydana geldiğini savunanlar” diye tanımlanabilmektedir.
Bununla beraber Mu‘tezile mensuplarıyla Ehl-i sünnet kelâmcılarının Cebriyye kavramına yükledikleri anlamlar önemli ölçüde birbirinden farklıdır. Mu‘tezile’ye göre Cebriyye, kullara ait bütün fiillerin önceden belirlenmiş bir plan (kader) dahilinde gerçekleştiğini ve bu tür fiillerin, kulun kısmî tesiri söz konusu olsa bile ilâhî irade ve kudretten bağımsız olarak meydana gelmesinin mümkün olmadığını kabul eden grupların adıdır.
Buna göre kadere inanan ve kullara ait fiillerin Allah’ın yaratmasıyla oluştuğunu savunan bütün Sünnî ekoller Cebriyye’ye dahildir. Ehl-i sünnet kelâmcılarının çoğunluğuna göre ise insanlara ait fiillerin, kendilerinin hiçbir etkisi olmaksızın yalnız ilâhî irade ve kudretin tesiriyle gerçekleştiğini ve insanların gerçek anlamda herhangi bir fiil sahibi olmadıklarını iddia edenlere Cebriyye denilir.
Bunlar da sadece 1 Fırkadır.Bunların mezheplerinin hulasası Kulların cemadat yani cansız kabilinden olup,asla kudretleri yoktur.
Haşa Allahü Teala vukuundan evvel yani olmasından önce hiçbir şeyi bilmez.Herşeyi vukuundan sonra bildiğinden Allahü Tealanın ilmi,ilm-i hadisdir.
Cennet ve cehennem ehl-i içine dahil olduktan sonra fanidir yani yok olacaktır.Hepsi yok olur.Allah cc.den başka hiçbir şey kalmaz diye inanırlar.
***
YEDİNCİ SAPIK FIRKA MÜŞEBBİHE:
Sözlükte “benzetmek” anlamındaki teşbîh kökünden türeyen müşebbihe kelimesi “benzetenler” demektir. Terim olarak Allah’ı yaratıklara veya yaratıkları Allah’a benzeten yahut bu sonuçları doğurduğu ileri sürülen inançları benimseyenleri ifade eder.
Şehristânî’nin Sıfâtiyye’nin ikinci fırkası olarak kabul ettiği Müşebbihe’nin (el-Milel, I, 103) ortaya çıkış sebeplerini şöylece özetlemek mümkündür: Teşbih inancı yahudilerden müslümanlara İsrâiliyat yoluyla intikal etmiş ve bazı hadisçiler arasında kabul görerek Müşebbihe’yi meydana getirmiştir (Ahmed Emîn, I, 335-336; İrfan Abdülhamîd, s. 211).
Hulefâ-yi Râşidîn devrinde Müslümanlığı benimsemediği halde müslüman görünen ve inançlarını Hz. Peygamber’e atfettikleri rivayetler yoluyla yaymaya çalışan hıristiyan ve Mecûsî din adamlarının faaliyetlerinin de Müşebbihe’nin ortaya çıkmasında etkili olduğu kabul edilmiştir.
Bunlarda Cebriyye fırkası gibi (1 Fırkadır)Bunların mezheplerinin hulasası Allahü Tealayı mahlukata teşbih yani benzetme hadisatla temsildir.
Allahü Teala haşa cisim olup hareket,intikal, mahlukata hulul gibi şeyleri kabul ettiğini,Aza ce cevarih sahibi olduğuna itikat eder,inanırlar.
***
SEKİZİNCİ HAK FIRKA-EHLİ SÜNNET VEL CEMAAT:
Buraya kadar zikredilen fırkaların mevcudu 72 Ehl-i Sünnet mezhebiyle beraber toplamda 73’ tür.Bunların zuhuru ile Resulullah Efendimizin sav.Hadis-i Şeriflerinde buyurdukları 73 fırka tamamlanmış ve nutk-u Peygamberi yerini bulmuştur..
EHL-İ SÜNNET NEDİR? NEDEN ÖNEMLİDİR ?
Müslüman olmanın en temel şartlarından bir tanesi “kelime-i şahadet” getirmektir. Bu kelimeyi dili ile söyleyip kalbi ile tasdik eden bir insan “ben Allah’tan başka bir ilah olmadığına ve Hazreti Muhammed (Sallallahu Aleyhi ve Sellem)in O’nun kulu ve Resulü olduğuna iman ettim” demektedir.
Görüldüğü gibi Müslüman olmak bile öncelikle “iman” yani “inanmak” ile alakalıdır. Dolayısıyla İslam’da “inanç sisteminin” çok büyük bir yeri ve önemi vardır.
Mesela Kur’an-ı Kerim’de Hırısitiyanların Hazreti İsa’yı ilah edinmeleri, Allah için “üçün üçüncüsü” ifadelerini kullanmaları gibi inanç sapıklıkları reddedilmiştir. Yahudilerin “Üzeyr Allah’ın oğludur” demeleri gibi sapıklıkları reddedilmiştir.
Yine örneğin Allah’a nasıl inanılması gerektiği ihlas suresinde ana maddeler şeklinde sıralanmıştır.
Dolayısıyla İslam’da inanç sistemini önemi ortaya çıkarken; İslam’da nasıl inanılması gerekiyor? Bir Müslüman nasıl inanmalıdır?
Bir Müslümanın inancı nasıl olmalıdır? Gibi soruların mutlaka cevap bulması gerekiyor.
Peki, bu sorular neye göre cevap bulacak? Yani bir Müslüman inancını neye göre tesis edecek? Bir şeye hangi şekilde inanmak Allah katında kabul olur?
İşte Ehli Sünnet Ve’l-Cemaat kavramının önemi bu noktadan sonra ortaya çıkıyor. Çünkü az sonra Kur’an ve sünnetten getireceğimiz deliller bize Ehli Sünnet Ve’l-Cemaat kavramının tarifini yapıyor.
Öncelikle bu cümlenin ne manaya geldiğine bakalım.“Ehli” demek “ailesinden” yani “onlardan” demektir.
“Sünnet” Peygamberimizin yolunu“Cemaat” ise Ashabını işaret eder.
Yani “Peygamberimiz ve Ashabının yolundan” demektir. Evet, bizler Ehli Sünnet Ve’l-Cemaatiz derken Peygamberimiz ve Ashabı nasıl inanmış ise biz de öyle inanıyoruz demiş oluyoruz.
Şimdi “Sünnet” ve “Cemaat” ifadelerine tek tak bakalım ve delillerimizi ortaya koyalım:
1- SÜNNET :Allahu Teala (Celle Celaluhu) Peygamberimize hitaben buyuruyor ki:
“De ki: “İşte bu benim yolumdur. Ben ve bana uyanlar büyük bir (beyan ve) basiret üzere Allah’a çağırırız. Allah’ın şanı yücedir. Ben Allah’a ortak koşanlardan değilim.” (Yusuf 108)
Allahu Teala, Peygamberine söyletiriyor ve O’nun ağzıyla O’nun yoluna çağırtıyor. Aslında çağrıyı Allahu Teala yapmış oluyor ve “Bu Resulümün yoludur” denmiş oluyor.
İşte burada SÜNNET kavramı ortaya çıkıyor. Allahu Teala burada “Bu Allah’ın yoludur” da buyurabilirdi. Ama Resulünü ön plana çıkarttı ve O’nun yoluna uyulması gerektiğini bildirdi. Ve ayrıteyen Rabbimiz “ben ve bana uyanlar” demesini emrederek yine SAHABEYİ de burada zikretti.
Ayetin tefsirinde de geçtiği üzere:İbni Abbâs (Radıyallâhu anhümâ) şöyle buyurmuştur: “Gerçekten Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem) ve ashabı en güzel bir yol ve en üstün bir hidâyet üzere bulunmuştular. Onlar ilmin madeni, imanın hazinesi ve Rahmân’ın ordularıydılar.”
İbni Mes’ûd (Radıyallâhu anh) şöyle buyurmuştur: “Bir kimseyi izleyecek olan, vefat etmiş olan sahabeyi örnek alsın! İşte o Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in ashabı bu ümmetin en hayırlıları, en iyi kalplileri, en derin ilme sahip olanları ve yapmacık hareketlerden en uzak olanlarıydılar.
Onlar Öyle bir toplumdu ki Allâh-u Te’âlâ onları, peygamberi Muhammed (Sallâllâhu Aleyhi ve Sellem)in arkadaşlığı ve dininin nakli için seçmişti, öyleyse siz de onların ahlâkına benzemeye çalışın ve yollarına uyun! Çünkü dosdoğru yol üzere bulunanlar ancak onlardır!” (Hâzin)
2- SÜNNET VE CEMAAT:Bir başka ayet-i Kerimede ise Rabbimiz bir kişinin imanının Peygamberimiz ve Ashabı gibi olmadan muteber olmayacağını buyurmuştur.
“Eğer onlar böyle sizin iman ettiğiniz gibi iman ederlerse gerçekten doğru yolu bulmuş olurlar; yüz çevirirlerse onlar elbette derin bir ayrılığa düşmüş olurlar. Allah onlara karşı seni koruyacaktır. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla bilendir.” (Bakara 137)
Ayette “siz” ifadesi kullanılmış ve Peygamberimiz ile Ashabı açıkça işaret edilmiştir.Ayetin Arapçasında “bi misli mâ amentüm” diye geçmektedir.Karşılığı: Sizin inancınızın misliyle yani birebir tıpatıp aynıyısıyla demektir.
Evet burada da PEYGAMBERİMİZ ve ASHABI açıkça beyan edilmiş ve SÜNNET – CEMAAT bağlantısı kurulmuştur.
Bu ayetlerden ortaya çıkan netice PEYGAMBERİMİZ’in yolunun tutulması gereken yol, PEYGAMBERİMİZ VE ASHABININ inancının da inanılması gereken şey olduğudur. Peygamberimizin ve Ashabının dışındaki inançların ALLAH katında muteber olmadığıdır.
İşte Allah katında muteber olan yola biz bu ayetleri göz önünde bulundurarak EHLİ SÜNNET V’EL CEMAAT diyoruz.
Ehl-i Sünnet, Peygamber Efendimizin (s.a.v.) sünnetine ve ashâbının (r.anhum) yoluna bağlı olan ve onların takip ettiği usûl ve esasları benimseyen mes’ut/bahtiyar zümrenin adıdır.
Kitap ve Sünnet üzerinde ittifak etmiş, ihtilâf ve tefrikadan sakınmış, dinde münakaşaya sebep olan hususlarda aklı değil, nakli kaynak alan, nassları esas kabul eden topluluktur...
Bir başka ifadeyle; Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) sünnetine tâbi olanlara Ehl-i Sünnet, onun sahâbîlerini âdil kabul ederek onların din hususundaki usûlünü/metodunu takip edenlere de Ehl-i Cemaat denilmiş, ikisine birlikte de "Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat" tabir edillmiştir.
"Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat" ünvanı ile ifade edilen Müslüman topluluğun, sünnet ve cemâata tâbi olmak gibi iki alâmet-i fârikası/ayırıcı iki önemli özelliği vardır. Sünnet; Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) söz, fiil ve takrirleri ile ahlâki ve beşerî tavırlarıdır.
İslâm âlimlerinin/hukukçularının, sünnetin çeşitlerinin fıkhî bağlayıcılıkları üzerindeki görüş ayrılıkları ve bunun sonucu olarak ortaya çıkan çeşitli yaklaşım usûlleri/metodları, hep Ehl-i Sünnet çerçevesinde oluşmuş farklılıklardır. Bunlar da malumunuz, ümmet için geniş bir rahmet ve kolaylıktır.
"Sünnet" daha ziyade metod, yol, takip edilmesi/izlenmesi gerekli olan çizgi anlamıyla, fırkaların/toplulukların bir ayırdedici özelliği olması açısından karşımıza çıkmaktadır. Bu duruma göre, sünnet şöyle tarif edilmiştir:
Bir akîde/inanç etrafında biraraya gelen topluluğun (ümmet), akîdesinin, inanç sisteminin oluşmasını temin eden yola ve metoda sünnet denilir. İnsanların bu metodda görüş birliğine varıp, bunu uygulaması da, cemâat diye isimlendirilmiştir. [Şehristânî, el-Milel ve’n-Nihal, (el-Fisâl kenarında), I, 47]
Bu manada Kur’ân-ı Kerim’de de kullanılmıştır: "Allah’ın nice sünnetleri gelip geçmiştir. Yeryüzünde dolaşın da yalanlayanların âkıbetini görün." [Alu İmrân, 3/137] "Allah’ın sünneti kesinlikle değişmez." [Fâtır suresi, 35/43] Bu âyet-i kerimelerde ifade edilen sünnet, Allah Teâlâ’nın, kâinatın yaratılması ve tedbiri için takdir ettiği yol, metod manasındadır.
Allah için cebir söz konusu olmayacağından, bu mana İslâm tefekküründe "âdet" kelimesi ile karşılanmıştır.Sünnet; İslâm ümmetinin/toplumunun teşekkülü için Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) usûlünün esas alınması ve nebevî / peygamberî usûlü ittifakla takip eden sahabî cemaâtının yolunun izlenmesidir.
İslâm toplumunun fikrî ve amelî teşekkülünü/oluşumunu sağlayan, Allah’ın Kitâbı ve Rasûlünün sünnetidir. Bunun için Allah Teâlâ, Kur’an ile birlikte Peygambere tâbi olup bağlanmanın ve ona itaat etmenin gerekli olduğunu belirtmiştir.
Buyuruyor ki Mevlamız: "Ümmîlere içlerinden, kendilerine ayetlerini okuyan, onları temizleyen (manen arındıran), onlara Kitab’ı (Kur’an’ı) ve hikmeti (sünneti) öğreten bir Peygamber gönderen O’dur (Allah’tır). Kuşkusuz onlar önceden apaçık bir şaşkınlık/sapıklık içindeydiler." [Cuma suresi, 62/2]
Tezkiye yani kötülükten temizleyip arındırmak, haram ve helâli Kur’an’dan öğrenmek ile tefsir edilmiş; hikmet ise, ittifakla "sünnet" olarak kabul edilmiştir.Kur’an farzı-vâcibi tayin etme, helâli-haramı belirleme açısından Allah’ın hükmü ile, Rasûlünün hükmünü, iki temel esas kabul etmiştir. "Aralarında hüküm vermesi için Allah’a ve Rasûlüne davet edildiklerinde mü’minlerin sözü ancak, ‘işittik ve itaat ettik’ demeleridir. İşte bunlar, asıl kurtuluşa erenlerdir.." [Nûr suresi, 24/51]
Rasûlullah (s.a.v.), "Size emrettiklerimi yerine getirin, yasaklarımı da gücünüz yettiğince terk edin" buyurmuştur. [Müslim, Sahih, 412; İbn Mâce, Mukaddime, 1] Sünnete bağlılık, dinî bir mecburiyettir/zorunluluktur.
***
İslâm âlimlerinin çoğunluğu Ehl-i Sünnettir
İslâm âleminin büyük çoğunluğu itikadda Eş’âri veya Mâtûridî diye şöhret bulan Ehl-i Sünnet mezhebi üzeredirler. Abdulkâdir el-Bağdâdi’ye göre, Ehli Sünnet sekiz zümreden meydana gelmektedir:
1- Ehl-i bid’atın hatalarına düşmeyen kelâm âlimleri,
2- Sevri, Evzâî, Dâvûd ez-Zahiri dahil büyük müctehid fakihler ve mensupları,
3- Muhaddisler (Hadis âlimleri),
4- Ehl-i bid’ate meyletmeyen sarf, nahv, lugat ve edebiyat âlimleri,
5- Ehl-i Sünnet görüşüne sadık kalan kıraat imamları ve müfessirler,
6- Müteşerrî’ Sûfiyye, yani şeriate bağlı tasavvuf ehli,
7- Ehl-i Sünnet yolundan ayrılmayan Müslüman mücahidler,
8- Ehl-i Sünnet akîdesinin yayıldığı memleket ahalisi. [el-Bağdâdî, el-Fark Beynel-Fırak, s.313-318]
İslâm dünyasının büyük bir çoğunluğunu oluşturan Sünnîlik sadece bir isim, sıfat veya mezhep değil, bütünüyle bir hayat tarzıdır ki, tamamen Kitap ve Sünnet’e uygun olarak İslâm’ın hayata tatbikidir. İtikadda orta yol, Ehl-i Sünnet’in yoludur. Ümmet-i Muhammed’in (s.a.v.) ana özelliği, itidâldir.
Cenab-ı Hak, bunu şu şekilde belirtiyor: "İşte böylece biz, sizi orta (dengeli) bir ümmet yaptık." [Bakara suresi, 2/143] Câbir b. Abdullah’tan (r.a.) gelen sahih bir rivâyete göre, Rasûlullah (s.a.v.), toprağa düz bir çizgi çizdi ve bu çizginin üstüne elini koyup, şöyle buyurdu: "İşte bu, Allah’ın yoludur."
Daha sonra o çizginin sağına ve soluna da çizgiler çizdi. "Bunlar da değişik tefrika yollarıdır. Herbirinin basında ona çağıran bir şeytan vardır" dedi. Bilahare şu âyeti okudu: "Bu benim dosdoğru yolumdur. Öyleyse ona uyun. Sizi o’nun yolundan ayıracak başka yollara uymayın" [En’âm suresi, 6/153; İbn Mâce, Sünen, Mukaddime, 2; Dârimî, Sünen, Mukaddime, 23; Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/435]
Rasûlullah (s.a.v.) burada dinde sağa-sola sapmalara işaret etmiş, doğru yolun ortadaki Ehl-i Sünnet yolu olduğunu belirtmiştir. İmam Tahâvî (rh.), Ehl-i Sünnet yolunu şöyle özetlemektedir:
“Bu din, ifratla tefritin ortası, teşbihle ta’tilin ortası, cebr ile kaderciliğin ortası, ümitsizlikle aşırı güvenin ortası, korku ile ümidin ortası bir yoldur. İşte dinimiz, zâhiren ve bâtınen budur. Tefrikaya yol açacak görüşlerden, merdûd mezheplerden, Müşebbihe, Mû’tezile, Cehmiyye, Cebriyye, Kaderiyye v.s. gibi Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat’e muhalefet eden, dalâlete sapan mezheplerin görüşleri Ehl-i Sünnet âlimlerince incelenmiş ve delillere dayanan ikna edici cevaplar verilmiştir." [Şerhû akîdeti’t-Tahâviyye, 586-588]
***
EHL-İ SÜNNET MEZHEBİNİN ALAMETLERİ:
Enes bin Malik hz.lerine Ehl-i Sünnet vel Cemaatin alametleri sorulduğu zaman cevaben şöyle buyurmuşlardır:
1.İki şeyhı Hz.Ebu Beki ra ve Hz.Ömerül Faruk ra.Efendilerimizi sevmek ve faziletli saymak.
2.Peygamber sav.nın iki şerefli damadını Hz. Osman zinnureyni ve Hz.Aliyyül Murtaza kv.Efendilerimizi sevmek ve faziletli saymak.
3.İki Kıblemizi Kabe ve Kudüs-ü Şerifi tazim etmek.
4.Mesler üzerine meshi caiz görmek.
5.İki cenazenin namazını ( adil fasık) kılmak.
6.İki İmamın arkasında(adil-fasık) cemaatle namaz kılmak.
7.Adilin cenetlik,fasıkın cehennemlik olduğuna şahitlik etmek..
8.Peygamber sav ve meleklerin masum-günahsız olduğuna inanmak..
9.İki fırkanın (kafirlerin cehennemde-Müminlerin cennette )olduğuna inanmak.
10.Kalp ve dil ile iman edip ikrar etmek..
11.Allehü Teala havadise mahal olmaktan ve sıfatları mütegayyir olmaktan konusuna inanmak ..
12.İki hayata (Kabir berzah ve Kıyamet sonrası hayat) iman etmek..
13.İki kimsenin ahirette şefaat edeceğine(Peygamber sav ve Salih kulların-Evliyanın) isbat etmek,inanmak..
Bu konuda bilgi almak için yine Ravzatül Ahbab ve Ömer Rıza Doğrulun Kanlı Gömlek kitabına bakılabilir.
Allah Dostlarından birisi,Ezeli takdir ve irade icabı bu zamanda Ehl-i Sünneti sevip tabii olmak bu yolun sahibine mahsus bir tasaruftur.Bizim mesleğimiz,Ehl-i Sünnet yolu ve onu ihyadır.Allahü Teala tarafından tevzif ve tasdikimiz var.Biz Hakkın ve Hakikatin hadimleriyiz buyurmuşlardır.
Yine bu Allah Dostu Mürşid-i Kamil ve Ekmel Müceddid ksa.:Ey İslam ma’şeri (cemaati)!!Biz hayatta olduğumuz müddetçe,Resulullahın sav.Ashabı üzerine iftira ve yalan isnat edilebileceğini mi zannediyorsunuz?Böyle bir zanna kapılmayınız.Çünkü biz(Ehl-i Sünnet Cemaati)hayattayız.Buyurmuşlardır.
Allah cc. şefaatlerine layık olmayı biz de nasip eylesin..
Muhterem Kardeşlerim görüldüğü üzere EDhl-i Sünnet akidesinden Hariciler ayrıldı!Şiiler ayrıldı!Mu’tezileciler ayrıldı!Mücessime ayrıldı!Kaderiye ayrıldı!Cebriye ayrıldı!Selefiler ayrıldı!Vehhabiler ayrıldı!Mezhepsizler ayrıldı!Modernistler ayrıldı!Hadis inkarcıları hep ayrıldı!Mealistler de bu kervandan gemiden ayrıldılar...
Ehli Sünnet vel Cemaat ise, hala Resulullah ve Sahabelerinin yürüdüğü bu ana yolda devam ediyor... (Allah’ın selamı öncülerin üstüne olsun!)
Ne olur ölmeden önce gelin tövbe edin ve İslam’a dönün; Ve sakın unutmayın! Yeni İslam değil, yeniden İslama sarılalım Kardeşlerim...
KAYNAKLAR:
1.Mektubatı İmam-ı Rabbani 2.cilt 36.mektup
2.Araül milel.
3.Marahül Meali fi şerhil Emali.
4.El milel vennihal..
5.Akaid-i Hayriyye tercümesi..
6.TDV İslam Ansiklopedisi
7.Halis Ece merhum yazıları
28.03.2022//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.