Trafik Kazasıyla Değişmişti Hayatı
Avcıydı ya vahşi hayvanlar dan korkmuyordu. Elinde ki silahı mucize, keşkin nişancı olması nimet, kulaklarının sese hassasiyeti gerçek bir güçtü. Çoğu insanın bir ormanda uyuması, hatta gezmesi sıkıntılı iken o evindeymiş gibi yaşıyordu. Ne çalışmaya, ne birilerini düşünmeye ne de bir aileye ihtiyacı yoktu. O ormandaki her nimet yaşaması için kucağını açıyordu ona cömertçe… Mantarlar, böğürtlenler, türlü meyve ve otlar ona yetiyordu. İnsandı ancak konuşmaya, dans etmeye, şarkı söylemeye, türlü eğlencelere, yalan söylemeye… İhtiyacı yoktu. Şehrin ve kendisini insan sanan yozlaşmış insanların tüm sıkıntısından kurtulmak için kendisini buraya atmıştı.
Ne zamlarla, ne enflasyonla, ne seçim ve politikacılarla, ne medyayla, ne maçlarla, ne savaşlarla… İşi yoktu artık. Sadece kendisi vardı burada. Ailesini bir trafik kazasında kaybetmiş, yokluğun ne olduğunu öğrenmişti çoktan. Gözünü kapattığında sevdiklerini görse de, onların görüntüleri bir filmin kesiti gibiydi. İnsan olduğunu kendisine hatırlatan tek mirastı bu filmler. Onları seyretmekten ve anmaktan hiç bir zaman bıkmıyordu. Adeta gerçekmiş gibi yaşatıyordu dimağında. Yıkandığı nehir, su içtiği pınar, asırlık bir ağacın kovuğu ve otlar arkadaşları idi- evi idi…
Silahını kendini korumak için almıştı. Genç yaşta emekli olmuş bir subaydı. Ama zamanla gördü ki, silaha bile ihtiyacı yoktu. Vahşi hayvanlar da onun gibiydi. Yaşamak için avlanıyor ve neslini sürdürüyorlardı. Onlara zararı olmazsa, saldırmıyor ve ona zarar vermiyorlardı. Artık silahı bir antika gibi yanında taşıdığı tek hazinesi gibiydi. Nerede zarar görmüş bir hayvan varsa onlara yardım ediyor ve en az ölen ailesini yaşatmak kadar mücadele etme direnci veriyor, böylece hayata tutunuyordu.
Yalnızdı…
Bu tek hastalığıydı. Krize girse, koşuyor, bağırıyor, çağırıyor… Anlamsızca hareketler yapıyor … En sonunda bitkin bir şekilde yere yığılıyor ve derin bir uykuya dalıyordu. Ne üstünü örten vardı ne de onu merak eden birisi… Anne, baba, kardeşleri, akrabaları ve dostları yaşıyorlardı belki ancak hiç biri onun yaşayıp yaşamadığından haberleri yoktu. Kazada arabası yanmış ve cesetler tanınmaz haldeydi. Kendisini araba takla atarken dışarıya fırlatmış ve kimsenin görmediği bir çalılıkta bulmuştu kendini… Uyandığında, arabanın yanmış enkazını seyretmiş, ailesinin yok oluşunu uzaktan konuşanlardan dinlemişti… Sonra ormana doğru koşmuş… Koşmuştu. Arabayı eşi kullanıyordu. Kendisi hayattaydı sonuçta… Gecenin deminde, kimsenin göremeyeceği saatlerde evine girmiş, silahını, giysisini yanına almış, bir kaç sebzenin tohum çantası ile ormana dönmüştü.
İnsanların asla gelmeyeceği önünde düzgün ve verimli bir toprak parçası bulunan bir mağara keşfetmişti. Mağara girişine tahtadan bir kapı yapmış, önündeki toprağa da evden aldığı tohumları dikmişti. Kayalardan sızıp fışkıran su, aşağıdaki ırmağın da başlangıcı idi. Ağaç kovuklarından yaptığı su kanalı ile evin önünden ırmağa giden ve suyun akmasını sağladığı bir düzenek yapmıştı. Elbette yaşam devam ediyordu ve ihtiyaçlarını böylece gidermek zorundaydı. Sahipsiz bir kurt yavrusu bulmuştu, onu yanına aldı ve kendine sadık yetiştirdi… Yine dağlarda bulduğu bir kaç keçi yavrusunu annesiyle mağaraya getirmişti. mağara içine bir çit yapmış ve onların orada yaşayabileceği her konforu sağlamıştı. Onlardan süt sağıyor ve kurtla içiyordu. Bahçede ki otlardan hem kendi hemde onlar yediriyordu. Bulabilirse tavşan, keklik avlıyor kurtla paylaşıyordu. Zaman böylece geçip gitmeye başlamıştı. Saçları ve sakalı büyümüş ve ağarmıştı. Yıllar hızla geçse de anıları taze ve ailesini asla unutmuyordu.
Kazanın olduğu yere zaman zaman varıyor, uzaktan o günü hatırlıyor ve ölen yakınlarına hayır dua ediyordu. Yine böyle niyetle geldiği bir gün, kendi kazasına benzer bir kaza olduğunu gördü. Kendisi gibi otların arasına fırlamış ve baygın halde yatan bir kadın görmüştü. Gece karanlıktı ve durumu da çok iyi değildi. Onu orada yalnız bırakırsa hayatından şüphe etti. Onu sırtına alarak mağarasına getirdi. Yaralarını temizledi. Uyumasını sağladı. Bir kaç gün sonra kendine geldiğinde, kadın onu görünce irkilmiş, korkmuş ve çığlık atmıştı. Hani kim olsa aynı şeyi yapardı. İnce bir ses tonuyla kadının rahatlamasını sağlamış ve ona başına gelenleri anlatmıştı. Kadın 30 yaşlarında, orta boyda ve kapalı bir kadındı. Dindar olduğu kesindi. Hemen ayağa kalkıp gitmek istemişse de bedeni buna izin vermemişti. İyileşmesi gerekiyordu. Adam da dindar olduğu için elinden geldiği kadarıyla kadının rahat etmesini sağlıyordu. Kadın evli değildi. Arabada anne ve babasıyla kuzenlerini görmeye gitttiğini söylüyordu. Bir kız kardeşinin de araba da olduğunu söylüyordu. Demek ki, üç kişi yanarak ölmüştü. Öldüklerini söyleyemedi. İyileştiğinde gitmek istiyordu. yaşadığı yeri bilmesin diye gözlerini kapadı ve yola kadar götürdü… Sonra da vedalaştı. Kadın bir adres verdi. Eğer gelmek isterse misafir edeceğini söylüyordu. Ev amcasını eviydi. Adrese baktı… Şaşırmıştı. O adres kendi eviydi. Bunu kadına söyleyemedi. Evinde kim oturuyordu ki… Kardeşleri vardı ancak oturan kişinin adı kendisine yabancı gelmişti. Vedalaştılar…
Merak içindeydi…
Öylesi bir şehre dönüş ve evini görme isteği doğmuştu ki içine… Bir gece gitmeye karar verdi. Saçlarını topladı, sakalını kısalttı. Eli yüzü biraz açılmıştı. Evin ışıkları yanıyordu. Bahçede ki ağaçlar büyümüş, etrafına göğe yükselen taş binalar yapılmıştı. Kapıyı çaldı. Küçük bir kız çocuğu açmıştı kapıyı… Babasını çağıdı heyecanlı bir sesle… Onu gördüğünde şaşkınlıkla bakakaldı. Bu kişi uzaktan akrabası idi… Kendisi ile iş yapmış, bir şirketleri olmuştu. Bu kişi kendisini tanımadı.Demek ki ismini değiştirmişti. İyileştirdiği hanımı sordu. Evdeydi. Çağırınca geldi. Kendisini içeri buyur etti. Bıraktığı ev yeniden düzenlenmişti…
Kendi ismini değiştirerek tanıttı. Tanıştılar … Evin hikayesini sordu…
Araba yandıktan sonra, öldüğünü sandığı ailesinden büyük çocuğunun sağ kurtulduğunu öğrendi. Kendisi şirketin ortağı olmuş ve bu evde oturmak istemediğini söylemiş. Bu yüzden kendilerinin bu evde oturduğunu söylüyorlardı. Oğlu başka bir şehirde yaşıyor ve evlenip çoluk çocuğa karışmıştı… Bunları öğrenince kendisini saklamaktan vaz geçti. Kendini tanıtınca, herkes şaşırmıştı. Demek ki söylemese asla tanımayacaklardı. Oğlunun yanına gitmek isteyince, eski ortağı ertesi günü onu oğluna götürme sözü vermişti.
Yeniden şehir hayatı mı?
Öğleye doğru oğlunun yaşadığı şehire varmışlardı. Eve geldiklerinde çarşıya çıkmak üzere arabaya yönelmişlerdi çoktan. Oğlu ortağını görünce, “Hayırdır” demişti şaşkınlıkla… Çarşıya gitmekten vazgeçip eve buyur ettiler. Çay kahve derken, yanında ki yabancının kim olduğunu sordu. Babasını tanımamıştı… Ben dedi senin babanım. İkisi de ağladı ve sarıldılar birbirlerine. Başından geçenleri anlattı, ağlayarak. Torunlarına sarıldı. Ormana hep birlikte geldiler. Kurtu yanlarına aldılar. Keçileri doğal ortama bıraktılar. Fırsat buldukça buraya gelip piknik yaptılar. Oğlu ve torunları burayı çok sevdiler.
Saffet Kuramaz