- 410 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
SEVGİLİ GÜNLÜĞÜM
Herkes günlüğüne “sevgili günlüğüm” diye başlar. Benim için ne sevgili, ne de sevimli? Yani sevilecek bir tarafı yok. Seven sever ona da bir şey diyeceğim yok. Diyeceksiniz ki, niye sevmiyorsun? İçten konuşursan, içten pazarlıklı olursun, kendi kendini çekiştirirsin. Dıştan konuşsan, el âlemi çekiştirip duracaksın. Ne lüzumu var? Günah kardeşim günah. Kimin ipliğini pazara çıkaracaksın? Sonra çıkan o iplik alıcı bulacak mı? Ya seni ayıplarlarsa? Bir de ya yerin dibine geçirirlerse? Bütün bunları göze alarak “sevgili” lafını sarf etmek lazım.
“Sevgili günlüğüm”den sarf-ı nazar, en iyisi ben kendi içimdeki kurtları dökmek için kullanayım bu mecrayı. Şimdi diyeceksin ki, ne kurdu var içinde? Ne soruyorsun ey birader? Kurtsuz insan mı var şu yeryüzünde? İster kıl kurdu olsun, ister kurdeşen, isterse gittikçe ejderhaya dönüşecek olan ve içimdeki kurt mesabesindeki sıkıntıların olsun ne fark eder? Sanki çaresini mi bulacaksın? Teselli mi vereceksin? Yoksa o içimdeki yedi başlı ejdeha ile yalınkılıç cenge mi çıkacaksın? Yok yok. Ben içimde asla böyle bir savaşa izin vermem.
Herkes kendine baksın. Ben de kendime bakayım. Bu öyle aynanın karşısına geçip bakma değil. Elbette ona da bak. Bakımlı ol. Saçlarını tara. Üstünü başını düzelt. Öyle sallımsaçak, sampullu, sümpüllü bir pespayelikle de gezme. Ben asıl iç dünyamızı kastediyorum. Hani elbiseleri bazen iyi temizlensin diye içini dışına çeviriyoruz ya. Tam da işte öyle. Vücudumuz da bir elbise. İçimizi dışımıza bir çeviriverelim bakalım. Neler dökülecek neler. Halı altı yaptığımız süprüntüler gibi, ne pisliklerimiz dökülecek ortaya. Utanmayalım. Ara sıra hatta sık sık böyle temizlik iyidir. Yani aynayı içimize tutalım. Bırakın biraz da kendi kendimizden utanalım. İfşa etmemize gerek yok. Kendimize itiraf etsek yeter. Başkalarına değil, kendimize doğrucu davut olalım.
Gerçekler acıdır. Bazen acı biber yiyoruz, acıdan da zevk çıkarıyoruz. Aynen onun gibi. Çuvaldızını kendimize batıralım, iğneyi yine de başkalarına batırmayalım. Başkalarına karşı biraz şefkatli olalım.
İnsan bir olay karşısında, haksız dahi olsa kendi nefsini, avukat gibi müdafaa eder. Bu insanın tabiatında var. Zaman enaniyet zamanı. Enelerin hindi gibi kabardığı, tevazuun, diğergamlığın, kardeşliğin, şefkat ve merhametin unutulmaya yüz tuttuğu dehşetli bir zaman. Başkalarını düşünmeden, onları sevmeden, paylaşmadan yaşamak neredeyse imkânsız. Bu imkânsızı bildiğimiz halde, bencilliğimizi baş tacı ediyoruz.
Kalp sadece bir et parçası değil. Günde sekiz ton kan pompalar pompalamasına ama, evire çevire dünyayı da damarların içerisinden geçirir, kainat içinde misket gibi kalır.
Allah “Ben hiçbir yere sığmadım, yalnızca kulumun kalbine sığdım” diyor. Bu ne müdhiş bir şey Allah’ım!
Rabbiyle olana her şey dost olur, düşmanlığı bırakır, her şey sevimli gelir. Gözlerine bir güzellik, gönlüne bir ferahlık gelir. Her şeyi güzel görür. Ruh o gözlerle dünyayı seyrettikçe letafet ve nuraniyet kazanır, kemal bulur, gerçek insan olur.
İnsan bencilleştikçe hayvaniyet gayyasına düşer. Hani dünya için var gücümüzle çalışıyoruz ya. Başarıdan başarıya koşalım, dünya makamlarını alıp coşalım istiyoruz ya. Elde ettikçe de bir türlü gözümüz, gönlümüz doymuyor. Tatmin de olamıyoruz. Yani açız aç!
Her şey dünya değil arkadaş. Dahası, her şey dünyada değil. Burası bir vitrin. Asıl mallar geride. Burası tadımlık, doyumluklar ahirette. Vitrinin parlaklığı bizi sarhoş ediyor. Her şeyi dünya sanıyoruz.
Dünya bizi elinde tutmuyor ki. Gelen gidiyor, giden gelmiyor. Anlayacağınız iki kapılı bir han. “Haydi durma! Yolcu yolunda gerek” diye handa üç günden fazla misafir etmiyor.
Maden dünya böyle vefasız. Madem yolcuyuz. Dünya bizi atmadan, varacağımız yere uygun azık hazırlamaya bakmalıyız.
İşte gözlerinle görüyorsun! Dünya, ağlamaya değecek bir meta değil be arkadaş.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.