- 309 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
Kapı
Gökyüzünü andırıyordu kafasının içi.
Bozkır yamaçlarının kırağı yumağı. Ilıman göçlerin çiğ ırmağı. Koyu karanlıkları parçalayan meteor parçacıkları. Kül rengi bulutlarla işlenen isli ağıtlar. Gelincik tarlasından yansıyan buruk tebessümler.
Vahşi köpekleri sollayıp uykuda bile peşini bırakmayan sisli düşünceler. Kırk ikindilerde içini delen hasret yıldırımları. Sağdan soldan çarpan güneş kırıntıları. Krater soslu ay taşları…
Demiştik ya, gökyüzünü andırıyordu kafasının içi.
Zamanın kimi dilimleri, üzerine gül reçeli sürülmüş ekmek dilimine benzerdi. Ama gün olur, izbe uçurumlar bileşkesi bir mağaraya üşüşen yılanlar, yüreğini dişlerdi.
Davul kendi boynunda, tokmak başkasının elinde de ona kalan konu mankenliği miydi? Ya bastıramadığı duyguların volkanik ateşi, karanlık düşlere kazınan, lotus şafağını yutan lodos çığlığı?!..
Hasretin ve çaresizliğin çifte fırınında kavrulurken bir köşeye büzülür, bu kâbusun geçmesini beklerdi.
Hayatına çöreklenen denklemi çözmek, vehim akrebini ezmek ve karşısına dikilen buz dağlarını tuz buz etmek için çözüm yolları da aramıyor değildi.
Bu esnada fil dişinden, çam yarmasından, meşe sarmasından, sırça köşkten, envai çeşit kapılar keserdi yolunu.
Bir bilebilse hangi kapıya varacağını, bir çalabilse çalması gerekeni, belki diş geçirebilecekti yeise, kaosa, muhale.
Eski bir duvara ya da yaşlı çınar ağacına yaslanıp hangi kapıyı çalacağının, hangi perdeyi aralayacağının hesabını yapardı. Ama zile uzanan elinin donup kalmasından ve kapının açılmama ihtimalinden ürkerdi.
Zil sesleriyle bölünüyordu uykuları kaç gece. Rüyalarında kaç kez kapı diplerinde beklerken buluyordu kendisini. Yüreğinden yükselen zilin sesinden bile kaçtığı oluyordu.
Aç köpekler, kızıl tufan, alt üst olmuş trafik, insafsız alacaklılar, zamansız güneş tutulması ya da zâlim zehmeri soğukları değil; düşleri, düşünceleri ve korkularıydı kaçamadığı tek şey.
Aralanmasını dört gözle beklediği o kapı; tok muhtevalı bir mektup, dergi veya gazetede yayınlanacak üç beş yazı, yaslanılacak güçlü bir omuz, sıcacık telefon görüşmesi, içten bir selam ya da derdinin dermanı birkaç kelam olamaz mıydı?
Kısacası bilinmek, hatırlanmak, muhatap alınmak değil miydi kimliğinin noksan kalan tarafı?
Nihayetinde tek bir kapının bendesiydi o: umut, sabır ve şükür kapısının. Bir bulabilse, çakıl taşı olmaya razıydı eşiğinde. Hediye paketleri gibi ne sevinçler, heyecanlar, ödüller, güzellikler, teselliler saklıydı kim bilir bu kapının ardında!..
Fakat hayatın gerçekleri de dişleri gibi keskindi. Umulan ile ele geçen aynı olmuyordu çoğu zaman. Kolay mı ateşin üzerinde çakallarla dans etmek?!..
Tehlike fazla, mesafe derin, yangın güçlüydü. Çirkinlikler sırtlan olup pusuya yattığında, bıkkınlık seli sabır küplerini kaldırıp attığında, kara gökler kapkara kurşunlar sıktığında hâli nice olurdu?..
Amansız gecelerin ve vahşi kışların bir gün biteceğini bilse; dişini sıkar, dua yeleğini giyer, ibadet kalesine kapanır, meşakkat yolunda irade bastonuyla yürümez miydi?..
Aşk, vuslat, huzur ve mutluluk güneşinin göz kırptığı has bahçeden derlediği elmas goncalarla Ergenekon’dan bile paslı dağları eritip birazcık nefeslenebilse...
Dut ağacının dibindeki köşkte okumayı hayal ettiği kitabının kapağını kaldırıp esrarengiz okyanusların hür enginliklerinde tefekkür sancağını dalgalandırabilse...
Surları aşmanın, dalgalarla barışmanın, körfeze karışmanın, martılarla yarışmanın, yıldızlara koşmanın, kendini geçmenin, çilede pişmenin, Yunus olup taşmanın, nihayetinde O’na ulaşmanın formülünü bulabilse...
Sabahın, baharın ve vuslatın eşiği, o kadar da uzak değildi. Ahh, aşk sosuyla boyanmış o kapıyı bir çalabilse, bir aralayabilse…
*****
(21/03/2022 tarihinde, Telmihçe e-dergi’de yayınlanmıştır; yıl:1, sayı:1, sayfa:24-27)
*****
www.telmih.com/telmihce-e-dergi/
*****
(İlk yazılış tarihi: 01/11/1997, 11:42; Ardahan)
(Yazının başlığı: 03/05/2001, 02:27; Cumhuriyet Mah, H-10, Suluova)
(Son tashih zamanı: 26/12/2021; 21:39; Kocasinan, Kayseri)
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.