- 992 Okunma
- 9 Yorum
- 2 Beğeni
TARİH ŞUURU PENCERESİNDEN ÇANAKKALE ZAFERİ
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
M. NİHAT MALKOÇ
Çanakkale Zaferi’nin dünya savaş tarihinde eşi emsali yoktur.
Şanlı ecdadımız tarih yazan değil tarih yapan necip bir millettir. Öyle ki milletimiz büyük bir vatan aşkıyla zaferden zafere koşmaktan zaman bulup da birçok şeyi yazamamıştır. Malazgirt’ten Çanakkale’ye kadar birçok zaferin altında kahraman milletimizin imzası vardır. Bu imza mürekkepli kalemle değil tertemiz ve asil şehadet kanlarıyla atılmıştır.
Milletimiz bundan 107 sene evvel I. Dünya Savaşı’nın en kanlı cephesi olan Çanakkale’de, sadece Türk tarihinin değil dünya tarihinin de seyrini değiştiren çok büyük bir zafer kazanmıştır. Çanakkale Cephesi’nde bütün imkânsızlıklara rağmen kahraman ordumuzun verdiği bu destansı mücadele aslında silâh gücünün değil iman gücünün önemli olduğunu göstermiş, bu yönüyle mazlum milletlere de örnek olmuştur. Zira Çanakkale Zaferi sadece ulusal bir direniş değil ümmetin kalbinin bir ve beraber atmasının kutlu neticesidir.
Dünya savaş tarihinde eşi emsali görülmeyen Çanakkale Zaferi’nin büyüklüğünü, ehemmiyetini ve dehşetini hakkıyla ve lâyıkıyla anlamak için Mehmet Akif’in, bir söz abidesi olan "Çanakkale Şehitlerine" şiirinin, savaşın tasvir edildiği şu dehşetli mısralarına bakmak lâzımdır: "Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı;/Beriden zelzeleler kaldırıyor a’mâkı;/Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin;/Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin/Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam ;/Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam/Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer;/O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkâz-ı beşer.../Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak,/Boşanır sırtlara, vâdîlere, sağnak sağnak."
Çanakkale Savaşı, deniz ve kara savaşıyla bir bütündür.
Biz Çanakkale Zaferi’nin tarihini yaygın olarak 18 Mart olarak biliriz. Oysa Çanakkale Savaşı deniz ve kara muharebeleri olmak üzere iki merhaleden meydana gelir. Bunlardan ilki itilaf devletlerinin güçlü bir donanmayla Çanakkale’yi denizden geçme teşebbüsüdür. Deniz Muharebeleri; Akdeniz’deki İngiliz ve Fransız savaş gemilerinin 3 Kasım 1914 günü Çanakkale Boğazı’ndaki tabyalarımızı bombalamasıyla başlamış ve dört buçuk ay sürmüştür.
İtilâf kuvvetleri 18 Mart sabahında on sekiz büyük savaş zırhlısı ve yüzden fazla gemiyle taarruza geçmiştir. Fakat düşmanın bu deniz harekâtına Anadolu ve Rumeli yakasındaki tabyalarımız büyük bir direnişle karşılık vermiştir. Çanakkale Müstahkem Mevkî Komutanı Cevat Paşa ve Kurmay Başkanı Selahaddin Âdil Bey’in komutasındaki subay ve askerlerimiz dillere destan bir direnişin öncüleri olmuşlardır. Öte yandan Tophaneli Hakkı Yüzbaşı’nın Nusret Mayın Gemisi’yle Karanlık Liman’a döşediği sır dolu “26 Mayın” savaşın kaderini belirlemiştir. Havranlı Koca Seyid’in akıl almaz biçimde 276 kiloluk top mermisini sırtında taşıyıp namluya sürdükten sonra Ocean Zırhlısı’nı vurması savaşın finalini beraberinde getirmiştir. Bunlar o meşum savaşın seyrini bir anda lehimize çevirmiştir.
Çoğu insanın göz ardı ettiği Çanakkale Savaşı’nın ikinci kısmı ise; 18 Mart Deniz Zaferi’nden 37 gün sonra, 25 Nisan 1915 tarihinde itilâf devletlerinin Gelibolu Yarımadası’na 75 bin askerle çıkartma yapmasıyla başlamıştır. Bu kara muharebeleri donanmayla ve hava güçleriyle de desteklenmiştir. Kara Muharebeleri sırasında; Harbiye Nâzırı ve Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın başkanlığındaki 5. Ordu’ya bağlı komutan ve Mehmetçiklerimiz; Seddülbahir’de, Arıburnu’nda, Anafartalar’da çok büyük kahramanlıklar göstermişlerdir. 25 Nisan 1915’te Arıburnu’na çıkan düşman kuvvetlerini, Mustafa Kemal’in komuta ettiği 19. Tümen, Conkbayırı’nda durdurmuştur. Mustafa Kemal, bu başarı üzerine albaylığa yükselmiştir. İngilizler 6-7 Ağustos 1915’te Arıburnu’nda tekrar taarruza geçmiştir. Anafartalar Grubu Komutanı Mustafa Kemal 9-10 Ağustos’ta Anafartalar Zaferi’ni kazanmış, bu zaferi 17 Ağustos’ta Kireçtepe, 21 Ağustos’ta II. Anafartalar zaferleri takip etmiştir. 8,5 ay süren kara muharebelerinde İngiliz ve Fransızlar Çanakkale’yi bir türlü geçememişlerdir. Kara Muharebeleri de itilâf devletlerinin çok ağır yenilgisiyle neticelenmiştir. Düşman kuvvetleri 8-9 Ocak 1916 tarihinde Çanakkale’den geceleyin gemilere binerek gizlice çekilmek mecburiyetinde kalmışlardır. Çanakkale Boğazı’nda yapılan Deniz Muharebeleri ve Gelibolu Yarımadası’nda gerçekleşen Kara Muharebeleri toplamda 14 ay 6 gün devam etmiştir. Bu savaşlarda yarısı bizden olmak üzere, toplamda 500 binin üzerinde asker hayatını kaybetmiştir. Böylece "Çanakkale geçilmez." gerçeği bütün dünyaya ilân edilmiştir.
Çanakkale Zaferi bir ümmet şuuruyla kazanılmıştır.
Çanakkale’de muzaffer olmamız sadece ülkemiz sınırlarıyla ilgili bir durum değildir. Bu büyük zafer, mazlum ümmetin kurtuluşu için verilen bir ölüm kalım mücadelesidir. Çanakkale’ye koşan kadın erkek, genç-yaşlı, herkes ama herkes İslâm (hilâfet) bayrağının düşman çizmeleri altında çiğnenmemesi için varını yoğunu ortaya koymuştur. Böylece yüzyıllar sonra Bedir ruhu Çanakkale’de tekrar ihya olmuştur. Bütün insanlığın ve İslâm ümmetinin son adası olan ve hilâfetin bayraktarlığını yapan Osmanlı’nın yeniden can bulması Müslüman devletlerin kaybolan umutlarının yeniden yeşermesine vesile olmuştur.
Bugün başta ABD olmak üzere, dünyaya hakim olan büyük devletlere baktığımızda bizim gibi köklü, insanî ve büyük zaferlerle dolu tarihlerinin olmadığı görülür. Bu devletleri ayakta ve bir arada tutan tarihleri ve ortak değerleri değil hayatlarını daha yaşanılır kılan ekonomik refah düzeyleridir. O ortadan kalktığında çözülme de kendiliğinden başlayacaktır.
Selçuklu’dan Osmanlı’ya, Osmanlı’dan bugünkü Türkiye’ye kadar gelen süreçte millî ve manevî değerlerimiz bizi bir arada tutan ortak dinamiklerdir. Bu değerlerimizin bizi birleştirici ve ayakta tutucu özelliklerinden yeterince yararlandığımız söylenemez.
Günümüzde gençlerimizin tarih şuurunun eksikliğinden veya hiç olmayışından hep şikâyet eder dururuz. Aslında bu konuda tek suçlu gençler değildir. Asıl suçlu, onlara bu idrâki kazandır(a)mayan bizleriz. Bunu gençlerimize sağlayamayan yanlış eğitim sistemidir. Maalesef geleceğimizin teminatı olan çocuklarımıza ümmet, diriliş ve direniş şuuru kazandıramadık. Gönül bahçelerine diriliş tohumları ekemedik, ektiklerimiz de çürüdü.
Bu ülkenin birlik ve beraberliği ve ilelebet payidar olması için en çok ihtiyacımız olan şey Çanakkale şuurudur. Bizler Çanakkale şuuruyla aynı paydada toplanabilirsek ancak iri ve diri oluruz. Bu topraklar Çanakkale ruhuyla kazanıldı, işte bundan sonra da aynı ruhla muhafaza ve müdafaa edilebilir. Bunun aksini söylemek kuru hamasetten öte bir şey değildir.
Bosna-Hersek’ten Lübnan’a, Filistin’den Suriye’ye, Irak’tan Mısır’a , Hindistan’dan Pakistan’a kadar bütün Müslümanlar, o zamanki hilâfetin merkezi olan İstanbul düşmesin, Haçlıların eline geçmesin diye Çanakkale’ye hangi ruhla koşmuşsa bugün de ümmet arasında o ruhu tekrar ihya ve ihdas etmeliyiz. Bunun ilk adımı da gençlerden başlar.
Çanakkale dostlar için cennet, düşmanlar için dehşetli bir cehennemdir.
Çanakkale sınırsız bir vatan sevgisinin, tevekkül ve teslimiyetin şiarıdır. Sönmeye yüz tutmuş Anadolu ateşini harlandıran bir kıvılcımdır. İmanın ve adanmışlığın tepe noktasıdır. Kibre, vahşete, küstahlığa ve şımarıklığa indirilen okkalı bir şamardır.
Çanakkale "Hasta Adam" olarak nitelendirilen bir büyük çınarın köküyle, gövdesiyle, dalıyla ve yaprağıyla tekrar gürlemesidir. Mazlumların büyük bir sabırla ve metanetle hareket ederek zalimlere galip gelmesidir. Sönen umutların inkişaf etmesidir. Çanakkale açlığa, susuzluğa ve ayağındaki çarığa aldırmadan ölümüne direniştir. Kuştüyü yastıkları elinin tersiyle itip taşı yastık edebilmektir. Büyük bir adanmışlık ruhuyla kınalı kuzuların vatana kurban edildiği bir bayram yeridir. Yırtıcıların az yaşadığı, doğanlığın uzun sürmediği, "Kahramanlık; saldırıp bir daha dönmemektir." diyen şairin sözünü doğrulayan bir diyardır. Bomba sesleriyle kemik seslerinin birbirine karışarak kulaklarda yankılandığı, dostlar için cennet, düşmanlar için ise ateşin bir cehennemdir.
Çanakkale, savaş ortamında bile insanlığı ve insanî değerleri asla unutmamaktır. Türk askerinin insanî hususlarda savaş meydanında bile düşmanına merhamet gösterdiğinin canlı tanığıdır. İslâmiyet’in hattı zatında insaniyet olduğunun tavır ve davranışlarla ispatlanmasıdır. Zira bu topraklar fazilet çiçeklerinin açtığı rengarenk bir bahçedir, hep de öyle kalacaktır.
Çanakkale, mermilerin havada birbiriyle çarpıştığı bir dünya mahşeridir. 276 kiloluk top mermisini "Ya Allah!" diyerek kaldıran Havranlı Koca Seyitlerin insanüstü çabasının tanığıdır. Henüz bıyığı terlememiş On Beşlilerin, Kınalı Aliler’in ölümü hiçe saydığı, bunun neticesi olarak da i’lâ-yı kelîmetullah aşkıyla “Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki fedâ” diyerek varını yoğunu ortaya koyduğu ve neticede son nefeslerini verdiği kutlu mekândır.
Çanakkale, bir milleti azgın dalgalar içinde boğulmaktan, balçığa saplanmaktan kurtaran, 18 Mart Deniz Savaşı’nda müttefik donanmasını bozguna uğratıp düşmanları şaşkına çeviren, 26 mayınla bir milletin yazgısını değiştiren ve zaferin simgesi olan Nusrat Mayın Gemisi’dir. Milletin yiğitlerinin Haçlılara karşı iman harcıyla ördüğü muhkem bir etten duvardır. Gül kokulu, yaşanılabilir bir dünya için güllerin dikenlere isyanıdır.
Çanakkale; tarihin beşiği, aydınlığın eşiğidir. Bin yıldan beri büyük bir arzuyla ve iştiyakla İslâm’ın sancaktarlığını yapan bu necip Türk milletinin cenk meydanıdır.
Çanakkale aziz ve muhterem Mehmetçiğin kanıyla yazıp, canıyla mühürlediği ölümsüz bir destandır. Çanakkale birlik ve beraberliğin o doyumsuz cennet meyvesidir. Çanakkale yarım kalan sevgilerin cennette tamamlanacağı emsalsiz bir coğrafyadır.
Çanakkale demek Mehmet Akif ve İstiklâl Marşı demektir. Çünkü bu marş o kara(nlık) günlerde yazılmıştır. Akif "Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın." derken, adeta bir dua mahiyetinde o günlerin tekrar yaşanmamsını temenni etmektedir.
Çanakkale’yi anmaktan daha önemlisi o asil ruhu anlayabilmektir.
Yüzyılı aşkın bir zamandan beri her yıl 18 Mart tarihinde Çanakkale Zaferi’ni milletçe kutlar, bize bugün üzerinde yaşadığımız bu toprakları vatan kılan şehitlerimizi rahmetle anarız. Fakat onların ölüme (şehadete) gülümseyerek atılmalarını anlamakta güçlük çekeriz. Oysa o yüce ruhu anlamak Çanakkale Zaferini ve onun eşsiz mimarlarını anmaktan daha ehemmiyetlidir. Zira o çelik iradeyi anladığımız vakit gelecekten emin olabiliriz.
Bugünkü nesillerin hâl ve hareketlerine bakıldığında onların bundan bir asır evvelki Çanakkale şehitlerinin ruhundan fersah fersah uzak yaşadıkları görülür. Çanakkale şehitlerinin, uğruna canlarını feda ettikleri ve kanla suladıkları bu topraklar bugünkü gençlerin çoğu için bir arsa anlamı taşımaktan farksızdır. Oysa özelde söylemek gerekirse Çanakkale, genelde söylersek Türkiye toprakları rant sağlayan birer arsa olmanın çok ötesinde millî ve manevî anlamlar ifade etmektedir. Bu topraklara bir emlâkçı gözüyle değil bu vatanın ve bu ümmetin bir parçası olan şuurlu fertler gözüyle bakmalıyız. Zira bizi birbirimize bağlayan millet ve ümmet bağı koparsa istikbâlimiz ve istiklâlimiz maazallah tehlikeye girer.
Okulların (dolayısıyla öğretmenlerin) ve ebeveynlerin çocuklara vereceği en kıymetli ders (bilgi) her şart altında vazgeçilmez olan vatan, millet ve bayrak sevgisidir. Her biri birbirinden önemli ve kıymetli olsa da matematik, fizik, kimya, edebiyat, tarih, coğrafya bugün öğrenilir; yarın unutulur. Unutulunca tekrar öğrenilebilir. Fakat vatan, millet ve bayrak sevgisi içselleştirilemezse öğrenilen hiçbir şey o kişiyi vatansızlıktan ve bayraksızlıktan kurtaramaz. Bir de bakarsınız ki ,sözüm ona o yaygın deyimle dünya vatandaşı olmuşsunuz. O zaman gelin iş işten geçmeden çocuklarımıza sahip çıkalım. Onları küresel çukurlara düşmekten kurtaralım. Onlara din, iman, vatan, millet ve ümmet sevgisi aşılayalım.
Çocuklarımıza dört duvar arasında kuru tarihî malumatlar vermekle onlara tarih şuuru kazandıramayız. Nasıl ki Japonlar ilkokul çağındaki çocuklarını ABD’nin atom bombalarıyla yerle bir ettiği Hiroşima’ya ve Nagazaki’ye götürüyor ve orada yaşananları ayrıntılarıyla onlara anlatıyorlarsa biz de çocuklarımızı Çanakkale’ye götürelim. Yaşanan acıları onlara anlatalım. Böylece çocuklarımızı gaflet uykusundan uyandıralım. Ötesi lâf-u güzaftır.
Somuncu Baba Dergisi / Mart2022
YORUMLAR
Merhaba kıymetli hocam
Seçkin bir kalemin nura boğduğunu görüyorum sayfayı
O devrin her kavram ve şahsiyetini altın suyuna banıp çıkartmış, dengeli biçimde tartmışsınız
Farklı komutanların yeri emeği, Osmanlı çağının henüz son bulmamış olmasının ürünü olarak o devrin değerleri hakkıyla vurgulanmakta
Mesela "Kara Muharebeleri sırasında; Harbiye Nâzırı ve Başkomutan Vekili Enver Paşa’nın başkanlığındaki 5. Ordu’ya bağlı komutan ve Mehmetçiklerimiz" vurgusu da gayet anlamlı ve yerinde durmakta
Sarıkamış faciasında başkomutan vekili olduğunu anımsarız da, Çanakkale ve Kut'ül Amare dendi mi aynı Enver Paşa hak getire
O zaman Enver Paşa cephede miydi demeye kalkarız
Bozgunlarda cephede miydi?
Payitahtın başında tüm cephelerden mesuldür elbette
Şunu sormak gerekir kanımca
İmparatorluğun Balkan bozgunundan, Cihan harbinin derli toplu cephelerine kavuşmasında Enver Paşanın teşkilatçı kimliği bir kıymeti harbiye teşkil etmez mi?
Elbette Harbi Umumiye apar topar sayılacak biçimde girmemiz neticeleri itibariyle fiyaskodur
Bin dokuz yüz on altı gibi girsek, girebilsek İmparatorluk paldır küldür yerle yeksan olmazdı belki
Bunun gibi Sarıkamış faciası yaşanmazdı kuvvetle muhtemel
Yalnız o konuda çok sallapati değerlendiriliyor
Mondros ile İmparatorluğun düştüğü bozgun hali, Enver Paşa'nın hakkaniyetsiz eleştirilmesi neticesine götürüyor zannımca
Nihai nokta başarısızlık olarak tescil edilmekte çünkü
Baksanıza amcası diye Halil Paşa'nın Kut'ül Amare başarısından dahi doğru düzgün haberimiz yok
Yine Sarıkamış'ta korkunç bir facia yaşadığımız doğru da, tek mermi atmadan ibaresi yanıltıcıdır
Hafız Hakkı Paşa komutasındaki birlikler Allah-ü Ekber dağlarında donarak yok olur
Ne ki, Sarıkamış önlerinde muharebeler yine olacaktır
Doksan bin toplam kayıp Osmanlı ile Rusya'nın toplamı
Altmış ya da yetmiş bin Osmanlı, gerisi Rusya söz gelimi
Yalnız hocam, affınıza binaen
"Çanakkale demek Mehmet Akif ve İstiklâl Marşı demektir. Çünkü bu marş o kara(nlık) günlerde yazılmıştır. Akif "Allah bu millete bir daha İstiklâl Marşı yazdırmasın." derken, adeta bir dua mahiyetinde o günlerin tekrar yaşanmamasını temenni etmektedir." demişsiniz de, bu değerlendirmeyi sanırım "Çanakkale Şehitleri" eseri hak eder
İstiklal Marşı Milli Mücadeleye karşılık gelecektir, nitekim yazınızın başlarında Çanakkale Şehitlerine atıfta bulunuyorsunuz da
Kuşkusuz İstiklal Marşının da kavram yelpazesi Osmanlı-İslam terminolojisini önümüze koymaktadır, anlamı ve anlatımı bozan bir yanılgı değil hani, şekli bir husus ancak olur
Nihayet hocam
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Tebrik ederim gün başarınızı
Selam ve saygılarımla.
Yüreginize Emeginize saglik .Evet Ümmet bilnciyle kazanilmistir Canakkale.Zira Osmanli bir ulus devlet degildi, Ümmet devletiydi Cihan Sumul Hilafet devletiydi..Her nekadar hasta adam mesabesinde olsada, Dünyanin her tarafindan ihlasli Müslümanlarin yardim gayret ve dualariyla Canakkale gecilmez kilinmistir.Ne acidir ki, Osmanliya ihanet eden bazi araplari gündeme getirip ikide bir Ümmet kavramina saldiranlar, Osmanliye ihanet eden Türkleri, balkan halklarini ermenileri o kadar gündeme getirmiyorlar.Vel hasili kelam CANAKKALE OSMANLININ ZAFERIDIR.Sehit kanlariyla yogrulan Canakkalede Ari burnunu`nu Anzak köyünü anzaklara lozanda pes kes cekenlerde Türk degilmiydi?
Yüreginize Emeginize saglik .Evet Ümmet bilnciyle kazanilmistir Canakkale.Zira Osmanli bir ulus devlet degildi, Ümmet devletiydi Cihan Sumul Hilafet devletiydi..Her nekadar hasta adam mesabesinde olsada, Dünyanin her tarafindan ihlasli Müslümanlarin yardim gayret ve dualariyla Canakkale gecilmez kilinmistir.Ne acidir ki, Osmanliya ihanet eden bazi araplari gündeme getirip ikide bir Ümmet kavramina saldiranlar, Osmanliye ihanet eden Türkleri, balkan halklarini ermenileri o kadar gündeme getirmiyorlar.Vel hasili kelam CANAKKALE OSMANLININ ZAFERIDIR.Sehit kanlariyla yogrulan Canakkalede Ari burnunu`nu Anzak köyünü anzaklara lozanda pes kes cekenlerde Türk degilmiydi?
Ümmetçilerde vatan sevgisi ruhu var da
o ve benzeri hastalıklarla muzdarip olmayan
dama çağdaş bilimsel bilinçli insanımızda
o sevgi yok mudur içlerini sızlatmış olmuyor musunuz
kısaca İbrahim Yilmaz Beyin yorumuna katıtıyorum
Yazınız güzel hem de çok güzel şaiane bir anlatım
Biraz fazla ümmetçilik kokuyor olsa da dahası cinler periler
taifesiymiş inancında olan ümmetçilere ne dersiniz.
Ne kızın ne darılın tarih ve sosyoloji terazisiyle
artılarıyla eksilerini tartacak olursak artıları çok fazladır elbet
Öncelikle günün yazısı seçilmeye layık görülen emeğinizi ve akıcı bir üslupla yazılan yazınızın özgünlüğünü kutlarım.
Üstadım, ümmet diyorsunuz bir çok cümlenizde. I.Dünya Savaşı'nda İngilizlerle bizi arkadan vuranlar da ümmete dahil, yüz yıllarca Bizlerin Osmanlı imparatorluğu'nun koruması altında yaşayanlar değil miydi? Aynı ümmetin günümüzde bize ne faydası var? Bu ve benzeri soruların cevabını da irdelemek gerekmez mi?
Emeğe ve sanata saygımla esen kalın.