- 322 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
yazarlık hakkında
YAZARLIK HÂLLERİ
Yazarlık, ilk bakışta, hep tek yönünü bize gösterse de, aslında çok türleri ve çok farklı boyutları olan bir edebî uğraş sahasıdır. Mesela, kitap çevirmeni olarak nitelendirdiğimiz bir dil adamı veya kadını da temelde bir yazardır. Çünkü yabancı dilde bir eseri öz dilimize çevirirken, kendi birikimlerinden de bir şeyler katar, kendi yorumunu, üslubunu tercümesine ilâve eder, bir anlamda sanatını konuşturur; halbuki, teknik çevirmen olarak isimlendirebileceğimiz ofis, iş mektubu çevirmeni, yeminli tercüman dediğimiz iş insanları bir metni olduğu gibi çevirir; ortaya bir sanat, bir tarz koyması, işin icaplarının dışına çıkması gerekmez ve zaten kendisinden de böyle bir eylemde bulunması asla talep edilmez.
Türkçemizde, daha düne kadar sadece ‘yazar’ kelimesi kullanılmaz, müellif-müellife, edip-edibe, muharrir-muharrire, hatta musannif-musannife gibi açıklayıcı kalem unvanlarından da faydalanılırdı. Örneğin, müellif; sadece kitap yazan, telif (toplama) eser veren kimseydi. O sayısız eserden bir öz devşirip kendi eserini vücuda getirirdi. Bu bakımdan, müellif veya müellifenin pek çok çiçekten polen alıp bal denen mucizevî besini meydana getiren bir arıdan hiçbir farkı yoktu.
Muharrir, muharrire ise genellikle gazete veya dergide yazan kalem erbabıydı. Eğer sonradan bu yazıları kendisi veya bir başkası kitaplaştırırsa, onun adı sanıldığı gibi eser, telif v.b. olmaz, MÜNTEHABAT (derleme, seçme yazılar, deneme, fıkra, makale antolojisi gibi) olurdu.
Edip ve edibeye gelince; onlar da kitap yazarıydılar; gel gelelim, onlar araştırmacı gazeteci veya yazarlar gibi, telif yani toplama eser değil; şiir, roman, hikâye, uzun hikâye, tiyatro oyunu, anlayacağınız yalnız ve yalnız edebî türde eserler kaleme alırlardı. Çoğu zaman bu da yeterli olmaz, bu sıfata layık olabilmeleri için kendilerinden edebî bir yetkinliğe sahip olmaları, edebiyat dünyasında bir yere, bir kürsüye oturmuş olmaları, edebî bir ekole mensup olmaları, en azından bu konuda birkaç konferans vermiş ve benzer faaliyetler içinde bulunmuş olmaları beklenirdi.
Bugün lisanımızdan tamamen uzaklaştırdığımız, hatta eski metinlerde bile neredeyse hiç rastlamadığımız ‘musannif’ kelimesi de eserleri sınıflandıran, tasnif eden, söz gelimi bunları kronolojik olarak sıralayan çalışmalar ortaya koyan derlemeci yazarlar için kullanılırdı.
Bizler bugün itibarıyla, dilimizin son derece zengin edebî kelime haznesini âdeta yağmalayıp bir tek garip yazar kelimesiyle yetinir olduk. Oysa bugün bir Fransız bile hâlâ yazar eğer erkekse ecrivain, kadınsa ecrivaine kelimesine başvurur. Ayrıca hem İngilizce, hem de Fransızcada author ve auteur kelimeleri ‘yazar’ ama ‘bir eser meydana getiren yetkin yazar’ anlamında sıkça kullanılır.
Bizse Cumhuriyet devrinde yazarın yanına bir de güya kardeş kelime doğurduk ki, o da eski dilde karşılığı ancak ve ancak kâtip, kâtibe olabilecek olan ‘YAZICI’ kelimesidir. Eh, kâtibin de yazar anlamına asla gelemeyeceğini bilmem burada tekrar etmeye gerek var mı? İngilizcede böyle bir kelimenin karşılığı clerk (büro çalışanı, hesap-kitap işlerine bakan kimse)’tir; yoksa yazar (writer) falan asla olamaz.
BİR NOT: İnternet üzerindeki eski yazılarımın bazılarına ‘Genç Dergi’ sitesinden ulaşabilir, yeni yayınlanmış olan ‘EDEBİYATIMIZIN GÜR PINARI: HÜSEYİN RAHMİ’ adlı eserimin PDF sürümünü yine online okuyabilirsiniz.
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.