- 853 Okunma
- 6 Yorum
- 5 Beğeni
Nietzsche Neden Ağladı?
Okuduğunuz yazı Günün Yazısı olarak seçilmiştir.
Rüzgarlı bir gündü, yağmur yağsa belki damlaları kaderinden metrelerce öteye savrulurdu. Şairlerin romatizmal ağrıları zihinleri esir altına alırken, yorgunluktan bitap düşmüş atlar hiçliği aramakla meşguldü. Böyle bir günün gölgesinde postanenin kapısını aralayıp ağır adımlarla karşı koydu rüzgara ve yorgunluktan bitap düşmüş hiçliklere. Gözlüklerinin ardında tanınmayacak kadar uzaktaydı gözleri ve hissettikleri. Gökyüzünün altında çelimsiz kalan bulutların kemiksi kasvetlerini teker teker sayıp kırbaç sesleriyle araladı kulaklarını. Gözlerini çevirdi, sahibinin kırbaçları altında kıvranan atın bedenine. Tek parça bedeni, liğme liğme doğranmış gibi görüyordu kendince. Son şiirinin mısralarıydı oysa bu karşılaşmakta olduğu… Geçmişini elindeki kitabın arasına sıkıştırıp ata doğru koştu ve atın boynuna sarılırken gördü herkes onu. Yalnızlığıyla onure olan bir adam, bir başkasına sarılırken delirmek üzereydi. Ve o delirene kadar hiç kimse müdahale etmedi, çünkü bu muazzam manzaraya şahit olan herkes zihnine hakim olma mücadelesi vermekteydi.
Nietzsche ağlayınca, etrafındakiler onu gitmesi gerektiği yere uğurladılar. Evine… Ancak o, uzaklaştırıldığı her şeyi yanında götürmekle geçirmişti hayatını. At da, kırbaç darbeleriyle hatırladığı sahibi de, at arabasının kendisi de ondan hiç ayrılmamıştı henüz. Üzerinden saatler geçince bir masaya oturup bir şiir yazdı ve ömrünün geri kalanını yatağa mahkum bir şekilde geçirdi. Bu derin yaşam alıntısı, hayat kavşağından derin yaralar almış Nietzsche’ye ait.
Peki….
Sorulması gerekilen en önemli soru ne olmalı bu derin travmada?
Nietzsche neden ağladı? Hem de atın boynuna sarılarak. Bizim görmediğimiz neyin farkına varmıştı?
Tabii ki bunun da bir cevabı olmalıydı. Uzun yıllar boyunca bu soruyu kendisine soran birçok insanın var olduğuna da eminim. Üst insan kavramına zihinlerde karşılık bulduran ve hiçlikteki ısrarı ile varlıktan olabildiğince uzaklaşmaya çalışan Nietzsche’nin somut varlığını yitirdiği yer, tam da o atın kırbaçlandığı yer olmuştu. Çoğu felsefeci; Nietzsche’nin, orada bir başkasının acısını kendi acısıymış gibi sahiplendiği için filozofik yaşamın sırrına vardığını düşünür. Ancak durum bu açıdan göründüğü kadar basit ve açık değil. Zaten Nietzsche çoğunlukla eserlerinde merhamet kavramından çok uzaklaşır. Ona göre zayıf olan övgüye layık değildir, merhamet öteki bir kavramdır.
Bir defa daha, peki!
Nietzsche neden ağladı?
Genelde, neden yaşandığına anlam veremediğimiz olayları daha iyi idrak edebilmek ve daha iyi açıklayabilmek adına, olayları çeşitli kurgular ile anlamlandırma yoluna gideriz. Nietzsche’nin Torino atı olayının da bu genellemede çok iyi yer edineceği aşikar.
Torino atı olayını anlamlandırmak adına şu ana kadarki en iyi kurgunun Bela Tarr tarafından yapıldığını düşünüyorum.
Yaptığı/kurguladığı/ yönettiği sanat filmlerinin her birinin, başyapıt niteliğinde olan Bela Tarr, asıl çıkış noktasını da bu muazzam hikaye üzerinden yapıyor. Ancak herkesin aksine – ‘Nietzsche neden ağladı?’ sorusu- çok farklı bir yöntemle olaya yaklaştı. Herkes “Nietzsche neden ağladı?” benzeri/türevi sorular üretirken o, “Kırbaçlanan ata ne oldu?” sorusunu sordu ve bu soru üzerinden aslında Nietzsche’nin neden ağladığı cevaplandırmaya çalıştı. Bu, biraz önce açıkladığımız tarihsel soru işaretlerinde kurgulama yönteminin en iyi kullanıldığı -daha doğrusu benim karşılaştığım – yapıtlardan biri. Odaklanmanız gereken yerin, filmin içeriğinden ziyade Bela Tarr’ın sonuç olarak bize ne vermek istediği anlamın olduğunu düşünüyorum. Şimdi sorumuzu Nietzsche neden ağladı değil de Bela Tarr bize ne dedi olarak eviriyorum.
Bela Tarr bize ne dedi?
Bela Tarr aslında bize bir şey demedi/ demek istemedi. Yaptığı tek şey Nietzsche’ nin söylediklerini bize aktarmak oldu. Soruyu ikinci kez eviriyorum. Nietzsche bize ne dedi?
İlk sorumuz ile son sorumuz aslında aynı kapıya çıkan iki paralel yol gibi. Nietzsche ağlıyorsa, Nietzsche bize bir şey anlatıyordur.
Eserlerinde ruh-beden- akıl kavramlarından ısrarla bahseden Nietzsche, aslında bize hiçbir şey demeden yani bu kavramları dillendirmeden, yine bu kavramları ve bu kavramların arasındaki muazzam bağı anlatmaya çalışıyor. Ruh-beden-akıl… Torino atında görmüş olduğu da tam olarak bu olmalıydı. Yoksa sürekli dilden dile dolaşan “filozofik yaşamın sırrına ermek ” gibi basit bir kavrama mı indergemek lazım bu olayı? Elbette hayır. Bu hikayenin mutlaka ağır bir arka planı olmalı ve Bela Tarr bize bu arka planı çok iyi açıklıyor. Ruh kim ? Beden ne? Akı kim? Kurgulama yöntemine ihtiyaç duyduğumuz bir başka yere geldik. Torino Atı filminden birkaç sahneye gitmemiz gerekiyor galiba. Şuan bir film eleştirisi yapmadığım için fazla detaydan bahsetmeyeceğim. Ancak at-at arabası- atın sahibi, Nietzsche’nin eserlerinde sürekli bahsettiği ruh-beden-akıl birlikteliğine çok benziyor. Filmin içeriğinde her şey at ile ilişkilendirildiği ve at Tarr’ın kurgu dünyasını yönlendirdiği için at, ruhu temsil ediyor. Devamında ruhu yönetmeye, yönlendirmeye çalışan at arabacı karakteri karşımıza çıkıyor. Reel dünyada bu görevi akıl yerine getirdiği için, kurgudaki at arabacı akıl ile ilişkilendiriliyor. Ve son olarak da sürekli olarak aklın harekete geçirmek istediği bedenin at arabası olduğunu görüyoruz.
At yemeden içmeden kesilince kurgu dünyası daha çok kararıyor ve verimsizleşiyor. Aklın(at arabacı) tek amacı ruhu(at) beslemek ancak ruh(at) buna müsaade etmiyor. Ruh gittikçe cılızlaşıyor, kemikleri sayılacak seviyeye geliyor. Aklın ( at arabacı) çaresizliği onu yerinden ediyor ve akıl başka arayışlara yöneliyor. Lakin ruh(at) buna yine müsaade etmiyor. Akıl gittikçe ruhtan kopuyor. Ve artık ölüm başlıyor. Yani film Bela Tarr’ ın istediği yere varıyor.
Elbette ki bu ruh-beden-akıl denklemi Bela Tarr’ın şahsi görüşü değildi. O, aslında Nietzsche’nin açıklamak istediğini bu şekilde kurgulama yöntemine başvurdu.
Son olarak bu denklemi yerine getirmeye çalışırsak Nietzsche’nin neden ağladığını daha iyi idrak edebiliriz.
1-Torino Atı olayında herkesin gördüğü :
At arabacı, at arabasını harekete geçirmek için atı kırbaçlıyor.
Şimdi ise denklemdeki kavramları yerleştirip Nietzsche’nin ne gördüğüne bakalım.
2) Nietzsche’nin Gördüğü:
Akıl, bedeni harekete geçirmek için ruhu kırbaçlıyor yani ruha işkence ediyor.
Nietzsche ise işkenceye uğrayan o ruhu görünce maddiyattan kopup, hiçliğe, manevi derinliğe bir adım daha yaklaşıyor, ve Nietzsche ağlıyor.
Torino Atı şiirinin içinde “dur bunu anlatmazsam çok ağlayacağım” derken de bunu vurguluyor. Nietzsche bunu anlatmıyor ve Nietzsche çok ağlıyor.
YORUMLAR
Median Saroyan
Selamlar, yazınızın başlığı ilgimi çekmişti lakin okumaya zaman bulamamıştım okumadan yorum yapmayı samimi bulmadım. Az önce yazıyı dikkatlice okudum. Nietzsche felsefesini anlamaya çalışırken, esasen düşünen ve sorgulayan her insanın biraz mutsuz olduğunu gözlemlemişimdir fakat bu yazarımızda bunu daha bir derinden hissediyor insan. Favori yazarım Dostoyevski ''Acı ve ızdırap daima büyük bir zekâ ve derin bir yürek için kaçınılmazdır. Gerçekten büyük insanlar, sanıyorum ki, yeryüzündeki en büyük üzüntüye sahiptir.'' derken bence Nietzsche' nin duygularına da tercüman oluyordu.
Özellikle de '' Yer Altından Notlar'' adlı romanı, psikolojik çözümlemelerinden ötürü sevmiştim bu iki yazarda bu açıdan ortak noktalar görüyorum. Sadece bu iki yazar da değil esasen tüm büyük zekâlar bu ızdırabı tatmıştır. Az düşünmeyi tavsiye etseler de kendilerine hükmü geçmemiştir.
Nietzsche acaba ruhen ve bedenen hasta olacağını mı hissetmişti ki atla özdeşim kurmuştu? Başına gelecekleri mi anlamıştı ve on an atta kendi ruhunu mu öldürmüştğ ruh intiharı mıydı bu düpedüz?
Zıtlıklar, çelişkiler, mücadele, en sonunda kendini hiçliğe vuruş. En kötüsü de ANLAŞILAMAMAK. İDEALİZM anlayışına sahip olmak bence insana iyi geliyor hedefler diri tutuyor kendini ideallerinden arındıran insan mı mutludur gerçekte? Birine iyi gelen bir şey diğerine iyi gelmezse?
Bahsettiğiniz manevi derinliğe, kendi hiçliğine ulaşmış mıydı sizce? Yoksa ulaşamadığını düşündüğü o tatminsizlik ve de anlaşılmazlık yüzünden mi ruhen çöktü?
Yazarın psikolojisini bilmek, iyi analiz etmek gerekiyor sanırım. Yaşadığı dönemle ve de toplumla uyuşmuyordu sonuçta bu hiç de kolay değil zira farklılık yalnızlaştırır.
Her yazardan alınabilecek bir öğreti vardır kanımca seviyor sevmiyor meselesinden bakmam eserlere aksine bu eser bana ne verebilir, ne alırım noktasından bakarım. Günün yazısı olan bu güzel ve farkındalıklı yazınızı tebrik ederim.
GAYE DİLEK GEZER tarafından 14.3.2022 17:23:04 zamanında düzenlenmiştir.
Median Saroyan
Şansa ben de Kör Baykuş' un çözümlemesini bitirmiştim bugün. Tam olarak hazır olunca paylaşacaktım. Size önermek kısmetmiş, paylaşmadan.
Saygı ve selam ile...
GAYE DİLEK GEZER
GAYE DİLEK GEZER
GAYE DİLEK GEZER
Nietzche neden ağladı? Hem de atın boynuna sarılarak…. Bizim görmediğimiz neyin farkına varmıştı.
Zihnimiz, bedenimiz ve ruhumuz arasındaki ilişki tek yönlü değildir. Gerçekten görmeyi bilenler bu üçlünün arasındaki bağlantıyı hemen fark ederler.
Ben Torino atı olayını hep Nietzchenin ailesiyle özdeşleştirmişimdir. Bu düşüncemi de tetikleyen Nietzchenin o olaydan sonra söylediği rivayet edilen “Anne, ben bir aptalım” sözleri etkili olmuştur.
Nietzche babasını erken yaşta kaybedince anaerkil bir ailede yetişiyor. Anne Franziska oğlunun ölmüş babasının izini takip etmesini ve protestan papazı olmasını istiyor. Nietzche ye ait birçok mektup taslağında sürekli kendi düşüncelerinden taviz verdiğini, bunun dayanılmaz olduğunu, ailesini sevdiğini bağımlı ama bağlı olmadığını, bir zaman sonra fikir ayrılıkları yaşadığını özellikle kız kardeşine karşı öfkelendiğini hatta ondan tiksindiğini buna rağmen bu duygularını bastırdığını ve onlara yansıtmadığını görüyoruz .
Nietzche ye göre, kız kardeşinin, ahlâk üzerine küstahlıkla yazılmış mektuplarını okumasının ve bütün bunları yutmak zorunda kalmasının birkaç yıl boyunca “kendimi ölesiye işkence görmüş bir hayvan gibi” hissettim demesi, zihnine yapılan baskıdan kaçmaya çalışması, kendisini rahat bırakması için ona yalvarması, ancak kız kardeşin bu eziyetlerinden bir an olsun vazgeçmemesi…
Daha geriye dönersek Nietzche 6-7 yaşlarındayken annesine yolladığı bir mektupta “hep senin itaatli Fritzin olacağım” demiştir.Çünkü küçücük yaşında anlamıştı ki ne kadar uysal ve itaatkar olursa o derece takdir görecekti.. Franziska sürekli oğlunu kontrol ediyor, hatta ona nerede nasıl davranması gerektiği hususunda devamlı talimatlar veriyordu. Nietzche de ailesine karşı verdiği itaatkarlık sözü sebebiyle görevlerini yerine getiriyor, aile içindeki dengeyi korumaya çalışıyor ama bunu içtenlikle yapmıyordu, Fikir ayrılıkları vardı. İçine düştüğü bu çelişkiden bir türlü kurtulamıyordu. Çünkü aklına hükmedilmesinden nefret ediyordu. Bu arada bu nefretin acısını da başka kadınlara soğuk davranarak çıkardığını söyleyebiliriz.Yıllarca çektiği geçmek nedir bilmeyen şiddetli baş ağrıları vardı. Bu ağrılar aslında İtaatkar aklın bedeninden çok ruhuna verdiği acıdan kaynaklandığı için geçmiyordu. Sonrasında birkaç yıl bıraksa da bedenini bu dünyada, o Torino atı olayından sonra susturduğu ruhunu çoktan alıp gitmişti bile…
Görüşlerimi olabildiğince kısaltarak anlatmaya çalıştım.. Çok daha derinlemesine irdelenebilir
tebrik ederim güne gelen yazınızı…
selam ve saygılarımla
Median Saroyan
Lau Salome' den ayrılması daha doğrusu red yemesi, onun hiçlik çukuruna daha da çok hapsolmasına sebep olmuştur.
Saygı ve selamlarımla
Öncelikle yorumumu neden sildigimi bildiğime emin olmamakla birlikte size bir özür borçluyum. Konu felsefe olunca kolayca konuşmuş olmaktan hoşnut kalmıyorum, benim yerime kendilerini felsefeci olarak tanımlayan kişiler bolca konuşsunlar isterim. Nietzsche konusundaysa kendisinin hem sağlığında, hem ölümünün üzerinden yüzyıl geçmiş olmakla birlikte bu derece anlaşılmaktan uzak kalması benim gibi düşüncelerinin, bildiklerinin bilmem kaçıncı nesil melez bir oluştan ibaret olduğunu tahmin eden birinin bile gözünden kaçmıyor. Yorum konusunda bir itirafımdır ki geçmişte bir yazarın seçtiği bazı yorumlara cevap yazdığını üzülerek görmüş, yorumumu silmiştim, belki öyle bir endişe de dahil olmuştur. Size haksızlık ettiğimi görüyorum. Sözü uzatmadan sildiğim yorumum içindeki eski bir yazıma ait kısmı tekrar ekliyorum.
"Nietzsche'nin meşhur atla kucaklaşma anı çaresizliğini anlatıyor gibi görünse de bu konuda bir fikrim yok diyebilirim. Olsaydı bile, ani reflesklere yorum yapma kabiliyeti kişiyi kişisel anlamda yakından tanımaya özgü bir çıkarımı gerektirir gibi geliyor. Örneğin intihar karşıtı Deleuze'un kendi intiharı konusundaki yapılacak yorumlar gibi."
Beğeniyle okuduğum yazınız için tebrik ederim, saygı ve selamlarımla.
Parlain tarafından 14.3.2022 15:59:22 zamanında düzenlenmiştir.
Parlain tarafından 14.3.2022 21:10:31 zamanında düzenlenmiştir.
Median Saroyan
Median Saroyan
Nietzsche ağlıyorsa, Nietzsche bize bir şey anlatıyordur.
Torino Atı şiirinin içinde “dur bunu anlatmazsam çok ağlayacağım” derken de bunu vurguluyor. Nietzsche bunu anlatmıyor ve Nietzsche çok ağlıyor.
Payıma düşeni aldım yanıma, kocaman bir tebrik bıraktım sayfanıza...Bu iki günü belki de farkında olmadan hayatınızın" en güzel günü" yapan anlamlı yazınızı ve seçenleri kutlu/yorum.
Median Saroyan
Pedagojisi güçlü bir anlatım.
Nietzsche'nin neden ağladığının tasviri, filmi gözler önüne getirdi bir daha.
İnsan psikolojisinin yüklediği metaforlar da olmasa nasıl çıkarız aydınlığa; nasıl anlarız iç dünyamızı ve dışımızda olup bitenleri..?
Yalın ve güzel bir yazı.
Teşekkürlerimle kutluyorum yazınızı.
Saygılar, selamlar, dost kalem.