- 281 Okunma
- 0 Yorum
- 1 Beğeni
İstiklal Marşı Şairi Bir Dava ve Mana Eri Mehmet Akif Ersoy
[ kalin İSTİKLAL MARŞI ŞAİRİ
(Bir Dava ve Mana Eri Mehmet Akif Ersoy)
Onu biz ne zaman tanıdık. İlköğrenimimize başladığımız ilk gün onunla çınladı kulaklarımız. İstiklal Marşı o ‘Korkma ‘diye başlayan. Neyden, kimden korkmayacağız? Mevhum bir varlık karşısındayız. Marş bütün heybetiyle bizi hoplatıyor. Kulaklarımızı patlatırcasına üst perdeden haykırıyor.
‘Korkma’. Evet, korkmayacağız ama neden, kimden... Marşın melodisi bütün şiddetiyle sarıyor bizi. ‘Sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak.’. ‘Şafaklar’ sözcüğü gözümüzde dalgalı gökyüzünü canlandırıyor. Masmavi gökyüzü ve bulutlarla dalgalı. Bu dalgalar düşlerimizi alıp alıp gidiyor, bizi derin hülyalara bırakıyor. Hemen ekliyor ‘Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak.’.
Çocuk muhayyilemiz ‘ocak’ sözcüğünü evimizdeki şimdilerde şömine dediğimiz ama o zamanlar yemeklerimizin pişirildiği, aynı zamanda ısınma aracımız olan içi, simsiyah isle boyanmış, içinde çengelle asılı su ve yiyecek kaplarının bulunduğu mekâna uzanıyoruz, onun barınak anlamında ev yahut milletin son ferdinin yaşadığı mekân olduğunu hayal meyal hatırlıyoruz.
‘O benim milletimiz yıldızıdır, parlayacak’. Şairin ‘benim’ sözcüğü kubbeleşiyor’, benim milletim’ ifadesi ise bizim üstümüzde bir kült, mukaddes varlık olarak gelip bir kandil sıcaklığında öteleri aydınlatan, karanlık gecemizde bize yol gösteren olup çıkıyor, bir kılavuz, bir ışık, bir kurtarıcı olarak gökyüzünü kuşatıyor.
‘O benimdir, o benim milletimindir ancak’ mısraı şairin şahsında bizim milletimizi can havlıyla ve en sıcak duygularla sahiplendiğimizi hissettiriyor. Ve o kutsal varlık olan İslam milletini ila’y-ı kelimetullah için koşan ahır zaman peygamberinin ümmetini getirip kalbinizin en derin yerlerine yerleştiriyor, bununla da kalmıyor, oradan çıkıp çepçevre sarıyor bizi, manevi bir kaynaşma halinde, fert ve millet, vatan ve hürriyet, ideal ve iman iççice geçiyor, bir hususi varlık olup yerden göğe ulvi bir abide gibi yükseliyor.
Marş duraklıyor ve yeniden yükselen tok ses size sesleniyor. ‘Çatma kurban olayım çehreni ey nazlı hilal.’ Şair karşımıza nazlı bir gelin gibi getirip kondurduğu hilale sesleniyor, rica, minnet dolu sözcüklerini biraz sertleştirerek; ’Çatma o hilal kaşlarını ey güzel, asma suratını, üzme bizi hiçbir zaman ve sen de hiç mi hiç üzülme, sonsuzluğa dek uğramasın ne keder ne gam senin yanına. Üzülme ey sevgili ve üzme bizi.
’ Bu ifade bir savaş esnasında Müslümanların dağılma, panik havasında kaçışmaları üzerine O Kutlu Peygamber’in dua ve yakarışını çağrıştırıyor ne kadar da. ’Allah’ım bu ümmeti yok edersen sana ibadet edecek kimse kalmayacak dünyada’ mealindeki o kutlu naz makamında niyaz - ki bu naz makamı, yakarışlarını Safahat’ta çokça karşımızda bulacağız
-‘Yarab bu uğursuz gecenin yok mu sabahı/Mahşerde mi yoksa biçarelerin felahı’. İşte bu ve benzeri yakarışlar bize bunun ispatı gibi durmakta. Ve şair o nazlı güzele seslenişini sürdürmekte.
‘Kahraman ırkıma bir gül bir defa gül, ne olursun’. Sözcük burada fasılalarla söylenirken, muhayyilemizde ‘gülme’ eylemi ‘gül’ nesnesiyle birleşiyor, gülün kırmızılığıyla, aşkın ve neşenin, güzelliğin ve gülümsemenin ipuçlarını verirken, hayâ sahibi insanın utanışındaki güzelliği simgeliyordu.
Ardından gelen ‘ne bu şiddet ne celal’. ifadesi bizi yerlere seriyor, o nazenin güzelin şiddeti, biz irkilmeden bizi kendimize getiriyor. Ürkmüyoruz, kokmuyoruz, amma işin ciddiyetini vatan savunmasının, bağımsızlığın, hürriyetin ehemmiyetini can alıcı varoluş, hayat- memat meselesi olarak, bir varlık yokluk problemi, hürriyetin; ibadet, kulluk ve ila’y-ı kelimetullah için ne kadar önemli mesele olduğunu anlıyoruz.
‘Sana olmaz dökülen kanlarımın hepsi helal’ diyerek helalleşmenin önemini vurgulayarak, bağımsızlığın gerekçesini sunuyor İslam milletine.
Bağımsızlığın sonsuz olmasının gerekçesi olarak şehit kanlarını ileri sürmesi Şair’i niyaz
makamında yüceleştiriyor, kulluk ateşini yakıyor, o nurla tüm cihanı aydınlatan bir meşale oluveriyor.Sonunda ‘Hakkıdır Hakk’â tapan milletimin istiklal ‘ifadesiyle
Şair en gür sada ile bu yüce İslam milletinin bağımsızlığının gerekçesini tüm âleme ilan ediyor.
Şair bu marşı hangi haleti ruhiye içinde yazıyor. Mekân Ankara’da Tacettin dergâhı. Şair orada misafir, milletin misafiri, yalnız ve kimsesiz.
Orada bir kendisi bir de tüm varlığını adadığı, adına ‘kahraman ırkım’ dediği millet var. Bu millet ne daha sonra Kemalistlerin dayattığı gibi ne Türk milletidir, ne bir başka ırkın hâkimiyetindeki millet. Bu ırk evet ilk bakışta Türk kavmidir. Amma şairin Arnavut asıllı olduğunu kendi mısralarından biliyoruz.
O halde olaya daha geniş bir zaviyeden bakalım. İslam âlemi dışında her yerde Türk demek Müslüman demektir. O halde Türk sözcüğü tarihi vetirede İslam sözcüğünün yerini almış. Irk sözcüğü ise garip bir rastlantı ki millet sözcüğü ile yer değiştirmiş oluyor. Aksi düşünüşle bu şiiri ve şairini ne anlayabilir, ne de doğru bir yoruma kavuşturabiliriz.
Bir açıklamadan sonra biz şiirimize dönelim ve üçüncü dörtlükteki ifadelerle yorumumuzu sürdürelim. ‘Ben ezelden beridir hür yaşadım hür yaşarım ‘
İşte bu hürriyet aşkı gerek şair mizacı gerekse İslam milletinin şiarı olarak baş meseledir. Ezel sözcüğü burada özenle seçilmiş ve en son dörtlükteki ‘Ebediyen sana yok ırkıma yok izmihlal’ mısraındaki ‘ebed’le tamamlanmıştır.
Hatırlayalım hemen İslam ezeli ve ebedi bir öğretidir ve Allah’ın ezel ve ebet sıfatının hak din olan İslam’a yansımış halidir. Bu ezel ve ebet zinciri içerisinde hak din olan ve Adem peygamberle başlayıp Efendimiz as ile tamamlanan, ve kıyamete dek sürecek olan büyük öğreti hak din olan İslam ve ona inanalar topluluğu.
İslam milleti ayrıca o milletin ila ’y-ı kelimetullah davasında sembolu olan bayrak...
Bayrak da hür olmalıdır. İşte şairin ben dediği kendi egosunu millette eritmiş İslam insanının benidir ve bu bencilik bir ego değil egoyu aşan bir haldir. Fena fi-nnefs ve di-ger tüm mertebeleri şeyh, peygamber, Allah makamlarını cemeden, İslam milletinde fani olmuş, bir İslam insanının duyarlığıdır, bu haliyle Hakk’a varmış amma halkı irşat için geri dönmüş, kendini ümmet-i Muhammed’in varlığında fani kılmıştır. Onun bu sayhasında Sütçü İmam’ın yükselen sesinden bir parça saklı. Nene Hatun’lardan, Halit paşalara, onlardan Fatma bacılara kadar varan bir özgürlük iradesinin haykırışları fışkırmaktadır.
Ahmet Kemal
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.