- 698 Okunma
- 0 Yorum
- 0 Beğeni
YAKIN TARİHİMİZDE KAPANMAZ İZLER- NERDEN NEREYE GELDİK!!!.....
Bir zamanlar üç kıtaya hükmeden Devlet-i Osmanlıyı Aliyyemizin külleri arasından Yeni Türkiye Cumhuriyeti 1923 te kurularak dünyaya tanıtıldı.Evvelinde Kurtuluş Savaşı yaşanmıştı.!!
Son Yurdumuz Anadolu’da Yunan dışında hiçbir Batılı ülke ile dişe diş mücadele yaşanmadı.Batılı müttefikler Hilafetin ilgası Saltanatın ilgası ve Türkiye’ye Anadolu’da küçük bir alanda kalmak kayd-ü şartıyla Anadolu’yu terkedip gittiler.
Yaşananların Irak işgali sonrası ihdas edilen Yeni Irak idaresinden ya da Mısır Tunus Arap Baharlarından bir farkı yoktur.Ya da benim görüşüm bu doğrultuda okuduğum yakın tarih eserlerinde bunu yakınen gördüm
diyebilirim.
Arnavut asıllı İngiliz ajanı Aubery Herbert in anılarını okumanızı tavsiye ederim.Milli mücadele devam ederken Osmanlı Kurmaylarından Selanikli dönme yahudilerden bazıları bununla sağda solda Manastırda görüşmeler yapmışlar tarihin derin sayfalarında yerini alan bu görüşmeler ancak yüz yıl sonra yayınlanabildı.
Yeni Türkiye Cumhuriyetini el ele veren Türk Milleti kurdu elbette.Batılılar buna ön ayak oldular.Beyaz Türkler adı verilen Dönme Sabataycıların kuruluşta etkin rol aldıkları da unutulmamalıdır.
Ama Cumhuriyetin de Osmanlı gibi içten içe kemirilmesi uzun sürmedi.Gazi Mustafa Kemal Çankayada yalnızlığa mahkum edildi bir bakıma.Kontrolü ele alan İsmat Paşa el altından Ruslarla ve İngilizlerle hem mücadele hem de yakınlaşarak Cumhuriyet idaresini kökleştirmeye başladı.Yeni Cumhuriyet idaresi ilk iş olarak Devrimleri gerçekleştiriyordu.Devrimler Osmanlının tersine gayr-i İslami temellere dayanmaktaydı.
Elli yıl kadar uzun bir süre İslam ve Osmanlı düşmanlığı aşılandı bilinçli olarak bu asil milletin evlatlarına.Süleyman Demirel söylüyor bunu.
Elli yıl boyunca Yeni Cumhuriyeti tutturabilmek için Osmanlıyı top yekün kötüledik.Ama bir Fatihi bir Kanuniyi bu millete geçmişteki ecdadları olarak yaptıklarını bahane ederek tanıttık demek zorunda kalmıştır.
İsmet Paşanın bu millete en büyük kötülüğü Hilafeti ve Saltanatı kaldırıp Osmanlı bakiyesini sürgüne yollamak,Tevhid-i tedrisat Kanunu ,Tekke ve zaviyeleri kapatmak,ezanı Türkçe okutturmak,camileri ahır yapmak,içki ve şarabı yasalaştırmak,genelev açtırmak, kumar ve piyangoyu yasalllaştırmak,asrilik adı altında gayr-i islami kanun ve devrimleri uygulamak daha bunlar çoğaltılabilir.
Bir iyiliği varsa o da Türkiyeyi İngiltere ile mücadele ederek İkinci Dünya Savaşına sokmamak diyebiliriz.Adana Yenice İstasyonunda bir tren vagonunda İngiliz Başbakanı Churcil ile görüşmesinde onu bu konuda ikna ederken bir gecede saçıma aklar düştü demiştir.
Bu sürede Rusya’ya medhiyeler düzülüyordu. İsmet Paşa cenapları tarafından.Azeri vatandaşlarımız Rusya’ya teslim edilip Boraltan köprüsünün diğer tarafında gözlerimizin önünde kurşuna diziliyorlardı.Köy Enstitüleri Rusya’dan esinlenerek kurulmamışlar mıydı?
Tek tip kıyafet komun hayatı benzeri yaşantı yetişen gençlerin gayr-i islami Osmanlı düşmanlığı aşılamaları beni bu görüşe iten nedenlerdi.Ben o günleri görmedim ama yaşananları görenlerden işittim okudum.
Gazi Mustafa Kemalin son beş on yılında kontrol tamamen İsmet Paşanın elindeydi.Son günlerinde Gazinin ona düşman olduğunu onu öldürmek için birini görevlendirdiğini ama gönderilen kişinin bu işi
tamamlayamadığını öğrenir.
Gazinin yakınındaki bir adamına:Ne yaptınız o işi diye sorduğunu,öldürülmediğini öğrenince çok kızdığını,öldü sanarak evvela yazdırdığı vasiyyetinde İsmet Paşanın çocuklarına eğitim hayatları boyunca burs verdirdiğini tarihçiler söylüyorlar.
Belki de bu nedenle İsmet Paşa bu kininden dolayı Gazinin ölümünden hemen sonra pulların ve paraların üzerine kendi fotoğrafını bastırıp Devlet Dairelerinde kendi resmini astırmıştır demektedirler.
1939’da Avrupa’da kaynayan kazan yeniden patladı.Almanya yeniden güçlendi.Almanyanın başında bir Avusturyalı olan Hitler vardı.Esasında bu ırklar aynı kökten gelmekteydiler.1900’ lerin başında Fransız İhtilali neticesinde dünyada ırka ve ulusa dayalı devletler ihdas edilmişlerdi.
Almanya 1 Eylül 1939’ da tek kurşun atmadan Polonya’yı teslim aldı.1940 a gelindiğinde birçok yerde gamalı haçlı Alman bayrağı dalgalanmaktaydı.Hitlerin askerleri doğuda Rusya’ya ilerlerken soğuğa karşı koyamadılar.
Tankların araçların motorları dondu.Susuz Wolksvagen motorlarını icat eden Almanlar soğuktan etkilenmeyen Rusların atları tankları altında ezildiler.Doğudan Ruslar Batıdan müttefik güçler Almanları tekrar kendi topraklarına ricate mahkum ettiler.
1945’ de dev Alman ordusu teslim olmaya başladı.Hitler ve sevgilisi Eva Brovn bir bodrumda intihar etmiş halde ölü olarak bulundular.Batıda savaş neticelenmişti ama doğuda Japonlarla savaş devam ediyordu.Savaşa sonradan dahil olan Amerika Birleşik Devletleri Japonların yoğun taaruzuna zor olsa da direnmekteydi.
ABD nin Perl Harbur üssüne kamikaze uçaklarıyla dalışa geçen Japon pilotları başarılı olmuşlardı.ABD nin bu sıralarda geliştirdiği atom bombasında netice alınmış bombayı Almanlar üzerinde değil de budist Japonlar üzerinde denemeye karar veren Amerikalılar ilk atom bombasını bir sabah Hiroşimaya attılar.
Enola Gay adlı uçaktan Hiroşima üzerine bırakılıp 45 saniyede arza temas eden bu asrın bombası bir anda radyasyon ve ışınla tahrip ettği bu şehirde 140 milyondan fazla insan ölüsü ve bir o kadar da yaralı bırakmıştı.Ardından üç gün sonra Nagazakiye atılan ikinci bomba ile Japonlar teslim anlaşmasını imzalamak zorunda kaldılar.
Japon askerleri pilotlar saraydaki Japon Prensinin karşına gelip harakiri yaparak ölüme gidiyorlardı.Bunu gören Japon Prensi etkili bir konuşma yaparak böylece ABD li düşmana karşı koyulamayacağını aksine daha çok çalışarak teknik üstünlüğe sahip olarak muvaffak olunacağını belirterek askerlerin morallerini düzeltebilmişti.
Japonya kısa zamanda yeniden bilim ve teknikte öne çıkmış otomotiv,endüsri ve teknikte yarışa geçmişti.
Altı yıl süren 2.Dünya Savaşı neticesinde 24 milyon asker,4 milyon sivil bir o kadar da kayıp insanlar evsiz barksız mülteciler bırakmıştı.Bu savaş sonunda dünya iki kutba Doğu ve Batı olarak bölünmüştü.
***
Almanya’da Ramazanı Şerif ayında bir fabrikada çalışan Türk işçilerini papazın birisi evine iftar yemeğine davet eder.Bazıları mazeret belirtip davete katılmazlar bazıları da papazı kırmamak adına davete icabet ederler ve iftar saatinde papazın evine misafir olurlar.
Papaz efendi elinde bir Kuran-ı Kerim olduğu halde işçilerin yanına gelir ve onlara:-Ben Kur’an okunurken dinlemekten büyük zevk alırım biriniz okusa da ben mutfakta uğraşırken bir yandan da Kur’an dinlesem der. Kur’an-ı Kerim masanın üzerine bırakıp mutfağa geçer.
Bu arada odada sanki buz gibi bir hava esmektedir. Herkes bir ümit diğerinin gözünün içine bakar ama nafile. Kimse Kur’an okumayı bilmemektedir.
İçlerinden birisi:-Yahu içinizde FATİHA okumasını bilen yok mu açsın KUR’AN’ı FATİHA’ı okusun papaz nerden anlayacak ki"der.
Bir tanesi "ver ben biliyorum der ve rastgele bir sahife açıp başlar FATİHA okumaya. Bu esnada papaz odaya gelmiştir. Bakar KUR’AN okunuyor fakat ortada bir sayfa ve hemen müdahale eder:-Bir dakika sen KUR’AN okumuyorsun. çünkü okumakta olduğun sure FATİHA’dır ve o da KUR’AN’da baştadır" der.
Ve devam eder.Aslında ben sizleri buraya denemek için çağırdım. Nasıl oldu da altı asır adaletle dünyaya hükmeden OSMANLI’nın torunları bu gün bize hizmet eder hale geldiler diyerek merak ediyordum sizler benim sorumun cevabı oldunuz. der.
Sizin ecdadınız OSMANLI dinine sımsıkı bağlı olduğu için dünyaya hükmetti, sizler ise KUR’AN’dan uzaklaştınız ve bu gün hizmet eder hale geldiniz der.
Bu tespiti yapan hırıstiyan bir din adamıdır. Müslüman bir din alimi aynı şeyi söylese eminim bir çok insan hatta kahir ekseriyet o din alimini gericilikle suçlar ve linç kampanyaları başlatırlar. Halbuki bu tespit o linç ehlinin kendisine hep misal aldığı Batı medeniyetinin inandığı dinin din adamına aittir.
Bu noktada merhum OSMAN YÜKSEL SERDENGEÇTİ ’nin "Ey Avrupa ne olur artık islama geç de bizler de seni taklit
edelim" feryadı aklıma geldi. Çok çok acı...
Osman Yüksel Serden geçti ..1940 ’lı yıllarda TRT radyosunda konuşurken içinde #Allah geçen bir cümle kurduğu için mahkemenin yolunu tutar.
Duruşma sırasında hakim #serdengeçti’nin savunmasını ister.O’da anlatmaya başlar...“Efendim;...Halk arasında “Allah selamet versin, allah’a ısmarladık” gibi dil alışkanlığı cümleler kurulur. ben de olsa olsa böyle bir şey söylemişimdir.”
Bu izahatın ardından hakim tekrar sorar.-Evladım sen bu ülkede Allah demenin yasak olduğunu bilmiyor musun?..
Merhum Osman Yüksel Serdengeçti milletvekili olduğu dönemde radyoda yaptığı konuşma esnasında "Allah’ın, vatanın ve milletin yolundayız." dediği için tutuklanır. Hakim sorar, "Hakkında böyle bir suçlama var. Ne diyorsun?" Serdengeçti’nin cevabı müthiştir,
- Vallahi hakim bey, günlük konuşmalarımızda Allah kelimesini kullanmak o kadar normal bir şeydir ki. "Allah yolunu açık etsin" deriz, "Allahaısmarladık" deriz, "Allah’a emanet ol" deriz. Allah kelimesini kullanmak bu kadar normal bir şey iken, benim Allah demem suç sayılıyorsa, benim buna karşı söyleyeceğim söz sadece şudur: Allah Allah!
İstiklal Harbinde sırtlarında mermi taşıyan bu fedakarlık ve namus timsali kadınlar ki ..Savaştan sonra estirilen inkılap fırtınasında devletin polisi marifetiyle şalvarları sokakta makasla kesilmiş,üstüne utanmadan sıkılmadan Allahtan korkmadan bir de para cezası kesilmiştir.. Peki bu kadınların Suçları neydi?Yunan’a hizmet etmemek miydi?
***
Bir zamanlar 6 ciltlik Yakın Tarih Ansiklopedisi ve Ahmet Kabaklının Temellerin Duruşması adlı gri karton kapaklı bir kitabı vardı.
Birincisi 12 Eylül Darbesinden sonra,ikincisi 28 Şubatta kayıplara karıştı hiç bir yerde yok,kütüphaneye baktım orada da yok.
Eşref Edip merhumun Kara Kitabı da yok.Kazım Karabekir Paşanın Hatıratı da kaybedilen eserler arasında.
Millet bir okusa bu eserleri bize kahraman diye tanıtılan nice alçak Rum ve Ermeni azınlıkların Sabataycı dönme yahudilerin kim oldukları bir bir anlaşılacak!!
Nice hain diye yaftalanan Osmanlı Sultanlarımın Enver Paşanın Çerkez Ethem Paşanın,Sultan Vahidettin Dedemin gerekte Mustafa Kemali bu vatanı düşman işgali,nden kurtarmak için nasıl Anadolu’ya kendi hazinesinden 40 bin altın vererek ve İngilizlere kefil olarak Boğazdan geçirip Anadolu’ya yolladığı ortaya çıkacak’’
Ne zamana kadar saklayacaksınız gerçekleri...
Veliye, âlime hürmet ehliyim.
Vahdetten yanayım, ülfet ehliyim
Tek kıble tanırım, sünnet ehliyim
Kerbela taşında arama beni.
***
Orgeneral Fahrettin Altay’ın, tek parti döneminde, 1948’de CHP Meclis Grubu Başkanlığı’na, Kanunî Sultan
Süleyman’dan sonra hüküm sürmüş padişahların kemiklerinin çıkartılarak türbelerinin kütüphane hâline getirilmesi teklifini sunduğunu biliyor muydunuz?Camileri afedersiniz ahır yapan onu haydi haydi yapar.(Kaynak: Murat Bardakçı)
Üsküdar’dan Sırma Hanım’ın sorusu şöyle: “Atatürk’ün maaşı ve mal varlığı uzun zamandır internette dolaşıyor ama farklı değerlendirmeler ve rakamlar var; acaba bu işin gerçeği nedir?”
Atatürk’ün cumhurbaşkanlığı maaşı ortalama 13.000 TL. Bugün için hayli mütevazı bir rakam gibi gözüküyor. Ama bu paraya bugünkü (2015) ALTIN değeri üzerinden baktığınızda karşınıza 700 bin TL: civarında bir meblâğ çıkıyor ki, yine ALTIN üzerinden bugünkü Cumhurbaşkanı’nın maaşından en az 24, TL üzerinden ise 44 kat fazla olduğu görülüyor.(2015 in parasıyla)
Hâlbuki o günkü Türkiye, bugünkü Türkiye’den 20-30 kat daha fakirdir. Bu da göz önüne alınırsa, ilk Cumhurbaşkanı’nın, son Cumhurbaşkanı’ndan reel olarak 350-400 kat daha fazla maaş aldığı ortaya çıkıyor.
Çok PARAA: “Bu kadar parayı ne yapardı?” sorusu hemen akla geliyor. Harcayabildiği kadarını harcar, artan parasını İş Bankası’ndaki özel hesabında biriktirirdi.
Ayrıca da İş Bankası, Hintli Müslümanların (şimdiki Pakistanlılar ve Bangladeşliler) her kuruşunun Milli Mücadele’de kullanılması için aralarında toplayıp gönderdikleri 500 bin TL. ile kurulmuştur.
Savaş yıllarında bu paranın sadece 120 bin TL’si harcanmış, geriye kalan 320 bin TL. ile de İş Bankası kurulmuş… Mustafa Kemal da bankaya ortak…
Diyeceksiniz ki, İş Bankası’ndaki ortaklığını CHP’ye devretmedi mi? Etti. Hatırı sayılır servetinin önemli bir bölümünü de Türk Tarih Kurumu ile Türk Dil Kurumu’na bağışladı.
Ama Türk Tarih Kurumu, düne kadar, tarihi çarpıtmak için kullanıldı, Türk Dil Kurumu ise dilimizi bozmak için akla mantığa sığmaz kelimeler uydurdu…
Bunlar bir yana, 1950 seçimleri dâhil, girdiği tüm seçimleri kaybeden halkın desteğinden mahrum bir CHP’nin, halkın kurtuluşu için gönderilen bir paradan hâlâ nemalanıyor olması, sizce normal bir durum mudur?
Zaten servetinizi kime bıraktığınız değil, nasıl edindiğiniz önemlidir.
Şimdi artık Atatürk’ün servetine gelebiliriz…Kendisi hem CHP’li, hem “Atatürkçü”, hem de Atatürk’ün hemşehrisi olan eski bakanlardan, eski TRT Genel Müdürlerinden yazar İsmail Cem, “Türkiye’nin Geri Kalmışlığının Tarihi” isimli eserinde, Atatürk’ün Genel Sekreteri Hasan Rıza Soyak’ın “Atatürk’ten Hatıralar” isimli kitabına (Cilt.2, s.689) dayanarak, Atatürk’ün mal varlığının dökümünü dört sayfa halinde şöyle veriyor:
Bu dökümden ortaya çıkan gerçek şu ki, Atatürk, ülkenin en geniş topraklarına ve sanayi tesislerine sahip zengin bir insandı.
Arazilerinin toplam büyüklüğü 154 bin 729 dönümü geçiyordu.Ankara’da, Silifke’de, Tarsus’ta, Dörtyol’da, Yalova’da dev çiftlikler kurdurmuştu.
Bu çiftliklerin gelirini ise 1927 ile 1937 tarihleri arasında yine CHP’ye bırakmıştı.1 bira fabrikası, 1 malt fabrikası, 1 buz fabrikası, bir gazoz fabrikası, 1 tarım aletleri fabrikası, 2 pastörize süt fabrikası, 2 yoğurt imalathanesi mevcuttu.
Atatürk ayrıca 13 bin koyun, 443 sığır, 69 at, 2.450 tavuk, 16 traktör, 13 biçer-döver, 5 kamyon, 2 otomobil, 19 araba ve bir deniz motoru sahibiydi.
45 dairesi, 7 ağılı, 6 mandırası, 8 ahırı, 7 ambarı, 4 samanlığı, 6 hangarı, 4 lokanta ve gazinosu, 2 fırını, 2 de serası vardı…
Oysa Atatürk, Milli Mücadele başlangıcında gerçekleşen kongrelere ödünç elbiselerle katıldığını “Nutuk” isimli eserinde gururla anlatıyor.
Elbette ne fakir olmak ayıptır, ne zengin olmak suçtur; sonradan zengin olmuş bir sürü fakir var. Önemli olan zenginliğin kaynağıdır.
Bazılarımız, “Cumhuriyetin kurucusuna feda olsun” diyebilir. Ben ise Hintli Müslümanların gönderdiği o parada küçücük bir hakkım varsa, CHP’ye helâl etmeyi düşünmüyorum.Yavuz Bahadıroğlu...
İman kaynağımdır, Tevhit havuzum
İslâm’ın dışında arama beni.
Muhammedü’l-Emin tek kılavuzum
Putların peşinde arama beni.
***
KADIN HER YAŞTA SÜSLENİR..
Bir gece Ankara’da Halkevi salonlarında bir toplantı vardır. Atatürk’de o toplantıya gelmiştir.Bir ara Atatürk’ün gözüne bir köşede oturan Kılıç Ali’nin yetmiş yaşındaki başörtülü annesi ilişir. Önce gider yaşlı kadının elini öper sonra da: “Haydi şu başörtüyü çıkaralım başınızdan.” der.
Zavallı ihtiyarcık bir taraftan “Paşam! Siz önce şu tazelerin başını açın” der ama öte yandan da ‘yapma anne’ der gibilerden dudaklarını ısırmakta olan oğluna bakar.
Zaten daha fazla Mustafa Kemal’e dayanabilmesi mümkün değildir. “Canım bunun namahremi olur mu? Biz sizlerin çocuklarıyız.” diye ısrar eden Atatürk, örtüyü beyaz saçlı ananın başından çekivermiştir bile.
İhtiyar ananın başından başörtüsü gidince, onun derhal elleriyle saçlarına ve topuzuna bir şekil vermeye çalışması Atatürk’ün dikkatinden kaçmamıştır.
Olayı daha sonra sofralarında zevkle her kez anlatışında: “Kadın yaşı ne olursa olsun süslenmek ihtiyacındadır.” diye de eklermiş.(KAYNAK:Hikmet Bil, Atatürk’ün sofrası)...
***
PETROL NEDEN BU KADAR PAHALI!!
Cafer Tayyar Paşa...Benzine, mazota zam çok mu gelmiş? Kıyamam, okuyunuz.1927 yılında "#ihanet diplomasisi"
sayesinde Musul petrolüne çöken ingilizler,kan emici vampir gibi Baba Gürgür kuyularından petrol pompalamaya başlamışlardı.
İngilizler Kuzey .Irak’a girmeden önce,Mardin ve çevresinde yaşayan Hıristiyan Nasturileri kışkırtacak, çıkacak olası bir isyanda Musul’a girerken dikkatleridağıtacaktı. Başarılı da oldular.Nasturiler ayaklandı.
(7 Ağustos 1924) Ankara, 7.kolorduya isyanı bastırma emri verdi.7.kolorduya komuta eden İstiklal harbinin
kahraman paşalarından Cafer Tayyar Paşa, İngilizlerin bu oyununa karşılık mükemmele yakın bir plan yaptı.
Nasturi isyanını çabucak bastıran Paşa, Nasturileri kovalama bahanesiyle Musul’a kolordusunu sarkıttı.
Ankara’nın masada #hibe ettiği Musul petrolünü tekrar hakimiyet altına almayı planlayan Paşa,
İngilizlerin Ankara’ya yaptığı şiddetli notalardan ürkmüş olan ve ısrarla Musul’u terketmesini emreden Kemal Paşa’ya,bu fırsat bir daha ele geçmez’ diyerek ısrarla Musul’da kalmak istiyordu.
Ankara’ya çektiği cevabî telgraflarında İngilizlerin başının belada olduğunu, bizimle uğraşamayacaklarını, notalarının da blöften ibaret olduğunu vurguluyordu.(Nakil Raif Karadağ,Petrol Fırtınası 1979 s.209)
Düşünebiliyor musunuz?Cephede ölümle burun buruna bir Paşa , Ankara’da donatılmış masalarda diplomasi yürüten diplomasi dehası paşalara (!),cephede kalabilmek için cesaret pompalamaya çalışıyor...
" MUSUL’U ALAYIM SONRA BENİ AS !
"İngiliz notalarına diren(e)meyen Kemal Paşa’nın ısrarla Musul’u terketmesi emrini verdiği Cafer Tayyar Paşa, geri çekilmeyi şiddetle reddetmesi üzerine Ankara’ya çağrıldı.
M.Kemal Paşa ile arasındaki şiddetli munakaşayı Raif Karadağ’a daha sonra anlatmıştır.
(Bu arada Cafer Tayyar Paşa 3 kez hatırat yazmış, her seferinde eve giren hırsızlar sadece hatıratını çalmışlardır (!)
Bu telgraflara rağmen ikna olmayan M.Kemal Paşa’ya :"İngiliz baskılarına madem direnemeyeceksiniz, gerekirse bizi dinlemiyor, münferiden hareket ediyor diyerek rapor edin ve hakkımda yakalama kararı çıkartın.Musul’u geri aldığımız zaman da beni yakalayıp asın!" dediği o tarihi teklifi yaptığında M.Kemal Paşa’nın nutku tutulmuştu.
Ordusu Musul’da emir bekleyen Cafer Tayyar Paşa, MKemal Paşayla sert bir münakaşa yaşadığı odadan çıktığında görevden alınmıştı.
Ankara hükümeti orduyu Musul’dan çekmeyi ancak bu şekilde başarabilmişti.Velhasıl,Büyük bir #istiklal kahramanı olmasına rağmen ismi pek bilinmez.
#Cafer Tayyar Paşa hakkında herhangi bir "#özel koruma kanunu" yoktur (!)Araştırmak serbest...Bu vatanın öz evlatları var olduğu müddetçe asla unutulmayacaklar...
Cenab-ı Hakk merhum paşamıza ve ismi unutturulmak istenen cümle kahraman ecdadadımıza rahmet eylesin...
***
7 Ağustos 1949 günü Tel Aviv-Kudüs yolundan bir cenaze arabası ağır ağır geçmektedir. Viyana’dan bir ‘kahraman’ın kemikleri getirilmiştir.
Bir piyes yazarı ve gazeteci olmasına rağmen kendisini Siyonizm’e adamış, bir hayal kurmuştu. Ama körü körüne hareket etmemiş, çok katlı ve çok boyutlu stratejiler izlemişti. Bu uğurda kralları, bakanları, aydınları, din adamlarını, kısaca aklınıza kim gelirse onları kullanmaktan çekinmemişti.
İnancı şuydu: Bir fikir iyi ve haklı ise muhakkak galip gelir.1897’de ilk Siyonist Kongresi’ni İsviçre’nin Basel şehrinde topladı. Günlüklerine şu kâhince notu düşecekti: “Ben Yahudi Devleti’ni Basel’de kurdum. Eğer bunu bugün yüksek sesle söylersem, cümle âlem bana gülecektir. [Fakat] belki beş yıl içinde ama kesinlikle elli yıl içinde onu herkes tanıyacaktır.”
Dünyada bunun kadar kesin tutturulmuş bir kehanet az bulunur.İşte ölümünün üzerinden tam 45 yıl, 1 ay geçtikten sonra Viyana’dan getirilen kemikler, Budapeşte doğumlu bir Yahudi’ye aitti. Kudüs’te kendi adıyla anılan tepedeki siyah anıt-mezarının üzerinde İbranice yalnızca “Herzl” yazıyordu. Yani Dr. Theodor Herzl.
İşte bu Theodor Herzl, Avrupa’da zulüm görmekte olan Yahudi halkı için Filistin’den bir toprak parçası koparmak amacıyla eşiğini aşındırmıştı Yıldız Sarayı’nın.
19 Temmuz 1896’da kendisi görüşememişti ama danışman Kont Nevlinski aracılığıyla teklifini iletmeyi başarmıştı Sultan’a. Avrupalı zengin Yahudiler 20 milyon sterlin olarak tahmin ettikleri Osmanlı’nın dış borcunu ödeyecekler, buna karşılık Filistin topraklarından kendilerine bir yurtluk yer verilecekti.
Ne var ki, şen giden Nevlinski saraydan yaslı dönmüş, her şeyin bittiğini, padişahın tekliflerini bir daha işitmek istemediğini söylemişti. Abdülhamid şöyle demişti:_Bir karış bile toprak satamam.
Çünkü o bana değil, halkıma aittir. (…) Yahudiler milyonlarını saklasınlar. İmparatorluğum parçalanınca belki de Filistin’i tek kuruş ödemeden elde edeceklerdir. Fakat ancak kadavramız parçalara ayrılabilir. Vücudumuzun canlı canlı kesilip biçilmesine razı olamam.”
(“The Diaries of Theodor Herzl”, Almancadan İngilizceye çeviren: Marvin Lowenthal, New York, 1962, The Universal Library, s. 152.)
Bir devlet başkanından toprak satmasını istemesindeki kabalığın farkına varan Herzl, yanlış yaptığını anlar; lakin işin peşini bırakmayacaktır. Planlarını suya düşüren bu sözler, Herzl’i etkilemiş ve günlüklerine şu ilginç notu düşmeyi ihmal etmemiştir: “Her ne kadar o sırada hayallerime nokta koymuş olsa da, Sultan’ın bu hakikaten yüce sözlerinden etkilenmiştim.”
Sizin anlayacağınız, Abdülhamid’in mücadele ettiği adam da hamhalatın teki değil, davasına adanmış parlak zekâlardan biridir.
Evet” sözü verdim Bezm-i Elest’e
Şüphem yok, ayrılmam en son nefeste
Şeytanın yaptığı süslü kafeste
Papağan kuşunda arama beni.
***
1936 YILINA KADAR İNGİLİZLER ÇANAKKALE’DEYDİ...
Lozan Barış (!!)Anlaşması hakkında binlerce tartışma yapıldı. Zafer ya da hezimet diye hakkında çok konuşuldu. Ama Lozan’da Arı Burnu’nu resmen İngiliz toprağı yapacak maddeye imza atıldığı ilk kez Yaz Boz’da gündeme getirildi.
Her hafta gündemi belirleyen Yaz Boz bu haftada da ezberleri bozdu. Ergün Diler ve Bekir Hazar’ın sunduğu programa bu hafta Dr. Mehmet Hakan Sağlam katılırken,Lozan Antlaşması derinlemesine masaya yatırıldı. Lozan’ın özellikle Siyonizm’in merkezi olan İsviçre’de yapıldığı belirtilen programda yıllardır anlaşma maddelerinde açıkça yazmasına rağmen üzerinde hiç tartışılmayan bir konu da gündeme getirildi.
Lozan Antlaşması’na göre İtalya, Fransa ve İngiltere’nin kendi askerlerinin bulunduğu anıtlıklarda hak sahibi olduğu konuşulurken, Lozan’ın bu konuyla ilgili 129. maddesindeki bir ayrıntı gözlerden kaçmıştı. Yaz Boz ekibi, tüm Türkiye’yi şoka uğratan bu ayrıntıyı gözler önüne serdi.
Üç ülkenin şehitlikleri üzerinde hakları haricinde 129. maddeye göre İngiliz İmparatorluğu mezar bulunmayan arazileri de kapsayarak Arı Burnu’nda (Anzak Burnu) toprak sahibi oluyordu. Bir zafermiş gibi gösterilen Lozan Antlaşması’ndaki bu acı gerçek şu sözlerle tarihe geçti.
Lozan Barış Antlaşması Madde: 129 Türk Hükümeti’nce kullanımı bırakılacak toprak parçaları arasında, özellikle İngiliz İmparatorluğu için Anzak (Arı Burnu) bölgesindeki toprak parçaları da bulunmaktadır.
Maddenin alt metninde ise bu toprağın hiçbir askerlik ya da ticaret amacıyla kullanılmayacağı, Türk devletinin sadece denetleme hakkı olduğu, arazide bekçiler dışında asker bulunamayacağı, bekçi konutları dışında hiçbir yapının inşa edilemeyeceği, burayı ziyaret edenler için Türkiye’nin hiçbir zorluk göstermeyeceği de bulunuyor.
Arı Burnu’nun resmen İngiliz toprağı olduğunu açıklayan bu maddenin günümüze kadar hiç tartışmaya açılmaması dikkat çekerken, kazanılan Kurtuluş Savaşı sonrası, mağlup olmuş gibi düşman devletlere toprak vermenin de bir açıklaması günümüze kadar hiç yapılmamıştı.
Üzerine binlerce tartışma programı yapıldığı halde Lozan’da kaybedilen topraklardan hiç bahsedilmemesi, aslında bu anlaşmanın ne derece büyük bir hezimet olduğunu ortaya koyarken, Yaz Boz’un gündeme getirdiği bu detay önümüzdeki günlerde tartışmalı olan Lozan Antlaşması’nın bir kez daha tüm detaylarıyla masaya yatırılacağının sinyallerini de verdi.
Bu zât aynen, şöyle söylemiştir: “Bir gün Lozan muahede ve protokollerini tetkik ederken takriben şu mealde bir protokol gördüm. Türk hükümeti esas itibariyle Katolik dinini kabul etmeyi taahhüt eder, fakat halkımızın din hususunda mutaassıp bulunmaları yüzünden tedricî olarak ve şimdilik layıklığı kabul ile din tedrisatını men etmeyi kabul eder” şeklinde olduğunu çok gizli olarak ifâde eder.
Ahlâkından ve seciyyesinden emin olduğum bu zatın sözlerine itimat etmekle beraber kalbimde uyanan şüpheyi de bugüne kadar izale edemedim, idarenin Millî Komite’nin elinde olması dolayısıyla Lozan muahede ve protokolları arasında böyle bir protokolün mevcut olup olmadığını komitenizce tetkik etmek mümkündür.
Hakikaten böyle bir protokol mevcut ise İslâm Türk Milletine karşı bundan daha büyük bir ihanet tasavvur edilemez, Hakikatin anlaşılması protokolün tetkikine mütevakkıf olduğundan bu hususta fazla bir şey ilâvesine lüzum görmüyorum.
Yahudi caz sanatçısı Gilad Atzmon da Yaz Boz’un bir diğer konuğu olmuşdu. Yahudiler’in ve Rotschild ailesinin dünyaya nasıl hükmettiğini araştıran Atzmon, ilginç açıklamalarda bulundu. Atzmon, “Yahudiler 18. Yüzyıl’da Avrupa’yı ele geçirdiler. Çünkü çok zekiydiler ve paraları vardı. Mahalledeki en zeki çocuğu, en zengin Yahudi’nin kızlarıyla evlendirdiler.
Zihinsel manada elit bir sınıf yarattılar. Rotschild’ler ve Soros da bu sınıfa aittir.Yaptıkları aslında toplumu alıp parçalara bölmek. Toplumu lime lime ederler. Soros, Açık Toplum Vakfı üzerinde istediği ülkeye para gönderip istediği kıyımı yapabiliyor. Bunu Gezi Parkı’nda da denedi” diye konuştu.
Lozan Antlaşması, kent meydanındaki Rumine Sarayı’nda imzalanırken İsmet İnönü liderliğindeki Türk heyeti ise muhteşem Uşi Sarayı’nda kalmıştı. Misak-ı Milli’den taviz vermemek üzere gittiğimiz Lozan’da Musul ve Kerkük’ü kaybetmenin yanı sıra I. Dünya Savaşı sırasında Almanlar’dan aldığımız altın yardımlarını da düşman devletlere vermiştik.
Lozan’ın gizlenen maddelerini masaya yatıran Yaz Boz, aynı zamanda İngilizler’in İstanbul’daki bir okul vasıtasıyla Türk heyetinin telgraflarına ulaşarak, dinleme faaliyetlerini neredeyse 100 yıl önceden başlattığını da ortaya koydu...
Türk doğmuşum, Türk’üm... kime ne bundan...
Her mü’min kardeşim, severim candan
İman baharını kovup zamandan
Zemheri kışında arama beni.
***
Tarihin ilk ayakkabılı eylemi Erbakan’ın milli sanayi mücadelesiyle yapılıyorduDünyada ilk ayakkabılı protestonun patenti de bize ait çıktı. Hem de 50 küsûr yıl önceki bir olaydı.Peki, ayakkabıyı fırlatan ile muhatap olan kim olmaktaydı?
Yıl 1961. Yer Ankara… Birinci Otomotiv Sanayi Kongresi yapılmaktaydı. Kongre’ye katılanlar arasında işadamları, bürokratlar, mühendisler, gazeteciler vardı. Kongre’nin öncülüğünü yapan isimse daha sonra Türkiye’nin siyasi hayatına damgasını vuracak olan Prof. Dr. Necmettin Erbakan’dı.
Erbakan,1956 yılında daha 30 yaşında iken Gümüş Motor Fabrikasını kurarak Türkiye’nin ilk büyük sanayi hamlesini gerçekleştirmiş, yine 1960 yılında Ankara’da yapılan Sanayi Kongresi’nde ilk kez “Türkiye’nin kendi otomobilini üretebileceği” fikrini ortaya atmıştı.
1961 yılındaki Otomotiv Kongresi bu çabaların bir sonucu toplanmıştı. Kongre salonu oldukça kalabalık ve heyecanlıydı. Salonda Türkiye’nin kendi otomobilini üretebileceğinin inancı ile heyecanlanan mühendislerin yanı sıra, yerli otomobil fikrine karşı çıkan işbirlikçi Masonlar da bulunmaktaydı.
Bunlardan biri de, Bernar Nahum’dur. Bernar Nahum, Lozan gizli danışmanlarından olan ve Türkiyenin adım adım İslam’dan uzaklaştırılmasını, her yönden zayıflatılıp parçalanmasını amaçlayan Siyonist Yahudi planın fikir babası Haham Hayim Nahum takımındandı.
Bernar Nahum, Koç Otomotiv Grubu’nun temsilcisi olarak toplantıdaydı.Parantez açalım: Vehbi Koç ile Bernar Nahum 1944 yılında tanışmış, bu tanışma Koç Grubu için tarihi bir dönüm noktası olmuş, .
Grup hızla büyümeye ve küresel bir şirket olmaya başlamıştı. Koç ile Nahum ortaklaşa Otokoç’u kurmuş ve başına da Nahum atanmıştı. Bir iddiaya göre Bernar Nahum, Lozan anlaşmasının mimarı meşhur Hayim Nahum’un oğlu olmaktaydı.
Bir iddiaya göre de Koç grubu’na ait, BEKO’nun BE’si Bernar’dan, KO’su Koç’tan alınmaydı.Gelelim ayakkabılı eyleme:Haim Naum BernarBernar Nahum, Birinci Otomotiv Kongresi’nde konuşurken salondaki hava giderek elektriklenmeye başlamıştı. Çünkü Otokoç’un ortağı ve yöneticisi Nahum, salondaki heyecanın aksine otomotiv sanayinin zorluklarından bahsetmekte ve yerli otomobil fikrine karşı çıkmaktaydı.
O sırada ön sıralarda oturan genç bir mühendis, bir kürsüde konuşan Bernar Nahum’a, bir de ayakkabılarına bakmaktaydı. Makina Kimya Endüstrisi’nde (MKE) çalışan Erbakan’ın Millici ekibinden olduğu anlaşılan mühendisin ayağında kurumun yeni dağıttığı postallardan vardı. Nahum konuşmasına devam ederken ön sıradaki genç ise, postalının bağcıklarını çözmeye çalışmaktaydı. Çünkü öfkesi iyice kabarmıştı.
Nahum; “Bursa’da şeftali üretmek otomotiv üretmekten hem daha kolay hem daha kazançlıdır” dediği anda da ortalık karışmıştı. Nahum’un “otomotiv yerine şeftali üretmeyi” önermesine dayanamayan genç mühendis ayağından çıkardığı postalı kürsüye fırlatmıştı.
Postal, Nahum’un alnına çarparken, MKE’li vatansever: “Bize otomobili siz ürettirmiyorsunuz, sizler bizi batıya mahkûm ve mecbur ediyorsunuz” diye bağırmaktaydı. Ve bu genç mühendis te Erbakan gibi, milli ve yerli kalkınma sevdalısıydı.
Herkes unutmuş olsa da işte bu olay ilk ayakkabılı protestoeylemi olarak tarihe geçmiş bulunmaktadır.
Artık yazmak zorundayız. Her şeye rağmen Türkiye’nin ilk yerli otomobili “Devrim”i yapma fikri bu kongre’nin sonucunda ortaya çıkmıştır. Yapılmıştır da… Ama biliyorsunuz benzin koymayı unuttukları() için yürümemiş ve öylece kalmıştır.
Oysa, Erbakan ilk yerli otomobil fikrini 50 yıl önce ortaya attığında, ne Kore’nin Hyundai’ı, Ne İran’ın Samand’ı, ne Hindistan’ın Tata’sı, ne Çin’in Cherry’si vardı. Ne kadar acıdır ki, şimdi sokaklarımız Hyundai, Tata, Cherry ile dolup taşmaktadır.
Son bir not: Türkiye’ye “Otomobil yerine şeftali üretilmesini” öneren Bernar Nahum hakkında bakın Rahmi Koç yıllar sonra ne buyurmuşlardı:-Koç’un otomotiv sanayi işine girmesini, büyümesini ve kâr etmesini sağlayan Mösyö Bernar’dır.
Vehbi Bey’in büyük itimadını kazanmış biriydi ve Vehbi Bey, o ne derse kabul ederdi. Bernar Nahum eldeki paranın daima otomotiv işine yatırılmasını istemiştir.”(Capital Dergisi-2008)[2]
Bir yakınım anlatmıştı: Beşiktaş’ta komşularının boşalttığı evde gezinirken eski yazıyla bir kitap görmüş.
Alıp eve getirmiş. Bir kız arkadaşı da yanında. Kız çok heyecanlanmış, başını örtmüş. Kur’an sanmışlar.
Rahmetli babası kitaba bir bakmış, bir kahkaha atmış.
Meğerse kitap Reşat Nuri’nin ünlü "Çalıkuşu" romanıymış!Ama desenize, bir "meşrutiyet öğretmeni" olan ve aşk acısıyla İstanbul’dan uzaklaşıp Anadolu’ya giden Feride’yi bir "cumhuriyet kızı" sanan hamşo da çoktur.
Çünkü okumamıştır, okusa da düşünmemiştir.
Dun Büyük camilerden birinin Imamina:Hoca bir değil yüz defa da Hacca gitsen filancaya verdiğin bir oyun günahını temizleyemezsin dedim.Yanındakilere:- Deli mi bu adam demiş.Deli olmadan Veli olunmaz!!
NE kahpesin Dünya medyasi.NE Suriyeli Aylan bebekler,NE Iraklı tecavüze uğrayan bacılarım,NE de Libyada öldürülen tecavüze uğrayan bir Ümmet.. Ukraynali sınırı geçen Çocuk kadar gündem olmadı!!
Ulu Hakan, Halife-i müslimîn Sultan Abdülhamid Han Hazretleri, adına bayrak denilen bu Yahudi paçavrasi dalgalanmasın, ümmetin harimi-ismeti çiğnenmesin diye dünyalık nimetleri elinin tersi ile itip bedelini tahtı ile, zulüm, hakaret ve eziyet ile ödemişti.
Hani yalnızlığına terk etmeyeceğiniz Sultan Abdülhamid Han..Satılmamış bir dava, çiğnenmemiş hiç bir mukaddesat kalmayıncaya kadar ne varsa attınız sattınız!!...
Mescidi aksaya postallari ille girip yıkmaya calişan yahudiyi merasimle karşiliyan muslumanlarız insanlara değil de, musluman kelimesine yazık halkın vıcdanına..
Hayaldi gerçek oldu.Türk askerine israil paçavrasını da taşıttınız ya..Elhamdülillah Allah cc.benden bunca olan bitenin hesabını sormayacak..
Gencler bilmez.Bir zamanlar bu ülkede Laiklik ve Başörtüsü yasağı vardi!!
Allaha şükür hepsi geride kaldı.
Bunu yapanlar Atatürk ve Kemalist değerlerin asinmasi yıpranmasi adına yaptılar.Tıpkı 10 yılda bir yaptıkları Askeri Darbeler gibi..
Simdi birileri Milletle helallesme turuna çıkıyorlar. O zaman gelin helallik almadan evvel bu musluman Milletten bir özür dileyin.
Sultan Vahidettin Hanın iadei itibarını teslim edin.Mezarını Şamdan getirip Turkiyenin en güzel yerine yerleştirin.
O günlerde elbet gelecek bir gün.
Ve gul cael hakku.Ve zehegal batıl.İnnel batıle kane zehuga..Hak geldi Batıl zail oldu.Muhakkaki Batıl zevale gitmeye batmaya mecburdur.İsra Suresi 81.A.Kerimesi..
Küfür,Batıl elbette bir gün bu ülkeden ebediyyen hicret edecek Anavatanina.
Görmeden canımı alma Allahim!!
12.03.2022//KIRIKKALE
HİDAYET DOĞAN OSMANOĞLU
YORUMLAR
Henüz yorum yapılmamış.