- 375 Okunma
- 1 Yorum
- 0 Beğeni
Minareyi Çalan, Kılıfını Uydurur.
Bir yerde sonsuza değin bulunmak eşyanın matematiğine ters bir durumdur. Bizim hikayemiz de tam olarak burdan başlıyor aslında.
Yıl 2010, Aralık ayında Erzurum’ dayız. Ailecek uzun yıllardır ikamet ettiğimiz üç katlı evimizde ablamın nişanı için hazırlık yapıyorduk. Bütün nişan törenlerinde olduğu gibi bir yandan telaş ve bir yandan da mutluluk sarmıştı her yanımızı. Dokuz kardeştik, ve dokuzumuz da aynı hisleri paylaşmaktaydı. Yanlış olmasın abim o meyanda askerdeydi ve henüz 15 aydan 10 ayı kalmıştı. Neyse. Sabahın erken saatlerinde uyanmış olmanın verdiği yorgunluğu, öğlenin enerjisiyle yoğurup orta halli bir ruh hali edindim. Kaç yaşındayım, kaçıncı sınıfa gidiyorum, bunların konumuzla bir ilgisi yok diye söylemiyorum ama hani markete gitsem sigara alamayacak yaştayım. O dönem mahallenin muhtarı amcamdı. Ve yazıhanesi de hemen evimize bitişik, tek katlı bir yerdi. Pencereden dışarıyı izliyorum, evimize gelen gidenlerin yüz ifadelerine, tam karşımızdaki camiye, caminin arkasındaki dağa ,dağın tepesine inşa edilmiş olimpik atlama kulelerine bakıyorum. Birden bir polis arabasının amcamın yazıhanesinin önünde durduğunu fark ettim. Bu gayet normal bir durumdu, mahallede ne olup bitse polisler soluğu amcamın yanında alırlardı. Bu yüzden bu pek normal durum karşısında eylemsiz kalmayı tercih ettim ve etrafı izlemeye devam ettim. Ancak biraz sonra bir zabıta arabasının da muhtarlığın önüne yanaştığını görünce haliyle olanları koşup babama anlattım. Babam montunu sırtına atıp dışarı çıktı ve ardından ben... Yazıhanenin içerisi tabir yerindeyse ana baba günüydü. Hemen mevzuyu kabataslak anlatayım. 2011 dünya kış olimpiyatları Erzurum’da yapılacaktı. Ve bu yüzden de evimizin tam karşısına olimpik atlama kuleleri inşa edildi. Haliyle atlama kulelerini gören bütün gecekondular yıkıldı ve 200 aile göçe zorlandı. Tüm bunlar, Avrupa’dan ve diğer ülkelerden gelecek turistlerin görüntü kirliliğiyle karşılaşmaması istemiyle gerekçelendirilmişti. Evet tam olarak bunun için. Hatta utanmazlar bunu bir de istimlak evraklarına işlemişlerdi. Ya star!
Etrafımızdaki bütün komşularımızın evi yıkılmış, mahalle harp sonrası Almanya’ya dönmüştü. Herkes ikinci bir ihtara kalmadan evini boşaltıp çekip gitmişti. Biz ise her defasında bize gelen ihtarnameleri yırtıp atıyorduk. Çünkü bizim evimizin, diğerlerinin aksine projesi, imar izni ve planı vardı. Güya sosyal hukuk devletinde yaşadığımızı varsayarak... Oysa onlardan olmayan birinin projesi suya yazılan bir yazı kadar anlamsız,, imar izni kurt kuzu anlaşması kadar değersizdi. Bize de öyle oldu çünkü biz onlardan değildik ve hiçbir zaman olmadık, olmayacaktık.
Babam yazıhaneye girince polisler, babam ve amcama daha önce hiç getirmemiş oldukları bir evrakı gösterdiler. Bu defa evrakta dönemin cumhurbaşkanı Gül, ve başbakanı Erdoğan’ın ıslak imzası vardı. Evrakın üstündeki "acil kamulaştırma" yazısını da niyeyse hiç unutamıyorum. Minareyi çalan, kılıfını uydurur derler ya her şey öyle aleni ve gaddarcaydı işte.
Babam evrakı görür görmez cebri bir durumun söz konusu olduğunu anladı ve yazıhaneden sessizce dışarı çıktı, ben halen daha onu takip etmekteydim. 80 model kırmızı bir arabası vardı o dönem. Arabanın yanına geldi, kapıyı açtı ve kendi üstüne ruhsatlı tüfeğini alıp eve çıktı. Ne zaman başıma bir olay gelse, babamın yüzündeki o soğukkanlılığı takınmaya çalışırım.
O meyanda yazıhaneden tartışma bağırma sesleri gelmeye devam ediyordu. Ta ki babam evin en üst katına çıkıp penreden havaya bir el ateş edene kadar.
Evet. Babam tüfeğiyle havaya bir el ateş etti.
Ondan sonra ise her şey kontrolümüz dışında gelişti. İlahi bir kader gibi tartışılmaz ve olması gerektiği gibi...
Nişan dağıldı, 3 olan polis sayısı 300 oldu. Evin önünde cadı avına dönen rastgele gözaltına almalar başladı. Mahşerin provası yapılıyordu adeta. Babam birkaç el daha ateş etti. Evin elektriğini kesmek için direğe çıkan Tedaş çalışanı alttan verilen emirlerle yukarı çıkıp babamın havaya ateş etmesiyle aşağı inmekteydi. Yani Tedaş çalışanı o gün kariyerinin zirvesini yaparak asansör oldu desem yeridir :)
Velhasıl 6 saat boyunca babamla birlikte direndik. En son bir amir gelip " eğer aşağı inmezsen eve gaz atacağız " dedi. Zira panzerlerin yüzü de bizim eve bakıyordu o esnada. Babam bize baktı ve çaresiz bir şekilde tüfeğiyle aşağı indi.
Babama mahkeme yolu göründü ve bir süre onunla uğraştık. Tüfeğimize el koydular ardından ihaleyle başka birine satıldı. Evimize gelecek olursak, 10 gün mühlet ile evi boşaltmamız istendi tehtit dolu sözlerle. Biz de 10 güne kalmadan çekip gittik oradan. Evimizi yıktılar. Basit ve yorucu bir cümleyle anlatmak gerekirse tabii.
Evimizin arsası şuan milyon lira değerinde. O dönem çok düşük bir meblağ ile kapattılar. Hatta biz başkaldırdık diye metrekare’ de 100 lira eksik fiyat verdiler. Hatta sözde kamulaştırılan evimizin arsası, bir encümene yok fiyatına satıldı. Neyse diyelim, kalsın bizim davamız, divana kalsın.
Bir yerde sonsuza değin bulunmak eşyanın matematiğine ters bir durumdur. Bizim hikayemiz de tam olarak burda bitiyor aslında.
Fotoğraf o güne aittir. DHA muhabiri tarafından çekilmişti. Yukarıda anlattığım haliyle babam...
YORUMLAR
Belli ki bu "hikaye" genç bir beyini oldukça etkilemiş. Travmaya yol açmaya uygun dramatik bir gelişme tanıklık etmek; birebir yaşamak...
Sırf o fotoğraf bile bellekte kalabilecek türden!
Çok acı bir ailenin evinden zorla çıkartılması; hele hele yurttaşını koruması gerekenler tarafından.. O vakit ne adaletten, ne de haktan ne de güvenceden söz edilebilir...
Yalın ve samimi bir tasvirdi. Dokunaklıydı.
Kıymetli kaleminiz hep yazsın, değerli şair.
Selam ve saygılarımla.