- 596 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
Renkli Düşler Dükkânı 9
9
Renkli Düşler Dükkânı
Baktığı bilgisayarda yazılar ve ekran kayıyordu. Elini gözlerine götürdü ve yaptığı hataları düşündü. Bir tür ikilem içerisindeydi. Bir Taraftan yaptıklarını destekliyorken diğer taraftan vicdanının sesini bastıramıyordu.
Yeşillendirmeyle ilgili fon…
Gönderilmesi gereken belediyeye ait belge…
Yardımlarla ilgili belgeler de tam değil.
En son olarak belediyeye gelecek olan teftiş iyice canından bezdirmişti Hamit Pehlivan’ı. Başı ağrıyordu. Sıkıntıyla elindeki evraklara bakıyordu. Yorgun gözlerinin altında mor halkalar belirmişti. Dışarısı soğuktu ama Hamit sıkıntıdan terliyordu. Alnından bir ter damlası burnunun ucuna kadar gelmişti.
Belediyeye gelecek olan teftiş devletin soğuk ve resmi yüzünü herkese hissettirmişti. Şu an için yapabileceği pek bir şey yoktu. Teftişten yırtmaktan başka...
Evde de işler yolunda gitmiyordu. Çok gergindi. Tırnakları yumruk yaptığı için avucuna battı. Tırnak izlerini fark etmedi bile. Şu an her şey üzerine geliyordu.
Oturduğu yerden kalktı. Titreyen nefesini ağır ağır verdiğinde odasında bulunan Atatürk portresi buğulanmıştı. Şimdi biraz daha utanıyordu. ‘Ne yapabilirim?’ diye söylendi. Sonra burnunun dibindeki portreye tekrar baktı ve yüzü kızararak ‘Ne yapacağımı bilmiyorum.’ Dedi.
Hamit Pehlivan’ın hayatı grilerden arınmıştı. Ya siyah ya beyaz, ya hep ya hiç. Böyle olmasını seviyordu. Şehir yatılı bir liseye gitmiş ve bir nakliye firmasında çalışmıştı. Yaşının küçüklüğünden dolayı, diğer çalışanlar onu Nakliyeci diye çağırıyordu. Bu isim kasabaya döndüğünde bilinmiyordu ama Engin Yıldırım bu ismi gömüldüğü yerden çıkarıp tekrar boynuna asmıştı.
Okul yaşantısında notları her zaman iyiydi. Bu birikimini üniversiteyi kazandığında iyi kullandı. Okulunu bitirip Yedikavağ’a atandığında ona tekrardan Nakliyeci diyeceklerini asla düşünmemişti.
Nakliyeci Hamit köşede duran askıdan paltosunu alıp kolunun üzerine attı. Dışarı çıkacaktı ama terliyken bir de bu paltoyu giymek istemiyordu. En azından biraz soğukta yürüyüp vücut ısısını düşürmeyi planladı. Çok fazla terlediği için bunu yapmak zorundaydı.
Meclis üyesi Metin Tokmak Toyota Corolla’sını park etmiş içeriye doğru girmek üzereydi. Gözüne sol ön çamurluk gelip duruyordu. Berber dükkânına daldığı günden beri o çamurluk arabaya ait değilmiş gibi geliyordu gözüne. Arabada ki tek kusur buydu. ‘Keşke daha dikkatli olsaydım.’ Diyordu içinden. Hamit çıkışa doğru ilerlerken Metin’in orada olduğunu bile göremedi. Görmemesi onun için iyi de olmuştu. İki düşman askeri gibi birbirlerine ters ters bakacaklardı. Sonra herkes yoluna gidecekti. Su savaşının iki farklı takımındaydılar. İkisi de takımları için vazgeçilmez birer oyuncu gibiydi.
Hamit, arabası otoparkta olmasına rağmen kullanmayı düşünmüyordu. Zaten aklında bir sürü şey vardı. Bu halde araba kullanmak istemiyordu.
Eşi Mine Pehlivanla da sorunları vardı. Onun bu sıkıntılarını fak etmesini istemiyordu. Evdeki despot tavırlarının sebebi belki de buydu. Bazen eve geç geldiği oluyordu. Mine Hanım bu durumu hiç dert etmiyordu. Kadının onun belediyede yaptığı bazı uygunsuz durumlardan da haberi yoktu.
Tüm bu sıkıntılı günleri geride bırakacağına inanıyordu. Özünde iyilik olduğunu hissediyordu. Hele şu teftiş bir geçsin bir daha belediyenin işlerinde uygusuz bir şey yapmayacaktı. Eşine de iyi davranacaktı.
Bu düşüncelerle yürüdü. Üşüdüğünü fark etmesi biraz zaman aldı. Kolunda duran paltoyu giyinmeye çalıştığı sırada yeni açılan mağazanın önünde olduğunu fark etti. Renkli Düşler Dükkânının önünde duruyordu. Vitrinde gördüğü bir şey derin düşüncelerini unutturmuştu.
Hamit birkaç dakika boyunca vitrinde gördüğü şeye baktı. Sonra dükkân açık mı diye kontrol etti. Kapıdaki levhada ‘Açık’ yazıyordu. Müthiş sevinmişti.
Bay Baki Kalır ‘O sıradan bir çakmak değil,’ Diyordu. ‘Bu çakmaktan yalnızca iki yüz kırk adet üretildi. Dupont marka çakmağı her yerde bulabilirsiniz ama Arturo Fuente logolusunu ise çok zor bulursunuz.’
Hamit Pehlivan o hafta boyunca Davut Aksoy’un, Umut Bulut’un, Merve Solmaz’ın, Ayla Akın’ın, Engin Yıldırım’ın, Murat Mert’in, Ayfer Dikici’nin ve daha birçok kişinin önünde durduğu ve dükkâna girmesine sebep olan vitrinin önünde durmuş ve hayran hayran renkli düşler dükkânına bakmıştı.
Kapıyı hafifçe ittirdi ve kapı hareket edince yukarıdaki zil şıngırdadı. Dükkân sahibi sanki daha önceden sipariş verilmiş gibi vitrine doğru eğilmiş dikkatle çakmağı çıkarıyordu. Üzerinde vişneçürüğü rengi kadife ve şık bir ceket vardı.
Bay Baki Kalır vitrinden aldığı çakmağı küçük antika, oyma masaya koydu. Temas etmemek için bunu yapıyordu. Hamit şaşkınlıkla ve ürkek adımlarla masaya kadar yürüdü.
‘Üzerindeki logo puro logosuydu değil mi?’
Bay Baki gülümseyerek ‘Demek puro içiyorsunuz. Bazen pahalı bir zevk olabiliyor. Dedi.
Hamit hiç puro içmediğini söyleyecekti ama bundan bahsetmedi. Bay Baki Kalır’ın az önceki gülüşü ona yalnızca dostça gelmemiş, anlayış ve teselli dolu gelmişti. Gün boyunca hissettiği ikilem yerini huzura bırakmıştı. Hamit karşısındaki insanın kendisine bu kadar huzur vermesine bir anlam verememişti.
‘Sigara içiyorum ama puro daha önce içerdim. Diye uydurdu.
‘Ne yazık ki ben de içiyorum. Artoro Fuenteyi duymamış olabilirsin. Pahalı bir zevk demiştim.’
Hamit, dedesinin puro içtiğini anımsamıştı. Çakmağın üzerindeki logonun tanıdık gelişine şimdi anlam verebilmişti. Dedesi o purolardan içerdi.
Hamit, ‘Dedem içerdi o purolardan. Pek zengin olduğu da söylenemezdi.’ Diyerek tebessüm etti. Birkaç gündür ilk kez gülüyordu.
Bay Baki Kalır da ona gülümsedi. ‘O zaman sen benim diğer şanslı müşterilerimden birisin. Bu çakmakla ilgili emin olamadığım bir de hikâye var.’
Hamit meraklı ve neşeli gözlerle adamı pür dikkat dinliyordu.
‘Bu Dupont çakmakların kapağının altında altın bir plaka olduğu söylenir.’ Masadan aldığı çakmağın kapağını açarak iç tarafındaki kısmı gösterip tekrar çakmağı kapatarak yerine koydu. Bay Baki devam etti ‘Bu altın plaka oraya tutturulmuş bir vida sayesinde orada durur. Bu çakmakların müşkül duruma düşen sahipleri onu söker ve kalacakları otellerde, binecekleri tren ya da gemilerde kullanırlarmış. Hatta kumarhanelerde bile geçerliliği varmış.’
‘Öyle mi?’
‘Evet ve hatta sahiplerinin ruhsal özelliklerini üzerinde taşıdıkları da söylenir.’
Bay Baki yine dostça bir tavırla gülümseyerek Hamit’in gözlerinin içine baktı. ‘Her el değiştiğinde altının değeri artar ve yeni sahibinin karakteri üzerinde tesiri olur.’ Hamit gözlerini ondan kaçıramıyordu. ‘Biraz zor bir hikâye gibi değil mi?’
Hamit ‘Evet’ dedi ama içinden hiçte gülünç olmayan bir hikâye gibi geldiğini düşünüyordu.
‘Bu çakmak için ne kadar istiyorsunuz.’
‘Memnun kalmış müşterilerimin olması benim için kâfidir. Sanırım ünümü buna borçluyum. Şimdi elinizi cebinize atın ve ilk çıkan parayı bana verin. Uygun bir miktar olacağına bahse girerim.’
Hamit olup bitene bir anlam veremedi ve ‘Peki öyle olsun.’ Dedi. Elini cebine attı ve elli TL eline geldi..
‘Çakmak sizindir sahip, oradan alın ve parayı masaya koyun.’
Hamit istenilenleri yaptı.
‘Sizden küçük bir de iyilik isteyeceğim.’
‘Nedir?’
‘Size bu çakmak ve üzerinde tarih yazan bir zarf vereceğim. Zarfta yazan basit şeyleri yapmanız yeterli. Her zaman dediğim gibi sözünde duran her müşteri benden aldığı şeye sonsuza kadar sahip olur ama istediğim şeyi yapmazlarsa ürünümü bir şekilde geri alırım.’
Hamit ‘Sizin için sanırım bunu yapabilirim.’
‘O zaman anlaştık.’
Gülüştüler. Bay Baki Kalır ona kapıya kadar eşlik etti. Hamit sokağa çıktığında üşüdüğünü hissetti. ‘Saatlerdir ameleliğini yapıyorum.’ Dediği paltosunu sırtına geçirdi ve iş yerinin yolunu tuttu. Şimdi hafiften yağan yağmurun altında müthiş bir huzurla yürüyordu. Her şey yoluna girecekti. Artık bazı şeyleri değiştirecekti. Bunu hissedebiliyordu.
Pazar sabahıydı ve Yedikavak J. Krk. K.lığı saat on bir olmasına rağmen sakindi. Akif Aksoy bugün hafta izinliydi ve Pazartesiden geçerli üç gün senelik izin yazdırmıştı. Bir arkadaşının düğünü için şehir dışındaydı. Mahmut Orhan ev arkadaşlarıyla birlikte sinemaya gidecekti. Şimdilik onların bulunduğu katta Emre Tunç ve Kamil Gök bulunuyordu.
‘Yılbaşı gecesi için planlama yapmam lazım. Seni ve kendimi nöbete yazmayı düşünüyorum.’
Emre Tunç ‘Yine aldık başımıza belayı.’ Der gibi başını iki yana salladı. Dudağını hafifçe sola doğru kaydırmıştı. Bu görevlendirmeyi hiç istemediği her halinden belliydi.
‘Neden her yıl başı bu görev işi bize kalıyor? Neden yani!’
Kamil onun sözünü kesti. ‘Hem Kurban Bayramın da hem de Ramazan Bayramında biz izin yapabildik hatırlarsan. Yakınmayı bırak Emreciğim, sıra bizde.’
‘Tamam tamam. Ama bu işler bana çok saçma geliyor. Sırf birileri içip sabaha kadar eğlenecek diye biz onların başını bekleyeceğiz. Bu durum bana çok mantıksız geliyor. Sonuçta bizim de kendi hayatlarımız var ve o gün ben de eğlenmek, hem de geberene kadar eğlenmek istiyorum.’
Kamil hem gülümsüyor hem de başını alay eder gibi aşağı yukarı sallıyordu. ‘Ne derler bilirsin askeriyede mantık yoktur. O gün görevdeyiz. Nokta. Sabaha kadar benimle takılmak istemiyorsun anlaşılan.’
‘Konuyu çarpıtıyorsun. Seninle elbette ki sabaha kadar çalışırım. Bu arada yaptığım çizimlerime bakmalısın.’
‘Hım. Getir bir bakalım.’
Emre çalışmalarını getirdi. ‘Çizimlerin karakter kazanmaya başlamış. Bileğin rahatlamış. Kompozisyonunu beğendim. Gölgelendirmeler de hiç fena değil.’
Emre gayet memnun olmuştu. Evde sürekli iskiv çalışıyordu ve bu çalışmalarının karşılığını almak hoşuna gidiyordu. ‘Beğendiğine sevindim.
Kamil montunu alarak önünü iliklemeye başladı. ‘Ben bir yere kadar gidip geleceğim.’
Emre ‘Nereye?’ der gibi baktı ve istemsizce ‘Yani bir soran olursa.’ Diye ekledi.
‘Renkli Düşler Dükkânına gideceğim. Bay Baki Kalır ile tanışmak istiyorum. Adam bayağı gizemli biri. Duyduğuma göre hayranları gün be gün artıyor. Ayrıca endişelenme kimse gelmez.’
İkili çıkışa kadar gittiler Emre ‘Vitrininde değişik ve ilginç şeyler oluyormuş.’
‘Gidip bunu bir de ben göreyim. Görüşürüz.’ Kapı sertçe kapandı. Emre ofisine doğru gitti.
Saat on ikiye geliyordu. Mağazanın stor perdelerini parmaklarıyla aralamış Kamil Gök’ün renkli düşler dükkânına doğru gelişini seyrediyordu. Kamil, Bay Baki’nin onu izlediğini bilmiyordu.
Kapıda ‘Kapalı’ tabelası asılıydı. Oysa Bay Baki Kalır içerideydi ve onu izlemeye devam ediyordu.
Mağazanın sahibi onun görür görmez sevmişti. Halinden hareketlerinden onun akıllı, dürüst ve liyakatli biri olduğunu anlamıştı.
‘Aslında sen de benim şanslı müşterilerimden olabilirdin ama boynundaki kolye benim sırlarımı anlamanı sağlayabilir. Sürprizim bozulsun istemiyorum. Ama sana güzel bir hediyem olacak. Kanlı canlı hem de.’ Fısıltıyla konuşuyordu. Sonra kısık kısık güldü.
Sonra Bay Baki Kalır gerçekte olduğu boyuta kadar küçüldü. Neşeli bir şirin baba gibiydi şimdi. Kamil’in onu bu halde görmesinden bir an şüphelendi. Kamil, dükkân kapalı diye dönüp tekrar iş yerine dönmüştü bile.
Kamil yolda yürürken herkesin bu dükkân da ne bulduğunu sorguluyordu. Oysa gördüğü kadarıyla o kadar güzel parçalar yoktu. Üstelik eski şeylerdi. Beş para etmezlerdi.
‘Neyse seninle başka zaman tanışırız Bay Baki Kalır. Acelemiz yok ne de olsa.’
Bay Baki Kalır aynı anda ‘Elbette acelemiz yok Bay Kamil. Elbette tanışacağız ama şimdi değil. Yılbaşında tanışacağız. O gün herkes neşeli olacak. Hem de hayatlarında hiç olmadığı kadar şaşırmış olacaklar.’ Yüzünde sevimli bir gülümseme vardı. Şirin kısa boyuyla dükkânın içerisinde dolaştı. Yapacak çok şeyi vardı ve vakti azalıyordu. Son bir müşterisi kalmıştı. Sonra gidebilirdi.
Verilmesi gereken zarfları incelemeye başladı. Kadife ceketinin cebinden bir puro çıkardı ve ağzına koydu. Kartlardan bir tanesi hoşuna gitmedi. İçeriğini değiştirmeyi düşündü. Sonra kartı buruşturdu. Baş ve altıncı parmağını birleştirerek şaklattı. Elinin içerisinde mavi bir alev parladı. Purosunu tüttürmeye başladı. Sonra elini sertçe salladı. Alev kaybolmuş, geriye kül bile kalmamıştı.
Purosunu tüttürürken beklediği son şanslı müşterisi dükkâna doğru yola çıkmıştı. Tabi aklında buraya uğramak yoktu.
Emekli Polis Memuru Şaban Duru’nun evinden çıkmış aracıyla evine doğru gidiyordu. Dursun Çetin bugünlük son işini de bitirmişti. Kombi yaz konumundan kış konumuna geçmekte zorluk çekiyordu. Öyle ki tuşu bastırarak çevirmek gerekiyordu. Önce tuşların bağlı olduğu kartı değiştirdi. Sorun devam edince yanında bulunan ana kartı taktı. Sorun eskimiş ana karttaydı.
Ana cadde üzerinden sağa doğru direksiyonu kırmıştı ki gözleri, renkli düşler dükkânının ihtişamlı ve rengârenk ışıltılarına takıldı.
Aracını yavaşça durdurdu ve dükkânın önüne park etti. ‘Geçenlerde burası harabe gibiydi hangi ara bu kadar güzel yapıldı?’ diye düşünüyordu.
Araçtan indi. Bay Baki Kalır stor perdenin altından o ilginç altı parmaklı elleriyle onun içeri girişini izliyordu.
Dursun ilerledi. Kapı şıngırdayarak açıldı. Bay Baki onu görünce mutlulukla gülümsedi. ‘Uğramak için geciktiniz.’ Dedi.
Dursun gözlerini kıstı ve ‘Buraya gelmek için sözleştiğimizi hatırlamıyorum.’ Dedi.
Bay Baki köstekli saatini göstererek ‘Kastettim şey saatin geç oluşuydu.’ Diye söylendi.
‘Eğer kapatıyorsanız gidebilirim. Sadece gözüme bir şey çarptı. Sonra baksam da olur. Bu arada köstekli saatiniz çok hoş.’
‘Çook eski ve kadim bir dostumdan hediye.’ Saatini tekrar cebine koydu. ‘Öte diyarlardan bir arkadaş.’ Diye ekledi. Dursun öte lafından kastettiği şeyin, kasaba dışından biri olabileceği yönündeydi.
Bay Baki el oyması işçilikle hazırlanmış masasına doğru gitti. Eski tip kasasının içerisine az önce incelediği kartları koydu. Masanın üzerindeki antika lambayı açtı.
‘Benim son müşterilerim için her zaman vaktim olur.’ Gülümseyerek Dursun Çetin’e az önce vitrinde gördüğü bilekliği gösterdi.
‘Alabilirsin. Camı sağa ittirmen yeterli.’
Durdun gülümsemesine karşılık verdi. İyi bir insan, diye düşündü.
Dursun Çetin bileğindeki sakatlık nedeniyle camı ittirmek için sol elini de kullanmak zorunda kaldı.
Mıknatıs bilekliği hemencecik bileğine taktı. Eski tip bir şeydi ama gözüne çok şık gelmişti. Artık bu bilekliği almayı o kadar çok istiyordu ki.
‘Bu bir satıcının denemek için sakladığı bir ürün değil. Tabi kendini affettirecek insanlar başka. Bu bilekliği deneyin sağ kolunuza iyi geleceğinden eminim.’
Dursun Çetin ‘İşe yaramasa da hoşuma gitti.’
Bay Baki ‘Uçlarındaki metal toplarda kehribar taşı var.’
‘Çok iyiymiş. Bunu almak istesem ne kadar ücret vermem gerekir?’ Sesinde bu bileklikle ilgili biraz fazla abartıldığını ima eden bir ton vardı.
Bay Baki ‘Bu tip şeylerden elime aklının alamayacağı kadar çok geçti. Filmlerde gördüğün madalyonları ve tılsımları sıradan yapacak kadar etkiliydiler.’ Bay Baki’nin gözlerinde bir ışık belirmiş ve hemen kaybolmuştu.
‘Dünyanın her köşesinde daha pek çok nesne var. Bunlar sizlerin bildikleri. Gün yüzüne çıkmayanlar da var.’
Adamın biraz garip ve deli olabileceği kanısına varmıştı ama tedirgin edici biri değildi. Durdun ‘Anlıyorum sizi.’ Diye bildi.
Bay Baki ‘Şimdi az önce açtığınız vitrinin camını kapatır mısınız lütfen!’
‘O pardon.’ Sağ eliyle az önce zorlanarak açtığı camı şimdi rahatça kapatmıştı.
Bay Baki ona anlamlı gözlerle baktı. Dursun Çetin şimdi daha ikna olmuştu.
Bay Baki ‘Şimdi az önce sorduğunuz soruya gelirsek, sizden on beş TL ve küçük bir iyilik isteyeceğim.’ Gülümsemesinde tılsım var gibiydi.
Dursun hiç sorgulamadan ‘Kabul.’ Dedi.
Bay Baki yılın son şanslı müşterisine kapının önüne kadar eşlik etmişti.
Dursun Çetin ‘Yeni yıl için her şey hazır. Yedikavak hiç olmadığı kadar huzurlu. İnanın buna.’
Kapıya döndüğünde dükkân kapısının kapanmış olduğunu gördü. AZ önceki şıngırtıya yeni anlam verebilmişti. Bay Bakinin ne ara gittiğini anlayamamıştı.
Dursun park halindeki aracına binerek evinin yolunu tuttu.