- 434 Okunma
- 2 Yorum
- 3 Beğeni
ÜNİVERSİTE YILLARIM -9 NURAY BACIM
ÜNİVERSİTE YILLARIM -9
NURAY BACIM
Diyemedik bunca gündür sözümüz
Ağuları içer oldu özümüz
Oyup da kenara koydu gözümüz
Dost bildiğim eller yaralar beni.
Gönül oyuk oyuk yarayla dolu
Şaşırıp da kaldım sağımla solu
Bulup da varamam eş dostun yolu
Sapa yollar zaralar beni.
Susa susa kelâmları şaşırdık
Gönlümüzden elemleri taşırdık
Daim gönüllerle haşır neşirdik
Garip bir kuş gibi göreler beni.
Yazımı yazan da doluca yazmış
Çekersin sen deyip peşpeşe dizmiş
Gurbet ellerinde elekten süzmüş
Dostluğu bilmeyen karalar beni.
Uçun kuşlar uçun sılama deyin
Benim için hasret libasın geyin
Ölürsem gurbette gelip de yuyun
Dostlar izarıma saralar beni.
Nihayet 16 saat süren uzun yolculuğu tamamlamış Kilis’e ulaşmıştım. Benim ne zaman döneceğimi kimse bilmiyordu. Elimde valizim ve hediye çantalarım ile Ceylan Sokağına vardığımda derin bir ’’ohh!" çektim. "Kalleş’in yeli" dediğimiz bir rüzgâr esiyor, ortalığı serinletiyordu. Anam böyle zamanlarda ’’kele yavrım şu tağayı açın da Kalleş’in yeli vursun acık!" derdi. Ben gelmiştim Kalleş yeli ile birlikte. Şimdi en çok karagözlü bacım sevinecekti. Yolda cebimde kalan paraya karagözlüme bir kilo muz almıştım. Çünkü onun Ankara’da hayali bir minik maymunu vardı. Onunla dost olmuştu. Ona, o minik maymun benim aracılığım ile hep oyuncaklar ve muzlar gönderecekti. Biliyordum başka türlü benden ayrılamazdı. Öyle tatlı bir yalan söyleyerek beni Ankara’ya uğurlamasını kolaylaştırmıştım.
Daha sokağa adım atmaz kimi damdan, kimi pencereden, kimi yaşlılar da köşe başında otururlarken beni gördüler. Hepsinin gözlerinde ışıltı vardı. Biliyordum ki bizleri kendi çocukları gibi seviyor ve benim başarımdan mutlu oluyorlardı. Beni gören " Hoş geldin! Maşallah! Peh kızım peh!" diyerek karşılıyorlardı. Nasıl büyük bir şey başarmıştım ki ben? Aslında biliyordum erişilmez bir yere okyanuslarda kulaç atarak erişmek gibiydi yaptığım hamleler! Hele de bizim gibi varlıktan yokluğa düşen bir aile için büyük bir şeydi. Daha ben zile dokunamadan dış kapımız açıldı. Kara gözlüm kendisini öyle bir kucağıma attı ki!
"Maymunum da geldi mi seninle abla" diye sordu.
" Yokkk" dedim." Onun orada annesi var. Gelemez ama sana muz gönderdi " dedim. Nasıl mutlu oldu anlatamam. Bir elmayı bile bulamadığımız günleri çok yaşamıştık babamın vefatından sonra. Emoş’um tüm muzları kabuğuyla birlikte yemek için uğraşıyordu. ’’ Geçecek bu günler kara gözlüm merak etme. Biz de bu zorlukları atlatacağız ’’dedim içimden. Anamın yanına gidip elini öptüm.
’’Söyle bakım, neler almışlar " dedi.
Ne diyecektim şimdi. Kıpkırmızı oldum ama anamdan bir şey saklayamazdım ki.
"Aney, vallah hepsi çalışorlar. Halı almışlar. Odanın birini Memet askerden gelinçiye kader dayayıp döşüyücülermiş. Bir çamaşır makinesi almışlar. Daha da yapıcık d’orlar. Bayramda da gelicilermiş " dedim.
Anam: ’’Beeee! Gettiklerinden beri berşi yapmamışlar mı? Bu kader mi etmişler. El gülünçü kimi.. "Heç gelmesinler!" dedi. Sustum. Anam Osmanlı kadındı. Memet’in ve Ahmet amcanın insanlığını o an övsem biliyordum ki ağzımın üstüne elinin tersiyle bir Osmanlı tokadı indirirdi.
Anam o günden sonra Emine abla karşısındaymış gibi sürekli sayıp döktü. ’’Sen beni ele âleme rezil etmek içun mu çabaloñ?
Durumuñda yokduysa niye kızımıñ yoluña durduñ?"diye söylenip duruyordu.
Ben duymamak için hep başka işlere kendimi veriyordum. Yine de bir taraftan çeyizler hazırlattırıyordu annem.
Tabii ki biz, Veysel dayımın tavuk çiftliğinde tavuk kesim ve temizleme işlerine gitmeye devam ediyorduk her gece. Evde altı çocuk, bir gelin bir de Mustafa yeğenim annemle birlikte dokuz kişiydik. Annem " Ev değil evrân yavrum. Ne alsam hemen bitor" derdi. Haklıydı. Bu kadar kişiye dağ dayanmazdı. Abim iki haftada bir Kıbrıs’tan çiçek ve fincan tabak gibi şeyler getirip onu pasajlarda satmaya çalışıyordu. Mesut sebze halinde amcamın yanında çalışıyordu. Hasan kardeşim de yorgancı çırağı olmuştu. Anam, Nuray ve ben kalıyorduk geriye. Geceleri ha bire tavukların ardında koşuyor yakalayıp kesim makinesinin içine başaşağı yerleştiriyorduk.Kesim bitince de oturup tavukların tüylerini yoluyorduk. Anam üzülmesin diye asla "yorulduk" demezdik. Sabah gün ışıyıncaya kadar çalışırdık. Sonra da eve geçer bir kaç saat uyurduk. Evdekilere Ankara ile ilgili hiçbir şeyden bahsetmiyordum. Sanki Kilis’te liseye gidip geliyormuş gibiydim. Onlar sormuyor ben de anlatmıyordum. Zaten anlatamazdım da. Evimizde bunca yaşanan zorlukları görünce kendime çok kızıyordum. ’’Keşke hiç harcamasaydım da anama geri getirseydim’’ dediğim çok oldu.
Bazı günler gece, bazı günler gündüz çalışıyorduk. Hiç gücümüze gitmiyordu. Biliyorduk ki biz çalışırsak bu hayata tutunabileceğiz! Sadece tarlalarda açık alanda güneş altında soğan veya küncü sökerken, nohut yolarken, arpa biçerken güneş tepemize vurunca helâk olurduk. Anamın tansiyonları çıkar. Gözleri ağlamış gibi kızarırdı. Çok üzülürdüm o zaman. Ama yapılacak hiçbir şey yoktu. ÇALIŞMALIYDIK!
Kimseye eyvallah etmemeliydik. "Çalışan kazanır yavrum. Haydi yallah! Nerde iş varsa biz ordayık!" derdi.
Bayram yaklaşırken anam İstanbul’a haber saldı: ’’ Gelmeyin eksik neyiniz varsa tamamlayın’’ diye.
İstanbul’dan hiç ses gelmedi. Anam da ’’Eyi bunlar eksik tamamlasın . Biz de kendi eksik gediğimizi tamamlıyak’’dedi. Ama yine de bayramda çıkıp geldiler. Nuray’a yine kıyafet vs almışlar. Anam da’’ Kele Emine bacım! Ne gerek var da çula çaputa para verorsuñuz? Ben haber salmadım mı? Gelmeyin deyiñ. Âllehem tamamladıñız" dedi. Anam tok sözlüydü. Kimsenin ardından konuşmaz yüzüne söylerdi düşündüğünü.
Emine abla " Kele Haci bacı, bizim sizden geri kalır yanımız mı var. Memet aslan kimi çalışor. İki sene soñra askere gidici. Tamamlarık o zamana kâdder. Geliñimizi görmeye geldik " dedi. Bir sürü masraf etmişler bayramcalık hazırlamışlardı. Aslında annem, öyle konuşmasına rağmen yine de mutlu olmuştu . Gurur duymuştu. Çevreye karşı başı dik gezecekti. Kilis’in lâfı sözü çoktu. Bunu da biliyordu.
Memet kardeşleriyle birlikte Nuray’ı ve beni Ayşecik parkına götürdü. Bizimkiler evde hasbihal etmeye devam ettiler.
Aslında düğünün geç olması daha iyiydi. Hem Nuray biraz daha büyür hem de hazırlıklar tamamlanırdı. Bayramı birlikte geçirdik. Tabii ki onlar bizim evde kalmadılar. Bitişik komşumuz olan kardeşigilin evinde kaldılar. Gündüzleri görüştük. Bayram bitince Istanbul’a döndüler. Bizler de yoğun çalışma tempomuza geri döndük.
Gel gelelim biz: ’’Düğün nasılsa geç olacak rahatca her işi yaparız ’’ diye düşünürken akrabalardan biri " bize danışmadan kızı nasıl verirsiniz? Biz alacaktık. Nuray’ı. Ya bize verirsiniz ya da kaçırırız ’’ deyince anam birkaç ay sonra Istanbul’a haber salıp apar topar Nuray’ın düğününü yaptırmış. Ben o esnada ikinci sınıfta idim. Bana bile haber verilmemişti. Duyduğumda ne çok ağlamıştım. Bacımın yaşını nikâh işlemleri için bir kez daha büyülttürmüşler ve Kilis’in meşhur Özyurt sinemasında düğünü yapıp annem de onlarla birlikte İstanbul’a yola revan olmuştu.
’’Eyvah, daha onbeş yaşını yeni bitirmiş idi. Çok erken " diye diye ağlıyordum.
Nuray’ı bekleyen ortamı düşünüp günlerce ağıt döktüm. Ama annemin başka çaresi yoktu. Annem tükürdüğünü asla yalamazdı!
KARDELEN(Ayrıkotu)
O6.03.2022
Tülay Sarıcabağlı Şimşek
Dinar/Afyonkarahisar