- 752 Okunma
- 8 Yorum
- 3 Beğeni
Son 30 Yılın Panoraması
Doksanlı yılların başında Almanya’da, kısa bir deyişle Türk Öğretmeniydim. O yıllar dünyada siyasi, ekonomik sosyal değişikliklerin hızla yaşandığı yıllardı. Yurttaşlarımızın ekmek parasını sorunsuzca(!) kazandığı ülkeydi Almanya. Öğretmenliğimin ilk yıllarında gitmek istediğim özgürlükler diyarı hayal ettiğim bu ülkeye ancak otuzlu yaşlarımın sonunda gitmek olanaklı oldu.
Tatillerini anayurda gelen emekçi kardeşlerimizin hayranlıkla anlattıkları ve de hakkında okuduğum kitaplardan üzerinde hayal kurduğum ülke umduğumdan da daha ilginçti. Almanya demek planlı ve kalkınmış sanayi ülkesi demekti. Almanya demek yalanın, riyanın olmadı ülke demekti. Almanya demek saat gibi işleyen trafik, kasissiz yollar ve alabildiğine yeşilliklerle bezeli tertemiz parklar demekti.
Berlin Duvarı yıkıldı 90’larda. Batı Almanya Doğu Almanya’yı satın aldı deyim yerindeyse dağılan Sovyetler Birliği’nden. Öncelikle Doğu Almanya’dan, Polonya Batı Almanya’ya büyük göçler yaşandı. Batıya göç edenler klasik deyişle beş feniğe muhtaçtı çoğunlukla. Oysa birçok arkadaşım gibi ben de Doğu Almanya’nın dünyanın onuncu kalkınmış ülkesidir kanısındaydık.
Doğu Almanya’dan gelenler ve o ülkeye gidenlerin gözlemleriyle bu ülke 1945’den beri önemli bir gelişme kaydetme başarısını gösterememiş. Batı, doğunun alt yapısını düzeltmek için o yıllarda vergi ödeyen yurttaşlarına 100DM vergi koydu. Kiralar arttı. Fakat bilindiği gibi Batı Almanya kısa sürede üzerine kambur olan Doğu Almanya’yla bütünleşti ve AB’nin en güçlü ülkesi olma başarısını sürdürdü.
Almancamı hayli ilerlettim. Şimdi bile hafızamın derinliklerinde yerini kaybetmeyen bir Alman filmi izledim. Kapitalist sistemle sosyalist sistemin de irdelendiği ilginç bir filmdi izlediğim film.
Ekonomik durumu yeterli olan; Doğu Alman evli genç bir çift otomobillerle batıya geçiyorlar. Otomobilleri her haliyle klasik sosyalist ülkelerin kendini yenileyememiş sanayi malları özelliğini taşıyor. Film bu ya, çift bir trafik kazası yaşıyor. Bir otomobille çarpışıyorlar. Kazaya karışan diğer otomobilde de kendileri gibi aynı yaşlarda batı Alman bir çift var.
Taraflar Alman soğukkanlılığıyla panik yapmadan diyaloğa başlıyorlar. Batı Alman çiftin otomobili az kullanılmış ünlü Alman modellerinden bir araç; gıcır gıcır. Batı Alman çift soydaşlarını evlerine davet ediyor. Hasar gören araçlarını tamire veriyorlar.
Çiftler ülke içinde seyahat yapıyorlar. Doğudan gelen aile batının kalkınmışlığına, sanat eserlerine göllerinde yüzen kuğularına, ördeklerine hayran oluyorlar. Batılı bayan gezmekten hoşlanan uçarı bir kadın eşi ise sanatsever, klasik müzik hayranı bir erkek… Doğulu çiftin karakterleri ise farklı soydaşlarına göre. Doğulu kadın sanatsever, eşi serüven meraklısı… Tinsel yapıları uyuşan çiftler birbirlerine daha çok zaman ayırıyorlar yaşadıkları 8-10 günlük süre içinde.
Batı toplumu, ilişkileri farlı… Serüven severler otomobille şehrin farklı kesimlerini turlarken romantikler klasik müzik eşliğinde loş ışıklı odada dans ediyor. İki karşı genç cinsin yaşayacağı son uç ilişkileri tasasızca yaşıyorlar. Birbirlerinden pay alma eylemini serüven sevenler de kaçırmıyor elbette.
Günler çabuk geçiyor. Batı teknolojisi, otomobil fabrikadan yeni çıkmışçasına pırıl pırıl, doğulu çiftin hayranlıkla bakışları arasında teslim alınıyor. Çiftler kırk yıllık dostlar gibi vedalaşıyorlar. Tabi masrafları ev sahipleri karşılıyor. Doğulu çift konuksever soydaşlarını yaşadıkları kente davet ediyor.
Elbette propaganda kokusu vardı izlediğim filmde. Kapitalist sistemin teknolojide sosyalist sisteme göre büyük aşama kaydettiği filmin her sahnesinde gözler önüne seriliyordu. Romantik sahneler olayın tuzu biberini oluşturuyordu.
Kapitalist sistem baş döndürücü aşama kaydederken her ne kadar sosyal hakları olsa bile emekçi kesin yükün en ağırını çekmek durumundaydı. Bu savımı şöyle örnekleyeyim. Almanya’da çokça Türk Dernekleri var. Dernekte, Alman Ulusal Futbol Takımı ile ülkemizle sıkıntısı olan bir ülkenin futbol takımı ile maçını izliyoruz. Gurbetçi işçilerimiz fire vermeden ülkemizle sıkıntısı olan ülkenin takımının kazanmasını için dua ediyorlardı adeta. Oysa o yıllarda ülkemizde otomobil lüks bir araç iken birçoğu araç edinmişlerdi ve Türkiye’de konut sahibi olmuşlardı. Elbette Almanya’da kazandıkları paralarla…
Son otuz yılda özellikle Sovyetler Birliğinin dağılmasıyla oluşan olayların panoramasına geçmeden önde kısaca şu gözlemlerimi de söylemeliyim. Yine 90’lı yıllarda yaz tatillerinde ziyaret ettiğim memleketim Artvin’in ilçelerinde ve daha birçok yerde dağılan Sovyetler ’in yerine kurulan ülke vatandaşları çeşitli mallar getirip adına Rus Pazarı denen pazarlarda satıyorlardı. Satılan mallar modası geçmiş, uzun süre kullanılmayacak düzeydeydi. Evet, Varşova Paktı bloku ülkeleri kapitalist sistemle girdiği yarışta geri kalmıştı. Ürettikleri mallar teknolojide geri kalmışlığının bariz kanıtıydı.
Böylece Sovyetler Birliği dağıldı. Dağılan dev gibi bir ülkeden kıta Avrupası’nda Baltık kıyılarından güneye doğru onlarca ülke kuruldu. Sovyetlerin Asya topraklarında da Türk devletleri kurulduğunu da belirtmeliyim. Azıcık geriye gidelim II. Dünya Savaşı sonunda ABD önderliğinde batılı ülkeler Sovyet ilerlemesine karşı NATO’yu kurdular. Sovyetler ’de NATO’ya karşı Varşova Paktı’nı kurdu. Klasik deyişle ABD, NATO’nun kesin söz sahibi, Sovyetler ‘de diğer paktın ağababasıydı.
Oluşan iki kutuplu dünyada bu iki pakt denge unsuru görevi yapıyor büyük çaplı sorunlar yaşanmıyordu. Sovyetler dağıldı, gücünü kaybetti. Peki, NATO niye varlığını sürdürdü? Soru bu. Okul yıllarımızda okuduk Milli Güvenlik dersinde: “NATO, Türkiye ile daha güçlü ve Türkiye ise NATO içinde daha güvenli.” Ve ünlü paktın 5. Maddesi üye ülkelere bir saldırı olursa paktın diğer ülkeleri saldırıya uğrayan ülkeyi korur. Korur da acaba öylemi? Ülkemize musallat olan ayrılıkçı eylemlere başta ABD ve AB’nin birçok ülkesi açıktan destek verdiğini ülkemin her yurttaşı bilir!
Sovyetler Birliği dolayısıyla Varşova Paktı dağılınca NATO’nun patronu Sam Amca batan geminin mallarını yağmalarcasına Avrupa’da kurulan irili ufaklı devletleri bünyesine aldı. Oysa karşıda düşman yoktu. Ne acıdır ki, ülkemizi kapıda bekleten AB daha dün Varşova paktına bağlı ülkelerini birliğine kabul etti.
Sonuç: Bu kez kapitalist sistemle güçlenen Rusya bana yaklaşma diyor Sam Amca’ya. Savaş makinesinin çalıştığı bu günlerde televizyonlarda izlediğim işin uzmanı siyasi analistler ABD’nin tıpkı Sovyetleri çökerttiği gibi Rusya’yı etkisizleştirmek için Ukrayna’yı Rusya liderliğinin önüne attı.
Savaşın iyisi olmaz. Savaş demek gözyaşı demektir, savaş demek masum çocukların, insanlığın ölmesi demektir. Savaş kıtlık demektir. Savaş demek sağlığa, eğitime, ulaşıma, kültüre ayrılan kaynakların savaş makinelerine harcanması demektir. Umar ve dilerim tez elden Rus-Ukrayna olayı en erken biter. İnsanlık barışın yüceliğini yaşama şansı yakalar. Ve ülkemiz bu yaşananlardan en az zararla çıkar…
YORUMLAR
Merhaba Kıymetli Hocam
Doksanların başları gibi dünyamızın siyasal, toplumsal, ekonomik, kültürel önemli bir kırılma noktasını anılarla, gözlemlerle bezeli bir anlatımla, okuyanı alıp götüren bir söyleyişle verdiğinizi gördüm
Elbette doğu, batı, kuzey, güney kavramları etrafında söylenecek şey çoktur özünde
Almanya'nın disiplin, sistem, kurallar, ahlak, hukuk nosyonları etrafında tanımladığı ve kurduğu dünya kuşkusuz arz ettiğiniz gibi
Avrupa toplumlarının bazı farklarla birlikte bu özellikleri sergilemesinde bilim, felsefe, sanat gibi ögelere yüksek düzeyde önem vermeleri temel etkenler arasındadır
Şark/doğu toplumları bu bilimsel kafa yapısına sahip olmuyor, olmak yönünde ciddi tutarlı çaba göstermiyor, bu tip ülkelerde yönetimlerde cehaletten, eğitimsizlikten besleniyor, nemalanıyor, bilimsel düşüncenin topluma ışık tutmasını istemiyor, bazen ister gibi yaparak, görünerek kamuflajlı istemiyor hatta
Bir diğer yönden alırsak tüm bir uygarlık tarihi böyle düz bir çizgi izlemiyor elbette
Binlerce yıl boyunca hep Avrupa ileri, hep Asya Afrika geri değil hani
Asya'da Afrika'da kurulmuş medeniyetlerde var şüphesiz, tarihin daha eski zamanlarında
Son asırlarda bu eski medeniyetlerin torunlarını özellikle Afrika'da köleleştirip, gemilerle balık istifi şeklinde Amerika'ya taşıyan da, yollarda hastalanıp ölenleri köpek balıklarına yem yapan da yine bu sosyal devlet, hukuk devleti normlarını inşa eden Avrupa ve devamında Kuzey Amerika
Yani bilimsellik, akılcılık kadar emperyalizm ve kapitalizmin ırkçı, sömürgeci, dengesiz gelişmeci yasaları da Avrupa'yı bir yeryüzü cenneti kılmaktadır
Bir kelimeyle egoizmi, ırkçı yönü, narsisizmi de Avrupa'nın akılcılığının bir parçası gerçekte
Bireylerin hayatında da buna benzer bir durum vardır açıkçası
Dünyayı kendi üzerine kuran, gözü kendisinden başkasını görmeyenler, başkasına beş kuruş faydası olmayanlar, çıkarı için başkasının hakkını çiğnemekte neredeyse beis görmeyenler, bu tabiatlarını kanunla çatışacak seviyeye getirmezlerse, ya da dişli birilerine çatmazlarsa iş ve çalışma yaşamında daha başarılı olurken
İnsancıl, paraya pula fazla kıymet vermeyen, düşeni kaldıran, hakka riayet eden, garibanı kollayanlar aynı iş ve çalışma yaşamında benzeri yükseliş ve başarıyı yakalayamıyor kanımca
Şüphesiz söylediklerimin saf aptallığın, tembelliğin, kafasızlığın, beceriksizliğin bahanesi olduğu, kılındığı hallerden bahsettiğim de sanılmasın
Hani temelli de, iş bilmezliği kutsayıp, iş bilirliği ahlaksızlıkla açıklamak maksadı güttüğüm de zannedilmesin
Evet evet, yaşasın aptallık, kahrolsun beceriklilik, tabi tabi iyi yoksullar, kötü zenginler şeklinde anlamanın kolaycılığı da yanıltıcı olur zannımca
Yine hocam ülkelerin gelişmesinde Genel Coğrafya verileri de temel etken olmalı
Genelde gelişmişlerin kuzey yarımkürede, az gelişmişlerin güney yarımkürede toplanması dahi iklim, coğrafya kriterlerini akla getirmekte ister istemez, ya da önemli ticari, iktisadi yolların üzerinde olmak emperyalizme kapı aralarken, kavşak noktalarda konumlanmayan ülkelerin bazen sessiz sedasız dünyaya madik atma şansı bulması da mümkün
Nihayet hocam
Yüreğinize, emeğinize, kaleminize, kelamınıza bereket
Selam ve saygılarımla.
İBRAHİM YILMAZ
Merhaba Levent Bey, yorumunuz son derece donanımlı ve de düzeyli. Hele alıntıladığım sözlerle duygularıma direk dokunuyorsunuz.
Elbette Asya ve Afrika'da büyük gelişmeler sağlanmış, büyük uygarlıklar kurulmuş. bağdat'ın Moğol işgalinde ki, yıl 1258. Dicle yakılan, parçalanan kitapların mürekkep rengiyle aktığı... bilinir. Ve İskenderiye kütüphanesi, piramitlerin yapıldığı dönem Afrika için elbette altın çağlarmış. Kökler kitabı ve dizis Afrika insanının dramını içler acısı biçimde betimler.
Dilerim Türk Kültürünü çağdaş uygarlık düzeyine çıkarma savaşımız ivme kazanır.
Selam ve saygılarımla.
İbrahim Hocam! Kalemizden "SON 30 Yılın Panoramasını" okumak olağan üstü keyifli
Tırak içine
"Tatillerini anayurda gelen emekçi kardeşlerimizin hayranlıkla anlattıkları ve de hakkında okuduğum kitaplardan üzerinde hayal kurduğum ülke umduğumdan da daha ilginçti. Almanya demek planlı ve kalkınmış sanayi ülkesi demekti. Almanya demek yalanın, riyanın olmadı ülke demekti. Almanya demek saat gibi işleyen trafik, kasissiz yollar ve alabildiğine yeşilliklerle bezeli tertemiz parklar demekti." aldığım bu satırları okuyunca, aklıma ilk gelen şey Ege denizinde AB ülkelerine kaçak girmek için boğulan, Yunan hududunda bağrını kurşuna siper eden, sözüm ona İslam ülkeleri vatandaşı Müslümanlar canlandı gözlerimin önünde.
Hatta içinde bulunduğum ekonomik şartlara göğüs geren ülkem insanlarının, umutsuzluğu, umudu yurt dışında aramaları film şeridi gibi düştü beyaz perdeye.
Ondan sonraki bölümleri de dikkatle okudum.
Ne söyleyeceğimi bilemedim, niçin iyi yönetilmiyoruz diye sordum kendi kendime ve AVM raflarındaki yabancı menşeili nohut, mercimek fasulye, ceviz kestane düştü izlediğim çarpık filmin perdelerine.
Sahi İbrahim Hocam Türk Milleti bunları niye yaşıyor? Biz nerede hata ettik?
Yazı güzeldi.
Kutlarım.
Selam ve sevgilerimle.
İBRAHİM YILMAZ
öncelikle ilginize ve düzeyli yorumunuza teşekkür ederim.
Geleyim "Biz nerede hata yaptık? " yaptık sorunuzun yanıtına.
Yine almanya izlenimlerimden yanıtlamaya çalışayım sorunuzu.
Türkiye Almanya'ya öğretmen gönderdiğinde öğretmenlerimiz yabancı dil bilmeden 11 yıl okuyarak öğretmen olmuşlardı.
Alman öğretmenler ise sınıf öğretmeni düzeyinde. İki yabancı dil öğrenerek ve de 17-18 yıl okuyarak öğretmen olmuşlardı. ve Alman öğretmenlerin bazıları bizimkilere selam vermiyormuş diye anlatıdı işçi arkadaşlarımız.
Bizde öğretmen yetiştiren okullar kapatıldı.
Cevap umarım sıkıcı olmadı.
Selam ve saygılarımla esen kalın.
Gerçek bir kitap okuruyla karşılaşmak sevindirici. Birikiminizi bu şekilde bizlere aktardığınız için çok şanslıyız canlı arşiv ve zengin bir kütüphane gibisiniz. Bu tür yazıların işte makaledir, kitap incelemesidir burada pek rağbet görmediğine üzülerek tanık oldum. Oysa bu tür yazılar geleceğe bakışımızı, gelecek politikalarımızı şekillendirecek olup aynı zamanda dünü okumamızı da sağlayacaktır. Sayenizde geçmişin panoraması bugünlere dek gözümüzde realist bir şekilde ve de film şeridi gibi canlandı. Sizi ve yazılarınızı özenle okuyan bizler için hep yazınız ve de yazmaya devam ediniz lütfen.
Gerçek bir kitap okuruyla karşılaşmak sevindirici. Birikiminizi bu şekilde bizlere aktardığınız için çok şanslıyız canlı arşiv ve zengin bir kütüphane gibisiniz. Bu tür yazıların işte makaledir, kitap incelemesidir burada pek rağbet görmediğine üzülerek tanık oldum. Oysa bu tür yazılar geleceğe bakışımızı, gelecek politikalarımızı şekillendirecek olup aynı zamanda dünü okumamızı da sağlayacaktır. Sayenizde geçmişin panoraması bugünlere dek gözümüzde realist bir şekilde ve de film şeridi gibi canlandı. Sizi ve yazılarınızı özenle okuyan bizler için hep yazınız ve de yazmaya devam ediniz lütfen.
Gerçek bir kitap okuruyla karşılaşmak sevindirici. Birikiminizi bu şekilde bizlere aktardığınız için çok şanslıyız canlı arşiv ve zengin bir kütüphane gibisiniz. Bu tür yazıların işte makaledir, kitap incelemesidir burada pek rağbet görmediğine üzülerek tanık oldum. Oysa bu tür yazılar geleceğe bakışımızı, gelecek politikalarımızı şekillendirecek olup aynı zamanda dünü okumamızı da sağlayacaktır. Sayenizde geçmişin panoraması bugünlere dek gözümüzde realist bir şekilde ve de film şeridi gibi canlandı. Sizi ve yazılarınızı özenle okuyan bizler için hep yazınız ve de yazmaya devam ediniz lütfen.
Gerçek bir kitap okuruyla karşılaşmak sevindirici. Birikiminizi bu şekilde bizlere aktardığınız için çok şanslıyız canlı arşiv ve zengin bir kütüphane gibisiniz. Bu tür yazıların işte makaledir, kitap incelemesidir burada pek rağbet görmediğine üzülerek tanık oldum. Oysa bu tür yazılar geleceğe bakışımızı, gelecek politikalarımızı şekillendirecek olup aynı zamanda dünü okumamızı da sağlayacaktır. Sayenizde geçmişin panoraması bugünlere dek gözümüzde realist bir şekilde ve de film şeridi gibi canlandı. Sizi ve yazılarınızı özenle okuyan bizler için hep yazınız ve de yazmaya devam ediniz lütfen.
Bir insan diğerinden üstündür diyemeyeceğimiz gibi bir ideoloji, fikir akımı veye yaşam tarzı da diğerinden üstündür diyemeyiz. Üstünlük atfetmek bir noktadan sonra kutsallaştırmaya evrilir çünkü. Kutsallaşan da kendini ilahlaştırır. Saltanat-Cumhuriyet tartışmasında on yıllarca bunu yaşadık biz. Muhafazakar-ilerici tartışmasını da aynı açıdan değerlendirebiliriz. Bir tarafta dinin ideolojileşmesi, diğer tarafta ideolojinin dinleşmesi söz konusu. Dolayısıyla bu durum beraberinde, aslında birbirine hiçbir üstünlüğü olmayan insan ve akıl ürünü fikirlerin kutsallaşması anlamına geliyor. Hangi siyasi, dini ve ideolojik fikre sahip olursa ekseri insan, kendi varlığını karşıt dünya görüşleri üzerinden tanımlama ihtiyacı duyuyor. İstiyor ki karşısında bir düşman olsun. Türkiye'de Kürt milliyetçiliği yükseldikçe Türk milliyetçiliğinde de artış gözlemlenmesini buna örnek verebiliriz.
Bu pencereden bakınca kapitalizmin sosyalizme, sosyalizmin de kapitalizme bir üstünlüğü olduğunu görmüyorum. Üstünlük algısı sadece bir algı yanılsaması. Öyle olmasını istediğimiz için öyle görüyoruz. George Orwell Hayvan Çifliği kitabında komünizmin "Herkes eşittir" ilkesininin zamanla "Herkes eşittir ama bazıları daha eşittir" anlayışına nasıl dönüştüğünü çok güzel anlatır. Aynı şekilde kapitalist düzende yaşanan sorunlar da hepimizin belleğinde var olmaya devam ediyor.
Sorun nerde peki? Bizzat insanın ve insanın oluşturduğu toplumun zihninde. Var olma arzumuzu bir ötekisi üzerinden doğrulamaya ve gerçekleştirmeye çalıştığımız sürece hiçbir ideolojik anlayış, yönetim biçimi, ekonomik ve sosyal düzen, yaşam tarzı ya da felsefi görüş derdimize deva olamayacak. Teoride mükemmel görünen hiçbir anlayış pratikte aynı sonuçları vermez ne yazık ki! Teoride gördüğün mükemmelliği zorla pratiğe dökmeye çalışırsan bunun adı da yenilik değil dayatma olur ve ters teper. İdeolojilerin en temel sorunu bence budur. İnsan fıtratını hesaba katmazlar ve daha çok taraftar bulabilmek, doğrulanmak ve gerçekleşmek adına bir müddet sonra dayatmacılığa kayarlar.
İBRAHİM YILMAZ
İnsan fıtratını hesaba katma denince Kabil-Habil kardeşlerden beri insanlık kan döküyor mu demek gerek.
Özetle toplum çıkarını kişisel çıkarlara feda etmeyen yönetici ve yönetim anlayışının egemen olduğu adına kısaca sosyal hukuk devleti anlayışını yaşama yetesiye geçirilirse o sisteme övgü düzülmeli dersem umarım yanılmam.
Fıtratımızda iyiden güzelden yana özellikler olduğu gibi bunların karşılığı olumsuz duygularda var. Sevgiyi, duygudaşlığı, paylaşımı, hoşgörüyü önceleyen müfredatlarla eğitim-öğretim çalışmaları yapılırsa negatif duygular ortadan kalkmaz lakin etkileri en aza indirgenir. Böylece insanlık savaş acılarını yaşamaz kanısındayım.
Ablam Hollanda da yaşadığı için yurtdışına bir kaç kez gittim. Oradan Almanya, Belçika, Fransa’yı gezme imkânın bulabildim.
Almanya’nın bu denli büyümesinde Türk işçilerin katkısının ebetteki yadsınamaz. Çalışma prensibinde disiplin Almanlar için çok önemliydi. Disiplinle, iş beğenemezlik yapmadan yalansız, dolansız savaştan batık çıkan bir ülkelerini sanayi devi yaptılar.
Yazı çok yönlü, düşündürücü ve araştırma yapmamızı itiyor. Film izlemiş gibi hissettiğimi söylemeliyim.
Amerika’yı doğu batı Almanya’nın nasıl birleştiği konusu ve Sovyetler birliğinin Ukrayna’ya saldırmasının nedenleri. Yıllar sonra Müslüman ülkelere piyonları aracılığıyla saldırmaktan yorulup ilk defe aynı dinin insanları birbirlerine saldırarak savaşmaları tanıklık ediyoruz.
Z kuşağımız bugünleri çok güzel okumalı, analiz etmeli diye düşünüyorum.
Çok farklı konulara değinen yazılarınız var.
Teşekkürlerimle saygılarımı bırakıyorum.
İBRAHİM YILMAZ
Sizler gibi entelektül, düşünen ve düşündüklerini tarafsızla anlatan değerlerden yorum almak benim yazma azmimi daha da artırmakta. Bilin isterim.
Ve Şavşat-Ardahan yolundan geçtiğinizi öğrendim. Derince'de 6 ay yaşadıktan sonra mayıstan itibaren 6 ay da geçtiğiniz yola 3-5 dakika yakın 1500m rakımlı köydeki evimde geçiyor günlerim.
Bir merhaba diyecek kadar yakınım karayoluna. Yolunuz düşerse tekrardan çam ormanına karşı eşimle çaya bekleriz.
Emeğe ve sanata saygımla esen kalın.
Ümmühan Yıldız
Eşinize, saygılarımla selamlarımı iletirseniz çok mutlu olurum.